3.07.2014

Arena'ya Bir İtalyan Daha: Cesare Prandelli #2


Prandelli'yi uzunca anlattığım ilk yazıdan sonra sıra geldi konuyu Galatasaray'la birleştirmeye. Fiorentina ve İtalya kariyerinden referansla buralarda neler yapabileceğini kestirmek benim adıma biraz kolay olacak, dokuz senedir devamlı takip ettiğim adamı biraz ezbere biliyor gibiyim. İlk dedikodu çıktığından beri iddiam neydi önce ona gelelim: Burada beklenmedik bir ismi takıma oturtup yıldız haline getirir. Bu İsmail Berk gibi sezon boyu eleştirdiğim genç oyuncu da olabilir, kariyerinin son demlerini yaşayan Gökhan Zan da olabilir. İşi şakaya vuranlar ve eleştirenler de olacak ama Sabri de arayıp da bulamadığı tipte oyunculardan, sürpriz bir isimden beklentiler üstü bir verim alması çok olası. Tabii bu kendi referansıyla gelecek toy bir İtalyan da olabilir.

Ancak bir isim var ki, kariyerinin en özel sezonunu Cesare Prandelli ile yaşadı ve o dönem yarım bıraktığı işi şimdi çok daha güçlü olduğu bir ortamda tamamlama şansı var: Felipe Melo.

Almeria'da yaptığı çıkışla İspanya'da adını duyurduğunda devlerin yeteri kadar güvenini kazanamamış bir isimdi Felipe Melo. Daha zengin talipler çıkmayınca Fiorentina'nın 13 milyon Euro tutarındaki teklifi Almeria için tarihi bir fırsattı ve öyle de oldu. 2008 yazında Prandelli'nin orta saha düzeninde tıpkı Selçuk İnan gibi kullandığı Montolivo'nun yanına yapbozun eksik parçası olarak geldiğini kimse bilmiyordu sahaya çıkana dek. Almeria'dakinin üzerine her maç fazlasını koyarak ilerleyen ve daha iki-üç ay geçmeden tribünlerle arasında beklenmedik bir bağ oluşan, tribünle barışık diğer yıldızların pabucunu dama atıran biri oldu Melo. Şüphesiz ki sahadaki bitmeyen enerjisi ve Prandelli'nin kusursuz kullanımının katkısı büyüktü bunda. Sadece bir sezonda Fiorentina orta sahasına sınıf atlattı, Montolivo'yu iyiyken daha iyi hale getirdi, takım düştü denirken Prandelli'nin dediklerine harfiyen uyarak takımı ayaklandırdı. Anlattıklarım sanırım herkese tanıdık geliyor Galatasaray günlerinden. İşte o tanıdığınız bildiğiniz Melo'yu kariyerinin en kritik döneminde ince ince işleyip bu hale getiren adam Prandelli'nin ta kendisi. Bugün Melo'nun Prandelli'nin katkısını ve öğrettiklerini reddetme lüksü yok bence ve olur da reddederse büyük bir yalanın içindedir derim kesin bir dille. Yeri gelmişken devam edeyim ufaktan, o Melo sezon sonu takımla beş yıllık sözleşme imzaladı ancak bir ay sonrasında yeni sözleşmedeki 25 milyon Euro serbest kalma bedelini Juventus ödeyince Torino'nun yolunu tuttu. Arsenal de teklif yapmaya hazırlanıtordu ancak elini çabuk tutan Juve oldu Wenger paraya her zamanki gibi kıyamayınca. Juve takıma 18.5 ödedi, Marchionni ve Cristiano Zanetti'yi de verip aradaki farkı bu iki vasatın bonservisine saydı. Sonrasında Floransa çalkalandı, taraftar yönetime cephe aldı Melo satıldı diye. Melo'yu takım için bu kadar önemli hale getirmeyi 10 ayda başardı Prandelli.

Galatasaray'da Melo ve Selçuk'un uyumu Prandelli'nin daha gelmeden dikkatini çekmiştir ve benim bildiğim Prandelli Muslera'dan bile önce kadroya önce bu ikisini yazar. Montolivo'nun Prandelli döneminin kat kat daha kalitelisini oynayan bir Selçuk İnan'a sahibiz, kusura bakmayın ama geçen sezonun bir bölümünü kötü oynadı diye Selçuk'un Avrupa'da mevkisinin sayılı adamlarından olduğu gerçeği değişmeyecek benim gözümde. Tüm bunların yanında gerçekleşmek üzere olan bir Olcan Adın transferi var ki Prandelli'nin Jovetic gibi kullanacağı isim olarak ön plana çıkacak Olcan. Mancini bence Olcan için normal bir fırsattı ama Olcan'ın bir basamak daha atlaması lazımsa bunu Prandelli sağlayacaktır. Önceki yazıda Stankovic'in sözünü hatırlayalım, gelişime açık bir oyuncu için Prandelli ile çalışmak muhteşem bir fırsat.

Prandelli'nin Galatasaray tecrübesinde önüne çıkacak birkaç sorun da var şimdiden. Beklemediğimiz oyuncuları yedeğe alabilir ki benim ilk adaylarım Telles ve Burak. Burak gibi gereğinden fazla kendini düşünen adamı çok sevmez Prandelli. Telles'i yazma sebebim ise beş yıllık Fiorentina tecrübesinde açıkça ortaya çıkan güçlü bek sevdası. Pasqual harika bir sol bekti ancak Prandelli her zaman Vargas'ı tercih etti çünkü bek oyuncusunda güç arıyor. De Sciglio tamamen iyileşmeden Brezilya'da şans vermeme sebebi de bu, De Sciglio istediği güçte bir adam değil ve öyle düşündüğü bir oyuncuyu %100'e ulaşmadan oynatmak istemedi. Vargas'ın 2013/2014 sezonunda eskiye dönen müthiş performansı sonrası iç geçirmiştir keşke devşirip sola koyabilseydik diye. Sırf Fiorentina döneminden kalan inadı yüzünden elemelerde yararlandığı Pasqual'e sırt çevirdi bu yıl. O Pasqual Montella'nın sol çizgideki sigortası oldu iki senedir ve açık ara en formda İtalyan sol bek ligdeki. Aynı durumdan Telles'in de canının yanmaması için bizim Brezilyalının beklediğinden fazla çalışması gerekecek. Tezimi güçlendirecek örneklerden biri de Vargas sola hakim olmuşken sağda sürekli değişim yaşaması, De Silvestri, Comotto, Zauri gibi isimleri zorladı ama tutmadı. Sağda doğru düzgün verim alabildiği tek isim, o bölgede kullanmayı denediği zamanlarda Ujfalusi oldu.

Peki bu kadar adamdan bahsettik, Burak'ı sevmez dedik, Prandelli nasıl bir golcü ister ve bu taktiğe ve dizilişe nasıl yansır? Burak gibisini çok istemez ama eli mecbur şu an. O yüzden yanına birini koyabilmek için öncelikli tercihi 4-4-2 veya 3-5-2 olacak. 4-4-2'de Sneijder'e yer sıkıntısı doğacak tıpkı Terim ve Mancini'nin bazen yaşadığı gibi. Gerçi Terim gıcıktı adama, zorla sola sıkıştırdı, oralara girmiyorum fazla. Mancini döneminde fantezisini bol bol yaptığımız ama hiçbir şekilde tam uygulanamayan 4-3-1-2 dizilişi de 3-5-2 ve 4-4-2 arası geçiş için sık kullandığı bir diziliş. Burak kendisini buna itecek Sneijder ile birlikte, ilk etapta görünen o. Bu yüzden de Burak'ın yanına kendi kafasındaki golcü profilini yerleştirecektir. Sneijder için mecburen kendi şablonunun biraz dışına çıkacak ki böyle zorunluluğa can feda diye düşünüyor olsa gerek Prandelli.

Gilardino ve Toni'den aldığı verimi benzer tipte birine uygulaması lazım. Yönetimin Almeida düşüncesi bana göre Prandelli fikrinden sonra oluştu. Oluşmadıysa da oraya bağlamak çok kolay çünkü o iki oyuncuya benzer tipte Almeida. Güçlü ve herhangi bir pozisyonda ve vücut şeklinde gol vuruşu çıkarabilen bir adam. İsabet yüzdesi diğerleri gibi olmasa da... Prandelli bir şeyleri uygun görmemiş olacak ki bonservissiz olmasına rağmen vazgeçti bu tanıdığı bildiği isimden. Eskiden bir ara hedeflediği ve resmen Toni'nin izinden giden Caracciolo'nun kariyeri epey sarsılmamış olsa önümüzdeki ay parçalı formayla görebilirdik kendisini mesela. Bunlar basit örnekler tabii, üç yıldır Caracciolo cesetten farksızken onu Galatasaray'a layık gördüğüm düşünülmesin. Şimdilik alabileceği bir forvet göremiyorum istediği tarzda, ilk etapta hazırlık maçlarında Toni-Gilardino ikilisine benzer şekilde eğitebilmek için İsmail Berk'i dener. Yine de bir forvet gelecektir, Drogba'nın yerine yenisinin geleceğini o da biliyor, iyi veya kötü dolacak o boşluk, umarım istediği kalıba uyan biri gelir.

Savunma yapısını göz önüne getirdiğimde ise Mancini'nin oturttuğu kurgu çok değişmez, sadece bunun üçlü mü dörtlü mü olacağı ileri uçtakilerin performansıyla değişecek. Şanslı ki iki sisteme de uygun kadro yapımız var daha doğru düzgün transfer yapmamış olsak bile. Semih kendisinin sevdiği tipte oyuncu, Gamberini'yi nasıl hayran hayran oynattıysa Semih'i de evladı gibi sevip sayıp değişmez isim olarak kullanmaya devam edecek. Yanına ise, çoğu kişiye şaka gibi gelecek ama, kadroda olsaydı Burdisso'yu ilk tercih yapabilirdi. Fiorentina'da başarılı olduğu dönemde Gamberini-Dainelli ikilisinde Dainelli'nin neredeyse bir kopyası gibi Burdisso'nun özellikleri. Yani demek istediğim, o tip bir adam isteyecektir tekrar. Yine enteresan karşılanacağımı bile bile Gökhan Zan'ın önemli bir yer edinme potansiyeli var Prandelli'nin takımında. Seviyor öyle uzun ve dengesiz oyuncuları, Chedjou fazla enerjik ve teknik kalıyor Prandelli'nin standart şablonunda. Prandelli'nin milli takımda stoperde kullandığı en teknik adam Chiellini, öyle düşünün. Fiorentina'da Gamberini-Dainelli ikilisini yedeklemek için şimdi Sivas'ta oynayan Da Costa'yı gözüne kestirdi birkaç ay tahammül edebildi. Dainelli'yi daha sonra gönderdi, kendi Fiorentina kariyerinin son dört ayında vazgeçebildi ki o son dönem savunmanın da çöktüğü döneme tekabül ediyor. Kaptan Dainelli'yi gönderip prensi olarak gördüğü Per Kroldrup'a kendini teslim etmenin bedelini beklediğinden çok daha ağır ödedi. Alternatif yaratamamıştı o ikiliye bir türlü. Udineseli Felipe'yi denemiş, o da biraz fazla teknik geldiği için göndermişti, ayağında top tutan stoperlerle neden bu kadar problemli inanın hala bilmiyorum takip ettiğim dokuz yıllık sürece rağmen.


Savunmacının topla muhatap olmasını pek istemiyor Prandelli, işi öndeki adamın çözmesini istiyor. Bu yüzden Montolivo-Melo ikilisiyle oynadığı tek sezon Fiorentina'nın en iyi orta saha performansını verdiği sezon. O dönemden sonra rahata erdiğimiz dönemi başlatan Borja Valero oldu. Melo-Valero arası dönem çok karmaşık ve karanlık. Şimdi elinde Montolivo'nun bir basamak üstü olan Selçuk, eskisinden daha da çıldırmış bir Melo ve dünyada örneği zor bulunacak olan Sneijder var. Savunmanın teknik olmasına zaten gerek de yok başka bir hoca olsa bile ki Prandelli varken hiç mi hiç gerek olmayacak. Telles ve Eboue'nın gidişiyle sağa geçecek meçhul oyuncu savunmanın teknik kapasitesini oluşturacak bir bakıma. Savunma topu kurtarsın işini yapsın yetiyor Prandelli için. Kanatlara ve takımın geri kalanına girmiyorum, zira orası sorunsuz bölge gibi duruyor. Bruma ve Olcan'ın performansları standardı tuttursa yeter. Zamanında Santana'dan aldığı katkıyı Olcan'dan alacaktır rahatlıkla. Prandelli için önemli olan bekler ve orta sahadaki ikili veya üçlü göbek oyuncuları sonuçta. Melo ile buluştuğu için zaten yeteri kadar şanslı, birlikte alamadıkları kupa/şampiyonluk burada mutlu sonla biter. Prandelli yazısı olunca çok Melo diyor insan ama sonsuza kadar bahsedebilirim. Prandelli'nin deli gibi oynattığı orta saha ve o orta sahaya karakterden fazlasını katan Melo... Bir sezonluk hayal kaldığı yerden devam ediyor benim için.

Melo'dan yola çıkarak da o uyumu ve ilişkiyi gören diğer oyuncular da Prandelli'ye daha kolay ısınacaklardır. Özellikle gençlerin hemen arayı iyi tutup kendisinden forma kapmaları lazım, formayı iki-üç tanesi kapacak ve en az bir tanesi beklentileri karşılayacak şekilde ivmelenecek kariyerinde. Kesin konuşuyorum çünkü yapıyor bunu Prandelli. Jovetic, Melo, Montolivo gibi farklı altyapıya ve oyun görüşüne sahip toprakların adamlarında başarıya ulaşan adam Türk gencinde de ulaşacaktır, şüphem yok. Prandelli döneminde sportif direktör Pantaleo Corvino sık sık Balkanlar ve orta Avrupa kökenli genç getirdi, Prandelli her milletten adamı eğitti, iyi ya da kötü bir yerlere ulaştırdı çoğunu. Türk oyunculardan gelişen olmazsa son suçlayacağım adam Prandelli olur. Teknik ekibi de gayet iyi bir ekip güç toplama konusunda. Fiorentina'da fiziksel açıdan sorun yaşatmadı, ya sakatlık belasıyla uğraştı ya da mental eksiklikler takımın formunu bozdu. "Şu oyuncu da çok zayıftı hiç toparlayamadı" dediğim olmadı. Gerçekten kötü olan ve ısrar ettiği oyuncular bile yeteneksiz oldukları için eleştirildi çoğunlukla, ayakta duramayan, her darbede yıkılan veya rakibe direnemeyen oyuncusu olmaz Prandelli'nin. Bunu başarabilmek için de fırsatı var. Üst seviye bir İtalyan teknik adamın sezon öncesi kampta takımına ciddi oranda güç depolayamadığı bir dönem bilmiyorum. Rakiplerinden bir adım avantajlı bu konuda Prandelli ki kanıt isteyenler için Euro 2012'deki takım harika bir örnektir. Kulüpteki sezonunun temposundan çıkıp hemen milli takıma geçen oyuncuları o kadar iyi çalıştırdı ki şampiyona sanki sezon sonu değil de yeni sezonun başında oynanmış gibiydi.

Şimdi elde olanları toplayalım, tabloya toplu halde bakalım: Taktik açıdan iki ana şablonu harika kullanıyor, 3-5-2'den 4-4-2'ye maç içerisinde geçebiliyor ve elindeki takımı bu değişime her an hazır halde tutabiliyor verim kaybı yaşamadan. Zaten bunu yapabilen bir adamın oyuncu ilişkileri yerinde olmalı, o konuda da örnekler mevcut, kimseye inanmasak elimizde Felipe Melo gerçeği var. Ailevi etkenleri işine yansıtacak bir konumda değil, yaşayabileceği en kötü deneyimi yaşayıp eşini kaybetti, saha dışı etkenlerle mücadeleyi en zor şekilde öğrendi ve bundan sonra başına gelebilecek her şey artık çocuk oyuncağı. Medyanın saha dışı tacizlerde bulunması bile terbiyesizlik olur böyle acı bir tecrübesi olan hocaya karşı. Yöneticilerle her zaman ilişkileri iyiydi, takıma gelirken de ayrılırken de saygı-sevgi ortamını bozmaz. Kavgalı gittiği kulüp yoktur. Fiorentina'dan formsuz ayrılırken stat ayakta alkışladı, İtalya'dan istifa ederken de sadece kupada neden kötü oynattığı sorgulandı, Brezilya dönüşü istifa eden federasyon başkanı Abete "Ben gidiyorum ama yeni federasyon yönetimi öncelikle onu takımda tutmalı" diyerek bıraktı işini.

Böyle adamlara oluşan sevgi ufak detaylarda gizli her zaman. İtalya Milli Takımı'nın başına geçtikten sonra İtalya'da oynadığı ilk milli maç için tereddüt etmeden Artemio Franchi'yi istedi, Floransa halkına 5-0'lık Faroe Adaları galibiyetiyle selam verdi. Parma deplasmanlarında Floransa'daymış gibi alkışlandı, oyuncuları ardından hep olumlu konuştu.

Tablo kısmen Mancini'ye benziyor değil mi? Karakter ve oyun tarzı olarak benzeşmeyen bu adamlar kalite ve konumları sebebiyle örtüşüyorlar fazlasıyla. İtalya'da tıpkı bizdeki gibi ismi duyulunca bıktıran hocalar da var, bu isimler gibi saygınlığını yitirmeyen ve yitirmeyecek olan da var.

Galatasaray taraftarı olarak bu yönden fazlasıyla şanslıyız, sonuç ne olursa olsun içinde kötü niyet barındırmayan bir adama emanet ediyoruz takımı. Ciddiyetini dozunda kullanıp ekibine ve oyuncularına karşı güler yüzünü asla esirgemeyecek Prandelli. Paramı alırım işime bakarım diye yatanlardan da değil, kötü olduğunda kabul eder, suçlu neyse onu söyler, oyuncuysa oyuncu, kendisiyse kendisi, rakipse rakip, lafı dolandırıp türlü hikayelerle konuyu pas geçmez. Ülkeye gelen her yabancıya yaptığımız delirtme politikalarını uygulayıp da bu adamı da erkenden kaçırırsak yıllar sonra üzülerek akla getirdiğimiz bir anıya sahip oluruz.

Sezonu açsın ve ilk iki ay sesinizi çıkarmayın, düzenini kurup, kimi nasıl kullanacağına karar verdikten sonra varını yoğunu takımı için harcayan ve tüm iyi niyetiyle çalıştığına inandığınız bir hocamız olacak. Tek temennim Euro 2012 finalindeki ve Brezilya 2014'teki gibi kendi felsefesi dışındaki oyun planlarını olur olmadık yerde denememesi. İki hafta önce istemiyordum ama bloga iki parçalık bu yazıyı yazarken fazlasıyla güveniyor olduğumu anladım.

Sezon boyu burayı bol bol Prandelli methiyeleriyle doldururum umarım.

Arena'ya Bir İtalyan Daha: Cesare Prandelli #1


Hem Fiorentinalı hem Galatasaraylı olan biri için son bir yılda yaşananlar tuhaf bir hal almaya başladı. Ujfalusi ve Melo ile başlayan süreç Mancini ve Prandelli ile zirve yaptı. Tutulan iki takımda aynı adamlardan medet ummak farklı bir his ama yaşanabilecekleri önceden görme imkanı tanıyor bu. Mancini'de çok sürpriz yaşamadım mesela, sadece birkaç oyuncu değişikliği ve kadro seçimindeki ufak inatları şaşırtmıştı. Prandelli benzerini yapsa şaşırtmaz misal, sürpriz kadrolara ve isimlere alıştıran bir teknik adam kendisi.

Mancini sabit bir sistemde birbirinden farklı oyuncu denemesi yapan bir adamken Prandelli tam tersini uygulamaktan çekinmeyen bir isim. Yani demek istediğim; aynı kadroyu birden fazla dizilişte başarıyla kullanabiliyor. Sahaya 4-3-1-2 veya 4-1-3-2 ile çıkmayı çok sever Prandelli ancak aklında ilk iki sırada her zaman 4-4-2 ve 3-5-2 vardır. Fiorentina'yı çocukluğumdan beri takip ederim ve klasik 4-4-2'yi Prandelli kadar güzel kullanan ve uygulayan bir hoca görmedim takımın başında. 3-5-2'yi Fiorentina'da pek zorlamadı ama İtalya'nın 2012 ve 2013'teki harika performanslarına bu diziliş damgasını vurdu. Haftadan haftaya değil maç içerisinde kökten değişen taktiklere alışsanız iyi olur. Hatta cezalı duruma düşen oyuncuları varsa ve kadrosu için alternatifler arıyorsa aniden amatör takımlarla hazırlık maçı ayarlayabiliyor hafta arasına, tek amacı ortaya koyacağı adamı ve farklı taktikleri deneyebilmek.

Prandelli'nin kariyerindeki en büyük sorun başarıyı istikrarlı şekilde sürdürememesi ve çok başarılı olmaya doğru giderken farklı şeyler deneyip başarıyı gölgelemesi. Fiorentina'ya muhteşem dört sezon yaşatıp beşinci sezonda Avrupa uğruna ligi feda etti, Avrupa'da da Ovrebo gibi skandal bir hakeme tosladı ve Bayern'i eleyemedi. Ancak kariyerinde yönettiği takımlarda hep iz bıraktı olumlu anlamda. İlk deneyimi olan Lecce'yi saymazsak tabii... Girmişken kariyerinden devam edip sonra tekrar tarzına ve Galatasaray macerasındaki beklentilere döneceğim. Lecce'de kısa sürede görevine son verildikten sonra Verona'yı Serie A'ya yükseltip ilk sezonunda dokuzuncu yaptı. Yeni yetme bir hoca için fazlasıyla dikkat çekici oldu bu. Venedik'teki bir sezonluk deneyimin ardından ülkede kendisini tanımayanın kalmayacağı Parma macerası başladı. Burada Gilardino'yu ligin elit golcüleri arasına soktu uyguladığı sistemle.

2004'te Roma'nın başına geçti ama önceki yıllarda göğüs kanserine yakalanan eşinin durumu ağırlaşınca bıraktı görevini. Roma'yı bırakmak zorunda kalması Roma için şanssızlık, Fiorentina için de büyük bir şans oldu ilerleyen dönemde. Kendi özel hayatının kaderini değiştiren kanser belası iki takımın da kaderiyle doğrudan oynadı. Fiorentina'da ilk sezonunda Şampiyonlar Ligi bileti aldı ancak meşhur Calciopoli skandalı rüyayı sonlandırdı. Sonraki sezona takım -15 puanla başladı lige ve daha da kötüsü herhangi bir Avrupa kupası macerasında yer bulamadı. Aslında Serie A'dan da düşürülmüştük de mahkeme Juventus'u Serie C'den kurtarmak için şirinlik yapma adına bizi de affedip Serie A'ya geri alınca Prandelli de ayrılmadı ve esas rüya 2006/2007 sezonunda başladı. Herkesten geride olan takım ligi 15 puanlık cezaya rağmen altıncı sırada bitirdi ki silinmeyen puanları eklediğimizde 75 puanlı Roma'nın ardında 73 puanla üçüncü sırayı alabiliyordu Fiorentina. Bu muhteşem performans sonraki sezon(2007/2008) UEFA Kupası yarı finali ile taçlandı. Ligden de Şampiyonlar Ligi vizesi alındı.

Burada çok büyük bir parantez açmamız lazım Prandelli ve kariyerinden bahsetmeye devam edeceksek. Fiorentina 2007/2008 sezonunda 2000'li yılların açık ara en iyi performansını sergiliyordu ancak 26 Kasım 2007 günü Prandelli hayatının en büyük darbesini yedi, göğüs kanserine yakalanan eşi hayata veda etti. Roma'da 2004'te görevi bırakmıştı, bu kez tersini yapıp Fiorentina'da fazlasıyla iyi giden işine tutundu ve zaten yetenekleriyle kazandığı saygıyı daha da yükseğe taşıdı. Takımın o sezon UEFA yarı finali yapıp ligde son haftaya kadar Milan'a kafa tutup Şampiyonlar Ligi biletini almasında Prandelli'nin acısını hafifletme isteği ilk sıradaydı. Her fırsatta Prandelli'ye olan desteklerini dile getirdi oyuncular. Futbolcularıyla arasında hep iyi bir bağ olan Prandelli bunun meyvelerini 2007/2008 sezonunda bol bol topladı, kendisine destek çıkan onlarca oyuncusu vardı o zor dönemde.

2008/2009'da gündeme yine Gilardino'yu getireceğim zira Prandelli bir adamda bir ışık görüp onu başarılı yaptıysa bu inadını sürdürüyor. 2005/2006 sezonunda Luca Toni ligde rekor kırıp 31 gol atarken Prandelli Gilardino'ya Parma'da yaptığının aynısını yaptı. Luca Toni'nin rakip ceza sahasını domine edebileceğini biliyordu ve tek yapması gereken Toni'yi de buna inandırmaktı. Toni Almanya'daki Dünya Kupası'na en etkileyici golcü olarak giderken Prandelli eserini gururla izliyordu. 2008/2009'da da Parma'da parlattığı Gilardino'yu kariyeri Milano'da dibe doğru ilerlerken aldı ve yeniden milli takım seviyesine yükseltti. Kafaya koyduğu adamda birazcık yetenek varsa istediklerini çok kolay gerçekleştiriyor Prandelli. Neden geldi denen Gilardino bir anda Toni'yi unutturan bir yıldıza dönüştü.

2008/2009'da Şampiyonlar Ligi gruplarında Lyon ve Bayern'in ardında kalıp UEFA'da Ajax'a hemen elenmesi 2009/2010 için hırslandırdı. Avrupa'ya verdi odağını ve ligi iyi kötü götürmeye çalıştı ki bu Galatasaray'ın bu sezonuna muhteşem bir örnek neredeyse. Ligde istikrarlı şekilde dördüncü olup Şampiyonlar Ligi fırsatı yakalamak rehavete sebep oldu. 2010'da son 16'da Bayern'in bir metre ofsayttan attığı golü ve ceza sahasındaki elle oynamaları göremeyen Ovrebo ve yardımcılarının kurbanı olup ligi Avrupa ile telafi etme hedefinden erken sapması Fiorentina'da yerini sorgulattı.

Her sezon dördüncü giden takımın 11. sırayı alması huzuru kaçırdı. Herkes o eşleşme sonrası arkasında olsa da Fiorentina'da ligi 11. sırada bitirmeyi kabul ettiremeyecek kadar başarılı bir kariyere sahip olunca buradaki macerası bitmek zorunda kaldı. Mart ayında Juventus'a gideceği söylentileri çıktığında ise Fiorentina'ya olan sadakatini dile getirdi, buradaki sözleşmem geçerlidir, buna bağlıyım gibi bir söylemde bulundu. Buradaki yazının son bölümünde değinmiştim zamanında.

Ne var ki iki ay sonra günümüzün taze istifa edeni, federasyonu başkanı Abete'nin görüşme talebini kabul etti Fiorentina; Prandelli için 2010 Dünya Kupası sonrası görevi bırakacak olan Lippi'nin koltuğuna oturma şansı doğdu ve bu fırsatı kaçırmadı. İtalyan hocalarda bizdekinden çok daha yoğun bir milli takımı yönetme tutkusu var, buna karşı koyamadı o da.

İtiraf etmeliyim ki 2010'da Bayern'e elendikten sonra takımda kalması konusunda kararsızdım bir taraftar olarak. Avrupa'yı bu kadar ön planda tutup ligi tamamen boşlaması hoş değildi. Neyse ki Türkiye'de uğraşmak zorunda olduğu Milano'nun ağır abileri, Juventus ve başkentin kavgacıları yok. Kariyerine ilk defa en güçlülere kafa tutmak yerine en güçlü olarak yola devam edecek.

Farkında mısınız bilmiyorum, Felipe Melo-Prandelli ilişkisine hiç değinmedim. Zira o ikinci bölümde Galatasaraylı kısımda bahsedilmesi gereken bir şey.



Fiorentina günlerinin özeti böyle. Milli takıma da ufak bir bölüm bırakıp Prandelli tanıtımına son verip sonraki yazının hazırlığına başlamak istiyorum.

Milli takım serüveninde rahat olmak için haklı sebebi vardı, Lippi dünya şampiyonu takımı sonraki kupada gruptan çıkamayacak halde teslim etmişti Prandelli'ye. Prandelli'nin 2012'ye kolayca vize alıp elemelerde bol bol deneme yapıp yeni isimler kazandırması yetecekti, öyle de oldu ve Euro 2012'ye beklentileri karşılayarak gitti. Kariyerinin zirve anı da bu turnuva oldu. Almanya gibi makine düzenini geçti, grupta yenilmez olan İspanya'ya en azından kendisi de yenilmedi ancak finalde direnemedi. O dönem İspanya bir kupayı istiyorsa fark yemeseniz yeterliydi, Prandelli farkı da yedi o finalde kendi hatalarıyla. Grupta 3-5-2 ile İspanya'yı elinden kaçıran, Almanya'yı 3-5-2'yi kusursuz uygulamasıyla eleyen Prandelli finalde aniden dörtlü savunmaya dönüp harika işleyen takımın çehresini değiştirdi bu da hezimeti getirdi.

2013'te Konfederasyonlar Kupası'nda bu hataya düşmeyip iyi giden taktiğinde ısrar edip yarı finalde yine İspanya'yı karşısında buldu Prandelli. 2012'deki grup maçında uyguladığı doğrulardan vazgeçmeyip İspanya'ya 120 dakika boyunca karşı koydu, penaltılarda ise hoca olarak elinden gelen bir şey olmayınca üçüncülük maçıyla yetindi.

2014'te elenmesinin temel sebebi ise -ki blogda ayrı bir şekilde İtalya'nın erken vedasına değineceğim- eleme gruplarındaki doğrularından ve en önemlisi de kendisini milli takım sürecinde sırtlayan Rossi'den vazgeçmesi oldu. Rossi sakatlığı sonrası fiziki açıdan kendini toparladı ve döndü takıma ancak o Insigne-Immobile-Cerci üçlüsünü kadroda tutmayı seçti. Bedelini ağır ödedi. Tek sorumlu Rossi değil elbet ama Balotelli'nin tıkandığı noktalarda imdada koşan bir numaralı adamını bu kadar kolay harcaması çok sorgulandı. Bir de enteresan Paletta ve Parolo tercihleri var tabii... Neyse bunlar başka yazının konusu şimdi.

Kısacası doğru uyguladığı felsefeden bir anda tersi bir yapıya geçebilen ve bu yanlışta boşu boşuna inat edebilen biri Prandelli. Yazıda bol bol bahsi geçtiği gibi bir adamın bir işi yapabileceğini kıyısından köşesinden gördüğü an o adamı parlatıp ön plana çıkarıyor. 3-5-2 ile geleni geçeni yenerken aniden 4-4-2'ye geçip zorla maç alır, kimseye de hesabını vermez. Böyle bir adamla karşı karşıyasınız. Eşini kaybettiği dönem şunu gösterdi ki, özel hayatı dibe vursa da takıma odaklanıp başarıyı sürdürebiliyor. O dönem takımın başarısında en ufak sapma yaşamadan kariyerine devam eden adam için gelecekte özel hayat temalı haberler çıkarsa itibar etmem, siz de etmeyin medyamız o tip işlere girerse.

Dahası, oyuncularla iletişimde de son derece başarılı bir teknik adam. Takım Mancini'yle hem birlikteyken hem de Mancini sonrası kendisi hakkında nasıl olumlu konuştuysa Prandelli de aynı izlerle gidecek. Bugüne dek Balotelli delisi dışında ciddi sorun yaşadığı birini görmedim, Balotelli'nin kendi gölgesiyle bile sorun yaşadığını düşününce bunu görmezden gelebiliriz rahatlıkla. Oyuncu ve teknik ekip yönetimi konusunda kendisine sonuna dek güvenin, Mancini ile karakterleri ve oyun felsefeleri tutmasa da insanlarla ilişkileri çok benzer seviyede. Sert ve ciddi gözüken bu adamlar yeri geldiğinde arkadaştan öte oluyorlar futbolcularıyla. Mancini'deki güven ve sevgi-saygı ortamının bozulmayacağına eminim.

Jovetic Fiorentina'da yıldızını parlatmaktayken o dönem Inter'de oynayan Dejan Stankovic, Jovetic'i Inter'e isterken şöyle diyordu: "Bu sezonun yeni yıldızı Jovetic. Kaliteli bir oyuncu, muazzam bir yeteneğe sahip ve Prandelli tarafından eğitilmek gibi bir şansı var. Fiorentina'dan sonra zirvedeki bir kulübe gidecektir buna eminim. Kendisine Inter'e gelmesini tavsiye ediyorum." 

Prandelli'nin inandığı oyuncuyu nasıl geliştirdiği konusunda rakip takım oyuncusundan gelen bu ufak yorum fazlasıyla yeterli.

İtalyan futbolunun son yıllarda savunmacı kabuğunu kırıp hücumu öne çıkarmaya başlamasının temellerinde yatan adamlardan biri Prandelli. 2000'li yıllarda Parma ve Fiorentina ile izlettiği o güzel oyun sayesinde gömülüp de savunma yapmaya çabalayan takımlar yerine hücumu gittikçe ön plana alan takımlar izliyoruz İtalya'da. Son zamanlarda Milan-Inter-Juve üçlüsü zirveyi domine edip diğerlerini alta alamıyorlarsa bunda Prandelli ile başlayan akımın rolü çok büyük. Fiorentina ve Parma yedi büyük ekipten ikisi olarak anıldığı için zaten yukarıda olması beklenenlerden biriydi diyebilirsiniz ancak Prandelli'nin bu iki ekipte açtığı yol Napoli, Udinese, Sampdoria gibilerine cesaret verdi ki Napoli'nin yaşadığı dönüşüm ortada. Prandelli bir ülkenin futbol yapısına olumlu anlamda kabuk değiştirten bir adam, keşke 2014'te bu kadar başarısız olmasaydı diyeceğim ama olmasaydı yolu bizim memlekete düşmezdi, Euro 2016'ya devam ederdi. İlk etapta ya gelirse diye düşünüp istemedim de, şimdi mantıklı düşününce doğru bir hamle olduğunu görüyorum.

Bu yazı uzadıkça uzar, devamı Galatasaray içeriğine kayar. Melo başta olmak üzere daha kilit ve analiz/öngörü gerektiren durumları ikinci parçada okuyacaksınız, şimdilik burada nokta koyuyorum.

Arada göz atmak isteyen olursa yazıda bahsettiğim 2010'daki Bayern eşleşmesine ve Ovrebo rezaletine ait maçların yazıları burada:
- Ovrebo'nun Maçı: Bayern Münih 2-1 Fiorentina
- Ulan Ovrebo! : Fiorentina 3-2 Bayern Münih

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO