24.11.2011

24.11: Büyük Kaptan

24. yaşımı geçen hafta doldurduğum hayatım boyunca izlediğim en büyük Galatasaraylının doğum günü kutlu olsun. İyi ki doğdun Büyük Kaptan, mutlu yıllar!
Not: Bugün bir de Freddie Mercury'nin ölüm yıl dönümü. Adını anmadan geçmeyeyim.

21.11.2011

Takım Değiştirmek: İnönü'den Kadıköy'e...

Üniversitede tanıştığım Recep adında bir arkadaşım var. Koskoca Ege Üniversitesi'nde altı yılım geçti ve okul dışı olanları sayarsak bu okul sayesinde tanıdığım insanlar arasında ömür boyu iletişimde kalıp gerçekten arkadaşım dostum diyebileceğim insan sayısı bir elin parmakları ile sınırlıdır. Onlardan biridir işte bu adam. Kendisini böyle inceden yücelttim ama her an her türlü hakareti edebileceğimin bilincinde olsun, canımı sıkmasın diye de seslenmiş olayım buradan. Kendisi Karabüklü, hatta İbrahim Kaş da çocukluk arkadaşları arasında...

Mezun olup Ankara'da iş güç sahibi olan bu adamı İzmir'den uğurladığımızda Beşiktaşlıydı. Bir veya bir buçuk sene önce bir anda Fenerbahçe amblemli bir kıyafetini görünce anlam verememiştim. Bir iddia sonucu falan sandım, pek de ciddiye almadım ama görüyorum ki kendisi deplasmanlara gidecek kadar Fenerbahçeli olmuş. Çok irdelememiştim ve geçici bir olay sanmıştım ama derbiden(20 Kasım, BJK-GS) sonra konuşurken Beşiktaş'tan "siz" diye bahsedince durumun ciddiyetini kesin olarak anladım. Nedir ne değildir derken anlat şu meseleyi dedim ve bloga yazma iznini de alarak yazmaya başladı neden böyle bir şey yaptığını.

Benim için asla olmayacak bir şeydir takım değiştirmek, yapanlara da pek saygı duymazdım ama böyle tanıdığım güvendiğim bir adamdan bu satırları duyunca buraya aktarmak istedim. Bana mantıksız gelse de kendi içerisinde gayet mantıklı şekilde açıkladı bu durumu ve yapabildiğim tek şey saygı duymak oldu. İlginizi çeker mi çekmez mi bilemem ama göz atmanızı öneririm.

"Eskiden mantıklı bir taraftarken şimdilerde uyuz ve Galatasaray'a olur olmaz laflar eden bir adama dönüşmüşsündür lan..." diyerekten şaka yollu üzerine bile oynadım ama anladım ki bakış açısı değişmemiş, hisler değişmiş sadece. İşte Çarşı'nın göbeğinde boğazını yırtabilecek kadar Beşiktaşlı olan bir adamın Fenerbahçe'nin deplasmanlarına koşarak gidecek kadar Fenerbahçeli oluşunun kendi ağzından açıklanışı:

"Neden öyle Fenerli olayım, adam gibi delikanlı Fenerliyim. Yanlı değilim objektifim, kimseye saldırmam hakkını veririm; dün Muslera harikaydı mesela, bayıldım resmen.

Fenerli olma mevzusuna gelince de, önce her ne kadar bilinçaltıma oynamak ya da Fenerium'un şaşalı ürünleriyle kandırmak isteler de yutturamadılar. Sonra tozlu sandıklardan sünnet kasetim çıktı. Orada şöyle bir olay vardı: Sene 1992 Ağustos ayının bir pazarı. Sünnetçi abi adam olacak çocuğa döner ağlamasın diye 'Bak işte her taraf sarı-kırmızı, oley cimbom bom!' der. Acı ile hepsinin kopacağını sanan çocuk o an ağlamayı keserek 'Hayıırrr ben Fenerbahçeliyim hadi daha kesmedin mi yeter.' diye inlerken bir avaz kopar.

İşte o kasetten sonra bütün hayat değişir en azından Fenerbahçe'ye karşı ön yargı atılır. Daha sonra ise Fenerli olmamı isteyenlere şu soru sorulur: 'Beni tanıyorsunuz, Beşiktaş'ı her durumda ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Bunlara rağmen canı gönülden Fenerbahçeli olmamı istiyor musunuz?' diye... Verilen cevap iki-üç dakika düşünmeden sonra şudur: 'Evet.'

O tarihten sonra bu kardeşin artık Fenerbahçelidir... Kendini üç kuruşluk kumaş parçalarına satmadan kabul eder, ilk deplasman maçına Kayseri'ye gider... Kadir Has'ta deplasman tarafında yer olmayınca Kayserililerle kavga eder ama yine şapkasını çıkarmaz...

Eee işte böyle... Mühim olan hangi takımlı olduğun değilmiş mühim olan hangi takımı hissettiğinmiş. Ben Beşiktaşlı falan değilmişim Fenerli olunca anladım çünkü şimdi daha çok ilgiliyim."


Recep'in anlattıkları böyle, saygı duymak veya sonuna kadar eleştirmek sizin elinizde. Ben paylaşmaya değer bulup yazdıklarını sadece noktalama ve imla kurallarına göre düzenleyip aktardım buraya. Takdir sizin.

Senden Kim Utansın?

Tarih 11 Kasım 2011, Volkan-Emre ikilisi tribünlere ana avrat sövüyorlar ve suçlu Galatasaray tribünleri oluyor. Rıdvan ekranda, canlı yayında maçı yorumlarken ağlayacak duruma gelip "Ayy yaa ne yaptılar çocuklara öyle..." diye üzülüyor. Suçu Galatasaray taraftarı olduğunu düşündüğü kesime atıyor yani kısaca.

Tarih 20 Kasım 2011, Eboue yerdeyken sırtına pet şişe atılıyor, öncesinde de sağanak şeklinde çakmak yağıyor sahaya. Eboue kafasına isabet etmemesine rağmen kafayı tutuyor kıvranıyor. Sorular şunlar: Eboue'nin üzerine gelen şişeden sonra illa neresine geldiğini göstererek mi kıvranması lazım? Deplasmanda işi biraz da şova dökmesi doğal değil mi?

Tamam şov kısmı "doğal" değil "abartı" olabilir ancak Eboue'nin sırtına isabet eden şişenin ve sonrasına yine isabet eden birkaç çakmağın açıklamasını kim yapacak? Oyuncu üzerine çeşitli cisimler yağarken tepki göstermeyecek ama tribün kimine göre ırkçı söylemde bulunacak, kimine göre küfür edecek ve istediğini yağdıracak ve haklı mı olacak? Bu mu yani algımız? Bunu mu gördük tüm bu olayda? Sahada oyun oynayan adamları yaralamaya çalışmak serbest, yaralanma korkusu yaşamak ise yasak? Başka?

Neyse... Bu olayları değerlendiren Lego saçlı yorumcu Rıdvan Dilmen ise "Eboue'nin yerinde olsam utanırım." diyor. Neden utanacak Eboue? Çakmağı bana mı attılar? Şişeyi benim sırtıma mı attılar? Benim yerime Eboue yattı yalandan şov yaptı da o mu utanacak?

On günde iki yorum yapıyorsun ve temelde ikisine de zıt yorumları yapıyorsun. Milli takımda taraftara küfür edeni eleştireceğine savunuyorsun, derbide ise tribünden çakmak yağdıranı eleştireceğine çakmakları ve şişeyi vücuduna yiyeni suçluyorsun.

Bunların hiçbirinden utanmıyorsun ve Beşiktaş-Galatasaray derbisini yorumlamaya Fenerbahçe diyerek başlayıp derbinin iki kanadından çok Fenerbahçe'nin adını anıyorsun bu maçı yorumlarken.

Hepsini bir araya koyunca, Eboue haklı olmasına rağmen utanmalıysa, senin sığ düşüncelerin yüzünden kim utanacak peki Rıdvan? Biz mi utanalım senin bu tutarsız yorumların karşısında? Yoksa sen de utanacak bir şeyler yaptığını hatırlayabilecek misin?

20.11.2011

Yeni Fiorentina Milan'a Karşı

Milli maç arasının başladığı hafta Mihajlovic'i yollayıp Delio Rossi'yi takımın başına getiren Fiorentina'da bir değişim başlayacağı açıktı. Ancak bu değişimin ilk adımlarını atmak için Milan maçı biraz sıkıntılı bir rastlantıydı. Belki de ligdeki en zorlu rakibe karşı bir yıldır alışılagelen sistemin değişmesi temelde büyük bir sıkıntıydı. Buna sezonun problem adamı Vargas'ın ve sakatlıktan sonra kaldığı yerden dönüş yapan Jovetic'in eksiklikleri eklenince Fiorentina için Milan maçında alternatifler iyice azalmıştı.

Sezon başından beri Vargas'ın formsuzluğu ve disiplin problemi, Montolivo'nun ise yeni sözleşme yerine takımdan ayrılmak istediğini belirtmesi ve Jovetic'in formunun ne olacağı belirsizlikleri yeteri kadar can sıkıyordu. Jovetic sıkıntı olmaktan çıkıp sakatlıktan çok iyi dönse de diğer iki yıldız konusunda dertliydik. Daha Gilardino'nun formsuzluğunu dert edemiyoruz farkındaysanız.

Fiorentina'da değişim dememin sebebi Mihajlovic'in oynattığı ve oyuncuların daha serbest olduğu 4-3-3(veya 4-5-1 gibi işte, anladınız sanırım) gibi bir sistemden, bir anda orta sahanın bir adam azaldığı 4-4-2'nin altkümelerinden biri olan 4-3-1-2'ye geçtik. Böyle olunca da hem ileride kanatlarda sıkıntı yaşadık hem de orta sahanın temel adamı Montolivo'nun gayriresmi yollardan maç satışına tanık olduk. Bilindiği gibi Inter ve Milan var Montolivo'nun peşinde, İtalya dışı için ise şimdilik en güçlü alternatif Arsenal. Milan belki de Ocak 2012 itibariyle Montolivo'nun yeni takımı olacak ve nedendir bilinmez zaten isteksiz olan Montolivo önceki maçlarda olduğu kadar bile girmedi oyunun içine. Milan'ın kendisi için özel bir önlem almadığını düşündüğümüz zaman iş iyice çıkmaza giriyor.

2011 yazına kadar çok sevildiği ve kaptan olduğu yerde şimdi basit bir oyuncu muamelesi görüyor ve bunda "vefasızlık" adına en ufak bir şey yok. Yönetim gidecekse bile yeni sözleşmeye imza atıp para kazandırarak gitmesini istedi. Ancak o sözleşme imzalayıp yine istediği kulübe gidebilme seçeneğini değil, doğrudan sözleşme imzalamadan bedavaya ayrılmayı istedi. Sevildiği tribünlere bunu reva gören adam için de eleştirilmek en doğal sonuç. Montolivo dönem dönem prostestolara tepki gösteriyor sanki masummuş gibi.
Bu yeni taktik dizilişle ve strateji ile bir şeyler yapmak isteyen Rossi, Montolivo engeline takılarak ilk maçında kendi takımından darbe yedi. Neyse ki yıllardır Milan'a karşı hakemler sayesinde kaybedilen puanların bir tanesini geri alabildik. Rossi için de bu kötü maçın sonundaki 10 dakikalık agresif oyun geçerli not aldırmasa da ilk maçta eleştiri oklarının kendine çevrilmesine engel oldu. Jovetic ve Vargas yok, Montolivo maçı kendi elleriyle Milan'a vermeye hazır... Sanırım şu durumda hocayı eleştirebilmek büyük bir troll'lük gerektirirdi.

Fiorentina adına maçın sevindirici yanı yok muydu? Vardı tabii: Matija Nastasic. Cezalı olan Natali kadroda olmayınca ilk 11'de başlayan isim Nastasic oldu. 18'lik Sırp stoper harika bir oyun oynadı. Maçın sonlarında gole giden Pato'dan çaldığı top Nastasic'e umutla bakabilmek için yeterli bir pozisyon. Bunun dışında sezon başından beri eleştirilecek bir oyun oynamayan bu çocuğun ligdeki en iyi rakibe karşı bu oyunu oynaması kalan maçlar için yerini sigortalaması anlamına gelmeli. Bir yanda Semih Kaya'yı desteklerden, tuttuğum diğer takımda Nastasic'in yükselişine tanık ediyor olmak büyük bir mutluluk. Alkışların yanı sıra hatalarıyla da büyüyecek bu çocuklar ve büyürlerken de en büyük destekçileri tribünler olmak zorunda.

Maçla ilgili söylemek istediğim diğer şeyleri de maddelemek istiyorum:
  • Hakem Milan'ın bir penaltısını(çok bariz elle oynama) ve bir net golünü vermedi. Berlusconi'nin istifa haber ile bu hakem performansını birbirine bağlayan elbet olacaktır. Hafta içi şenlik var bence İtalya'da.
  • Milan'da başta Aquilani olmak üzere takımın hemen hemen tamamı topu dağlara taşlara vurdu maç boyu. Görüntüye gelmedi Aquilani'nin şutlarının sonuçları ancak ben iki tanesinin stat dışına doğru yolculuğa çıktığını düşünüyorum.
  • "Sezon boyu büyük umutlarla transfer edilen..." lafına cuk oturan bir isim var bizde: Santiago Silva. Henüz umut kısmındayız, icraat yok. Maçta 45 dakika oynadı, sadece "üzgün bakan kel futbolcu bakışı" yaptı durdu maç boyu.
  • Geçen sezonki Behrami çok rahat Barcelona veya Real Madrid ilk 11'ini zorlardı. Bu sezonki Behrami ise Bank Asya 1. Lig'de kadroya girerse dua etsin. Formsuzluğun diplerinde artık, toparlanma aşamasına çok çabuk geçmesi lazım.
  • Kharja da katkı yapar mı dedik ama yok, kendisi Mustafa Sarp'ın Serie A'daki izdüşümü olma yolunda hızla ilerliyor.
  • Milan'da Pato çok geç oyuna girdi ve bu işimize geldi. 45'te falan girse muhtemelen skoru değiştirirdi.
  • Son 10 dakika Fiorentina çok etkili oldu ancak üstünlük değildi, sadece Milan gibi tehlike yaratmaya başladık. Yetmedi tam olarak ancak Pasqual'in şutunda kalbi teklemeyen Milanlı yoktur sanırım.
  • Tabii bizim kalbimizin teklediği pozisyonları sayarsak... Yani... İlk yarı 5-0 yapabilirdi Milan diyeyim siz anlayın. Boruc geldiği günden beri ilk defa maç sonlarını iyi oynayıp puan kurtarmış olabilir. Olabilir diyorum bak tam da emin değilim.
  • Ya da olabilir demeyeyim, 90. dakikada Pato'ya dur demesi önemliydi. Orada çoğu kaleci golü yerdi, Boruc çok iyi kapatıp son dakikada kabusu engelledi.
  • 0-0 biten bir maçtı ama maçın son 10 dakikasına rahatlıkla beş-altı gol sığabilirdi. İki takımın da orta sahalarının düşmesinin bunda etkisi var. Gerçi düşen Milan orta sahasıydı, bizimki zaten düşüktü Montolivo-Kharja ikilisi ile birlikte.

16.11.2011

Abdullah Avcı ve Milli Takım

Yöneticileri bile başka bir takımı tutan, taraftar sayısı sıfır olan bir belediye takımını yoktan var edip beş sene önce hayalini bile kuramayacakları Türkiye Kupası finaline taşımış, 1 milyon Euro bütçeli transferi bile "bizi aşar" diye yapmaya korkan bir takımı ligde üst sıralara yakın tutmayı başarmış bir adam Abdullah Hoca.

Böyle bir adamın milli takımın başına geçme olasılığı var ki mevcut jenerasyonun büyük çoğunluğu ile 2005'te U17 Dünya Şampiyonası finali görmek gibi dikkat edilesi bir başarısı da var.

Bu adamı başarısız bulup yerden yere vurmaya başlayanlar olmuş şimdilerde. Neye ve kime göre başarısız olduğunu bilmiyorum ama bildiğim tek şey yerli bir hoca gelecekse tek alternatif kendisi olmalı -ki ben yabancı taraftarıyım, hatta Hiddink kalsın bile derim. Hiddink için hala kalsın diyebilen birisini dinlemem diyen sağ üstteki çarpıya tıklamakta özgür.

Abdullah Avcı belki hazır değil, belki biraz daha otoriter bir hale gelip o şekilde geçmeli milli takıma ancak yıllardır otoriter duranları da gördükten sonra tecrübeyi yıllar önce edinen bu adamın astığım astık kestiğim kestik bir hale gelmeden başa geçmesi daha hayırlı olur derim.

Şu da var ki milli takımın başına kim gelirse gelsin, sokaktaki bir adamı bile bulup getirsek evvela Oğuz Çetin başta olmak üzere "eski futbolcu" etiketinden başka vasfı olmayan adamları kenara koymak gerekir. Hiç bilmediğimiz adamlar gelsin bir kere de, nispeten daha az tanınan hatta hiç tanınmayan adamlar gelsinler.

Neyse, esas demek istediğimden sapıyoruz. Başta saydığım ve Avrupa'da bile eşine az rastlanır başarıyı yakalayan adama bile başarısız diyen kafalar var ülkede. Bu kafaları kesip atamadıkça ha sokaktaki adamı koymuşuz ha Ferguson ve Wenger gibi efsaneleri getirmişiz... İkisi de aynı şey. Avcı'ya başarısız diyen adamlar için milli takıma kimi getirirsen getir illaki eleştirip sövüp sayacak bir şey bulurlar.

Başarı lazımsa sürekli hocaları değiştireceğimize eleştiri yapmaya yer arayan adamları gönderelim; başarı çok daha kısa sürede gelir o zaman.

4.11.2011

Evcil Hayvanla Stada Gitmek

Maç günü stat çevresinde köpekle gezen görmüşsünüzdür. Belki kucağında kedisi ile gelen olmuştur. Coşup papağan veya evde beslediği yırtıcı kuş ile maça gelen bile olabilir belki.

Ancak sanmıyorum ki böylesini daha önce görmüş olalım. Yeni bir fotoğraf kendisi, Fiorentina-Genoa maçı öncesi.

1.11.2011

Gökhan, Sakatlık ve Servet

2010/11 ve 2011/12 sezonlarında Galatasaray'ın kadrosundaki en iyi yerli savunmacı kim deseler vereceğim tek cevap Gökhan Zan olur.

Galatasaray savunmasında Sabri ile birlikte milli takım formasını belki de tek hak eden oyuncu oldu bu sezonun ilk haftalarında oynadığı oyunla.

Sağlam olduğu zaman gerçekten milli takım seviyesinde bir adam olabiliyor. Ancak milli takım 11'inde yer bulur demiyorum, yeni yetişen stoperlerin arkasında sağlam kaldığı sürece iyi bir destek olur.

Kötü de olsa, tek bacağı kopsa da, iki omzu birden çıksa da Servet Çetin'in en sağlıklı ve en formda halinden daha faydalı bir isimdir Gökhan Zan. Sırf bu yönüyle bile Galatasaray kadrosunda yer bulabilir, bulmalıdır. Ujfalusi ile yakaladığı uyum da güzel, es geçmeyelim bunu.

Tüm bunların yanında, 26 Ekim'de oynanan Galatasaray-Gaziantepspor maçında sakatlığının sebebi kendisinin kronik sakat falan olması değil, TFF'nin milli maç döneminde katlettiği zemindir. Aynı zemin Kazım'ı da Gökhan'la birlikte aldı o maçta. Hatta Gaziantep'ten de bir oyuncu zemin yüzünden sakatlanmıştı. TFF'ye rica edelim, amatör küme maçlarını da komple TT Arena'ya alsın, en azından zemini düzeltmeyle uğraşmayız, zamanla toprak sahaya dönüşür.

Bir kronik sakatlık furyasıdır gidiyor. Önüne gelen bu kadar süre sakatlanmaması bile mucize diyerekten espri yapmaya çalışıyor. Semih kendisinin yerine Kayseri'de oynadı, yine Gökhan'ın adını ananlar oldu sağda solda. Çok garip kafalar bunlar...

Semih keşke hep ilk 11'de çıksa, keşke hatasız onlarca maç oynasa ama zamanla oturacak, şimdilik forma için ilk tercih Gökhan olacak. O Gökhan yıllardır bu sezondaki gibi iyi oynayamadığı için eleştirildi, şimdi oyununa denecek laf kalmayınca herhangi bir futbolcunun yaşayabileceği sakatlık yüzünden "kronik sakat" denerek eleştiriliyor.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO