28.02.2009

Cesare Prandelli & Hedefler

"Takımın ciddi hedeflere sahip olması için 6-7 yıllık bir süreye ihtiyacı vardı, henüz 4. yıldayız. Bu yıl ligi 4. sırada bitirmek için mücadele edeceğiz."
Cesare Prandelli

Teknik direktör Prandelli UEFA Kupası'na erken veda edilmesinin sebebini açıklıyor. Avrupa kupası veya şampiyonluk için en az 2 sezon daha beklememiz gerektiğini anlatıyor.. Bekleriz sorun değil de, bu sezon kritik avrupa kupası maçlarında Jovetic başta olmak üzere çoğu oyuncuyu yedek bırakıp sonra elendik diye bahane üretmek için daha mantıklı sebepler bulmalı. En azından çıkardığı kadro ve oynattığı oyunla gelecek için de biraz umut vermeli, bu açıklamalarla taraftarın sabretmesini sağlaması çok zor, soyut hedeflerden ziyade somut örnekler sunmalı bizlere ki 2 veya 3 sezon sonra şampiyonluğa oynanacağına inanalım.

Fenerbahçe 4-2 Sivasspor

Bir maçın ilk yarım saatinde goller yağmur gibi geliyorsa genelde ikinci devresi kısır geçer, tatsız olur. Bu genel olarak yaygın bir inanıştır futbolda, bu akşam da bir örneğini izlemiş olduk. Sivas öne geçişlerinden birinde 5 dakika dayanabilmiş olsa bugün skor çok çok farklı olurdu ama hemen gol yemeleri takımın da hevesini kaçırdı. İlk yarıda oyun hareketliydi, güzeldi, ilgi çekiciydi ancak bir de Hüseyin Göçek faciası vardı sahada. Neyse hakeme en son geleceğim her zamanki gibi.

Bülent Uygun 1 puan için İstanbul'a geldiklerini söylemişti ama gördük ki pek de 1 puanlık oynamadılar. Sivasspor açık ve net şekilde kazanmak için sahadaydı, Bülent Uygun aklı sıra hedef şaşırtmış yani. Deplasmanda bir kere öne geçip hemen gol yemiş bir takım tekrar öne geçtiğinde skoru yine koruyamamışsa galibiyeti de haketmemeli. Sivasspor golü atıp o şokun ektisiyle bir gol daha atarız diye düşünmeyip oyunu soğutsa en kötü ihtimalle puanı alıp dönecekti ve galibiyet de sürpriz olmayacaktı. Yapamadılar ama bunu.. Balili hamlesinin her maç uygun olmayacağı bilinen bir gerçekti Sivas için, bu maç da onlardan biriydi. İlk yarıyı ve ikinci yarının Balili girene kadar oynanan bölümünü izleyince Balili'nin Sivas'a yetmeyeceği açıktı. Sivas'ın yapması gereken çok top kaybeden ve rakipaten çok kendi takımının oyununu kesen Musa'nın yerine doğru bir değişiklik yapmaktı ama Murat Erdoğan ne derece isabetli oldu derseniz benim verecek cevabım yok. Sivasspor'da Sezer'in de daha aktif olmasını bekledim ama ilk yarıdaki Fenerbahçe ataklarında o bildiğimiz Sezer'i göremedik, rakibe sorun çıkarıp fırsat bulduğu anda da hücumda tehdit yaratan Sezer'in yerine yeller esiyordu bu maçta. Ayrıca savunmalar iki takım tarafından ikinci plana atılmış da olsa Bilica'nın hakkını vermek lazım haftalardır olduğu gibi. Adam takımının konumu ve oyunu ne olursa olsun hep başarılı, hep iyi. Bugün takımı 4 gol yedi ama Bilica yine göz önündeydi, yine performansıyla göze battı çoğu pozisyonda. Sivas bugün puanı kurtarmış olsa konuşulacak ilk isim Bilica olacaktı.
Fenerbahçe'de Roberto Carlos'un veya Kazım'ın olmaması herhangi bir sorun yaratmamalıydı çünkü Aragones'in sisteminde ikisi de kilit isimler değildi. Vederson'un her zaman Hakan Balta'dan sonra Fatih Terim'in ikinci tercihi olması gerektiğini düşünüyorum, bugün de bu fikrimin arkasında durdum kendisini izleyince. Hızlı ve savunma yapmayı iyi biliyor olması bile milli takım için yeterli. Fenerbahçe'de sadece Roberto Carlos olmadığı zaman şans bulmamalı Vederson. Fenerbahçeliler ismi yüzünden Carlos'u tercih edebilirler ancak bir de bizim gibi tarafsız gözle maçı izleyenlere sormalılar Carlos-Vederson tercihini. Benim için isimler değil performanslar dikkat çekici olduğundan Vederson'un Carlos'tan eksik yanını görmediğimi söyleyebliirim. Ha 5-6 sene önceki Carlos'u izlersek o başka, o zaman Vederson'un yeri Aragones'in yanındaki koltuklar olur sadece. Bunun dışında Fenerbahçe'nin sahadaki iki önemli ismi Deniz ve Deivid'e bu kadar çok sabredilmesini bir türlü anlayamadım ben. Kendi takımımda bunlar yaşansa kafayı yerdim. Deivid ve Deniz ikilisi o kadar kötüydü, o kadar çok pas hatası yaptı ki Sivas pozisyonlarının önemli bir kısmı bu ikilinin hatalarıyla başladı. Fenerbahçe bu iki kritik isminin berbat olduğu bir günde iyi kotardı yani.. Bugün Fenerbahçe böylesine önemli bir skor elde ettiyse bu Sivas'ın lider olmasından kaynaklanıyor, şu an Sivas Kayseri'nin konumunda olsa eminim ki bu maç da Fenerbahçe için çok büyük sıkıntılarla geçecekti. Yine de ilk yarı keyifliydi, iki takım da hücuma yönelik oynadığı ve savunmayı ikinci planda tuttuğu için böyle bir maç izledik. Tıpkı Fenerbahçe - Trabzonspor maçında olduğu gibi yani..
Yazıda hakem Hüseyin Göçek'in sahne alma vakti geldi çattı artık. Dün Halis Özkahya'ya kötü demeseymişim keşke. Çünkü bugün Hüseyin Göçek çok çok daha kötüydü. İlk yarıda maç hızlıydı keyifliydi tamam da saçma sapan düdüklerle oyunu öyle noktalarda kesti ki ilk 45'te bir kaç gol daha izlememize mani oldu. İkinci yarıda ilk yarıdaki kadar ayarsız değildi ama ilk yarıda itirazlara çıkarttığı kartları ikinci yarıda da gösterseydi muhtemelen 3-4 tane kırmızı kart görürdük. İkinci yarıdaki en kritik kararı Alex'e kırmızıyı verememesiydi. Sedat'a taban gösterip üstelik bir de müdahelede bulunmasına kimi hakem direkt kırmızı bile verebilir ama bu harekete sarı kart bile vermiş olsa ikinci sarıdan gitmiş olacaktı Alex. Önemli ve ciddi bir hata oldu bu zaten çok kötü bir yönetim gösteren hakem için. Musa'nın pozisyonu dışında ofsayt pozisyonlarında son derece başarılı olan yardımcı hakemlere de ayrıca alkışı yollamak lazım. Sivas ve Fenerbahçe'nin ilk gollerinde çoğu hakem ofsayt diye oyunu kesebilirdi, hakemleri eleştirmek kolaydır, önemli olan bu gibi durumlarda başarıyı da alkışlayabilmektir. Yardımcıların tam tersi bir Hüseyin Göçek olmasaydı sahada çok daha iyi ve kaliteli bir futbol izleyebilirdik ama olmadı. 4-1'lik Fenerbahçe - Galatasaray derbisinde olduğu gibi yine Kadıköy'de haftanın ve ligin en önemli maçlarından birinde aynı isim maçın önüne geçecek derecede kötü kararlara imza attı. Derbinin üzerine böyle kritik bir maça yine aynı hakemi atadılar, bu defa olur diye düşündüler herhalde.. Umarım tekrar büyük bir maça Hüseyin Göçek'i verip maçın kalitesiyle oynamaz MHK..

27.02.2009

Beşiktaş 2-1 İstanbul B.B.

Şöyle geçmişte yazdıklarıma baktım da Galatasaray ve Fiorentina maçları dışında yazdığım maç yazılarında Beşiktaş maçları sadece iki derbide geçmiş, normal bir lig maçlarıyla ilgili hiç yazmamışım. Bir sebebi yoktu, öyle denk gelmiş sadece. Bugün de sıra onlara gelmiş oldu. Bir kaç gündür dillendirdiğim İzmir-internet-laptop isimli sorun dolu bir üçlü mevcut şu an benim için. Hazır internetin başındayken ve maçı da yeni izlemişken oturup maçı yazmaktan daha iyi bir şey olamaz benim için.

İlk yarı için konuşmam gerekirse dünyanın en sıkıcı maçlarından biri diyebilirim. Beşiktaş savunmasının hataları ve Delgado'nun başarısız iki uzaktan gelişine vuruş denemeleri olmasaydı ikinci yarıyı izlemeyebilirdim. O ne kötü bir ilk yarıydı öyle. Geliyor gidiyor top, ne Belediye'nin etkili isimleri gösteriyor kendilerini ne de Beşiktaş'ın hücum hattı. Bir an ilk devre hiç bitmeyecek sandım. Mustafa Denizli ne yapmaya çalışıyor bilmem ama savunma ve orta saha kurgusu ne olursa olsun çift forvetle oynuyorsa hem Yusuf'un hem Uğur İnceman'ın yedekte kalması bir şeylerin ters gitmesi için yeterli sebepler. Bu iki isim yokken maç döndü bugün ama böyle sıradışı goller her maçta atılamayacak, bunu da iyi bilmeli Denizli ve oyuncuları. Denizli gibi kendini kabul ettirmiş yaşını başını almış bir hocanın bu saatten sonra sürekli farklı sistemlerle ve taktiklerle uğraşmasını da anlayabilmiş değilim aylardır. 3'lü savunma dedi değiştirdi, tek forvet çift defansif orta saha dedi o da değişti, şimdi çift forvetle idare ediyor. Maç içerisinde çift forvete geçiş yapıp maç kurtarabilir, bu da rakibin sana karşı düzen kurmuşken aniden kendi düzenini değiştirdiğin için olur. Ama en baştan çift forvetle başlayıp maç boyu sadece orta sahayı değiştirdiğin ve maç içerisinde 3'lü forvete geçip orta sahada Ernst'i tek bıraktığın zaman olmaz. Dedim ya bugün skor aldatıcı olabilir Beşiktaşlılar için ama görünen köy herhangi bir kılavuz istemiyor. Kalan 12 maçı bu şekilde kurtaramaz Beşiktaş. Bugün bu skor alınmasa Belediye bir çok darba almış Beşiktaş'a sezonun en ciddi darbesini vurabilirdi.
Beşiktaş'taki kadro yapısı takımın orta sahanın ortasında yani Delgado/Yusuf'un arkasında tek defansif orta sahaya izin verecek durumda değil. Elde memnun olunmayan Cisse, neden oynamadığını hep sorguladığım Uğur İnceman, Serdar Kurtuluş gibi isimler var. Hatta o bölgede Sivok'un da ortalamanın çok üstünde performans gösterdiğini izledik. Bu durumda Mustafa Denizli illa ki çift forvet diyorsa 3-5-2'ye dönmeli, bu Beşiktaş için en hayırlısı olacaktır bana göre. 3-5-2 bugün Skibbe'nin başını yakmış gibi dursa da Galatasaray ve Beşiktaş'ın kadroları çok farklı durumda. Tello gibi bir isim 3-5-2'de tek başına sol kanadı götürebilecek bir isim. Aynı şekilde sağlıklı bir Serdar Kurtuluş da sağ kanat için bulunmaz bir nimet olur bu dizilişte. Bugün tam olarak bunu yapabilecek durumda değil Denizli ama bir şekilde bunu da yeniden denemeli. Yok ben 4-4-2'den taviz vermem diyorsa bugünkü gibi tehlike dolu maçlara da alışmalı Beşiktaş. Geçen haftaki Gaziantepspor maçında aynı 4-4-2 ile işler yolunda gitmiş gibi görünebilir ancak belirli bir oyun yapısı ve karakteri olan bir takıma karşı işler zor gider. Hatta Antep'te de sorun yaşanabilirdi ama Tabata'nın yokluğu Antep'i kendi oyununu oynamaya değil Beşiktaş'a göre oynamaya itti. Veya en güzeli Bobo veya Holosko'dan birinden geçici bir sağ kanat yaratıp -ki Holosko bunu çok iyi yapıyor- çift forvet görünümlü 4-5-1 deneyebilir. Bu şekilde Beşiktaş için çok daha olumlu şeyler yapılabileceğini düşünüyorum ben. Mustafa Denizli bir şeyler yapmak istiyor ama futbolu takip eden bizler kadar kendisi de net olarak emin değil sanırım bu yapmak istedikleri konusunda. Yoksa böyle karışık olmamalı Beşiktaş'ın kadrosu. O kadar güzel bir oyun oynatılabilecekken Beşiktaş'ta her hafta ilk gündem maddesinin kadro olması benim garibime gidiyor doğrusu. Dedim ya, Denizli hala deneysel takılmaya devam ediyor, ne yapacağını tam anlamıyla kendisi de kestirse çok iyi olacak.

Bugünkü maça geçen hafta olduğu gibi damga vuran şey İbrahim Toraman'dır benim gözümde. O nasıl bir asistti yine, sağ bekte olmaz, yokları oynar dendi ve öyle de oynadı başlarda ama şimdi sağ bek gerçek yeriymiş gibi çok iyi şeyler yapıyor. Belki de ekstraya kaçmayıp sadece verilen göreve sadık kaldığı içindir bu. Böyle bir İbrahim Toraman Beşiktaş'ın arayıp da bulamayacağı birşeydi. Ben şu tarafsız halimle şaşırıyorum Toraman'a iki haftadır, gerçi o şaşkınlık Sabri ile son buldu ama... Bugünlerde Beşiktaşlı ve Galatasaraylı olanlara imkansızdan bahsetmemeli kimse, sebepleri de Toraman ve Sabri..

Son olarak maçın gollerine gelmek istiyorum, 5 dakikaya sıkışıp bir anda kendilerini gösterip yok oldular ama akıllarda kalıcı olacaklar bu sezon için. Beşiktaş'ın sayılmayan golü vardı, o golde hakem ne dese haklıydı bana kalırsa, hep diyorum bu satırlarda, o tip pozisyonlarda hakem ne dese tamam deyip geçmek lazım, o kadar detay herkese zarar getirir. Beşiktaş'ın ikinci golünde ve Belediye'nin golünde ofsayt olup olmadığından şüphe ediyorum ama onları da dikkatle izleyemedim tam olarak, ne yorum yapsam yanlış olacak. Belediye'nin golünde Nobre bozuyordu diyenler oldu, Beşiktaş'ın golünde de ofsayt diye iptal edilen goldeki gibi bir durum vardı, top çizgiye düşerken Bobo'nun teması içeride dışarıda diye ofsayt pozisyonunun dışında tutulur ki zaten akıllara takılan kafa vuruşunun yapıldığı andı. Kararlar doğru da olsa hatalı da olsa hakem iki takımdan birini kolladı demek daha büyük haksızlık olur. Zaten bu maçtan sonra hakemi Oğuz Sarvan kollayacaktır, yine başarısız bir performans gösterilmesine rağmen kendi kendilerini tatmin etmek için 7-8 arası bir "iyi" puan verirler. Sonra UEFA ve FIFA neden hakemlerimizi kullanmıyor... Niye kullansın ki ? Dünya Kupası'nda Benin'den bile hakem vardı 2002'de, daha neyi konuşuyoruz ki biz. Halis Özkahya gelecek vaad ediyor deniyor ama geleceğe dair ne vaad ettiğini anlayan varsa bana da anlatırsa sevinirim.

My Bloody Valentine 3D

1981'de çekilmiş ilk versiyonunu izlememiştim. O yüzden orjinaline ne derece sadık kalınmış bilemiyorum, belki aynısıdır belki değildir onu iki filmi de izlemiş olanlar yorumlayacaklar. Haftada 2 kere sinemaya gitme adetime yeniden başlayacaktım, bu filmle de açılışımı yapmış oldum. 3D gözlükler dağıtılıyor ya salonun girişinde, işte o noktada otur ağla daha iyi. Filmdeki görselliğe şaşırmadan öncelikle salondaki insanlara şaşırıyor insan. Abartmıyorum biz ve 5-6 kişi hariç herkes 3D gözlükleri takıp kahkahalara boğulmaya ve fotoğraf çekmeye başladı deliler gibi. Film başlamadan esas bombayı salondaki izleyiciler patlatıyor zaten bu hareketleriyle.

Film ise basit bir gore filminden farksızdı. Katil, cinayetler, bol bol kan ve gore çeken herkesin olmazsa olmazlarından cinsellik. Film arası olmaması sebebiyle ortalara doğru tırsmaya başladım "acaba ara verilir ve film 3-4 saat sürer mi" diye. Filmde az önce saydığım şeyler bol bol var vahşet içerikli bir filmde olması gerektiği gibi. Ancak başka bir şey yok, filmin kendisinden beklentiniz olmasın. Bekleyeceğiniz şey gözünüzdeki 3D gözlüklerde. Daha önce 3D tecrübem Mısır ile ilgili bir belgeseldeki 5-10 dakikalık görüntülerdi ki bunlar da otların ve ağaçların gözlüğü takınca biraz daha bana yakın gözükmesinden öte bir şey değildi. Bu filmle birlikte ilk kez baştan sona 3D bir film izlemiş oldum ve doğrusunu söylemek gerekirse her film böyle olsun istiyorum bundan sonra. Film çok başarısız ve kötü olsa da ben inanılmaz bir keyif aldım 3D sayesinde. Hastane sahnesinde önümüzdeki sıranın üzerinde gözüken kanlar damlayan el, arabaya fırlatılan çapa, üzerimize sıçrıyor gibi bir izlenim bırakan kanlı sahneler, üzerimize doğru gelen alev bulutu ve o sahnenin hemen öncesindeki kurşun sahnesi. Normal şekilde izlesem bu filmden hiç keyif almazdım ama 3D sayesinde inanılmaz keyif aldım, bir defa daha gitmek gibi bir planım bile var. Tekrar tekrar tadını çıkarmalıyım bu görsel şölenin.

Şuna değinmezsem ölürüm, o kan sıçrayan sahnede ayy ayy ayy diye heyecanlanıp yerinden kalkan bayana ve elden kanlar damlayan o hastane sahnesinde hemen gözümüzün önünde gibi duran o eli tutmak için hamle yapan yaklaşık 10-12 kişiye sonsuz saygılarımı iletiyorum. Bambaşkaymışsınız. Şimdi ben 3D görüntülerde önümden geçiyor gibi olan şeylere tepki vermeyip normal şekilde izledim, öyle kan sıçradı el çıktı ateş geldi de irkilmedim diye diğer insanların suçu yok belki ama salonda farkedeceksiniz bu 3D teknolojisine yurdum insanı hazır değil. Her sahnede kıkır kıkır gülmek sinir bozucu oluyor, siz de böyle konuşmak zorunda kalıyorsunuz.

Kan görünce fenalaşıp ayılıp bayılmayanlar ve midesi hassas olmayanlar koşup gitmeli bu filme. Başka diyebileceğim bir şey yok, göz zevki için bundan daha iyisi olamaz sinemada, en azından bu dönemde. Bu yıl umarım 3D film sayısında artış görürüz, bambaşka bir deneyim.

Rıdvan'dan Arda'ya

"Arda mı? Son 25 yılın efsaneleri arasına seçildiğinde 'Daha dur bakalım' dedik, dediler. Şimdi özür diliyorum. Dün öyle bir top oynadın ki, 25 yılın efsanesi olmayı çoktan hak ettin."
Rıdvan Dilmen, Milliyet, 27.02.2009

Ajax 1-1 Fiorentina

PC Lion ülke puanı yazısında asisti yapmış ama golü atamıyorum ben ne yazık ki. Özet görüntülerle yetinebildim sadece. Gilardino'nun attığı golde topu alışı ve beklemeden vuruşunu mükemmel diye yorumlayabiliyorum sadece. Ama alttaki videoda izleyeceğiniz o 89. dakikada yenen golü ise nasıl anlatayım bilemiyorum. Avrupa macerası bu şekilde sona ermemeliydi, bu kadar basit ve saçma bir golle bitmemeliydi. 5-6 kişiyi gözü kapalı geçip golü atıyor adam ve kimse de dur demiyor, hepsi birbirine bırakıyor.

Hollanda'ya tur atlamaya gidiyorsunuz ama Vargas yedek, oyuna almıyorsunuz ikinci yarıda. Herşeyi geçtim ikinci yarı başladı başlayalı takımda Mutu ve Gilardino gibi iki yıldızla aynı seviyede oynayan Jovetic'i yedek bırakıyorsunuz ve kendisini oyuna almıyorsunuz. Elin oğlu gelir 89'da atar turu da kapar işte böyle. Jovetic ve Vargas aynı anda oynamayacaksa hiç kimse çıkıp Fiorentina'nın turu geçme isteğinden bahsetmemeli. Rezil bir karar ve sonuçları da öyle oldu. Takım Almiron'un oyuna girmesiyle kurtulacak kadar kötü durumdaysa biz ümidi keselim atılan her gole sevinelim o zaman amatör takım taraftarları gibi. Bunun başka açıklaması olmamalı..

Maçın Özeti :

Galatasaray 4-3 Bordeaux

Maçla ilgili her zaman yazdığım klasik yazılara giremiyorum bu kez, maçın bir gün sonrasına sarkınca teknik taktik diyerek dakikalarca konuşmak anlamsız kaçıyor, her şey konuşulmuş oluyor çünkü. Fazla hoşuma gitmeyen bir durum bu ama laptop sorununu çözene kadar bir kaç maç daha böyle geçmiş olacak. En iyisi kısa kısa maddelere ayırayım söylemek istediklerimi.

  • Morgan De Sanctis ile açılışı yapmak istiyorum. Kocaelispor maçında aynı golü yemişken gelip de aynı pozsiyonda bir gol daha yiyor. Bireysel hata futbolda her zaman vardır maçtan sonra Büyük Kaptan'ın da dediği gibi, ancak bu hata 4 gün arayla aynı stadda aynı kalede aynı isim tarafından tekrar ediliyorsa o isim de sorgulanmalıdır. De Sanctis Galatasaray'da kalmak istiyorsa bu saçma hatalarını gözden geçirmeli.
  • Ha bir de kafa vuruşlarını uçup çift yumrukla uzaklaştırınca karizmatik gözükmüyor bir kaleci. Bunun da kendisine anlatılması lazım, elinle tut topu arkadaşım tutabiliyorsan, yumruklama her defasında.
  • Büyük Kaptan'ın 3-1'den sonra gereken hamleleri yapmadığı konuşulmuş. Arkadaşım De Sanctis o topu tutamayıp Petr Cech'e nazire yapıyorsa hocanın suçu ne ki ?
  • Mehmet Güven kadar ballı bir oyuncu da var mıdır bilmiyorum, bundan sonra daha sık göreceğiz kendisini. Hiç sıkıntımız yokmuş gibi bir de Mehmet Topal'ı kaybettik hem de 2 ay gibi uzun bir süre için..
  • Sabri konusundaki görüşleri değişenler varsa saygıyla selamlıyorum. Turu getirdi diye aman üstüne gitmeyelim demek ilerleyen maçlarda daha fazla can sıkıntısı demek.
  • Kaptan'ın teknik ve taktik olarak neler katıp neleri değiştireceğini yorumlamak için de bu maç çok çok erken, iki maç daha oynanmalı ligde. Hamburg ile oynanacak ilk maç öncesi geniş geniş yorumlanabilir Kaptan ve oynatacağı oyun.
  • 3-1 olduğunda 5 olur derken 3-3 olduğunda her şey bitti diye eve dönecektim aslında. Telefona mesaj atan asimplemistake'e de aynısını söylemiştim. Bitti bu iş, geri dönmez dedim. 6-7 kişi maç izlediğimiz için millet kalmasın orada dedim bekledim. Yani gidiyordum aslında bana kalsa..
  • 4-3 olurken top ağlardaydı ve ben maçın ondan sonrasını bilmiyorum, eve gelince GS TV'den tekrarını izleyip de gördüm neler olduğunu. Top ağlardaydı ve maç bitene kadar ağladım sadece. Bu uzun zaman sonra ilk kez oldu. Sanırım en son 2005/2006'daki şampiyonlukta olmuştu.
  • Fiorentina'nın 3 haftadır son dakikada maçı çevirmesinden sonra dün de Galatasaray'ın aynısını yapmasından sonra kalp sağlığımdan endişe etmeye başladım genç yaşımda. Bu haftasonu umarım ikisi de normal galibiyetler alırlar. 90. dakika oynanırken gol atma stresinden uzak kalmak lazım bir süre.

24.02.2009

francHits #12

1. Slipknot - Vermillion
2. Pain Of Salvation - Idioglossia
3. System Of A Down - Innervision
4. Lacuna Coil - Swamped
5. Hypnogaja - Here Comes The Rain Again

İzmir yolu gözüktü.. 19.00'da kalkıyor otobüs, laptop olayını çözümlemem lazım acilen, evdeki masaüstünü İzmir'e taşımadığım için internet problemim var orada.. En kısa sürede laptop bulup blogla günün her saati ilgilenebilecek konumda olmak istiyorum, bir iki hafta boyunca tempo düşerse, post sayısı azalırsa merak etmeyin.. Laptop işini mart ayı içerisinde halledeceğim..

Bir 56K Modem Vardı Ne Oldu Ona ?

Hatırladınız mı fotoğraftaki eski dostu ? Hafızasını yoklayan çoğu kişi tanımıştır ama yine de tanıştırayım unutan varsa : A-Tech 56K modem. Kendisinden ziyade çıkardığı sestir bizim aklımızda kalan aslında. O dönem çok marka vardı ama US Robotics ile birlikte en fazla kullanılan modemdi bu. En azından benimki A-Tech modemdi..

ADSL yokken böyle her saniye internete kavuşamazdık, annelerimiz "acil arayan olur, telefon meşgul olmasın" diye uzun sürelerle bağlatmazlardı internete. Zaten internet paketleri ücretliydi, üstüne bir de bağlantı ücreti ödemek sıkıntıydı. Evde tek başımıza kalınca "ne de olsa anlamazlar" diye hemen girerdik internete, eve geldiklerinde kapatırdık. Arayıp da meşgul tonuyla karşılaşanlar akşam "telefon meşguldü uzun süre" dedikleri zaman ailenin ilgi odağı olurduk o akşam. Yapma etme az gir diye tembih edilirdi, en kısa zamanda aynı şeyleri tekrar ederdik. Şahsım adına dial-up bağlantı ile son birlikteliğim 148 Milyon gelen fatura öncesiydi. O faturadan sonra bir daha girmedim dial-up ile. 2 ay sonra 128k ADSL'e merhaba demiştim. O zamanlar ne de hızlı gelmişti bağlantı bizlere, şimdi 1 mbit bağlantıya günün her saati küfür eder durumdayız. İnsan yeni teknolojiye alışmaya görsün.. Düşünün şimdi 56k ile internete girmek zorunda olduğunuzu.. Kendi adıma konuşayım, delirirdim muhtemelen..

Yazıyı yazma amacıma geleyim; en başta söylediğim sesi özleyenler olmuştur büyük ihtimalle.. Özleyenleri buraya alalım :

http://www.sonnyradio.com/dialupkid.htm
http://www.sonnyradio.com/dialup.swf

Basit Bir Hayal..

Carlos Kameni'nin Espanyol ile olan sözleşmesi sezon sonu bitiyor. İnsan umutlanıyor, De Sanctis geri döner de Kameni ile sözleşme imzalanır mı hem de bedavaya diye. Kewell ve Baros'u aynı transfer döneminde kadroya katabilmiş bir yönetim bunu neden başaramasın diye iç geçiriyorum sözleşme imzalamadığı haberlerini okudukça. Olmayacak şey değil ama olacak gibi de durmuyor. Varsın Afrika Uluslar Kupası'na gitsin 5 hafta gelmesin, hiç sorun değil..

23.02.2009

Özet : Fiorentina 2-1 Chievo

Hoşgeldin Büyük Kaptan

Bu takımda her taraftarın gözünde farklı isimlerin sonsuz kredileri vardır, benimki de Bülent Korkmaz işte. İşin içine bu isim girdiği zaman her zamanki halimden farklı oluyorum, duygular fazlaca karışıyor olaya. Bu tercihte her ne kadar gereğinden fazla duygusal olsam da doğruluğu konusunda şüphem yok. Uğraşılsa dünya çapında bir teknik adam gelebilirdi ama ilk kötü sonuçta Skibbe'ye gelen eleştirilerin kat kat fazlasını alır giderdi. Daha iki saat oldu teknik direktör olalı ama hemen teknik direktörlük kariyerinden dem vurmaya başlayanlar var. Bugün bu kadroyu oynatmak için kariyere değil o hırsı aşılayacak bir isme ihtiyaç var. Bunu Kaptan'dan daha iyi yapabilecek bir teknik direktör olduğunu sanmıyorum. Yanına bir de yardımcı olarak Suat Kaya gelirse ve sezonun kalan kısmında işler yolunda giderse uzun bir dönem teknik direktör konusu açılmamalı bu takımda..

Teknik adamlık kariyerine verip veriştirmeye başlayanlara belki de kariyerini burada yaparak cevap verecek, zaman gösterecek..

Rötarlı Uçuş

Akşama bileti almıştır dedik gece ilk uçakla ama öğleden sonraya kalmıştı işi. Adnan Polat dün gece "sıcağı sıcağına karar vermek istemedik" derken hiç kimsenin kafasında Skibbe kalabilir gibi bir yoktu zaten. Şimdi merakla beklediğim şey kadro dışı kalan isimler olup olmayacağı.

Dün akşam Kocaelispor maçındaki gibi dağınık ve disiplinsiz bir takımı 2003/2004 sezonunda Inter-Toto'ya dahi kalamadığımız sezonda bile izlemedik diye hatırlıyorum. Aslında sadece 12 saat değil bir kaç ay geç kalınmıştı ama sezonun ilk yarısında galibiyetsiz gidilmediği sürece Galatasaray'da 17-18 haftayı görmeden bir teknik adamın yollanmayacağını her takım taraftarı biliyor. Yolu açık olsun diyeceğim ama Leverkusen'deki son sezonu ve Galatasaray macerası ile o yol ne kadar açık olur bilmiyorum. Bundan sonra geçmişte başarıyla yaptığı altyapı antrenörlüğü veya ikinci adamlığa dönerse daha iyi olur. Altyapıda genç ve yontulmamış oyunculara belirli bir oyun karakteri aşılamak, gelecekte bunu oynayacaksınız diye onları A takıma hazırlamak da ciddi bir teknik adamlık işidir, illa ki A takımın başına geçip rezil rüsva olmaya gerek yok.

And The Oscar Goes To...

Heath Ledger
Best Supporting Actor - En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
The Dark Knight - Joker

22.02.2009

Sezona Son Nokta : Galatasaray 2-5 Kocaelispor

Yazıya başlarken böyle uyarılar yapmak pek hoşuma gitmez ama çok uzun olacak bu yazı, en baştan uyarayım ben.

Öncelikle Skibbe'den başlamak istiyorum. Sen 3-5-2 oynatırken işini görecek adamları oynatmayacaksan, bu taktiğe uymayacak adamlarla bu işin olup olmayacağını küçümsediğin ve yok saydığın ancak ilk yarıdaki görüntüsünden eser kalmamış Kocaelispor önünde denersen başına bu kadarının geldiğine şükredersin. Sonra da gidersin Taner'i ve Kocaelispor forvet hattını alınlarından öpersin "iyi ki daha fazla atmadınız diye. Anlayamıyorum ya, Mehmet Güven ile maça başlamak nedir. Bugün bu ülkede Rezerv Lig olsa Mehmet Güven orada bile ilk 11'e çıkacak adam değil, bu kadar ısrar etmenin anlamı nedir. Bu taktiği uygularkenki seçimden bahsetmiştim. 3-5-2'nin solunda hem savunmayı hem hücumu 90 dakika götürmesi gereken bir kanat oyuncusu kullanmak gerektiğini bilmek için Skibbe veya başka bir isim olmaya gerek yok, futbolla az çok ilgilenmek yeterli bunun için. Bu bölgeye Harry Kewell'ı koyarsan bu iş olmaz. Sabri de aynı görevin sağ kanat versiyonuydu ki Sabri'ye ileri de çıkabilirsin ama geriye de dönmelisin dendiği zaman Sabri'nin ileri çıkıp geri gelmek nedir bilmeyeceği açık ve net. Bordeaux maçındaki 3-6-1 mükemmel uymuştu, orta sahada iki tane üçlü vardı çünkü. Bugün Skibbe kendi sistemini kendisi baltaladı, 3-5-2/3-6-1'de kilit noktalardan olan üçlü stoperdeki uyumu E.Aşık-Meira-Servet ile yakalamıştı ancak Emre Güngör'ü oynatarak hem oyuncusunu hem kendisini yaktı. Takım bu dizilişle 5-6 maç oynadı topu topu, sezon başından beri bu şekilde oynanmış olsa Emre Güngör de oynar sırıtmaz ama uyum sağlanmışken ve takım bu düzene tam olarak alışık değilken arkadaki üçlüyü bozarsan bu uyumsuzluk yüzünden oyunculara laf etme hakkın olmaz. Skibbe'nin hataları bununla da bitmedi. Mehmet Güven tercihi kökten yanlışken ortadaki 5 ismi gereğinden fazla ileride tuttu. Gerideki 3 stoper yalnız kalırsa ve Mehmet Topal oyun kurarken arkasında beklemekle görevli olması gereken Mehmet Güven de bu gerideki adamlara yardıma gitmezse sonuç her zaman bu olur. Skor 1-1'ken bakıyorum biz atak yapıyoruz, Kocaelispor 4 oyuncusuyla ileride. Biz ne yapıyoruz, 3 adam geride bekliyor, diğerleri hücum ediyor ve geri gelmiyorlar. Bu takımın savunması sadece Hakan Balta'ya mı bağımlı bilmiyorum, bu kadar kötü bu kadar başarısız olunmamalıydı bugün.
Maçı koparan nokta da zaten 3'lü savunmadan 4'lüye geçildiği an oldu. Biraz da zorunluluktan oldu bu sakatlıklar yüzünden ama 4'lü savunmaya geçildiği an intihar edildi.

Maç sonu sıcağı sıcağına yazmayıp sakin sakin yazmak istedim bazı şeyleri ve bu sırada De Sanctis'in garip bir şekilde savunulduğunu gördüm. Sezon genelinde De Sanctis'in yaptıklarını genellemek doğru olmayabilir ancak bu maçı özel olarak kabul edip ayrı değerlendirmek gerekir. Orta sahaya kadar çıkıp kurtardığı topta neden sürekli İtalya'da milli takıma çağırıldığını basitçe anlayabiliyorduk. Ancak bu güzel hareket maçta tek oldu kendisi için. Yediği ilk golde yaptığı hata akıl alacak gibi değil, o topa çıkıp da topu alamayacak kaleci hemen hemen yok gibidir. Gerçi Çek Cumhuriyeti maçında Cech'in kaçırdığı topu da herhangi birimiz çıksak rahatlıkla alabilirdik ama karşıdan çok yüksekten gelen ve çıkmak zorunda olmadığın topa ısrarla çıkıyorsan bu topa sahip olacaksın, başka bir olasılık olmamalı bu durumda.
Taraftar son anlarda bu sıradışı şokun etkisiyle gelene geçene sıralarken iki eleştiride sonuna kadar haklıydı. İlk isim Mehmet Güven, diğer ise Sabri Sarıoğlu. Takım atakta, içeride bekleyenler var orta açılsın diye ama Sabri geliyor ve saçma bir şut denemesi yapıyor, rakibe çarpan top taca çıkıyor. Sonra çıkıp denemezsem gol olmaz diyor, gören duyan da iki haftada bir gol atıyor sanacak. Her bulduğu yerden "hah bu defa olacak" diye topa vuruluyor ve bir Allahın kulu da çıkıp vurmayacaksın diye emir veremiyor bu adama. Skibbe yanaklarını şişirip uffff diye yakınmasını iyi biliyor da neden Sabri'ye vurma demiyor, bunu sorgulamak lazım. Herşeye karışan Adnan Sezgin gidip de Sabri'nin sırtına eli atıp evladım yapma etme diyemiyor mu ? Altyapıdan çıktı diye bu kadar tahammül edilemez bir isme. Taner Gülleri topu almış gidiyor, Sabri ise Taner'in önünde koşuyor, Taner de hızını kesip Sabri'yi şaşırtıyor ve basıp gidiyor. Sabri koşsa Taner'i iki kere yakalar o hızıyla ancak bırakıyor savunmadakiler alırsa alsın diye. Bu kadar ciddiyetsiz ve saygısızca tavırlar olamaz, önündeki adamı niye bırakır bir oyuncu, bunun mantıklı bir açıklaması var mıdır ? Kim akıl sınırları içerisinde bunu anlatabilir ?

Mehmet Güven adını anmıyorum daha fazla, merak etmeyin, maç öncesi yazdığım gibi bu takımda nasıl oynadığını merak ediyorum. Eğer Skibbe ile bilmediğimiz bir bağlantısı yoksa sahada olması futbolun bir mucizesidir.
Mehmet Topal üç gün önce Fransa'da göz alıcı işler yapmıştı performanslarıyla. Yanında Barış Özbek değil de Skibbe'nin yakın akrabası olan adaşı oynayınca işler değişti, Mehmet Topal arkadaşının görevini de yapmaya çalışınca üç gün öncesini arattır bizlere. Ancak Hagi'den sonra şöyle sağdan girip önündeki rakibi hızlıca geçip uzak direğe sol ayağıyla köşeden topu yollayan bir isme hasrettik. Elbette bu hareket yüzünden Hagi ile herhangi bir şekilde karşılaştırmıyorum ama Hagi tribündeyken böyle bir gol atması enteresandı. Ustaya saygı gecesi gibi bir klişeye imza atmış oldu. Taner'in son golündeydi sanırım arkadaki adama koşup Taner'i bırakması Mehmet Topal'ın hala tam anlamıyla gelişemediğinin göstergesiydi. Arkadaki rakiple uğraşayım derken Taner'e al da at dedi. 4 tane yedikten sonra ileri gitse geri gitse değişen tek şey skor tabelası olurdu diye düz mantıkla bakmamak lazım işe. Yarın öbür gün skor eşitken bu hatayı yaparsa daha kötü sonuçlar doğardı, böyle ölü bir zamanda o hatayı yapması telafi etmek açısından önemli bir fırsat Mehmet Topal için.

3'lü savunmada Meira başarılı dedikten sonra Bordeaux maçında da işlerin yolunda gittiğini gördük. Bugün neden kendisi olmadı diye sormamak lazım, bugün savunma 3 oldu 5 oldu 4 oldu 2 oldu her şey oldu o yüzden Meira'ya "3'lüde de olmuyormuş" dememek lazım. Skibbe görevde kalırsa ilerleyen haftalarda görmek lazım.
Hakkında konuşmak istediğim diğer isim olan Nonda'ya gelelim. Zamanında golcüydü bu adam, biz ne zaman ki kendisinden memnun değiliz o golcü olarak en ileride oluyor takımda. Ancak Nonda'dan ne zaman memnunsak Lincoln ile Baros'un arasında oynuyor oluyor takımda. Bu da demek ki kendisinden son adam olarak faydalanmamak lazım. Hadi o yapıldı diyelim, o zaman Ümit Karan sahada olmayacak. Zaten kötü olan Ümit Karan bu şekilde Nonda'nın arkasında daha da kötü oluyor. Güiza'ya laf ediyoruz ama Ümit Karan'ın Güiza'dan daha az golü var. Gerçi Ümit ve gol kelimesi bir aradayken "var" demek doğru olmaz zira bu sezon ligde golü yok henüz. Sabri Sarıoğlu bile asist yaptı goller attı ama Ümit Karan hala gol atabilmiş değil. Bu da işin dramatik yönüdür işte..
Bunun dışında söylemek istediğim şeyler de var. Kewell'a dikkat ettiyseniz son anlarda iki korneri O kullandı ama birini kasıtlı olarak dışarıya yolladı, diğerinde de cılız bir vuruş attı ortaya. Harry Kewell denen adam bugün bu noktaya gelmişse, öyle bir profesyonelin sinirleri de bu şekilde bozulmuşsa işin derinine inmek gerekir. Baros penaltıyı kaçırmış, takım ardından iki gol yemiş, yüzünden sırıtmayla karışık bir ifade, dişlerin hepsi meydanda. Bugüne kadar her olayda arkasındaydım ve savundum kendisini ama şu son görüntüsü biraz ümitsizliğe sürükledi beni. Lincoln bu maçı isteseydi oynardı, bunu hepimiz biliyoruz. Soğuk ve buzlu diye Sivas'a gitmeyen adam bugün de Kocaelispor karşısında rakibi de küçümser, yarın başka bir deplasman öncesi yine sakatlanır(!)

Son anlarda tribünlerden yükselen Metin Oktay sesleri klasik oldu artık, çocuk gibi her yenilgide işi Metin Oktay'a bağlamak saçmalamaktan öteye gitmiyor artık. Bir derbide belki anlamlı de Kocaelispor'dan 5 yerken çok saçma duruyor. O formayı çıkarın s... gidin veya ne bileyim ruhsuz i..neler diye çırpınana kadar önce tribünde doğru düzgün destek olunsa daha iyi olaak. Dikkat ediyorum gol anına kadar sıkıcı ve defalarca tekrara sarılmış uyuklatıcı tempodaki tezahürat bitmek bilmiyor. Gol olduğu zaman bir coşku ve hemen ardından yine aynı sessizlik. Rakip gol atınca da çılgıncasına destek olmak.. Maç normal şartlarda ilerlediği anlarda neden durulur ki, sen bağırıp bir nebze olsun katkı yapamayacaksan ne işin var ki orada ?

Baba-Oğul Musunuz ?

Maç başlamak üzere, Mehmet Güven ilk 11'de. İnsan evladı olsa oynatmaz bu adamı bu kadar çok. Maç keyfimizin içine ediyorsun Skibbe.

Siz Adamı Öldürürsünüz : Fiorentina 2-1 Chievo

13' Moreno
74' Gilardino
90+4' Mutu

Floransalı çekirge sıçrama rekoruna doğru adım adım gidiyor. Lazio ve Genoa maçlarından sonra üçüncü kez sıçradı, Chievo'yu da uzatmanın son dakikasında yendik. Sinsi bir deney yapıldığından şüpheleniyorum, aynı anda kaç kişiyi kalpten götürürüz temalı bir deney olabilir. Şöyle sakin sakin oynayıp da rahat bir maç izleyemedik tatil boyunca. Fiorentina'yı Galatasaray'a benzetince sonra ben "saçma saçma konuşma" oluyorum, son iki şampiyonluktaki kritik son dakika gollerine benzedi bu iş. Sezon sonu 4. veya 3. olursak bunun ana sebebi şubat ayından oynanan 3 maçtır. Maçı izleyemedim bu defa, dışarıdaydım ve 90. dakikaydı eve geldiğimde, yayın arayıp da onu bulana kadar maç biter dedim ki demez olaydım. Hem zaten açmadığım da iyi oldu, iki haftadır iyi yırttık da bu defa dolabın üstündeki şişeler mi, monitör mü, televizyon mu, fan mı hangisi olurdu bilmem ama birinin dünyayla vedalaşmasına sebep olabilirdim.

Geçelim maçın kendisine, maçın akışını okuyunca yine görülen şey aynıydı, hiç bir değişiklik yok. Gol kaçırma yarışı Ajax maçında kaldığı yerden devam ediyor. Ancak bugün okuduğum kadarıyla Fiorentina kadar Chievo da atak oynamış. Yani haftaiçi yazılan şeylerin doğruluğu ortaya çıkıyor. Ajax maçı sonrası Prandelli bile bu maçta Chievo'nun sahaya 3 puan için çıkacağını, maçı kazanmaya çalışırken kaybetme gibi bir risk olduğunu söyledi. Oyuncular da Chievo tehlikesinin farkındalardı, açıklamalar biraz çekingendi, Genoa deplasmanından önce bile daha cesur konuşulmuştu hep. Genoa maçında "ya hep ya hiç" mantığı işlemiş, Kuzmanovic yine feda edilmiş ve yerine Bonazzoli girmiş oyuna. Son dakikada da Mutu'ya pası verip golü attırıyor Bonazzoli 90+4'te, zaten bu takım için daha fazlasını verebileceğini sanmıyorum. Belki bir kaç gol..

Son 3 maçta bu son dakika golleri gelmese bugün Fiorentina 38 puanla Roma'nın ardında 6. sırada olacaktı. Şimdi 45 puanla Milan'ın 3 Juve'nin 5 puan ardında 4. sırada oturuyoruz.

Zencefilli Klavye

Başlık son derece saçma evet, buna bir itirazım yok. Saçma olmasına saçma da, yalan da değil yazan, işte en çok buna yanarım ben. Yatmadan önce tost yaptım, yanına da Lipton'un zencefilli limonlu çayından yaptım. Güzel güzel otururken lcd'nin durduğu 4-5cm yüksekteki yere çayı koyayım dedim en boş yer orası diye, yanımda arkadaş da aynı kombinasyonla karnını doyurduğundan yer yoktu. Neyse detaya gerek yok, çayı oraya koydum, yani koyduğumu sandım, çat dedi bir şey devrildi üstüm başım ıslandı. Baktım çay klavyenin(Casper Multimedia KB-2925) ve masanın üstüne güzelce yayılmış.. Hemen kağıt havluyu getirdik arama kurtarma ekibi görevini görsün diye, klavye şimdilik sağlam, ilk şoku atlattı ama öğlen uyandığımda ne olur bilemiyorum. Bilgisayarcılar(evet bilgisayarcı.) belki kapalı olsalar da Teknosa imdadıma yetişir eğer klavyem hayatta olmazsa.

Gece gece futbol yazacakken başıma saçma sapan şeyler geliyor, bir günüm de sakin geçsin, ilginç bir şey olmadan geçsin.

ekleme : yatmadan önce salona girmek. ses olmasın diye evde hırsız gibi dolaşmak. salonun kapısında rüzgarda ses yapan şekilli şeylerden asılı olması. odaya dönerken onu hesaplayıp kafayı eğmek. ama bu defa da toplanmış olan saçların çarpması. çok ses çıktı, çok gürültü oldu lan. sabah sabah evin içine atom bombası atmadığım kaldı sadece...

21.02.2009

Gençlerbirliği 1-0 Fenerbahçe

Bu maçı izledikten sonra Galatasaray ve Fiorentina maçlarında takım çok gol kaçırdı demeye utanırım. Geçen hafta Fenerbahçe'nin Hacettepe'ye karşı her pozisyonda golü bulduğunu aklıma getiriyorum, bu maçta da Gençler adına aynısı olsa neler olurdu acaba diye düşüncelere dalıyorum sonra da.. Gol kaçabilir tamam da, bir yere kadar kaçar, bu kadar fazlasını büyüklerden biri kaçırsa şu an yerin dibine sokulmuştu, küme düşme hattındaki takım yapınca "kaçırdı ama sonuçta kazandı" olarak kalacak. Kaçan goller bir anlamda Aragones'e de yaramış olabilir, farklı skorda acımaz yollardı Fenerbahçe yönetimi ama 1-0'dan sonra ne olur bilemem. Aragones Fenerbahçe'nin başında olduğu sürece şampiyonluk yolunda Galatasaray'a umutla bakabiliyorum, beterin beteri vardır mantığı işliyor bu noktada çünkü..

Kaçan Balık Büyük Oldu

"İlk önce Fiorentina'dan teklif almıştım, daha sonra Liverpool ile görüşmelerim oldu ama ben United'ı seçtim."
Nemanja Vidic

Sevgili Kızlar #2

Efsane karikatürün devamı. İlki için buraya alalım sizi.

20.02.2009

Benziyor Bunlar Arkadaşım #19

Koray Candemir & Ümit Karan

Recep İvedik 2

Gittim ve güldüm geldim, başka bir şey diyemiyorum film hakkında. Efsane olacak günlerce konuşulup analizleri yapılacak bir yanı yok bu filmin, iki gün sonra hatırlayıp gülmem bile ama izlerken fazlasıyla güldürdü ki zaten filmin amacı da buydu.. Yine de Doç. Dr. C. Sinan Sağıroğlu'nu Recep İvedik'e ve diğer tüm Şahan Gökbakar karakterlerine tercih ederim..

Bir de sana sesleniyorum 19 Şubat 2008 günü Marmaris'te Cine Point'te 17.45 seansında filmi 2. sıradan izleyen kız :

Bir film karakterine hayran olabilirsin, filmi çok beğeneceğin önyargısı ile izlemeye gitmiş olabilirsin ama adamın attığı adıma bile bayılarak deliler gibi gülmenin alemi yok. Salonda zaten o saatte topu topu 15-20 kişi var, ayıp değil mi bu yaptığın. Lütfen ama bunlar böyle olmasın. Sinirleniyorum sonra ben saçma saçma.
Ayrıca filmde aklımda kalacak tek şey Zi Punt'u duymamız oldu her ne kadar göremesek de.

Dinlemek İçin : Zi Punt - Majestic Bear

26 Şubat Akşamı Tarih Tekerrür Etmeli

Tarih 10 Nisan 2008, Fiorentina Artemio Franchi'deki 1-1'lik kötü skorun ardından PSV deplasmanına çıkıyor ve muhteşem bir performansla 2-0 kazanıp yarı finale çıkıyor. Yine bir Hollandalı rakip yine kötü bir skor ve yine deplasman için çok umutlu konuşan bir takım.

Ve Galatasaray.. Geçen sezon Michael Skibbe gruplardan çıkmış ve ilk rakibi Galatasaray'la deplasmanda 0-0 berabere kalmıştı. Rövanş ise herkesin bildiği gibi, 5-1. Bu defa Galatasaray'ın başında 0-0'ın rövanşında galip gelmek zorunda, geçen sezon bu turu Leverkusen ile oynarken deplasmanda 0-0 ve çok kötü bir oyunla geçirmişti, bu defa skor aynı ama oynanan oyun kat kat daha iyi.

Senaryolar yine aynı, uygulamak ve başarılı olmak Skibbe ve Prandelli'nin ellerinde..

Fiorentina 0-1 Ajax

Maçı izleyemedim, maç sonu yorumları detaylarıyla okudum. Zaten resmi siteden de takip ettim maç anlatımını, bulunduğum yerde arkadaşın laptoptan aldığı bağlantıda justin.tv'ye. İyi oynandı, hep atak yapıldı ama gol olmadı bir türlü. Benim aklıma takılan şey Jovetic'in oynamaması oldu. Ligin ilk yarısında yıldız adayı bir genç oyuncuyken ikinci yarısında takımın yıldızı olan genç oyuncuya dönüştü. Son Genoa maçında da çok iyiydi, bugün sahada olması gereken isimdi ama sonradan girdi oyuna. Alışılmış orta saha düzeninden iki oyuncu birden yedek soyununca işler çok karıştı. Kuzmanovic veya Jovetic'ten biri oynamalıydı bugün, daha farklı olurdu herşey. Çok iyi işleyen orta sahaya aniden böyle değişiklikler yapılmamalıydı.
Maçın genelinde Fiorentina hakimiyeti varken Ajax gelip tek düzgün pozisyonda golü buldu gitti. Geçen sezon PSV eşleşmesinde olduğu gibi etkileyici bir deplasman performansı lazım. Maç sonu gelen açıklamalara bakınca zaten anlaşılıyor herşey, takımın hepsi ortak açıklama yapmış Anadolu takımı edasıyla : "Abi bir kere geldiler gol oldu yaa.."
O zaman bir kere geliyorlarsa yemeyeceksin o golü, ya da iki tane atmayı becereceksin.. Yine de deplasman performansından ümitliyim önümüzdeki hafta.

18.02.2009

Futbol Bu Olmalı : Bordeaux 0-0 Galatasaray

Maçı izledikten sonra TRT ve NTV Spor'u izleyip röportajlara denk gelirim dedim. Sadece Ahmet Çakır'ı ve Hakan Ünsal'ı izledim. Daha sonra ayağa kalktım sağa sola baktım, hala dünyada mıyım, hala hayatta mıyım diye. Eğer ben bu adamlarla aynı dünyadaysam ve aynı hayatı yaşayıp aynı maçı izlediysem iki taraftan birinde ciddi sorunlar olduğunu düşünüyorum. Ahmet Çakır ve Hakan Ünsal bir karamsar, bir kötü, anlatamam o konuşma tarzlarını. Hani maçı izlememiş olsam da ilk önce ikisini dinlesem derim ki herhalde Galatasaray 6-7 tane yedi de öyle dönüyor İstanbul'a. Bir de Kewell'a yükleniliyor ki çıkana kadar gayet başarılıydı, ben herhangi bir olumsuzluk görmedim, kaçan golde Rame kendini fırlattı topun önüne ve kurtardı diye Kewell suçlanamayacağına göre başka da hatası yoktu. Bu izlediğim iki yorumcu maçın kendisinden de pek hoşnut değildi. Skoru iyi bulsalar da ana temaları kötü oyun üzerine kuruluydu. İnternette de özellikle sözlüklerdeki ilk yorumları ağzım bir karış açık okudum. Bu maç bu kadar kötü ve sıkıcı değildi. Futbolu sadece skor olarak görenler maç için kötü diyebilirler ancak ben böyle düşünemiyorum. Orta sahada Mehmet'in oyunu, Arda'nın stoper oynayan yıldızlara taş çıkarırcasına çaldığı toplar, Bordeaux'nun ortadan gidemeyip kilitlenerek kanatlara oyunu olumlu şekilde yaymasıyla sadece futbolu seven bir gözle bakıldığı zaman 90 dakika boyunca keyif veren bir maç oldu.

Geçelim maçın kendisine. Öncelikle kadro 3-5-2'ydi ve bu olabilecek en iyi tercihlerden biriydi. Bu takımda Hakan Balta olsun veya olmasın bir sağ bek oynamadığı sürece 3-5-2'den şaşılmamalı, bunu ben demiyorum, ligin ilk yarısının son bölümü bağıra bağıra bunu diyor. 4'lü savunmada ısrar edilince Meira da Mehmet Topal da boşluk doldurmaktan kendi işlerini yapamaz oluyorlar. Maç öncesi yenilmeyeceğimize emindim 3-5-2(aslında 3-6-1) dizilişini gördüğümde.
Maç öncesi taktikten bahsedip maçın kendisine geçtiğimizde aklıma gelen ilk şey Mehmet Topal oluyor. 3'lü savunmanın en fazla yaradığı isimdi Meira ile birlikte. Arkasında sağlam isimler, kanatlarda koşmaktan bıkmayan iki oyuncu ve önünde pres yapan bir Lincoln ile birlikte Mehmet Topal takımın gizli lideri konumundaydı. Bu sezon ön libero/defansif orta saha olarak bundan daha etkileyici bir performans görmedim ben Galatasaray'da. Hatta bireysel olarak da bu sezonki en iyi bir kaç performans arasına çok çok rahat alabilirim. Kestiği toplarla Bordeaux'nun ortadan gelmesine engel oldu, bu göz alıcı performansıyla Gourcuff'u da sildi attı. Önündeki Lincoln pres yapınca Mehmet için maçın yıldızı olmak daha da kolaylaştı.

Defalarca 3-5-2 dedikten sonra Meira'ya da değinmemek olmaz. Maç boyunca ligde 20 maçtır eleştirilen o hatalarından eser yoktu. Sadece 80. dakikada bir kafa vuruşuyla topu uzaklaştırmak istedi ve başarısız oldu, ki bu hatayı yapmak için diziliş veya Meira'nın görev bölgesi gibi şeylerin bir etkisi yok, kafayı vurdu ve top taca değil rakibe gitti, hepsi o. Meira da sezon genelindeki performansının üzerindeydi yani..
Kewell'ın geri dönüşü de bana göre beklenenden daha iyi oldu. Her ne kadar usta yorumcular(!) bugünkü performansını yerden yere vurmaya kalksalar da, 20 dakikadan fazla oynayamayacak haldeydi diye veryansın etseler de Kewell çıkana kadar gayet iyiydi, zaten haftaiçi 45-60 dakika civarı oynayabileceği de yapılan açıklamalardan belliydi. Lincoln ise Mehmet hakkında konuşurken dediğim gibi bugün farklıydı her zamankinden. Genelde orta yuvarlakta topu bekleyen adam top rakipteyken Ayhan'ın yanına geçip oyun kurucudan ziyade orta sahanın ortasında O'nunla birlikte yer aldı. Bu şekilde de 1 oyuncu daha fazla oynuyorduk orta sahada ki taktikten 3-5-2 yerine 3-6-1 diye bahsetmemin ana sebebiydi Lincoln'ün bu akşamki görevi. Genelde oyunlarda hayali/sanal olarak gördüğümüz 3-6-1 bugün somut olarak karşımızdaydı. Olumlu olduğunu söylemek fazlasıyla mümkün, rövanşta da aynı taktikten şaşılmamalı bence. Haftasonu ligde aynı takım bir kaç deneysel hareketle test edilmeli ve rövanşta aynı şekilde sahaya çıkılmalı. Son 1 aydaki performanstan sonra fazlasıyla keyif vericiydi takım bu haliyle.

Blogda klasik haline gelmeye başlayan son paragrafı hakemle bitirme adetini sürdürelim yine. Zaman zaman iki tarafın canını sıksa da sonuca etki edecek bir şey yapmadı. Baros'un kart gördüğü pozisyonda kolları açık olsa penaltıyı alacak ama kollar önde olunca penaltı değil elle oynama verdi. Eğer elle oynama değil de kaleciye faul diye düdük çalıp, Baros'a da itirazdan kart verdiyse işte o zaman skandal derim bu karara ama elle oynama vardı sanırım. Bir de hava topunda Bordeaux'nun penaltı isyanı vardı ki bir an televizyonun içinden geçip Ayhan'a selam vermek istedim. Öyle basit bir anda o hareket nasıl yapılır anlamıyorum, penaltı çalsa kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Bir de Wendel'in kendini yere attığı pozisyon var ki evlere şenlik, burada ikinci sarı çıkartmayan hakeme bir daha bu seviyede maç verirken iki hatta üç kere düşünmeli UEFA. Bir de Lincoln'ün penaltı pozisyonu var ki verseydi neden verdi diye sorgulanamazdı, vermemesi de aynı şekilde sorgulanmamalıydı.

Maç güzeldi, keyif verdi, benim için tadı damakta kaldı bile diyebilirim. 90 dakikanın hepsinden zevk aldım, takımım baskı kurarken de baskı yerken de.. Haftaya futbol ve mücadelenin kalitesi düşmesin, tur sıkıcı futbol yerine böyle gelsin gelecekse.

Not Defteri #12

  • Acilen bir açıklama bekliyorum kendi bilinçaltımdan veya bununla ilgili bir uzmandan. Rüyada Zooey Deschanel ile langırt oynamak nedir, neye işarettir bu. Böyle bir rüyayı insan neden görür. Tamam dünya standardında bana karşılık gelen kelime deli olabilir de, böyle de olmasın ama.. ama olmasın böyle de.. bu ne lan.
  • Tamam kendisi bana göre en güzel 2-3 kadın oyuncudan birisi, futbolu da severim de. Langırt ile alakamı pek çözemedim, oynamaktan haz aldığım, öyle coşup sürekli langırt oynadığım asla söylenemez. Ayda bir defa oynamak gibi bir ortalamam bile yok.
  • Teknosa Türkiye Kupası için İzmir'de olan herkes gel kombine alalım diyor. FM diliyle konuşmak gerekirse "all out attack" modundalar. Herkes baskı kurdu, tatilimi 3-4 gün önceden sonlandırıp hiç mi hiç gidemem oraya. Marmaris'ten tatil bitmeden gitmem hiç bir yere dedikçe daha çok yükleniyorlar, yemezler.
  • İddaa'da bir sürü tek maç olayı başladı, bu sanırım 1 Mart 2009 öncesi insanları iyice alıştırmaya yönelik bir hamle. O tarihten sonra diğer sporlar da eklenecek iddaa'ya.. O zaman işte doğru yolu bulacaklar, sadece futbolla olmuyordu. Beko Basketbol Ligi ve Formula 1 bile gelse yeter de artar bana. Acaba kuponlar da değişecek mi diye merak ediyorum.
  • Gölgede ve Güneşte Futbol'u Marmaris'e geldim geleli okuyamadım, İzmir'e döndüğümde iki günde sonlandırırım kitabı.
  • Tatil başında dediğim gibi eski oyunlarla aram pek iyi bu aralar. NBA'in yılını yanlış söylemişim ama.. NBA Live 2004'müş oynadığım, dynasty mode bir defa başlandı mı esir alıyor insanı. Bunun yanında NHL 2001 de ilginç bir alternatif oldu.
  • Arcanum'u indiriyorum bugün de. Tatilin kalanında onunla uğraşırım. İlk seferde Virgil'i kurtarmadım, kendim takıldım son bir kaç questte, şimdi o şerefsizi de kurtarıp da oynayacağım. Good olarak bitirmiştim oyunu, şimdiki karakterimi evil yapmayı planlıyorum, bir de öyle bitirelim.
  • Tatil bittikten sonra seri halde konserler başlasın İzmir'de, bu ara nedense konsere gidesim var. Bir de yıllardır sadece iki kere 1. Lig maçlarına gittim İzmir'de, bu sezonun ikinci yarısında haftasonu planlarımda önceliği Bank Asya 1. Lig'e verdim.

2009/2010 Sezonu Formaları : Real Madrid & Milan

Sağ göğüsteki armayı merak edenler olacaktır, soru gelmeden ben cevap vereyim : Real Madrid'in 1902'deki arması..

Yine ince çubukluya dönmüşler, bu kadar çok çubuk olunca bana pek hoş gelmiyor Milan forması.

Mourinho'nun Inter'i

Milan maçından sonra Inter'in fiziksel olarak analizi yapılmış. Her ne kadar kendilerinden nefret etsem de sonuçlar da Inter'in ligdeki herkesten bir adım önde olduğunun canlı kanıtı niteliğindeler.

  • Inter kadrosunun boy ortalaması 1.84 ve takımın ortalama kilosu 80.
  • Takımın kilo olarak en zayıf bölgesi orta saha. 77.5 kiloya ve 1.81 boy ortalamasına sahipler.
  • En ağır kısım ise hücum hattı. Zlatan ve Adriano'nun olduğu yerde buna şaşırmamak lazım. Hücum hattının boy ortalaması 1.87, kilo ise 82.5.
  • Vieira, Materazzi, Cruz ve Zlatan 1.90'ın üzerindeki oyuncular. Cordoba, Maxwell, Cambiasso, Muntari, Zanetti ve Obinna ise 1.80'in altındaki isimler. Diğer tüm oyuncular 1.80-1.89 arasında.
  • Adriano-Zlatan ikilisi forvette birlikte oynadığı zaman ortalamaları 1.90 boy, 87 kilo oluyor. Korkutucu bir istatistik.

İstatistikler burada, herkes tuttuğu takım ile kıyasladığı zaman fark ortaya çıkacaktır sanırım. Yakın bir örnek vermek gerekirse bu gece Bordeaux maçına Volkan ve Sabri'nin olduğu bir takımla çıkıyoruz, varın gerisini siz düşünün..

Kutsal Atkuyruğu 42 Yaşında

18 Şubat 1967'de doğmuştu, bugün 42. yaşını da sonlandırdı. Fotoğrafta ise İtalya Ligi tarihinin gelmiş geçmiş en iyi iki 10 numarası yan yana, El Diego ve Il Divin Codino, tabii o zamanlar saçlar normal, at kuyruğu için bir kaç yıl daha var..

17.02.2009

Unutulmayanlar #14

6 yıl, 169 maç, 8 gol

2002 yılında takım Vittorio Cecchi Gori yüzünden, bizdeki karşılığı TFF 3. Lig olan, ülkenin 4. seviyedeki profesyonel ligi Seri C2'ye düşürüldüğünde takımdaki tüm yıldızlar serbest kalma haklarını kullandılar. Kalan tek yıldız Angelo Di Livio oldu..
33 yaşında geldi, 39'da formayı astı. Sonu biraz da Bülent Korkmaz'a benzedi aslında, bir sene daha kalabilirdi, istedi ama kal diyen olmadı. Bülent Korkmaz ve Angelo Di Livio isimleri geçtiği zaman zaten bu yüzden yüzlerini asıyor insanlar kendileriyle ilgili güzel şeyleri hatırlamadan önce...

Fernando Meira Üzerine #2

Dün akşam tam istediğim gibi bir yazı yazamadım, evden çıkmam lazımdı. Bu yüzden yazıda değinmek istediğim maçlardan bahsedememiş oldum. Yorum olarak extensor da örnek bir maç vermiş. Önce o maçtan bahsedip bir kaç maçta daha Meira ve oynadığı yere göre nasıl performans verdiğinden bahsetmek istiyorum.

"Aynen senin gibi düşündüğümü belirtip birde katkı yapayım yazına.
Türkiye kupasında ki Sivasspor maçında (Alisamiyen'de olan) Emre Aşık sağ stoper, Meira sol stoper olarak çıkmıştı.

O maçta ki Meira performansı harikulade idi.

İlle de Sabri sağ bek oynatılacaksa sağ stopere Meira'dan çok daha iyi hızlanabilen çok daha çabuk ve kesici bir isim olan Emre Güngör konulmalı. Meira'da sol stoperde hem Hakan Balta sayesinde Defansif görevlerinden biraz olsun sıyrılır, rahatlar.
Hemde bu rahatlıkla hücuma yapması gereken katkıyı fazlasıyla yapar.
Hem oyun kurma, hemde ileri çıkıp rakibi bozma işlemi olarak.

Ellerinize sağlık, saygılar."


Servet olmadığı zaman Meira'nın soldaki stopere, diğer stoperin sağdaki stopere geçtiğini biliyoruz. İşte yorumda gelen ilk örnek de bu yönde. Bahsi geçen maçta Sabri - Emre - Meira - Hakan dizilişiyle sahadaydı savunma. Sabri'ye yakın olan Emre olunca da Meira o maçın iyileri arasına girebildi. İlk bölümde belirttiğim gibi bu dizilişle oynandığı zaman Meira tıpkı Almanya günlerindeki gibi performans verebiliyor.
Penaltılarla biten kupa maçında savunmada Emre Güngör sağ beke geçmiş, onun yanındaki stoper de Emre Aşık olmuştu. Meira ise solda Hakan'ın yanında oynayan isimdi. O gün maç iki takım adına da beraberliğe kilitlenmiş olduğu için Meira veya diğer savunma oyuncuları hakkında net bir yorum yapmak güç olur. Deplasmanda oynanan ve savunmanın Meira-Servet-Hakan üçlüsünden olştuğu 3-1'lik Gençlerbirliği maçını ve yine aynı kurguda çıkılan 4-2'lik Beşiktaş maçını hatırlıyorum. O günlerde 3 stoperli oyunda Meira hakkında söylenenleri anımsar gibiyim "ilk yarının sonlarına doğru kendini buluyor", "Meira düzelecek, iyi gidiyor", "kötü başladı ama sanki düzeldi"... Sürüp gidiyor bu böyle..

Sabri olduğu zaman Meira ekstra işler yapmak zorunda, buna alışmadığımız sürece Fernando Meira gibi bir yıldızın aramızda kalma süresi git gide kısalacak. Gözünü kapatıp sırf eleştiri yapmış olmak için Meira'yı yerden yere vurmaya çalışanlar bu gerçeğin de farkında olmalı. Sadece 6 hafta kaldı Uğur Uçar'ın geri gelmesi için, 1 yıl sabrettik, 1.5 ay daha bekleyebiliriz. Nisan ayında Uğur Uçar düzenli olarak forma giymeye başlarsa o zaman Meira'nın form durumu ve oyunu hakkında çok daha iyimser konuşmaya başlayacağız.

Özet : Genoa 3-3 Fiorentina

16.02.2009

Fernando Meira Üzerine

Antalyaspor maçını yazarken Baros ve Arda'nın konumunu hemen özetlemiş, Meira için ise başka bir post ayıracağımı söylemiştim. Şimdi bakma zamanı Fernando Meira'ya ve yerlerde süründüğü iddia edilen performansına. Öncelikle görüşümü belirteyim, mevcut düzende Meira'nın peformansı ne iyi, ne de kötü bana kalırsa. Yapması gereken işi yapıyor, ne ekstra bir şeyler katabiliyor ne de zarar veriyor. Almanya'da gerekise hücuma çıkabilen, gol arayan, savunmada ise bir çok önemli yıldızı başarıyla durduran adam Türkiye'de bu kadar arka planda kaldıysa burada sorunu önce oyuncuda arayıp aç ağzı yum gözü felsefesiyle kendisine yüklenmeden önce bunun nedenlerine bakmak daha doğru olacaktır.
Öncelikle Galatasaray'ın savunma kurgusundaki düzensizliğe değinmek lazım ki zaten olayın çıkış noktası da burada yatıyor. 1 sene önce sakatlanan Uğur Uçar'ın yerinin doldurulamamış olması yanında oynayacak olanları doğrudan etkiledi. Uğur'un sakatlığından sonraki süreçte takım Emre Güngör takviyesiyle 6 maç gol yemeyip son yılların en etkileyici serilerinden biriyle şampiyonluğa ulaşsa da herkesin iki kişilik oynamaya çalıştığı, takımda sıra dışı bir dönemin yaşandığı bu son 2 aylık süreci Uğur'un sakatlığı ile başlayan karışık döneme dahil etmemek lazım. Bugün yine benzer bir durum olsa çok şey değişir. Gelelim anlatmak istediğim noktaya. Ortada duran iki stoperden sağ bek ile daha yakın oynayan isim Meira bu sezon. Sağ bekte Sabri'nin savunma özellikleri olmadığını, takımda en hızlı isimlerden biri olduğu ve yorulmadığı için o bölgede ilk tercih olduğunu biliyoruz. Sabri ve yapamadıkları konusu herkesçe bilinen ortak bir şey olduğu için pas geçiyorum bu kısmı.

Meira bu durumda kendi işini yaparken zamanında Song ve Tomas'ın Cihan Haspolatlı'nın oynadığı zaman yaptığı gibi sağ bekte o işi yapamayan arkadaşının da görevini yapıyor. Sabri geri gelmiyor, bu yüzden Meira hem tutmakla görevli olduğu adamı kontrol ediyor, hem de rakibin solundan gelen diğer oyuncuyla ilgilenmek zorunda kalabiliyor. Meira kendi oyuncusunu tutup diğeriyle ilgilenmediği zaman suçlu ilan ediliyor, boştaki adamı tutmadığı için eleştiri alıyor. Bu defa o boştaki adama gidiyor, o zaman da neden kendi adamını bıraktı ve pozisyon yarattı diye eleştiri alıyor. Birini yapsa öteki eleştiriliyor. Meira'nın bu sezon eleştirilmeyip de yerden yere vurulmadığı tek dönem Skibbe'nin takıma 3-5-2 oynattığı dönemdi. 3 stoperli sistemde orta sahadan gelen destekle savunmaya geçilince geri çizgi 5 oyuncuya çıkıyor ve böylece Meira da rahatlıyordu.
Skibbe tekrar eski sisteme dönüş yaptı. Bu da Sabri'nin sağ bekte olması ve sağ açıkta da Barış'ın oynaması anlamına geliyordu. Yani savunma yönü hücum gücüne oranla çok daha zayıf bir sağ çizgi. Bu durumda hücumda etkili olacak rakipler karşısında Barış ve Sabri'nin daha erken düşmesiyle Meira'ya daha büyük yük biniyor. Bu da Meira'nın kötü oynadığı izlenimine doğru sürüklüyor izleyenleri. Meira'nın kendine gelebilmesi için orada savunma yapmayı bilen birilerinin olması şart. O bölgede Linderoth bile olduğunda Meira gayet başarılı oluyordu, ne zaman ki oraya Sabri geçti, Meira da kötü transfer olarak anılmaya başlandı. Bu takıma Uğur Uçar döndüğünde veya takım 3-5-2 düzeninde oynadığında Meira o bildiğimiz Meira olacak. Sezon başından beri daha fazla gördüğümüz Sabri'nin olduğu 4'lü düzende Fernando Meira için işler asla yolunda gitmeyecek, en azından taraftarın ve izleyenlerin gözünde. Kendisi ve teknik kadro da yanındaki arkadaşının açığıyla uğraşırken işini iyi yapamadığının farkında olmalı. Yoksa şimdiye kadar hem Meira'nın adı transfere karışırdı hem de iyileşmesine rağmen Emre Güngör yedek kalmazdı.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO