28.02.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #4: Oscar Freire

Hiçbir bisikletçinin, son 40 yıldaki en iyi sprinter listesinin dört numarası Oscar Freire gibi bir hikayesi yok. 1999’da Verona’da düzenlenen Dünya Yol Şampiyonası’nın son 500 metresine kadar adeta kimse ondan haberdar değildi. Sonrasında ise uzaklardan beyaz formalı birinin son virajı tek başına aldığını gördük, birçok kişi Almanya’dan Jan Ullrich’in uçup gittiğini düşünmüştü. Ancak görüntü netleştiğinde durum hiç de öyle değildi, Almanya milli formasının mavi omuzları yerine İspanya’nın sarı ve kırmızısı vardı.

Oscar Freire, bu son atağıyla yarışı önde bitiren kaçış grubundan da dört saniye önde gökkuşağı mayonun sahibi oldu. Yeni dünya şampiyonu hakkındaki bilgileri kurcalayınca öğrendik ki kendisi 23 yaşındaydı ve kariyerinin geride kalan ilk iki profesyonel sezonunda yalnızca 1998’de Vuelta a Castilla y Leon’da rüzgarli bir etap sonunda toplu sprinti kazanmıştı. Üstelik 1999’da yaşadığı diz sakatlığı yüzünden sadece 11 yarışa katılabilmişti ve İspanya kadrosuna son anda dahil edilmişti.

Sonra şunu da öğrendik ki Freire, Kantabria bölgesinin liman kenti olan Torrelavega’nın işçi sınıfı semti Covadonga’da büyüyen dört kardeşin en küçüğüydü. 1.70 boyunda ve 63 kilo olan Freire, bir saf sprinter fiziğine sahip değil ama bize, özellikle de uzun, tırmanışlı etapların sonunda en hızlı sprinterleri yenebilecek hıza sahip olduğunu gösterdi. Freire, 2000 yılında dünyanın 1 numarası olarak gösterilen Mapei takımına imza atıp yedi galibiyetin yanı sıra Milan-San Remo ve Dünya Şampiyonası üçüncülükleri alarak değerini kanıtladı. 2001’de sezon boyu sakatlık yüzünden çok yarışamadığı halde Vuelta a España’da formunu buldu ve Paris-Tours ikincisi olup Lizbon’daki Dünya Şampiyonası’nda da gökkuşağı mayoyu ikinci kez kazandı.

Freire ilk kez 2002’de Tour de France’a katıldı. Almanya’nın Saarbrücken şehrinde ikinci etap, ev sahipliği yapan ülkenin yıldızı Erik Zabel için hazırlanmıştı ama İspanya’nın dünya şampiyonu, üç korkutucu sprinter olan(fotoğrafta soldan sağa) Robbie McEwen, Erik Zabel ve Baden Cooke’un önünde tüm gücünü ve hızını kullanarak etabı(fotoğraftaki) aldı.

15 yıllık profesyonel kariyerinin sonunda Freire yedi Vuelta etabı, dört Tour de France etabı, üç Milan-San Remo ve birer tane de Paris-Tours ve Gent-Wevelgem kazandı -ve üç şampiyonlukla Eddy Merckx, Rik Van Steenbergen ve Alfredo Binda’nın Dünya Yol Şampiyonası’ndaki rekorlarına ortak oldu.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

HŞB Bisiklet #3: Omloop, Kuurne ve Abu Dhabi



Her Şeyi Biliyoruz Podcast'in bisiklet serisi üçüncü bölümüyle sizlerle. Klasiklerin açılış hafta sonunun iki harika yarışı Omloop Het Nieuwsblad ile Kuurne-Brüksel-Kuurne'yi konuştuk. Tamamlanan bir diğer World Tour yarışı Abu Dhabi Turu'nu yokuş etabı üzerinden değerlendirdik ve noktayı da birkaç ufak doping göndermesiyle yaptık.

Dinleyecek olan herkese şimdiden teşekkürler...

27.02.2017

Start Finish #3

Sezonun bütün araçları tanıtıldı ve test günleri başladı. O zaman kendi zevkime göre en güzelden en çirkine araçları dizeyim dedim fakat bir tanesi haricinde bütün araçlar o kadar güzel ki 1'den 10'a kadar dizmeye gönlüm razı gelmedi.


ŞAHANELER: 

Redbull


"Livery" denilen sponsordan renge her şeyi kapsayan görüntüsüyle beni tavladı. Burundaki hava deliği ile farklılık yarattılar, sidepodların inceliği de çok şık. Duvar gibi giden shark fin tek kusur gibi görünüyor ancak ona da bir törpü gelebilir o yüzden sorun yok.


McLaren Honda


Esasında "ooahahaha turuncu yaptılar" sevincimi üzerimden attığımda daha güzel tasarlanabileceğini düşünüp GÜZELLER kategorisine indirecektim fakat bugünkü deneme sürüşünde stüdyo ışığı yerine günışığındaki pistten gelen fotoğrafı görünce tekrar hayran kaldım. Turuncu iyidir.


Sauber


İddiasız takım olmalarına rağmen ilk tanıtımı yaptılar ve böyle şahane bir araçla gönüllerin kazananı oldular. Daha ilk günden gözümüzün pası silindi. Shark fini en şık halleden takım olmuşlar.


Haas
Göz korkutan bir tasarım. Shark finde boyayla yapılan ilüzyon güzel fakat stüdyo ortamı dışında işe yaramaz. Genel hatlarıyla enfes bir araç daha.

Mercedes 
Shark fin kullanmayan tek takım olarak öne çıkıyorlar. İlerde eklerler mi bilmiyorum ama aracın görüntüsü çok iyi. 

Toro Rosso


Abisinin izinde gidiyor. Özellikle beğendiğim bir kısmı yok bu da gönülleri açan bir tasarım.

GÜZELLER:

Ferrari

Düz. Sidepodlar ve burundan biraz farklılık yakalanmış ancak herkesin yepyeni şeyler yaptığı senede Ferrari'den yakışır değişiklikler beklerdim. Kötü veya ortalama mı? Kesinlikle değil. Ferrari sempatizanı bir insan olduğumu da belirteyim.

Renault

Bu araç biraz Sauber'den sonraki gün gelmesinin kurbanı oldu. Ferrari'deki gibi: Kötü ya da ortalama değil. Sarı-siyah uyumu da hoş fakat "vay be" tepkisi yaratmadı. 

Williams


Bunda biraz kararsız kaldım. Bir yandan Rexona sponsporluğu ve bembeyaz kıvrımlı tasarımı yüzünden kadın deodarantına benziyor, diğer yandan açık rengiyle sezona renk katıyor ve şık bir görüntüsü var.

GELDİ YİNE TİPİNİ S....:

Force India


Ya... haydi o burna yumruk yemiş gibi kemer koydun, niye ucunu at şeyi gibi uzatıyorsun? Keşke bir yarışta o uca kelebek filan konsa da fotoğraflasalar. Çirkin, çirkin, çirkin. Shark fini boyarlarsa veya kesip biçerlerse idare edebilir. Bu haliyle göz ağrıtıyor.


Pistten görüntüler geldiğinde onları da derleyip toplayıp bir sonraki yazıya eklerim. İyi günler.

Alex Dowsett: "Ego Kasıyordum Ama Artık İşime Bakıyorum"

Movistar ile kontrat sezonuna giren Alex Dowsett, -alçakgönüllü bir şekilde kibirinden dolayı olduğunu düşündüğü- üst üste gelen istikrarsız sonuçları değiştirmeye kararlı.

28 yaşındaki bisikletçi, beşinci yılını geçirdiği İspanyol Movistar takımında, Giro d’Italia hazırlıkları çerçevesinde perşembe günü Abu Dhabi Turu’nda start aldı.

Cyclingnews’e konuştan Dowsett, sözlerine “Diğer yıllardan farklı değil, sadece biraz daha gergin. Asla kötü bir yıl geçirmek istemezsiniz, ama kontrat yılınızda bunu kesinlikle yaşamamalısınız,” diyerek başladı. “Diğer sezonlardaki gibi saldıracağım -kışı çok çalışarak geçir, hedeflerini sırala ve başarmaya çalış.”

Geçen sezon yaşadığı altı haftalık omuz sakatlığı sonrası Grand Tour’larda yarım kalan bir işi olan Britanya zamana karşı şampiyonu için bu hedeflerden başı çekeni Giro d’Italia’daki zamana karşı etabını kazanmak.

“Farklı olacak çünkü Nairo [Quintana] da kazanmak istiyor ve öncelik %100 onda olacak. Ben sadece ona yardım edebilecek kadar iyi olduğumu kanıtlamak zorundayım ve zamana karşılardaki şanslarımı iyi değerlendireceğim,” diye açıkladı.

Movistar’la ilk sezonunda Giro d’Italia 2013’te ilk kez yarıştı ve Team Sky’dan eski takım arkadaşı Bradley Wiggins’i geride bırakarak 8. etaptaki zamana karşıyı kazandı. Çok özel bir andı ama Dowsett’ın dikkatini dağıttı.

“Wiggins’i yendim” diye vurguladı İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları’nın altın madalyalısı. “Bundan sonra ne kadar da büyük biri olduğumu düşündüm, dünyadaki en iyi zamana karşıcılardan biriydim. Ve değildim. Değilim.”

“Geraint Thomas bana mesaj yolladı ve dedi ki ‘108 Grand Tour etabı tamamladım ve birini bile kazanamadım, sen sekizincide başardın.’ Bir anda çok özel bir şey olduğumu düşündüm, bir an için dikkatimi dağıttım ve cezamı çektim.”

Movistar’ın Metotlarına Adapte Olmak ve Daha Fazlasını İstemek


Kariyeri için belirleyici olan zaferinden sonra Dowsett karmaşık sezonlar yaşadı ama onu Giro ve Tour kadrosuna alan ve daha önce Wiggins’in elinde bulunan saat rekorunu kırarken destek olan Movistar’ın kendisine olan inancı sürüyor.

"Yarış programımızda istediğimizin %70’ini aldık ki bu rüya gibi bir senaryoydu,” dedi Dowsett.

“Kendimi bir parça daha toparlamak zorundaydım ve bundan oldukça yorulmuştum. Biraz daha istikrarlı olmak istiyordum ve gösterdiğim bir tek şey vardı o da istikrarsızlığım.”

“Ya Polonya’ya gidip sondaki zamana karşı etabı kazanıyordum ya da en basit yarışları bile tamamlayamıyordum çünkü yeteri kadar iyi değilim ya da bir şeyler yanlış gidiyordu ya da hasta oluyordum. Sinir bozucu derecede istikrarsızdım ve daha fazlasını yapabileceğimi biliyorum.”

Yüksek güdümlü Team Sky’dan Eusebio Unzue’nin uzun soluklu Movistar’ına gitmek, Dowsett için deneme yanılmayla geçen bir adaptasyon süreciydi ve o artık takımından daha fazla destek istiyor.

“Dünyanın en iyi iki geliştirme programından birine sahip olan ve iki yılımı harcadığım Team Sky’dan Movistar’a oldukça kibirli bir şekilde geldim. Her şeyi bilerek geldiğimi düşündüm ve bunu Giro’daki(2013) etap galibiyetiyle süsledim. Her şeyi biliyordum,” dedi.

“Movistar biraz organize bir kaos hissiyatı yarattı ama yavaş yavaş fark ettim ki herkes işini biliyordu. Farklıydı ama işliyordu.”

Hayırsever Bir Değişim


Dowsett'ın en büyük amacı kendini sunma biçimi olsa da hayır işlerine sıra geldiğinde kendisine ait Little Bleeders derneği de dahil olmak üzere kendisi gibi hemofili hastalarını destekledi ve spor dışında bir amaç için de gayret gösterdi.

Dowsett, “2013’ün sonunda, Little Bleeders ile bir bağlantısı bulunmayan Miles for Haemophilia(Hemofili İçin Yollar) hareketini başlattım, bu sadece bizim yaptığımız bir şeydi. Kendi durumumu tüm hastalara, ailelere, doktorlara anlatarak tüm Avrupa’yı dolaştım ve dürüst olmak gerekirse bundan para kazanacağımı biliyordum.” dedi.

“Bu başlarda beni teşvik eden şeylerden biriydi. Ondan önce de bu beni en çok teşvik eden şeylerden biriydi, bisiklet yarışlarını kazanmak, göz alıcı araçlar sürmek, çok para kazanmak. Dev bir ego tatmini yani.”

“Şu an yaptıklarımın etkileri bir bisiklet yarışı kazanmaktan çok daha büyük ölçekli. Çoğu zaman bana güç veren şey bu. Beni yanlış anlamayın, hala göz alıcı bir aracı seviyorum ama bu kafamın içinde eskiden olduğu kadar önemli değil. Movistar’dayken idrak ettiğim ve takımla alakası olmayan en büyük şey yeni gerçekleşti, büyük bir mental dönüşüm.”

Tüm bunlar, Dowsett’ın bu sezon dört yıl önceki gibi Wiggins’i yendiği formuna ulaşma hedefine hizmet ediyor. Bu kış antrenman programında biraz değişikliğe gidip mesafeyi azaltıp süreyi uzattı ve şimdiye kadar işaretler oldukça iyi.

Bu yazının orijinali 22 Şubat 2017'de Cyclingweekly'de yayınlanmıştır. 

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

26.02.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #5: Alessandro Petacchi

Geride kalan 40 yılda, listemizin beş numarası Petacchi kadar verimli çok az sprinter vardı. 1996’da 21 yaşında(*) profesyonelliğe adım atıp kariyerinin ilk dört yılını küçük bir İtalyan takımında geçirecekti. 2000’de, düzenli olarak sprint etapları kazanmaya başlayacağı güçlü Fassa Bartolo takımıyla sözleşme imzalayana kadar ihtiyacı olan itici güce kavuşmak için bekleyecekti 1.83 boyundaki, 72 kiloluk Petacchi.

İlk büyük galibiyetleri o yıl Vuelta’da kazandığı iki etaptı... ama 2003’te, 29. yaşına dek kariyeri gerçek anlamda yükselemedi. O yıl ise fotoğrafta gördüğünüz, Dünya Şampiyonu Cipollini’nin önünde kazandığı Catania’daki 5. etap da dahil olmak üzere altı Giro d’Italia etabı, dört Tour de France etabı ve beş de Vuelta a España etabı kazandı!

Petacchi’nin, Cipollini gibi ihtişamı veya Erik Zabel gibi isikrarı yoktu ama inadı ve hırsı vardı. Memleketi La Spezia’dan çok da uzakta olmayan, Ligurya kıyılarını kucaklayan Milan-San Remo favori yarışıydı. Bu anıtsal klasiğe 16 kez katıldı ve yedinci denemesinde, bir yıl önceki dördüncülüğünün ardından La Classicissima’yı(Süper Klasik) Alman Danilo Hondo, Norveçli Thor Hushovd ve son şampiyon İspanyol Oscar Freire’nin birkaç bisiklet farkla önünde 2005 yılında kazanmayı başardı.

Kazandığı tek anıtsal klasik buydu ama iki tane de sprint klasiğini kazandı: Paris-Tours 2007 ve Scheldeprijs 2009. Ama Petacchi’nin esas faaliyet alanı Grand Tour’lar oldu. Sonuncusu 2011’de 37 yaşındayken olmak üzere 22 Giro d’Italia, 20 Vuelta a España ve altı Tour de France etabı kazandı. Ve üç Grand Tour’da da sprint klasmanını kazanmayı başaran ender sprinterlerden oldu.

O artık emekli, La Gazzetta dello Sport’taki son röportajına göre Lido di Camaiore kıyısındaki dairelerinden birini, sprintin en büyük genç yeteneği Fernando Gaviria’ya kiraya vermek üzereydi -Gaviria da tıpkı Petacchi gibi şimdiden bir Paris-Tours kazandı ve İtalyan yıldızın Giro’daki etap galibiyetleri ile Milan-San Remo’daki zaferlerini tekrarlayabilecek potansiyele sahip.

*Petacchi 3 Ocak 1974 doğumlu ancak sözleşmeler 1 Ocak günü başladığı için profesyonel kariyerine 21 yaşında başlamış olarak gözüküyor.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

25.02.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #6: Sean Kelly

Tıpkı listenin yedi numarası Robbie McEwen gibi, altı numara Sean Kelly de geç açılan isimlerdendi. 1978’de 22 yaşında bir Tour de France etabı kazanmasına rağmen bu büyük bir sprintle değil, beş kişilik kaçış grubunun parçası olarak geldi. Kelly’nin kariyerinin ilk üç yılındaki ana görevi Flandria takımının lideri Freddy Maertens için lead-out olmaktı. Takım değiştirene kadar ana sprinter olmayı başaramadı ve değişikliği yapınca 1980’de beş Vuelta a Espanã, iki de Tour de France etabı aldı.

Kelly, klasiklerde de 27 yaşına kadar bir galibiyet alamadı ve profesyonel olduktan altı yıl sonra Giro di Lombardia 1983’te Greg LeMond, Adrie Van der Poel ve Hennie Kuiper’i geride bırakarak kazandı. Buna kadarki en yakın dereceleri ise Milan-San Remo’daki dördüncülük ve beşincilikti.

İrlanda’nın kırsal kesimlerinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak büyüyen Kelly, alışılmışın dışında bir yolla kendini bisiklet dünyasına kanıtlamak zorundaydı; Fransa’ya yol alıp seri etap zaferleriyle kendini kanıtlamadan önce İrlanda’da amatör seviyenin zirvesine çıkmak için savaştı. Kelly’nin düz etaplardaki sprint gücü, onun dört kez Tour de France, üç kez de Vuelta sprint mayosunu kazanmasını sağladı -Giro’da ise hiç start almadı.

Ama 18 yıllık kariyerinin ikinci yarısında hızını daha çok klasiklerin sonundaki toplu sprintler için kullandı. 1983’teki ilk anıtsal klasik zaferinden sonra sekiz klasik daha kazandı, iki tane daha Lombardia ile beraber ikişer tane de Paris-Roubaix, Liege-Bastogne-Liege ve Milan-San Remo. Son anıtsal klasik galibiyeti 35 yaşında, son Poggio inişinden sonra 30 kişilik takip grubunun üç saniye önünde İtalyan favori Moreno Argentin’i geride bıraktığı(fotoğrafta) 1992 San Remo’da geldi.

Dünya Yol Şampiyonalarında ikisi üçüncülük olmak üzere beş kez ilk beşte yer almasına rağmen hiç gökkuşağı mayoyu(*) giyememesi ve Ronde van Vlaanderen’de üç kere ikinci olup hiç kazanamaması kariyerinin en büyük hayal kırıklıkları olarak yer alıyor. Ama Kelly hiçbir zaman sadece bir sprinter olmadı, etaplı yarışlarda genel klasmanı zorlayıcı bir yapısı da vardı. 1988’de Vuelta’yı kazandığı gibi, iki kez İsviçre Turu, yedi kez Paris-Nice, dört kez İrlanda Turu üç kez Bask Turu ve iki kez de Katalunya Turu kazandı... tüm zamanların en komple çok yönlü sprinteri! (*gökkuşağı mayo: dünya şampiyonluğu mayosu)

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Tarihin En İyi Sprinterleri #7: Robbie McEwen

Avustralya’nın yeni “cep roketi” Caleb Ewan şu an sadece 22 yaşında, profesyonel olarak üçüncü sezonuna başladı ve şimdiden bir Grand Tour etap zaferi(2015 Vuelta) bir UCI World Tour klasiği(Hamburg 2016) kazandı -bu sezona da Tour Down Under’da dört etap galibiyeti ile girdi. Pek tabii kendisi, Avustralya’nın bir önceki harikası olan ve 17 yıllık profesyonel kariyerine 24 Grand Tour etabı, sekiz küçük klasik galibiyeti ve üç Tour de France yeşil mayosu sığdıran Robbie McEwen ile karşılaştırılacak.

McEwen, Ewan’ın tersine kariyerine oldukça sakin bir başlangıç yaptı. 24 yaşına kadar profesyonel olamadı ve adını ilk kez, 4 Jours de Dunkerque etabında yıldız isim Djamolidin Abdoujaparov’u geride bırakıp ilk sırayı alarak duyurdu. Ancak kariyerinin dönüm noktasını, Tour de France 1999’da Şanzelize Caddesi’ndeki son etapta o sezon dördüncü kez yeşil mayoya uzanan Erik Zabel’i geride bırakarak yaşadı.

1.70 boyunda, 67 kiloluk bir sporcu olan Robbie McEwen en güçlü sprinter değildi, ürettiği watt konusunda geride kalmış olsa da taktiksel pozisyon almada ve hızlanmada çok yetenekliydi. Bisiklet kontrolünü, büyüdüğü Brisbane, Queensland’deki BMX yarışlarında öğrendi; Peter Sagan’ın wheelie’leri(*) ve diğer meziyetleri ile sosyal medya yıldızı olmasından uzun yıllar önce özellikle dağlık Tour de France etaplarının finişlerini wheelie ile tamamlıyordu. (*wheelie: ön tekerleği havaya kaldırıp tek teker üzerinde sürme hareketi)

McEwen, kariyerinin büyük bölümünde, Belçikalı karısı ve üç çocuğu ile beraber Doğu Flandre’deki Geraardsbergen’in dışındaki bir köy olan Everbeek’te yaşadı. Bir yarı-Belçikalı oldu ve kariyerindeki başarıların büyük bölümü de 2002-2008 yılları arasında Belçikalı Team Lotto ile geldi. Bu dönemde üç tane Tour de France yeşil mayosu kazandı, Belçika klasiklerinden Scheldeprijs, Paris-Brüksel ve Dwars door Vlaanderen zaferlerinin yanı sıra 11 tane Tour de France ve 12 tane Giro d’Italia etabı kazandı. McEwen’ın ilk Giro galibiyeti 2002’de Strasbourg’da(fotoğraftaki etap) geldi, üzerinde Avustralya şampiyonluk mayosu(fotoğrafta sağda) bulunurken, Mario Cipollini’den rol çalıp etabı aldı, peşinden gelen diğer isim de bir başka süper İtalyan Alessandro Petacchi(fotoğrafta beyaz kasklı) oldu.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

24.02.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #8: Eddy Planckaert

1980’lerde ünlü Panasonic takımı eski Paris-Roubaix şampiyonu Peter Post tarafından yönetilmekteydi ve aralarında Phil Anderson, Theo De Rooy, Henk Lubberding, Eddy Planckaert, Steven Rooks, Eric Vanderaerden ve Peter Winnen gibi isimlerin bulunduğu yıldızlarla doluydu. Ancak iş düz bir sprinte geldiği zaman Planckaert en büyük güçtü. Ve o ne büyük bir sprinterdi!

11 yıllık profesyonel kariyerinde Eddy Planckaert toplamda 13 tane olmak üzere üç Grand Tour’da da etap kazandı. Ek olarak Ronde(1988), Paris-Roubaix(1990), E3 Harelbeke(1987 ve 89), Omloop Het Volk(1984 ve 85), Dwaars door Vlaanderen(1985 ve 88) ve Fleche Brabançonne’nin(1983) de aralarında bulunduğu birkaç bahar klasiğinde zirveye çıktı. Ayrıca ikisi de 1984’te olmak üzere Etoile de Besseges ve Belçika Turu gibi etaplı turlarda da genel klasman kazandı.

Eddy Planckaert, Gent’ten pek de uzak olmayan, Doğu Flandre yakınlarındaki küçük kasaba Nevele’de büyüdü. Belçikalı iki profesonel bisikletçi olan ve en az Eddy’ninkiler kadar önemli yarışlar kazanan Walter ve Willy Planckaert’in küçük kardeşleriydi. Sadece iki Tour de France etabı(1981 ve 86) kazanmış olsa da 1988’de yeşil mayonun sahibi oldu ve katıldığı dört Vuelta’da 10 etap galibiyeti aldı.

Ancak onun favori yarışları bahar klasikleriydi ve Ronde ile Paris-Roubaix’de zafere ulaşmayı başardı. Birincisinde, Avustralyalı Anderson ile beraber atak yapıp onu geçmeden önce dokuz kişilik kaçış grubunun bir parçasıydı. Tesadüf eseri, 1990’da Paris-Roubaix’yi kazanırken de geçtiği isim başka bir İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan Kanada’dan Steve Bauer’di. Yazının fotoğrafında da soldaki Belçikalı Eddy Planckaert, 7-Eleven sporcusu Bauer’e karşı çizgiyi ilk sırada geçmek için bisikletini öne doğru atıyor. Foto finişe giden o yarışı Eddy Planckaert bir santimetre farkla kazandı ki bu anıtsal klasiğin 100 yıllık tarihindeki en yakın farktı. 

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

HŞB Bisiklet #2: 2017 Takım Değerlendirmesi ve Çeşitli İsyanlar



Yılın ilk zamanlarında başladığımız Her Şeyi Biliyoruz Podcast'te bisiklet için ayrı bir kanal açmıştık. İlk yayında genel olarak terimleri ve sporu tanıttıktan sonra artık sporun kendisine girmeye başladık.

2. bölümde Anıl Can Sedef'i(@acsedef) konuk aldım, 2017 sezonu takım değerldirmesi yapıp peloton ne durumda, kadrolarda önemli oranda neler değişti diye konuşup hem başta hem de sonda Türk bisikleti, Türkiye Turu ve Türk Hava Yolları'nın sponsorluk işleri ile ilgili çeşitli isyanlarda bulunduk.

Sosyal medya hesaplarımızdan paylaşmıştık ama görmeyen olursa burada da kayıt bulunsun. Herkese iyi dinlemeler.

Not: Kayıtta son bölümde dediğim gibi, bir şey söylemek isteyene, "şunu konuşalım" diyene kapımız açık.

23.02.2017

Emekli Olup Geri Dönen Yarış Galipleri





Felipe Massa’nın F1 kariyeri geçen yılın sonu olan Abu Dhabi GP’de son bulmalıydı ancak Williams takımının Valtteri Bottas’ı Mercedes’e kaptırdıktan sonra yerine tecrübeli birini getirmesi gerekiyordu. Brezilyalı emeklilik kararından çabucak vazgeçti ve eski takımına döndü. 11 kez GP kazanmış olan ismin geri dönüş kararı cesur bir karar ancak daha önce örneği görülmemiş değil...

Niki Lauda – 1979da emekli oldu 1982’de geri döndü


Niki Lauda iki dünya şampiyonluğu ve 17 yarış galibiyetinden sonra F1’den emekli olmaya karar verdiğinde bunu şok edici kadar hızlı bir şekilde yaptı: o zaman Brabham sürücüsü olan isim 1979 Kanada GP’sinin alıştırma etabının ortasında “Hayatta bir çember etrafında sürüş yapmaktan fazlası var.” diyerek F1’den uzaklaştı.

Avusturyalı geçtiğimiz yıl Formula1.com’a yaptığı açıklamada “O zaman son verdim çünkü sıkılmıştım,” dedi. “Ortada bir mücadele yoktu. Motivasyonum kalmamıştı ve sadece acı veriyordu – çok basit.”

Bunun yerine Lauda dikkatini başarılı olacak olan havayolu şirketini geliştirmeye çevirdi (Ç.N.: Lauda Air, 2012’de Avusturya Havayolları ile birleşmiş, 2013’te ise son bulmuştu). Bazı yorumculuk işleri sebebiyle padoka tekrar ayak basması için birkaç yıl geçmesi gerekecekti. O noktada bazı büyük kazalara şahit olduktan sonra beyninde yine bir şeylerin değiştiğini fark etti. “Tekrar riskler almaya hazırdım,” dedi “ve bu gelişim sebebiyle şaşkındım. Sonra Ron [Dennis, McLaren patronu] aradı ve bir araba denemek isteyip istemediğimi sordu, tesadüftü ki [psikolojik olarak] hangi seviyeye yaklaştığımı bilmiyordu.”

Dennis, Lauda’ya gerçekten F1’e dönüp dönmek istemediğini düşünmesini söyledikten sonra Donington Park’ta gizli bir test sürüşü ayarlandı. Dennis, 2012’de Motor Sport dergisine “Onun kararını vermesinden önce birkaç hafta geçmesini bekliyordum, ancak Donington’dan ayrılıp sağanak yağmur altında M1’de giderken Niki aniden ‘Evet, yapacağım’ dedi. Birkaç ay sonra Long Beach’te bizim için üçüncü yarışını kazandı...”

Lauda’nın geri dönüşü dört sezon sürecekti, tekrar bırakmadan önce geçen bu zaman zarfında pırıldayan CVsine 8 yarış galibiyeti ve bir dünya şampiyonluğu daha ekledi.

Alan Jones – 1981’de emekli oldu 1985’te döndü


Alex Jones, F1’deki ilk stintine* 1981’de Las Vegas GP’sini kazanarak mükemmel bir şekilde son verdi. O noktada 34 yaşındaydı ve dünya şampiyonuydu, gücünün hala yüksek olmasına karşın dünyanın dört bir yanına durmaksızın seyahat etmekten yıpranmıştı.

*Stint = Bir sürücünün pit-stoplar arasında pistte olduğu süre ya da birden çok sürücülü yarışlarda sürücülerden birinin aracı kullanırken geçirdiği süre.

“Bir daha havalimanı yüzü görmemek” beklentisiyle neşe dolan Avustralyalı, Melbourne’e yakın olan çiftliğine çekildi ve hatta bir noktada F1’e dönmemek için kararlığından taviz vermeyerek, 1982’de kaza geçiren Didier Pironi’nin yerini alması için Ferrari’den gelen çağrıyı reddetti (daha sonra pişman olduğunu itiraf ettiği bir karar).

Ancak sonunda geri dönüşün cazibesi dayanılmaz oldu ve kırık kalça kemiği bile (attan düştüğü için olmuştu) onun 1983 yılında Long Beach’te Arrows için yarışa çıkmasına engel olmadı. Ancak bu ilişki, Jones’u emekliliğinden döndüren sponsorluk teklifinin asla gerçeğe dönüşmemesi nedeniyle birden bitti.

Avustralyalının yine kaçırılmayacak kadar iyi olduğuna inandığı bir başka teklifle piste dönüşü için iki yıl daha geçmesi gerekecekti.

Oysa sonunda Haas-Lola projesinin de çıkmaz bir sokak olduğu kanıtlanacaktı. Jones, 15 DNF (yarışı bitirememek) içeren iki puan alabildiği 20 yarışlık bu stinti sonrası “[Onlar] kek pişirmek için gereken bütün malzemelere sahiplerdi ama bir türlü fırını yakamadılar,” diyecekti.

Nigel Mansell – 1990’da emekliliğini açıkladı 1991’de döndü


Teknik olarak Nigel Mansell bu listeye ait değil çünkü 1990 sezonunun sonunda F1’den ayrılacağını açıklamış olsa da akabinde emekliliğe girmeden önce başka bir sözleşme imzaladı.


Fakat bu Mansell’in ilk açıklamasının samimi olmadığı anlamına gelmiyor çünkü o zamanlar Ferrari’deki yaşamından o kadar mutsuzdu ki her şeyi bir kenara bırakmaya hazırdı.

Sorunun merkezinde İtalyan takımında artan politik durumlar vardı. Britanyalı, Silverstone’da ‘onun’ şasesinin Alain Proust’un ricası üzerine Fransız takım arkadaşına verildiğini öğrendiğinde sorunlar doruk noktasına ulaşmıştı.

Mansell yine de yarış için pole pozisyonunu kazandı ancak aracının vites kutusu bozulacaktı ve Prost yarış galibiyeti mirasına konarken Mansell eldivenlerini teatrik bir şekilde kalabalığa fırlattı ve yaklaşan ayrılığını duyurdu.

Mansell 2009 yılında “İnsanlar o zaman aracımın bozulmasından mutsuz olduğum için anlık bir karar verdiğimi söylediler,” dedi. “Diğerleri ise sürücülerin pazarlık piyasasının bir gereği olarak rol yaptığımı. İkisi de doğru değil. Gerçek bir karardı. Rosanne [eşim] ve ben Silverstone’dan önce konuşmuştuk ve manipüle edildiğimize karar vermiştik.”

Ancak F1 çıkış kapısına ulaşamadan önce eski takım patronu Frank Williams bir kez daha aradı ve ağzı yandı. Mansell geri dönmeyi ancak takım ona tartışmasız bir numara pozisyonunu verirse ve motor ortağı Renault’un tam desteğini alırsa düşüneceğini söyledi. Başta reddedilse de, Williams sonunda isteklerine boyun eğdi ve gerisi bildiğiniz gibi.

1990 yılının sonunda 16 galibiyet ve birkaç kıyısından döndüğü dünya şampiyonluğuyla anılarak emekli olmak yerine, Mansell 31 galibiyet ve dünya şampiyonu olarak emekli oldu. Fakat 1992’de başka bir emeklilik açıklaması ve 94/95 sezonunda geri dönüşten sonra!

Michael Schumacher – 2006’da emekli oldu 2010’da döndü


Michael Schumacher 2006’da F1 tarihindeki en çok kupaya sahip sürücü olarak emekli olduğunda, motor sporlarının zirve basamağına geri dönmesi için çok az bir şans görünüyordu. Ancak 2009 Macaristan GP’sinde  Felipe Massa kötü bir şekilde yaralandığında Ferrari halihazırda takıma özel danışmanlık yapan eski kahramanına döndü.

Schumacher’in motosiklet yarışları sırasında aldığı geçmek bilmeyen boyun sakatlığı yüzünden geri dönüşü beklemeye alındı ancak belli ki Almanın ilgisi kışkırtılmıştı ve bir yıl sonra şok açıklama geldi: 40 yaşındaki isim 2010 yılında F1’de yenilenmiş Mercedes ile yarışlara katılacaktı.

“Ferrari’nin başlattığı şey şu anda gördüğünüzü tetikledi” dedi Schumacher. “Ferrari’nin benden istediği şeyin [Massa’nın yedeği olmak] benim istediğim şey olduğunu gerçekten hissetmedim. Ancak sorumluluğu hissettiğimde yapmam gerektiğini düşündüm.”

“Üç yıldan sonra [uzakta geçen] artık enerjim var ve ciddi işler yapmaya hazırım. Eğer kendime güvenmesem bütün bunların içine girmezdim.”

Geçmiş zaferlerinin birçoğunun ortak mimarı Ross Brawn ile tekrar bir araya gelen Schumacher’den çok şey bekleniyordu fakat üç yıllık serüveninin sonunda yalnız bir tane daha podyum finişi alabildi. Yedi kez dünya şampiyonu olan isim “Çoğu zamanından keyif aldım,” dedi. “Eskisi gibi başarılı değildi ama hayatım için çok şey öğrendim. Kaybetmenin kazanmaktan hem daha zor hem de daha öğretici olabileceğini öğrendim. Şimdi gitmek için iyi bir zaman.”

Felipe Massa – 2016’da emekli oldu 2017’de dönüyor


2006’nın sonunda F1’den ayrılmasının kendisinin Ferrari’de kalmasının yolunu açtığı eski takım arkadaşı Schumacher’e bir selam verircesine, Massa emekliliğini Monza’da açıklamayı seçti.

Sezonun kalanında Williams ile bir nevi veda turuna çıkmadan önce Massa “Kariyerim beklediğimden çok daha fazlası oldu ve başardıklarımla gurur duyuyorum,” dedi, Brezilya’da ve Abu Dhabi’de duygusal yarışlarla bitirdi.

Ancak Brezilyalı F1’den çok uzaklaşmamışken yeni şampiyon Nico Rosberg kendi emekliliğini açıklayarak Valtteri Bottas’ın Williams’ı Mercedes için terk edeceği, Grove merkezli takımın da Massa’yı 2017 yılında kendilerine liderlik etmesi için emeklilikten dönmeye cezbedeceği olayları tetikledi.

Massa “Medya geri dönebileceğimi haber yapmaya başladığında, beni F1’de tekrar görmek isteyen birçok taraftardan gelen tepkiler beni çok etkiledi.” diyerek itiraf etti. “Bu kesinlikle kararımda etkili bir faktördü ve bu yüzden taraftarlara destekleri için teşekkür ediyorum. Ancak, günün sonunda, telefon geldiğinde reddedemeyeceğim bir teklifti. Williams’tı! Başka bir takım için geri dönmezdim.”

Bu yazının orijinali Formula1.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

21.02.2017

Tarihin En İyi Sprinterleri #9: Andre Greipel

Bir hafta önce Andre Greipel, 11 yıl önce T-Mobile ile başladığı profesyonel kariyerinin 137. UCI yarışını kazandı. 1.85’e yakın boyu ve 80’in üzerindeki kilosu ile sprinter olmaya uyumlu muhteşem yapısı ve sahip olduğu güç sayesinde Goril(The Gorilla) lakabını aldı. Ancak Greipel, Grand Tour yarışları öncesinde kilo kaybetmeyi başarıp bazı eğimli etaplarda da diğer sprinterlere karşı avantaj yakalayabiliyor.

Belki de Greipel’in istatistikleri arasında en ilginç olanı kariyerinin altıncı yılına dek bir Tour de France etabı kazanamamış olması. Giro’da(2008 ve 2010) ve Vuelta’da(2009) etaplar kazanan Greipel, 2011’de ilk kez Tour de France yarışına katıldığında kariyerini o günden bu yana sürdüreceği Lotto’da ilk sezonunu yaşıyordu. (Not: 2011’de Omega Pharma-Lotto’ya transfer oldu, 2012’de takım ikiye bölününce Lotto ile devam etti)

Öncesinde Mark Cavendish ile aynı takımdaydı(önce T-Mobile, sonrasında HTC-Columbia) ve Britanyalı sprinter Tour de France için birinci öncelikti. İkilinin rekabeti Tour de France 2011’in önemli unsurlarından biriydi ve Carmaux’daki 10. etapta Greipel’in galibiyetiyle rekabet iyice gün yüzüne çıkmıştı. Ancak o güne dek Cavendish’in 17 Tour de France etap galibiyeti vardı ve bunların ikisi aynı yıl daha önceki etaplarda Greipel’i de geride bırakarak gelmişti.

O günkü etap Fransa’nın güneyinde, sıcak ve bol yokuşlu bir son bir saatin ardından, son kilometredeki birkaç sert virajdan oluşuyordu. Cavendish’in(yazının fotoğrafında en solda) lead-out treni tam oluşmamıştı ve normalden uzun bir sprint atması gerekiyordu, Greipel bu şekilde farkı kapattı ve foto finişle etabı aldı. Greipel’in geride bıraktığı diğer isimler ise İspanyol Jose Joaquin Rojas ve Norveçli Thor Hushovd’du. Bu ilk Tour galibiyeti, kariyerinin 60. profesyonel galibiyetiydi.

Şimdi 12. sezonuna başlamış olan Andre Greipel, Goril, 21 Grand Tour etap zaferini ve üç Almanya ulusal yol şampiyonluğunu cebine koydu; tek günlük yarışlarda ise sadece Hamburg’daki Cyclassics(2009), Brüksel Klasiği(2013 ve 2014) ve Philadelphia Uluslararası Şampiyonası(2009) gibi küçük klasikleri kazandı. Aslında Greipel hiçbir büyük klasikte ilk 10’da yer almadı ve sadece 2011’de Kopenhag’da düzenlenen Dünya Şampiyonası podyumunda zirvedeki -evet, doğru tahmin ettiniz- Cavendish’in ardında üçüncü sırada yer aldı.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Rakipler Tek Çatı Altında


Alejandro Valverde geçtiğimiz hafta sonunda Rute Del Sol’u(Endülüs Turu) Alejandro Contador’un önünde bitirdi. İki İspanyol birbirine rakip ancak ortak birçok yönleri de var, milliyetlerinden anti-doping men cezalarına kadar. Fark edememiş olabileceğiniz şey ise ikisinin de bisikletlerinin aynı fabrikada üretiliyor olması.

Ancak siz “Alberto Contador bir Trek ve Alejandro Valverde de bir Canyon sürüyor” diyebilirsiniz. Haklı olurdunuz. İki şirket de bazı premium kadrolarını yapmak için Dongguan, Çin’de bulunan Quest Composite Technology adlı firmayı kullanıyor.

Quest’in web sayfası, İngilizce sayfaları da var, bu konu hakkında oldukça açık sözlü durumda. Sayfalarında Louisville Slugger beyzbol sopasının yanında birçok Trek ve Canyon ürününün resimleri bulunuyor.

Aynı firmada üretim demek Canyon ve Trek ürünlerinin boya ve çıkartmalar gibi kozmetik dokunuşlar dışında birbirleriyle aynı olduğu anlamına gelmiyor. İşin aslı bundan çok farklı. İşleri biraz araştırdığımızda Quest’in ambarlar dolusu çalışanın Trek için Ar-Ge, üretim ve hizmet sunduğunu görüyoruz, benzer işleri başka ambarda Canyon için de yapan çalışanlar var. Yani Trek’in ve Canyon’un kadroları aynı değil bunu böyle kalın yazalım ki kimsenin aklını karıştırmayalım.

Original Equipment Manufacturer (OEM) (Tr: Orijinal Ekipman İmalatçısı) yani parçaları ya da hatta bütün malları başka bir firma adına üretme fikri, yerleşmiş bir fikir olmakla birlikte genelde ulu orta dillendirilmez. Yoksa paylaşılan üreticileri daha çok mu beyan etmeliyiz? Eğer ürününüzü kalabalıktan ayırmaya çalışan bir marka müdürü iseniz muhtemelen hayır. Esasında Quest’in web sitesinde bu kadar dolu dolu Trek ve Canyon resimlerinin bulunması sürpriz.

Ancak bu çeşitli kadro üreticilerinin dış etkilere işaret ettiği bisiklet dünyasında o kadar da alışılmadık değil, örnek olarak Pinarello markası Japon imalatçı Toray’dan gelen karbon fiberleriyle övünürken aynısını vintage çelik kadrolarda Columbus ve Reynolds ile yaparak boru sistemini aslında kimin yaptığını gösteriyor. Eğer bir marka kadronun neden yapıldığını kendi isteğiyle söylüyorsa o zaman mantıklı olan yeni adım nasıl yapıldığını kabul etmek midir? İşler burada biraz daha zorlaşıyor çünkü markanın hala benzersiz tasarımının fikir mülkiyetini kontrol etmesi gerekiyor. Risk şu ki insanlar kestirmeye gidip “aynı OEM”i “aynı ürün”e eşitleyebilir ki aslında paylaşılan OEM bu anlama gelmez(yukarıdaki kalın yazıyı hatırlatalım) çünkü bütün iş spesifik teknik özelliklere dayanır, bir firma üstün reçinede ısrar edebilir; diğeri el yapımı karbon bükmeler kullanabilir; bir diğeri son teknoloji dökümleri kullanabilir ve böylece tasarımdaki aerodinamik farklar ve diğer bileşenlerle bütünleşmeden önceki farklılıklara ulaşırız. Yani bilgili kullanıcıların bilgili tercihler yaptığı doğruyken, burada halka açık olan bütün bilgi eşdeğer karbon, reçine, döküm, bükme vs. yerine aynı OEM’den ibaret. Yine de cyclingnews/Bikeradar(İng)‘daki bir kadro inceleme yazısında yazar Trek’e bir kıyaslama yaparak “belki de Ultimate Evo’ya halihazırda en sert rakip Trek Emonda SLR 10’dur” yazmış, bu da aynı fabrikayla bağlantılı olduklarını gösteriyor, değil mi? Hiç değilse bu Quest için bir takdir anlamı taşıyor.

Sessizliğin bir diğer sebebiyse “Çin Malı”nın hala karışık anlamlara sahip olması. Geçtiğimiz sene the BikeBiz websitesinin güzel bir makalesi vardı (İng) bu makalede Çin’deki kadro üretimlerinden bahsediliyor ve Çin’deki kadro üretimini tanımlamak için üç etiket kullanıyordu: kaymak (cream), yetkin (compotent) ve kovboy (cowboy). Kaymak, Quest gibi parça üstünde ismi geçmeyen ancak piyasanın zirvesinde premium kadrolar üreten firma gibileri tanımlıyor. Yetkin üreticiler orta sınıfta dizilen markalar için üretim yapıyor. Kovboylar ise muhtemelen Alibaba’da veya Ebay’de gördüğünüz gerçek olamayacak kadar iyi kadroları üreten firmalar. The Bikebiz makalesi çeşitli OEM imalatçılarının listesine sahip: “Keentech Composite Technology, Cervélo için karbon kadrolar üretiyor. G&M Carbon Components, BMC için üretiyor. Pinarello kadroları 2004’ten beri karbon işinde olan Taiwan ve Çin’deki Carbotec Industrial tarafından üretiliyor. Scott... ... Giant fabrikasında” ve bütün bunlar kaymak tabakanın örnekleri. Kayıtlarda bulunsun, Keentech firması web sitelerine göre Tayvanlı Topkey firmasının bazı Specialized, Merida ve Cannondale üretimlerini yapan bağlı kuruluşu(bu da teoride bütün ilk 5in Topkey üretimi kadrolardan oluştuğu bir yarış olabileceği anlamına geliyor). Her neyse burada önemli olan husus, Çin’de sahtelerin ve kötü üretimlerin yanı sıra bazı en iyi ürünleri de alabilirsiniz bu yüzden etiketin genel havası misal olarak bir “İsviçre Malı” etiketinden daha az güven veriyor.

“Çin Malı” etiketi piyasada yavaşça yükseliyor. Bir zamanlar cebinizdeki telefon Nokia ya da Ericsson gibi Avrupalı bir markaya ait olabilirdi, bugün ise Huawei, Xiaomi ya da Lenovo gibi Çinli akıllı telefon markaları ürüyor ve piyasa liderleri Apple ve Samsung ile mücadeleye girme planları yapıyor. Bugün bu malları üretmek için gereken teknoloji Çin’de yerleşmiş durumda ve Çinli sermaye sahipleri “Batılı” markalar adına üretim yapmaları için fabrikalarını çalıştırmaya devam edebilir ama belki ilerde marjlara bakıp kendi markalarına ait kadroları üretmeye de karar verecekler. Bu o kadar da uzak bir ihtimal değil, Merida gibiler diğer markalar için üretim yaparak başladılar ve bugün World Tour’a kadar uzanan üretim bantları ve markaları var. Factor Bikes da Ag2r La Mondiale’ye sponsorluk yapıyor ve bu da Avrupalı köklere sahip olmayan bir start-up markanın bir Avrupa takımına sponsor olması gerekliliği hakkında ilginç bir vaka incelemesi sunuyor.



Sonuç

Çin Malı mı? Birçok bisiklet öyle. Bazılarının Çin’de aynı çatı altında üretildiğinden bahsetmek çok sık rastlanan bir şey değil. Alejandro Valverde ve Alberto Contador’un Ruta Del Sol’de 1-2 bitirdiğini muhtemelen gördünüz ama onların bisikletlerinin aynı firma tarafından üretildiği çok bilinen bir şey değil. Bisikletleri farklı olabilir ama bu bize bisiklet sporunun arka planındaki sessiz tedarik zincirlerini hatırlatıyor ve bu “kaymak” imalatçılardan birinin kendi markasını başlatıp başlatmayacağını görmek ilginç olacak.

Bu yazının orijinali 20 Şubat 2017 tarihinde inrng.com adresinde yayınlanmıştır.


Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Tarihin En İyi Sprinterleri #10: Djamolidin Abdujaparov


Şubat sonuna dek görünürde bir bir UCI World Tour yarışı yok ancak sprinterler şimdiden önümüzdeki zorlu sezon için silahlarını hazırlıyorlar.

Geride kalan haftalarda Andre Greipel ve Dan McLay Mallorca’da, Caleb Ewan, Danny van Poppel ve Sam Bennett üçlüsü Avustralya’da, Fernando Gaviria ve Tom Boonen Arjantin’de, Marcel Kittel Dubai’de ve Arnaud Demare da Fransa’da sprint etapları kazandılar.

Sprint, son yıllarda yol bisikletinin en rekabetçi parçalarından biri haline geldi, Kittel ve Greipel gibi sprinterler modern dönemin en iyisi olmaya adaylar. Bir önceki yüzyılın ortalarından 60’lara ve 70’lere doğru gidildiğinde Andre Darrigade, Rik Van Steenbergen, Rik Van Looy, Patrick Sercu ve Freddy Maertens gibi isimler toplu sprint finişlerini, klasikleri ve dünya şampiyonalarını kazanmaya en yatkın isimlerdi. Beşer kez Tour de France şampiyonu olmuş Eddy Merckx ve Bernard Hinault gibi isimler bile sprint etapları kazanabiliyorlardı.

80’lere kadar yol bisikletinde sprint konusunda uzmanlaşmış isimler göremiyorduk. Peki geride kalan dört tane 10 yıllık dönemin en iyi sprinterleri kimlerdi? Bu seriyi sürdürerek hazırlayacağımız Top 10 listesi ile buna karar verebileceğimizi düşünüyoruz ve 10 numara ile listeye start veriyoruz: Djamolidin Abdujaparov / Djamolidine Abdoujaparov / Cemalettin Abdülcabbarov.

Sprintteki korku dolu taktikleri ve Özbek olması sebebiyle Abdu veya Taşkent Canavarı olarak anıldı. Profesyonel kariyeri sadece sekiz yıl sürdü, 17 Grand Tour etabı ile beraber Gent-Wevelgem’le de bir bahar klasiği kazandı.

Abdu, büyük bir lead-out trenine bağlı kalan bir sprinter değildi; peloton içinde kendini yolunu çizer ve aralardan aniden gelerek yarışı kazanırdı. Yazıda kullandığımız görsel, 1995’te Şanzelize Caddesi’nde Gianmatteo Fagnini ve Giovanni Lombardi’nin önünde etabı aldığı ana ait.

Kendisiyle ilgili 1991’de Paris’ten gelen bir de anım var. Abdu, daha sonra iki kez daha kazanacağı, sprint klasmanındaki yeşil mayoyu ilk kez kazanmayı çoktan garantilemişti ve kariyerinin ilk Fransa Turu’nda bir etap galibiyetine daha gidiyordu ki ayağı bariyerlerin yanında duran dev fiberglas kola kutularından birine çarptı ve düştü -oradan fırlayan parçalardan birini anı olarak saklamak için aldım.

*Son paragrafta bahsi geçen kazayı buradan izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=oBtCaLYFKjo

**Başlıkta Peloton Magazine’in kullandığı ismi değiştirmeyip isminin tam Türkçe karşılığının Cemalettin Abdülcabbarov olduğunu son kısımda belirtmek istedim.

10 yazılık bu seri, Şubat 2017’de Peloton Magazine tarafından hazırlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

20.02.2017

Zemanlandia’nın Dönüşü

Pescara’da ikinci kez göreve gelen Zdenek Zeman’ın futbolun geleneklerinin dışındaki tavrı, takımın tek kurtuluşu olabilir.

Pescara yedek kulübesinde yerini alıp görevine başlayan Zeman, ilk maçında kaosun ortasındaki Genoa’ya 5-0’la geçerek inanılması güç bir skora imza attı. Yeni işine başlayalı henüz 90 dakika geçmiş olmasına rağmen, Pescara’da Oddo’nun bu sezon yapamadığı şeylerden birini yapmayı başardı ve takıma ilk Serie A galibiyetini aldırdı.

Sonucun büyüklüğü, mevcut şartlar göz önüne alındığında daha da dikkat çekiciydi. Stadio Adriatico’daki Genoa maçının santrasına dek geride kalan 24 maçta Pescara sadece dokuz puana sahipti. Sassuolo’ya 1-0 kaybettikleri maçta rakiplerinin hatalı oyuncu oynatması sonrası gelen hükmen galibiyet, Genoa maçına kadar kağıt üzerindeki tek galibiyetleriydi ki 17 maçta 15 mağlubiyet alındıktan sonra taraftarlar, Başkan Daniele Sebastiani’nin arabalarını ateşe vermişlerdi.

Mavi-beyazlılar adına Luis Orban’ın kendi kalesine attığı golün yanında Gianluca Caprari’nin iki, Ahmad Benali ve Alberto Cerri’nin de birer golünün Genoa’nın üzerine kabus gibi çökmesiyle geçen hafta görevine son verilen Oddo’ya sempati duymamak zordu.

40 yaşındaki teknik adam, geçen sezon Serie A’ya taşıdığı Pescara’nın kaderini değiştirmek için yorulmak nedir bilmeden çalıştı ama Yunuslar’ın(Pescara’nın lakabı) ilk 20 dakikada 3-0 geriye düştüğü maçta Torino deplasmanında 5-3 kaybetmesiyle deplasman takımının yedek kulübesinde çaresizce oturan Oddo gözyaşlarına boğuldu.

Elinden gelen her şeyi yapan bir teknik adam vardı ama rakip takımlara karşı sıklıkla çok kolay teslim olan oyuncular onun takımda kalmasını zorlaştırıyorlardı. Adriyatik kıyılarındaki Yunuslar, hızla karanlık sulara gömülüp Serie B’ye doğru batıyorlardı.

Göreve gelen Zeman ise kendi adıyla özdeşleştirilmiş bir fenomene sahip. Genç oyunculara verdiği önem, yoğun pres anlayışı ve ultra ofansif futboluyla, 1990’ların başında az gollü maçlarıyla tanınan, tutuculuğun ve pragmatizmin hüküm sürdüğü Calcio(İtalyan futbolu) fırtınasında kendine “Zemanlandia” adında bir eğlence dünyası yarattı. 2012’de Serie B şampiyonluğu yaşadığı dönemde Pescara’dan Roma’ya transfer olan Zeman, o dönem üzdüğü camiaya olan borcunu ödemek için tekrar görev başında.

Oyun anlayışından sigara tiryakiliğine ve çalıştırdığı bazı modası geçmiş takımlara kadar, Prag doğumlu bu taktik deha asla normal şartlara uyum sağlayan biri olmadı. Bu da, herkes tarafından artık ligden düştü gözüyle bakılan mavi-beyazlıların başına tekrar geçmesine gayet uygun bir profil çiziyor.

Zeman dönemi büyük bir patlamayla başlamış olsa da Abruzzo bölgesinin takımı güvenli bölgeden 10 puan uzakta ligin dibine demirlemiş durumda. Mantık dahilinde düşününce Pescara’nın 2017/18 sezonunda Serie B’de yer alması gerekiyor ki Zeman da imzaladığı 18 aylık sözleşmeyle bunun bilincinde olduğunu gösteriyor.

Yine de zamanında Roma için Lazio’yu bir çırpıda terk eden adamın ne yapacağını bilemezsiniz. Gerçek bir futbol idealisti olan Zeman, 0-0 berabere kalacağına 5-4 kaybetmeyi daha mantıklı bulan biri. Eğer ligden düşeceklerse de bunu hayli ilginç bir serüven sonunda gerçekleştirecekler.

Pescara’nın ligde kalması tam anlamıyla bir futbol mucizesi olur ama bunu başarabilecek biri varsa o isim -belki de- sadece Zdenek Zeman olabilir. Kesin olan bir şey var ki, taraftarlar izledikleri şeyden asla sıkılmayacaklar.

Bu yazının orijinali 18 Şubat 2017 tarihinde Football Italia için Ricardo Thomas tarafından kaleme alınmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Cote d’Azur Yarışları: Zengin Bir Tarih




Fransız veteran Samuel Dumoulin, Cumartesi günü Tour du Haut Var-Matin’in açılış etabında 22 bisikletçiyle birlikte girdiği tırmanış sprintini kazandığında aynı zamanda Cote d’Azur’daki en yaşlı yarışın hayatını sürdürmesine de yardımcı oluyordu. Güneydoğu Fransa’daki bu doğa manzaralı bölgeye ilk olarak, Avrupa pelotonlarının o zamanlar Mart-Nisan ayındaki daha zor yarışlara hazırlanırken forma girmek için katıldığı bir düzineye yakın erken-sezon yarışını raporlamak için neredeyse elli yıl önce seyahat etmiştim. Büyük takımlar antrenman kamplarını Akdeniz kıyısındaki, bütün tek günlük yarışlara yakın otellerde kuruyorlardı. 1966 yılındaki Tour de France’ı kazanan Lucien Amar “Zorlu bir yarış gününden sonra sakin bir antrenman günü geçirebiliyorduk. Sezona hazırlanmak için mükemmeldi.” demişti.

Şubat programı, ılık havasıyla, sahildeki palmiye ağaçlarıyla ve sarı görkemleriyle parlayan mimozalarla aynı zamanda gazeteciler için de mükemmeldi. 1969 yılındaki o seyahatimde cazibeli Cote d’Azur boyunca uzanan bütün etkinlikler hakkında haber yaptım, batıdaki Aix-en-Provence’den doğudaki Menton’a kadar arada St. Tropez, St. Raphaël, Fréjus, Cannes, Grasse, Antibes ve Nice olacak şekilde. Bu Grand Prix yarışlarının çoğu pistlerde yapılırken bir kısmı da Alpes-Maritime bölgesindeki taşralara uzanırdı. Ayrıca birkaç tane point-to-point yarı-klasik yarış vardı, İtalya Genoa’dan başlayıp Nice’a uzanan bir tanesi dahil olmak üzere. O yılki yeni yarışlardan bir tanesinin adı Nice-Seillans olmuştu ki o da günümüzün Tour du Haut Var’ına evrildi.

Yeni etkinlik, bisikleti çok seven ve Seillans’ta yaşayan gösterişli emlak müteahhidi Moïse Puginier’in fikriydi. Seillans, daha büyük bir kasaba olan Draguignan’dan çok uzak olmayan bir tepedeki ortaçağ köyüydü. Zaferin o dönemki en popüler Fransız bisikletçi Raymond Poulidor’a  gitmesiyle dağlık yarış anında başarıya ulaştı, 1970 Tour şampiyonu Joop Zootemelk de ataklarını kasabayı çevreleyen muhteşem tırmanışlarda yaparak üç yarış kazanıp bu yarışın yerleşmesine yardımcı oldu. Paulidor hala yarışlara onun koruyucularından biri olarak katılıyor.

Kırk yıl boyunca, Puginier ve yerel sporlar kulübü yarışı organize etmeye devam etti – yarış rotası Dragunian’a odaklanan döngülere dönüştüğünde ise adını Tour du Haut Var’a çevirdiler. Bağış yapanlar arasında bölgede yaşayan eski Fransız takım direktörleri Maurice De Muer ve Raphaël Geminiani de vardı. Dizginler 2006 yılında Serge Pascal başkanlığındaki Draguignan Olimpik bisiklet merkezine geçti. O da 2009 yılında tek-günlük yarışı iki-günlük etap yarışına çevirdi ve yerel gazetelerden biri olan Var-Matin ile 2011 yılında isim sponsorluğu için anlaştı. Böylece isim Tour du Haut Var-Matin oldu.

Puginier’in yarışı devam edip başarılı olurken, 1960ların sonlarında gördüğüm bütün diğer etkinlikler bir bir kayboldu: The Fréjus GP 35 yılın ardından 1970’te son buldu; Menton 1973’te onu takip etti; iki yıl sonra 1975’te Nice (52 yılın ardından) ve Genoa-Nice gitti; onları 1976’da St. Tropez izledi; Grasse 1981’e St. Raphaël de 1984’e kadar dayandı; son gidenler 1987’de Antibes (67 yılın ardından) ve 1991’de Cannes oldu (66 yılın ardından). Kıyıda kalan tek tek-günlük yarış 1980 yılında başlayan GP de I’Overture La Marseillaise.

Trafik yoğunluğu ve yükselen organizasyon maliyetleri, uzman girişimci/destekçiler yerine gönüllü yarış komitelerine sahip olan bütün bu yarışları öldürdü. Bölgedeki etap yarışları da zorlu zamanlar geçirdi. Kısa ömürlü Tour du Var 1962’de son buldu, Tour du Sud-Est 1919’dan 1965’e kadar, popüler Korsika Turu 1935’ten 1982’ye kadar, Tour du Vaucluse 1978’den 1998’e kadar ve Lueien Aimar tarafından organize edilen Tour Méditerranéen 1974’ten 2014’e kadar sürdü – 2016’da onun yerini alan La Méditerranéenne de bu yıl iptal edildi. Ayrıca geçtiğimiz 7 yıl boyunca Korsika’da düzenlenen saygıdeğer Critérium International da 85 yıldan sonra yaşamına son verdi.

Bunlara rağmen bazı güzel haberler de var. La Marseillaise gazetesinin Marsilya’daki Fransız sezon-açılışına sponsor olması ve Var-Matin’in Haut Var’ı desteklemesinin yanında yeni etap yarışı Le Tour La Provence bir diğer günlük gazete La Provence tarafından sponsorluk almış durumda. -La Provence, 1980lerde Bernard Hinault ve Greg LeMond tarafından liderlik edilen La Vie Claire takımının da sahibi olan Bernard Tapie’nin sahibi olduğu şirketler grubunun bir parçası. İlk olarak geçen yıl yapılan yarış Serge Pascal ve onun Draguignanlı kulübü tarafından organize edildi.


Bu iki etkinlikteki rotalar aşırı çetin değil ancak yarım düzine WorldTour takımını, ona yakın sayıda Pro Continental takımları ve bir düzine Continental takımı çekecek kadar da uygunlar. İlginç bir şekilde bu haftasonu yapılan Haut Var’da onu iki kez kazanmış iki bisikletçi bulunuyordu: İtalyan Davide Rebellin (1999 ve 2008) ile Arthur Vichot (2013 ve 2016). İkisi de Cumartesi günü kazanmak için sprinte giren gruptaydı, şampiyonluğunu korumaya çalışan Vichot (FDJ) Dumoulin’in arkasından (AG2R la Mondiale) ikinci olurken, Rebellin (Kuwait-Cartucho.es) 15. oldu. Ayrıca bu gruptaki BMC Racing’in Amerikalı bisikletçisi Brent Bookwalter da 13. oldu.

Yarışın Pazar günkü ikinci günü geçmişteki tek-günlük Haut Var etkinliğine benziyor, Draguignan’da başlıyor ve bitiyor ve 206 kmlik rotada üç ayrı dağlık döngüler içeriyor. Rota, KOM sınıflandırmasında beş tırmanış içeriyor ancak piéce de résistance (Ç.N: İng. çevirisinde kariyer zirvesi gibi bir anlama ulaştım) noktası 2.2 kilometrelik, 15 derecelik bazı taşlı yollar içeren Cote des Tuilleres. Draguignan’daki bitişe 12.6 kilometre kala zirve yapıyor. La Provence’a gelirsek, onun üç etabı sırayla Salı günü Istres’te, Çarşamba günü La Ciotat’ta ve Perşembe günü Marsilya’da son buluyor – son etap liman şehrinin hemen üstündeki Notre Dame de la Garde’ye uzanan şahane bir tırmanışla bitiyor.

Bu yazının orijinali John Wilcockson* tarafından PelotonMagazine.com adresinde yayınlanmıştır.

*Kendisi 45 kez Tour de France muhabirliği yapmış, ufak bir bilgi notu olsun.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.


Primož Roglič Kimdir?



Bu hafta Umman, Portekiz ve İspanya’da yapılan -ve hepsinde Perşembe günü zirve finişi olan- yarışlarda az bilinen sürücüler manşetleri süslemeye devam etti. Ben Hermans’ın Çarşamba günü Umman’daki tepe zirve finişindeki etap galibiyetinden 24 saat sonra başka bir sürpriz isim ortaya çıktı: Søren Kragh Andersen. 22 yaşındaki Danimarkalının Hollanda takımı Giant (artık Sunweb) ile pro olduktan sonraki ilk zaferiydi. O güzel bir hikayeydi ancak günün büyük haberleri İber yarımadasından geldi: Ruta del Sol’de FDJ’nin Fransız tırmanışçısı Thibaut Pinot, yeni Trek-Segafredolu Alberto Contador (genel klansmanı eline geçirdi) önünde etap kazanması, ve Volta ao Algarve’de Quick-Step’ten Dan Martin’in, LottoNL-Jumbo’dan Primož Roglič’in önünde ucu ucuna aldığı etap zaferi -Roglic’in Cuma günkü zamana karşı etabında Martin’den genel klansmanı alması bekleniyor.

Peki Primoz Roglic kimdir?

27 yaşındaki Slovenyalı şimdiye kadar en çok, geçen yılki Giro d’Italia’da yağmurun yağdığı Chianti zamana karşı etabını kazanmasıyla tanınıyordu, aynı zamanda geçmişte Nordik kayakla atlama sporcusu olduğu bilgisi de alışılmadık bir ek not olmuştu. Ancak Perşembe günkü performansı, dünya-klasında bir zamana karşıcı olmasının yanında 1.75 boyundaki 64 kglık Roglic’in sağlam bir genel klansman sürücüsü olabileceğini de doğruladı.

Roglic, Slovenya’nın (eski Yugoslavya’nın bir parçası) merkez dağlarında bulunan Kisovec isimli, bir zamanlar kömür madenciliğiyle geçinen küçük kasabada büyümüş. Kayakla atlama (ski jumping) ülkesinin en popüler sporlarından bir tanesi ve Roglic’i daha 13 yaşındayken kendine çekmeyi başarmış. Hızlı bir şekilde yükselmiş ve 16 yaşındayken ulusal gençler takımına alınmış. 2006 yılında gençler dünya serisinde bronz madalya alan dört kişilik Slovenya takımının bir parçasıymış. Bir yıl sonra, ülkelerindeki eğimli dağlarda altın kazanmışlar.


Geçn bir dünya şampiyonu olduktan hemen sonra Roglic, Avusturya ve İtalya sınırlarına yakın olan Planica’daki ulusal Nordik merkezde yapılan, çok uzun ve yüksek kayaklı uçuş (ski flying*) yarışmasına da katılmış. 17 yaşındaki Primoz atlayışında zaman hatası yapınca havada dönerek buzlu zemine kafa üstü çakılmış. Bilinçsiz haldeyken hava am
bulansıyla hastaneye götürülmüş ancak mucizevi bir şekilde hiçbir ciddi çatlak yaşamamış, yalnız birkaç kan toplanması geçirmiş. Bu Roglic’in kayakla atlama kariyerinin sonu olmamış ve yarışmalara geri dönüp kayakla atlamanın Dünya Kupası’nda ortalama başarılar elde etmiş ancak 21 yaşına geldiğinde dünyanın en iyileriyle aynı seviyede olmadığını görerek spor değiştirmeye karar vermiş.

*Çevirmen notu: Araştırmama göre ski-jumping ve ski-flying arasındaki tek fark ski-jumping branşında stil ön plana çıkarken ski-flying branşında mesafe stilden daha çok öne çıkıyor.

İlk yarış bisikletini yalnızca altı yıl önce almış ve bisikleti denemiş, düatlon (bisiklet+koşu) ve triatlonda (bisiklet+yüzme+koşu). 2012 yılında amatör takımdayken değerini ispatlamış ve takip eden yılda, aynı zamanda Slovenya Turu’nu organize eden Bogdan Fink tarafından yönetilen 10 kişilik UCI Kıtasal takımı Adria Mobil’e katılmış. İlk sezonunda Roglic; İtalya, Avusturya, Slovakya ve Dubai’deki yarışlara gitmiş ve ilk 10daki tek derecesi kendi ülkesinde yapılan ulusal yol yarışında yarışı bitiren 17 kişi arasında aldığı 10.luk olmuş. 2014’te çok daha iyi performans sergileyerek ilk iki galibiyetini almış: Azerbaycan Turu’ndaki (Avustralyalı Will Clarke ile yaptıkları iki kişilik kaçış sonunda) ve yarı-klasik Hırvatistan-Slovenya’daki etap galibiyetleri (ufak bir kaçış grubuna tek başına atak yaparak).

Roglic iki yıl önce başka bir seviyeye çıkmış. Hırvatistan Turu’nda ikinci olurken Azerbaycan Turu’nu kazanmış (Chris Horner’ın içinde olduğu dört kişilik kaçış grubunda dağ etabını kazanarak) ve sonra Slovenya Turu’nu kazanmış (dağ zirve finişindeki tırmanışta Team Sky’dan Mikel Nieve ve Adria Mobil’den takım arkadaşı Radoslav Rogina’yı geçerek). Takım patronu Fink “Adria’dayken, biz Primoz’un özel bir şeye sahip olduğunu her zaman hissettik.” diyor.

O özel şey aynı zamanda Team LottoNl-jumbo takım gözlemcileri tarafından da hissedilmişti ve Roglic geçen yıl Hollanda ekibine katıldı. WorldTour kariyerine Tour Down Under’da başladı ancak beşinci etapta omuz sakatlığına yol açan bir kaza ile yarış dışı kaldı. Dört hafta sonra, 2016 Algarve’deki ikinci etap olan Alto de Foia zirve finişinde, etap galibi Luis Leon Sanchez’in üç ve yarışın galibi olacak olan Geraint Thomas’ın bir saniye arkasında üçüncü olarak yapabileceklerini sergiledi. (Bir yıl sonra Roglic aynı etabı Dan Martin’e kaybetti.)

Roglic geçen yılki Algarve’yi üçüncü sıradaki Contador ve dördüncü sıradaki Pinot’un yalnız birkaç saniye arkasında etkileyici bir beşincilikle bitirecekti. Bu etkileyici performans takım direktörlerine Slovenyalıyı, Steven Kruijswijk’e Giro’da baş destekçi olarak atayacak güveni verecekti. -Roglic’in açılıştaki zamana karşıda Tom Dumoulin’in arkasından ikinci gelmesi ve Chianti zamana karşıda aldığı galibiyet kendisine ve takımına sürpriz oldu.

Bu yıl, Algarve yarışını kazansın ya da kazanmasın, Roglic daha büyük hedefleri başarmaya programlanmış durumda ve Temmuz ayında kariyerinin ilk Tour de France’ına katılması çok olası. Bir seferinde rüyasının dünyadaki en iyi kayakla atlamacı olmak olduğunu söylemişti. Bu rüya bisiklete transfer oldu… ve kim bilir bu rüya onu nerelere götürecek.

Bu yazının orijinali PelotonMagazine.com adresinde yayınlanmıştır.

Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO