31.10.2009

Digiturk - Lig Tv Sorunsalı


Digiturk tarafında olan bir sorun yüzünden böyle bir görüntüyle karşı karşıya kaldım.

"Link hatlarında meydana gelen bir arıza yüzünden yayınımız kesildi" ve "Alman televizyonundan kaynaklanan bir problem yüzünden sizlerden ayrı kaldığımız süre içinde ...." cümleleri o kadar beynimize işlemiş olmasına rağmen Lig TV'de böyle bir sorunla yıllardır karşılaşmadığım için açıkçası çatıya çıkıp çanakla mücadeleye girmeye yelteniyordum az daha. Sonrasında ekşi sözlük'te genel bir sorun olduğunu gördüm ve rahatladım.

Ben bu postu atarken yayın geldi sadece görüntü olarak, 3-4 dakika sonrasında da sesi geldi ve şu anda Lig TV normale döndü. Olan Antalyaspor - Bursaspor maçına oldu, o maçı da Maraton'dan sonra banttan vereceklermiş.

Fotoğrafı ise ben az evvel çektim, geçmişe götürdü beni, çocukluğumu hatırladım ve hüzünlendim...

Fotoğrafı paylaştığım franchi'nin yorumu da beni doğrular şekildeydi:
- o ne lan öyle Trt-4 gibi

Kösele

İzlediğiniz üzere, böyle bir adam Hürriyet gazetesinin Spor Servisinin müdürlüğünü yapmaktadır.

Bu yaptığını elbet hepimiz bir şekilde yapmışızdır, yapmadım diyen varsa da yapmamıştır ( polemiğe girmek istemeyen insan modeli ) ama bir insan ne kadar fanatik, ne kadar doğuştan bir takımı desteklese de, böyle bir yayın esnasında banttan bile olsa, geyiğine de olsa böyle bir şey söylememelidir.

Açık konuşayım, bunu duyduğumda hiç şaşırmadım. Çünkü zaten bu kişiden beklenilen bir şey. Asıl beklenmeyen o adamın oraya oturmasıydı ya neyse..

Yarın öbürgün tribünler kendisine koro halinde iyi dileklerini sunmaya başlayınca federasyonu göreve çağırır, bas bas bağırarak.

Hem de hiç utanmadan.

Not: Videoyu izleyemenler için facebook'taki linkini de vereyim:
http://www.facebook.com/video/video.php?v=167615531249&ref=nf

29.10.2009

Sessiz Sedasız..

Ben bile farkında değilim, blog 2 yaşını bitirmiş, 3. yaşına merhaba demiş geçen hafta.. 16 Ekim 2007 günü ilk postu girmişim buraya. Aslında blogda tam anlamıyla 2007 Kasım'ın son haftalarında seri halde yazmaya başlamıştım, yine de ilk postun atıldığı tarihi başlangıç olarak almak lazım.. 3. yaşı ve sonrasını da birlikte kutlamak dileğiyle...

Bardak Meselesi

Derbi bitti gitti, insanlar tartışmaktan sıkıldı ama inatla saçma saçma şeyler gündemde tutuluyor. NTV Spor gün boyu bardak olayını ilk sıralarda gösterdi haber bültenlerinde. Bardağın nereden atıldığı belli değilmiş, Galatasaraylılar mı atmış Fenerbahçeliler mi atmış hala belirsizmiş. Lig TV yayıncı kuruluş olarak bu bizim görevimizdir dedi ve görüntüleri gösterdi. Çift kat ağ örülü yerden değil pet bardak, kibrit kutusu bile geçemeyecekken inatla hala daha neyin tartışıldığını anlayabilmiş değilim. Bardak Fenerbahçe'nin kale arkası tribününden atıldı, bunu kendi taraftar forumlarında bile ispatladılar. NTV madem ki bu tartışmaları tam ortasından takip ediyor, neden bunları da göremiyor ? Ya da neden görmek istemiyorlar diye mi sorsak ? Her zaman en güvendiğim kaynaktır NTV ancak 90 Dakika'nın yayından kaldırılması ile başlayan ve Mehmet Topuz transferi ile başlayan ilginç bir sürece girdiler nedense.

Buyrun Lig TV'de Oğuz Tongsir'in haberine bakalım önce hep birlikte :
http://www.ligtv.com.tr/VideoHaber/?r=1&hid=63199

Burada tatmin olamamış olabilir insanlar, Fenerbahçeli arkadaşlarımız bu görüntülere rağmen "tel örgülerden geçip Keita'ya geldi" diyebilirler. Kendi stadlarında deplasman tribününde çift kat ağ ve tel örgü olduğunu bile bile aksini iddia edebilirler. Taraflı gözle bakan adama o ağdan otomobil bile geçti diyebilir, hak vermek lazım amacı doğruları baltalayıp gerçeklere reddetmek olanlara.
Ancak bir de antu.com forumlarında yayınlanan şu video var ki tüm bardak tartışmalarına noktayı koyuyor. HD yayından alınmış bu kısacık görüntü her şeyi net olarak açıklıyor. Video 14 saniye boyunca aynı görüntüyü tekrar ediyor, burada dikkat edilmesi gereken şey bu değil tabii ki, Lig TV logosunun hemen sol tarafından görüntüye giren pet bardak esas konumuz. Görüldüğü üzere "Galatasaray tribününden geldiği iddia edilen ve NTV'nin de Fenerbahçe tribününden atıldığını gün boyu kabul edemediği bu bardak" açık şekilde kale arkasındaki Fenerbahçe tribününden atılmakta. Bloga eklediğim haliyle bu bardak pek görülemiyor, Lig TV logosunun solundaki üstünde sarı yazılar olan kırmızı pankartın olduğu bölgeye dikkatle bakınca anlık olarak bardağı görmek mümkün. Videoyu indirince çok daha net belli oluyor, buraya eklediğim gibi çok belirsiz durmuyor. Net olarak bardağın Fenerbahçe tribününden atıldığını görmek isteyenler antu.com'da da yayınlanmış olan bu videoyu aşağıdaki adresten indirebilirler :
http://hotfile.com/dl/16040913/a8020d5/yeterrr.wmv.html

Ali Sami Yen'de yapılsın, kim attı diye tartışma olsun ve bizden atılmış olsun, yine böyle videolar ve gerçek kanıtlar üzerinden burada paylaşayım. Derdim Fenerbahçe'yle değil, zihniyetlerle. Bardağın nereden atıldığı açık ve net belli, posttaki fotoğrafta görüldüğü gibi maytapın geçemediği yerden kocaman pet pardak nasıl geçebilir ? Üstelik Galatasaray taraftarına su satışı yapılmamışken..

Lütfen fanatizmin pençesine bu kadar düşülmesin, %100 olarak nereden geldiği belli olan bir cisim hala "bizden değil sizden geldi" diye tartışılmasın. İnsanın eline ne geçer ki kesin olarak doğru olan şeyin aksini iddia etmekle ?

Hadi taraftarları geçtim, herkes objektif olmak zorunda değil bu bardak konusunda. Dedim ya aksini iddia edip Galatasaray tribününden geldi diyene de sesimi çıkarmam, hak veririm, o kişinin taraftarlığı ve içindeki fanatizm "Fenerbahçe tribününden atıldı" demeye el vermez. Ancak ülkenin bir numarası olan haber kanalı neden bu kanıtlanmış şeyi hala "kim attı belli değil" diye ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor ki ?

Umarım gece 00.00'da yayınlanacak Spor Gecesi'nde de aynı haberi görmeyiz "bardağı kimin attığı belli değil" diye.. Belli işte..

28.10.2009

Bir Garip Maç

Türkiye Kupası'nda play-off turu ilginç skorlara sahne oldu ki bu turun bombası akşam saatlerinde oynanan Denizlispor-Gaziantepspor maçıdır. 90 dakika golsüz bitiyor ve uzatmalara geçiliyor Denizli'de. Gol dakikaları resimde gözüküyor. Benim merak ettiğim 90 dakika boyunca ne yapmışlar bunlar. 4 dakikada 4 gol atılıyor ilk uzatma devresinin sonunda, ikinci uzatmada ise gol yok.. Beni benden alan da zaten Demir'in yorumu oldu gol dakikalarını bana iletirken : "ADAMA 90 DAKİKA NE YAPTINIZ DİYE SORARLAR !"

Elano Out Linderoth In !

Rolantide giden bir macti, 60 ve 70. dakikalar arasi sinirler biraz gerilse de Galatasaray yuruyerek bitirdi maci..

Macin en onemli ani tabii ki Galatasaray 2-0 ondeyken Elano'nun gordugu kirmizi kart.. bu da demek oluyor ki Sivasspor macina Baros, Keita ve Elano'dan yoksun cikacak Galatasaray.. Sadece Sivasspor degil, Diyarbakir macinda da sahadaki yerini alamayacak muhtemel cezalar sonrasi Keita ve Elano.. Aslinda Elano acisindan iyimser basladi mac benim acimdan.. Ters kanada attigi 2 top ile gelisen Galatasaray atagi, kafasi rahatken boyle isleri daha iyi yapabildiginin gostergesiydi Elano icin ama gordugu kart gercekten cok ama cok anlamsiz bir kart hele ki boyle bir donemde.. Macin 1 farkla bitmis olmasi kesinlikle Elano'yu hakli cikartamaz.. Zaten Galatasaray'in bu maci vermesi icin ekstra caba sarfetmesi gerekiyordu.. Macin tek eksi yonu bu Galatsaray icin.. Hucum hattinda Baros ve Keita'nin yoklugunda her ne kadar performansi begenilmesede Elano da olmayacak onumuzdeki haftalar..

Macin Galatasaray icin iyilerine gelirsek; Aykut, Kewell ve her ikili mucadelede yuregimizi agzimiza getiren Tobias Linderoth.. Kewell son vuruslarda ne kadar farkli oldugunu gosteren bir gol ve tek pasin anlam ve onemini suratimiza carpan bir asistle bitirdi maci.. Bana gore tac atisindan gelen birde sayilmayan golu var..

Aykut ise aldigi sansi bugun en iyi kullanan isimdi yedekler adina.. Gelen her sutu cikartmasi belki de macin Galatasaray adina bu kadar rahat gitmesini sagladi.. Kalede guven veren bir Aykut izledik Bucaspor karsisinda..

Son olarak Linderoth'a geldim.. Bence Galatasaray'in futbolunu bir ust seviyeye tasiyacak isimdir Tobias Linderoth.. Oynadigi bolgede olmasi gerektigi gibi temiz bir oyun oynayan ve yeri geldigi zaman uzun toplariyla takima pozisyon saglayan tam bir orta saha adami.. İkinci golun yarisi Linderoth'un zaten.. Ayhan oyuna girince daha bir anlasildi Linderoth'un degeri gozumde.. Ayhan calim atarak, topu ezerek, kafasini one egerek takimi ileri cikartmaya calisiyor bunu yapamayinca da geriye oynuyor, Linderoth ise ayaginda 3-4 saniye topu tutup ya uzun pas atiyor ya bostaki arkadasina oynuyor ki o bolgenin adaminin yapmasi gereken budur.. Ayrica uzun paslardaki isabet orani da inanilmaz bir artidir Galatasaray icin..

Bucaspor'da ise Mehmet Batdal her ne kadar silik bir goruntu verse de bence fizigi ile Super Lig'de is yapabilecek bir oyuncu.. Bu forvet yoklugunda devre arasi kendisine bu sans verilebilir eger erken davranilirsa.. Ankaragucu'nden akillarimiza kazinan Yilmaz ise hala sert sutlarinda formda oldugunu gosterdi ilk yari.. Belki Mehmet Batdal penaltiyi kacirmasa bambaska konular konusulabilirdi ama Galatasaray her ne kadar fazla pozisyon versede cok hakim bitirdi maci.. Mactan sonra onumuzdeki kritik haftalar icin Elano bir kayip, Linderoth ise buyuk bir kazanc olarak akillarda yer etti.. Galatasaray taraftari ise saniyorum Sivasspor macinda eski kimligine burunecektir..

Son olarak Galatasaray Ali Sami Yen'de ve hafta ici kupa maci oynamisken 16.00'da Sivas'la karsilasacak pazar gunu.. Ayni gun Fenerbahce'nin Kayseri deplasmaninin 20.00'da baslamisinin ayri bir aciklamasi olmali, zira arastirdim pek bir sey bulamadim.. Bilen varsa yazsin.. Bu kadar anlamsiz bir programin bir aciklamasi olmali cunku..

Yapma Canım, Yapma Arkadaşım...

Fiorentina birazcık iyi gitmesin, anında birileri laf etmeye başlıyor. Elin ağzı torba değil tabii, büzemiyoruz. Inter'in Sırp orta sahası Stankovic bizim takımın en gözde oyuncusu Jovetic hakkında konuşuyor ve bakın ne diyor :

- "Bu sezonun yeni yıldızı Jovetic. Kaliteli bir oyuncu, muazzam bir yeteneğe sahip ve Prandelli tarafından eğitilmek gibi bir şansı var. Fiorentina'dan sonra zirvedeki bir kulübe gidecektir buna eminim. Kendisine Inter'e gelmesini tavsiye ediyorum."

Evet Stankovic, haklısın Stankovic, yeter ki sus Stankovic.. Sıcaklar da geçti, ne çarpıyor bu adamları böyle anlamıyorum ki..

Bu Ne Hız ?

Ara transfere 2 ay var ama söylentilerin ardı arkası kesilmiyor. Bu defa kaynak Alman 4-4-2.com sitesi. Fiorentina ile ilgili bol bol spekülasyon var ki biri hariç hepsine olumlu bakıyorum aslında.

İlk habere göre Bayern Münih'in wonderkid savunmacısı Brezilyalı Breno ile ilgili. Corvino'nun daha önceden de almak istediği bu yıldız adayı ile yeniden ilgilendiğini yazmışlar. Bayern'in satışına izin vereceğini söylüyor Alman basını ve bu satışı gerçekleştirecek kulüp olarak da Fiorentina'yı göstermiş bu site. Henüz söylenti olarak dolaşmakta olan bonservis bedeli de 13 Milyon €. Bu transferin gerçkleşme ihtimalinin iyiden iyiye arttığını ve anlaşmanın yakın olduğunu söylüyorlar. Diğer haberlerden biri ise Juventus'un kendine bir sol bek aradığı. Bunun için 3 aday varmış : Dossena, Taiwo, Vargas. Vargas gibi mevkiisinde şu an dünyanın en iyisi 2-3 isimden biri olan oyuncuyu Juventus'a satmak, hele ki Melo transferinin dumanı daha tüterken buna teşebbüs etmek akla hayala sığacak bir şey değil. Yazmak, öyle bir ihtimali düşünmek, bunun olacağını hayal etmek bile korku salıyor. Tahminimce bu gerçekleştiği anda Floransa havaya uçar.

Son transfer ise düğün-bayram sebebi benim için. Forvet arayışındaki Milan'ın Mutu'ya yöneldiği yazılıyor. Bedava olsa veririm ben, hiç düşünmem. Bu transfer için gayet akla yatkın, gerçekleşmesi muhtemel, herkesin memnun olacağı bir senaryo var ortada : Milan Huntelaar'ı bize veriyor, üzerine de 5 Milyon € veriyor ve Mutu'yu alıyor. Gerçekleşmesi durumunda beni havalara uçuracak bir transfer olur bu. Bu kadar söylenti var Fiorentina şunu-bunu alıyor diye, bir tanesi bari gerçek olsun, o da bu olsun mümkünse..

27.10.2009

Milliyet Umrumuzda Mı ?

Son haftalarda Milliyet gazetesinde Galatasaray üzerine inanılmaz bir çamur atma sevdası peydahlandı. Nedendir, ne değildir bilmiyorum ama kendilerini küçültüyorlar, başka da bir şey olmuyor.

Son olarak "Elano'nun Umrunda mı ?" başlıklı bir haberle zıvanadan çıktıklarını gösterdiler. Haberin görüntüsünü koydum ama, yazısını da kopyalayayım.

"Elano'nun Umrunda mı ?

Galatasaray’da derbi hüsranı kadar, Elano’nun maç sonrasındaki davranışları tartışılıyor.

Maçın bitiminde, sarı-kırmızılılar yenilgi nedeniyle büyük üzüntü yaşarken, Elano mağlubiyeti adeta umursamadı. İşte o şaşırtan olay...

Yer Şükrü Saracoğlu Stadı’nın kapalı otoparkı. Maç bitmiş ve konuk ekibin otobüsü Florya’ya doğru yol almış. Zafer sarhoşu Fenerbahçeli futbolcular ise özel araçlarına binerek bir bir stattan ayrılıyorlar. Önce Carlos, ardından Deniz, Semih ve Emre... Hepsinin yüzü gülüyor. Ancak bir kişi var ki, onların sevincine ortak oluyor, kendi arkadaşını ise yalnız bırakıyor. O da Elano Blumer. Brezilyalı doping testi için Arda Turan ile statta bekliyor. Kontrolden de erken çıkıyor ve soluğu Vederson’un yanında alıyor. Koyu sohbete Kazım’ın 10 kişilik akraba grubu da katılıyor, fotoğraflar çekiliyor. Bu sırada ağlayacak gibi duran Arda testten çıkmış ve Elano’nun sohbetinin bitmesini bekliyor. Elano ise kahkalar içinde muhabbetini sürdürüyor. Sonra Lugano katılıyor gruba ve Elano, Uruguaylı’nın çocuğuyla ilgileniyor. Arda ise hayretler içinde ama sessizce bekliyor. Sonra sohbet bitiyor ve Arda ile Elano kulübün tahsis ettiği siyah ciple Florya’ya doğru yol alıyorlar. "

Şimdi fazla yorum yapmıyorum burada. Keita'yı profesyonel davranmamak, sinirlerine hakim olamamakla eleştiriyoruz. Böyle bir milletiz işte. Basınımız da takdire şayan.

Telif hakkı detaylarıyla uğraşmamak için bu haber'in MİLLİYET gazetesinin internet sitesinden alıntı olduğunu belirtir, bu haberdeki bütün art niyetin onlara ait olduğunu arz ederim.

Bu da haberin linki :
http://www.milliyet.com.tr/Spor/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=6&ArticleID=1154906&Date=27.10.2009&b=Elanonun%20umrunda%20mi


Ekleme, franchi : Oğuz'un bu yazısına bu noktada ekleme yapmazsam çatlarım. Bloglardan utanmadan yazı çalıp kendi haberiymiş gösteren sevgi pıtırcığı medyaya selam olsun. Sizden de bu hassasiyeti görmek isteriz çaldığınız haberlerde.

U17'yi De Mor Menekşe Taşıyor

Nijerya'da devam etmekte olan U17 Dünya Kupası'nda İtalya ilk maçını Cezayir'e karşı oynadı. 1-0 biten maçta golü atan isim Federico Carraro. Yani Gilardino'nun bıraktığı yerden milli takımı taşımaya devam ediyor Fiorentinalı oyuncular. Videoda görebileceğiniz güzel golle takıma galibiyeti getirdi genç mor menekşe.

Kim, Ne Kadar Oynadı ?

Liste Toscana ve Umbria bölgesinde yayın yapan Floransa merkezli La Nazione gazetesinden, bu sezon şimdiye kadar hangi futbolcunun kaç dakika oynadığını gösteriyor. Listede pek şaşırtıcı istatistikler yok bir istisna dışında. De Silvestri'nin bu kadar az oynamış olmasına anlam veremiyorum. Comotto ile yer değiştirmiş olmalıydılar bu listede. Ayrıca bana hiç oynamıyormuş gibi gelen Pasqual'in de Gobbi ile arasında sadece 140 dakika var, 2 maç bile değil bu fark.

Frey 1329
Gamberini 1236
Vargas 1182
Comotto 1130
Gilardino 1074
Montolivo 1071
Zanetti 976
Dainelli 898
Marchionni 847
Jovetic 823
Gobbi 717
Mutu 696
Donadel 622
Pasqual 573
Kroldrup 379
Santana 367
Jorgensen 321
De Silvestri 193
Natali 114
Avramov, Castillo, Savio 0

26.10.2009

Andrea Della Valle Geri Dönüyor!

Bundan 1 ay önce ani bir kararla başkanlığı bırakan Andrea Della Valle yeniden başkanlık koltuğuna oturmaya karar verdi. Henüz pek detay yok, yarın daha dolu şeyler çıkacaktır ortaya. Kendisi Macaristan'daki Debrecen-Fiorentina maçını izlemeye gitmişti, hemen ardından dün oynanan Napoli maçında da Artemio Franchi'deydi. Daha önce 1-2 maçı daha yerinde izlemişti, yani geri dönüş sinyallerini vermişti yavaş yavaş.

Seni İstemiyorum Arjantinli...

Bu adam madem oynamayacaktı ne diye transfer edildi ? Madem ki Ufuk Ceylan gibi bir yetenek tribünde oturtulacaktı Manisa'ya neden 3 oyuncu ve para verildi ? Bu kadar masrafla gidip Sercan'ı veya istediğimiz başka bir genç oyuncuyu alamaz mıydık ? Kullanmayacağımız oyuncuyu alıp da kariyerini bari baltalamayalım. Bugün bu takımda sırf yabancı diye Leo Franco oynatılıyor ve Ufuk Ceylan tribünde oturuyorsa ben isyan da ederim, cinnet de geçiririm. Kimse de çıkıp bana itiraz etmesin, sene başında sözlüğe yazdığım entry yüzünden linç edilmediğim kalmıştı Franco'ya neler diyorsun diye. Az bile demişim zamanında.. Geçen pazar gününden beri 2 maçtır bas bas bağırıyorum Leo Franco'nun yaptıklarını. Topa uçamadığını, yerden gelen toplarda ön direğe çıkıp geçip arka tarafı boş bırakıp verdiği pozisyonları, hepsini söylüyorum ama suçlu ben oluyorum. Çünkü Arjantinli, çünkü yabancı oyuncu, çünkü herkes uzman, herkes en iyisini biliyor, ben basit bir taraftar olarak Leo Franco'nun kötü olduğunu söyleyemem. Hem Nezihi Boloğlu zaten çok iyi antrenör, kimin ne hatası olduğunu hemen şıp diye bulup kaleciyi geliştiriyor(!)
10 maçta 15 gol yiyen kaleci Galatasaray gibi bir takımın kalecisi olamaz. Bitmiştir bu tartışma. Benim gözümde Trabzonspor ve Dinamo maçlarının en başarısız iki isminden biri olan Leo Franco zaten bitmek üzereydi, derbi ile iyice bitti. Yaptırdığı hareket penaltı değildi, maç yazısında o tartışmaya girdik zaten. Ancak bunu derken ekliyorum; penaltı verilmese zaten golü yiyorduk, değişen bir şey olmuyordu. Arjantin'de nice kazma kalecilerin önünde yer alamayıp milli takıma seçilememiş bu adam Galatasarayımın kalesini korumasın. Ben Ufuk Ceylan'ı istiyorum. Bir yanda Hakan Arıkan, bir yanda Volkan Demirel alkışlanırken ben elin oğlu yüzünden sinir olmaktansa Ufuk Ceylan'ı iyisiyle kötüsüyle alkışlamayı istiyorum. Leo Franco denen adam benim gözümde bitti artık, 1 haftadaki 3 maç sonrasında kredisini -hangi kredi?- tüketmiştir tamamen. Yanlış anlaşılmasın bu arada, kendisine olan bu sert eleştirilerimin sebebi derbide kötü kullandığı iki geri pas değil. Keşke tek hatası onlar olsa da susup otursam. Gelen her topta ön direğe haddinden fazla çıkıyor, olması gereken yerde duramayıp sağa sola ve ileri aşırı derecede açılıyor. Zaten Franco'nun bu özellikleri yüzünden 2000 yılında Mallorca'yı 4-1 yenmedik mi İspanya'da? Gelen toplarda çok önceden yatıyor, çök önceden kendini atıyor ve en basit karamboller bile golle sonuçlanıyor kalemizde. Yenen ilk gol ofsayt tartışmalarına kurban gitse de Leo Franco'nun olması gereken yerden bir kaç adım önde ve ileride olduğunu görmemek olmaz. O pozisyonda bir kaleci ön direğe fırlamaz, yerinde durup pozisyonun gelişmesini bekler. İlk golde ofsayt tartışmaları söz konusu olmasa Leo Franco golün bir numaralı suçlusu olacak ama ofsayt kendisini kurtarmış gibi oldu. Veya o geri paslarda zorlayıp ileri vurmaktansa taca vursa bu tehlikeler yaşanır mıydı, daha da önemlisi 2. gol olur muydu ?

Kendisini böyle sert şekilde eleştirirken derbiyle sınırlı kalmayayım, sonra derbi yüzünden bunları yazıyor olurum. Derbinin gazıyla kaleci asıp kesecek olsam dün akşam sıcağı sıcağına Leo Franco'yu yazardım tek başına.. Son maçta hakkında yazdıklarımı buraya taşıyorum ki derdimin tasamın sadece derbideki hataları olmadığını anlatabileyim herkese:

Dinamo Bükreş maçı sonrasındaki maç yazısından :
"Ayrıca Aydın ve Sabri'yi böylesine geliştirebilen bu teknik ekibin acilen el atması gereken bir isim var ki o da Barış Özbek. Gerçi Barış'tan pek bir şey olacağı yok ya neyse.. Böyle kendini yıldız gibi görüp, lider edasıyla takımı hücuma kaldırmaya çalışıp da çok kötü ara paslar atan ve basit top kayıpları yapan adama özellikle Neeskens'in söyleyeceği çok şey olmalı. Tıpkı aklı mantığı yerinde bir antrenörün Leo Franco'ya "Sen ne yapıyorsun arkadaşım ?" demesi gerektiği gibi. Arka direkte kaleye giderken Uğur'un çıkardığı bir top var ya, o pozisyonu ve Trabzon'un 3. golünü yan yana koyup öyle düşünün Leo Franco'yu. İki maç üst üste aynı hatayı yaptı biri gol oldu birinde şanslıydı çünkü Uğur arkasında rakibi tutuyordu. O tip pozisyonlarda kaleyi bırakıp ön direkten bir adım önde top karşılamayı düşünen bir kaleci olmaz, olamaz, olmamalı. Ayrıca toplara uçması gerektiğini de biri hatırlatmalı, yere düşüp de üstünü pisletirse dert etmemeli. Olduğu yerde yana devrilerek top çıkarmaya çalışmasın bir kaleci. 1-2 maç iyi oynadı diye göklere çıkarıldı ama bu basit hataları ve kötü hamleleri de dile getirilmeli, galibiyetin ardında kaybolup gitmemeli."

Görüldüğü üzere derbi öncesi 2 maçta kendisi hakkında endişelerim tavan yapmıştı, bugün kendisine olan umudum bitti işte.. Son 3 maçı geçip az daha geri gidelim, sezonun şimdilik en sürpriz sonucu olan Ankaragücü mağlubiyetine dönelim. Yediği 2. golde bu kalecimsi yaşam formunu dikkatle izleyelim. Kaleye çocuk koysak daha aklı başında hareket ederdi. Bu kadar çaresizce gol yer mi Galatasaray kalecisi? Bir kere hep o söylediğim ön direğe haddinden fazla gelme durumu var o golde. Orada yine arka boş ama top üzerine doğru geliyor. Hadi madem çıktın yine direğe doğru, gelen topu tut da bir işe yarasın o çıkış. Eline gelen topu çeliyor ve rakibe gidiyor top yine. Devamında da elleriyle atlayacağı topa bir savunmacı gibi ayaklarıyla girmeye çalışıp golü yiyor. Israr gerek yok, Leo Franco olmayacak, bu kadar basit. Nasıl ki 2 kere 2'nin sonucu kesin ve sabitse, Leo Franco'nun bizim kalecimiz olamayacağı da kesin.

Barcelona'da gencecik kaleci Valdes'i altyapıdan yetiştiği ve kulübün evladı olduğu için destekleyip as kaleci yapan Rijkaard neden burada Ufuk'a güvenmiyor anlamış değilim. 2003/2004'te Rijkaard, Barcelona'nın başına geçtiğinde Rüştü'de kaleye geçecekti. İkisinin de ilk sezonuydu, Victor Valdes de o sezon Barcelona A takımı ile topu topu 14 maça çıkmış genç bir kaleciydi sadece. Rijkaard, Dünya Kupası'ndaki müthiş performansı da sırtlayıp gelen Rüştü'ye şans vermeyip Valdes'te ısrar etti. Biraz yabancı kuralının etkisi vardı bunda ancak o dönemde mahkemeye dava açıp AB statüsünde oynamak mümkündü. Yani isteyen çok rahat şekilde Rüştü'yü 1. kaleci yapabilirdi sezon içerisinde. Ancak o dönem ısrar edildi ve Barcelona iyisiyle kötüsüyle kendi altyapısından yetişen kalecisi ile yola devam etti. 6 sezondur da Valdes'in yerine o kaleye kimseyi koymadılar, futbolseverler olarak Valdes'i çoğumuz beğenmesek de böyle bir gerçek var. Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı yani Volkan'ı ve Hakan'ı geçtim, genç yaştaki Sinan Bolat kalecilik yapıyor Belçika'da, paylaşılamayan adam oldu önceki transfer döneminde. Ümit Milli Takım kalesini çok başarılı şekilde korumuş, tüm Türkiye'nin takdir ettiği isimlerden biri olan Ufuk Ceylan tribünde otururken elin Arjantinlisi gelip amatörce goller yiyorsa, mahalle takımı kalecisi edasıyla sağa sola kendini savurup Galatasaray'ın da başarısına dolaylı yoldan mani oluyorsa lütfen bana sus demeyin, "sabır" demeyin.. Yok çünkü, Leo Franco'dan as kaleci olmayacak, bu kadar basit. Daha yolun başındayken koyalım Ufuk Ceylan'ı kalemize ve rahat edelim. De Sanctis sancısını atlatamamışken bir yenisini daha yaşamayalım, hiç gerek yok. Otursun kenarda efendi efendi parasını alsın Leo Franco..

Ayrıca şu gerçeği de her Galatasaraylı kendi yüzüne vurmalı : Leo Franco'nun 10 maçta 15 gol yediği ligde Ufuk Ceylan daha kötüsünü yapamazdı. Tabii sezon başındaki bir kaç maçta Ufuk bizde değildi, onu göz önünde bulunduruyorum. Geldiğinden beri tüm lig maçlarında Ufuk oynasa maç başına 1.5 gol yeme ortalaması tutturmazdı, daha başarılı olurdu.

Yeni Nesil Tedavi

Sakatlanan futbolcuyu öpücükle tedavi etmek..

NOT : Bu görüntüler bana komik geldi ve hoşuma gittikleri için burada yayınladım.. Maç yazısının üzerine geldi diye kötüye yormayın lütfen, yorumlarda görüleceği üzere anlamsız bir tartışma yaşandı.. Benzerlerinden korunma amacıyla, niyetimin kötü olmadığını, spor müsabakalarında çok ender görülebilecek esprili bir an olduğu için bunları eklediğimi tekrar söyleyeyim.. Sağlık görevlisi sakatlanan oyuncusunu öpüyor tedavi ederken, benim için bu fotoğrafların anlamı budur, Roberto Carlos değil de Uganda Amatör Ligi'nden bir oyuncu da olsa eklerdim yine, komik çünkü.. Sadece komik, başka bir şey yok ardında..

25.10.2009

Fenerbahçe 3-1 Boş Kale


Girişi direkt olarak maçın suçlusu ile yapmak istiyorum : Ayhan Akman. Skor 2-1 iken takım en az 5-6 kontraya çıkacaktı Ayhan denen sözde futbolcu topunu oynasaydı. Topa şöyle bir bakıyor, iki üç rakibin üzerine yürüyor, ardından dönüyor en geriye. Böyle böyle 2 tane ciddi atağı söndürdü. 1 ay önce bu taktiğin en ciddi oyuncularından biri olacağını iddia ediyor ve tüm nefretime rağmen Ayhan'ın dönmesini istiyordum. Ancak 1 haftada oynanan ciddi maçlar gösterdi ki Ayhan Akman da ununu eleyip eleğini asanlar kervanına katılmalı. İkinci yarıda attığı topların tamamına yakını rakibe gitti, eğer kaleciye veya stoperlere geri dönmediyse.. Tüm inadımla ve ısrarımla Tobias Linderoth diyorum ve susuyorum. Şu taktiği esas şahlandıracak ve takıma bir basamak daha atlatacak adam Çakma Guti değil Linderoth'dur. Artık sıkıldım ben Ayhan'ı ve saçma sapan hatalarını yazmaktan. Yeter Ayhan, bir haltı beceremeyip üstüne bir de o kaptanlık bandını takma koluna, yakışmıyor sana. Galatasaray'ın kaptanı olamayacak seviyede bir oyuncuyu 2-3 sezondur gereksiz yere şişiriyoruz, üstüne bir de kaptan yapıp onurlandırıyoruz. Kendisi bunu hakedecek ne yapmış bugüne dek, bilen varsa buyursun paylaşsın, yorum bölümü açık. Ayhan bu kadar, daha fazlası hakarete ve seviyesizliğe kaçabilir, hiç gerek yok kaybedilen bir maç uğruna bunları yapmaya. Ancak Leo Franco hakkında çok daha sert şeyler var söylenecek ama onu bırakıyorum bir kenara. Gece ilerleyen saatlerde ekleyeceğim Franco hakkındaki özel yazıyı. Maç başlığında Galatasaray yerine "Boş Kale" yazmasının sebebi de Leo Franco'dur. Kalemiz ha boş kalmış, ha Leo Franco durmuş bir fark yok.

Genelde blogun sonunda yaptığım hakem yazısını öne taşımak istiyorum bu kez. Çünkü ortada ciddi ciddi kötü niyet var. Nonda, Lugano'nun hafif müdahalesi ile yerde yuvarlanıyor ve top Kewell'a gidiyor. Kewell dönse ve rakip oyuncuyu geçse çok büyük bir gol şansı var. Hakem ne yapıyor ? Ciddi pozisyonu kesip bizim oyuncuya sarı kart veriyor. Üstüne verilen çift vuruşlar bal-kaymak oluyor. İlkinde Kewell'ın pozisyonu varken diğerinde Ayhan alkış tuttu diye kontraya çıkarken atağımız kesiliyor ve rakip vuruş kullanıyor. Bu uygulamalara ilk kez tanık oluyorum sanırım, böyle saçma sapan şeyler görmedim daha önce. Tamam alkışa sarı kart elbet çıkacak da, oyun dursun verirsin be Bünyamin Gezer. Hakem çok sinsi çalıştı ve amacına ulaştı gayet güzel şekilde. Cristian Arda'yı kafasından bile tutup çekiyor ama faul yok, devam deniyor. Daha maçın başında Baros'un ayağı kırılıyor, kart yok. Fenerbahçe'nin sertliğine bu kadar kötü niyetle destek ve prim veren bir hakem olmaz olsun. Kimse çıkıp da kasıtlı olarak yapılan taraflılıkla veya başka şeyle suçlamasın beni. Fenerbahçe çok sert oynadı ve hakem da buna gayet izin verdi. Kabak da Keita'nın başına patladı. Gökhan Gönül, Elano'yu boynundan kedi eniği gibi tutmuşken kart yok, Emre maçı kartsız bitiriyor, maç sonu kart sayıları 1'e 5.. Bunda adaletsizlik de vardır, haksızlık da vardır, kötü niyet de vardır. Carlos Fenerbahçe'de kart gören tek oyuncu ve o da Keita'nın atıldığı pozisyon. Fenerbahçe sadece o pozisyonda sarı kart alacak kadar tertemiz bir oyun oynadı yani, öyle mi ? Gülüp geçiyorum sadece.. İlk gol ofsayttır ancak tartışmalıdır orada hakeme çok yüklenemem, beni bilen biliyor. Anlık ofsaytlar yüzünden hakeme yüklenmiyorum artık, haksızlık oluyor çünkü bu. Aynı pozisyonda Elano toptan atlasa ve Nonda golü bulsa ofsayttı diye net bir yargıya varır mıydık diye kendimiz sormamız lazım Galatasaraylılar olarak. Penaltı ise penaltı değildi evet, Alex attı kendini de, atmayıp da boş kaleye golünü atsa ve şu tartışmalara sebep olmasa daha etik ve olmaz mıydı her şey ? Geçtin kaleciyi, vur gol olsun işte, niye kendini yere bırakıyorsun ki, öyle de gol böyle de gol..

Bu sezonun ilk maçında Gaziantepspor deplasmanında kaptanlık bandını çıkarıp Ayhan'a götüren Arda'yı tutup yolundan çevirip "Orta sahadan değil, burdan oyundan çık" diyen hakem kim bilin bakalım ? Bünyamin Gezer! O gün Arda oyundan çıkması gereken yerden çıkmak istediği için sarı kart görmüştü. Bugün oyuncu değişikliklerine bakıyoruz, bir festival, bir karnaval havası, bir oyuncu en az 30 saniyede kenara geliyor hoplayıp zıplayıp ve en ufak uyarı yok. O gün Arda arkadaşına kaptanlık bandını verip orta sahanın ortasından oyundan çıkacakken kart görüyor, bugün ise uyarılan bir oyuncu bile yok. İsimler farklı olsa, farklı hakemler bunları yapsa tamam da ikisi de aynı hakem ya, ayıptır, terbiyesizliktir bu. Arda o gün olması gerekeni yaptı diye kart görürken bugün 30-40 saniyede kenara gelemeyen Kazım Kazım'a kart değil uyarı bile gelemiyorsa daha ne diyeyim ben, daha ne konuşayım ben.. 2 ay öncesine göre tamamen birbirinin zıttı iki farklı uygulama var ama ortak nokta şu : Bünyamin Gezer'in kararı yüzünden mağdur olan takım Galatasaray.
Bırakıyorum hakemi, olması gereken yere geliyorum; kendi takımıma. Kadrolar geldiğinde Elano'yu gördüm ve maçtan ümidimi o an kestim. Harry Kewell yedekteyken Elano'nun sahada olmasına anlam veremem ben. Bunu yapan ikili Rijkaard-Neeskens ikilisi değil Robson-Clough ikilisi olsa yine konuşurum, yine eleştiririm. Elano'nun bu takımdaki yeri ilk 11 değil, son 20 dakikada, hadi biraz şans verelim, en fazla son yarım saatte oynar. Bir takımın kadrosunda Harry Kewell gibi bir isim varken O'nu yedekte tutma lüksü diye bir şey söz konusu olamaz. Senin elinde Kewell varsa sahada olacak, bu kadar basit bu, uzman olmaya hiç gerek yok. Dahası, Kewell oyuna girecekken çıkması şart olan, elzem olan, bariz olan Ayhan-Elano ikilisinden biri sahadayken Arda Turan kenara geliyorsa ben yine isyan ederim. Arda kötü, Arda vasat, Arda isteksiz diyenler olacaktır, hak veremem ne yazık ki. Hiçbir şey yapmayan Arda bir korner attı ve golle sonuçlandı bu atış. Kadıköy'de galibiyet arıyorsan sahada kalan isim Arda Turan olacak, Elano Blumer değil. Ayrıca Emre Güngör ve Tobias Linderoth nasıl iyileşti bunu merak ediyorum, yedekte bile değiller. Bu iki isim bu takımda doğrudan oynamalıdır sağlık sorunlarını atlattıkları zaman, bugün de en az birine şans verilmeliydi derim ben. Yine de asli problem bu olmadığı için pek üstünde durmaya gerek yok. Galatasaray'ın Ayhan'a bir alternatifi yoksa bunu tartışmamız lazım. Mehmet Topal'ı oyuna alamayan teknik kadronun bu tercihini sorgulamak lazım. Taktiksel değil de kadro seçimi anlamında ciddi ve devasa hatalar yapan bu teknik kadroyu sorgulamak lazım.
Kendilerine tek yerde hak verebilirim, o da Baros'un sakatlığı ile alternatiflerden birini yitirmiş olmamız. Nonda ne kadar formda olursa olsun Milan Baros gibi hücumda pres yapabilen bir adam değil. Bu yüzden hücum hattındaki ilk presi yapamadık ve orta sahaya çok daha kısa sürede geldi Fenerbahçe. Bir de Elano sahadayken o pres gücü iyice düştü ve sezonun en kötü oyunlarından birini oynayan Ayhan'ın da etkisiyle orta sahayı Fenerbahçe'ye verdik. Ayhan-Elano ikilisi yerine Topal-Kewell girse bu maç çevrilirdi, buna gerçekten inanıyordum, hala da inanıyorum.

Derbiden geriye kendi adımıza olumlu bir şey yakalamaya çalışıyorum ama olmuyor. Olumlu ne bulurum derken aklıma Aydın Yılmaz geliyor mesela. Aceleciliğinin ve kendini "derbide takımını kurtaran adam" olarak etiketleme isteğinin kurbanı oldu. O pozisyon tekrar yakalanamayacak, maçın seyrini anında değiştirebilecek bir pozisyondu ve ne yazık ki golü bulamadık. Aydın topu tutsa, en azından düzeltip de güzel bir vuruş denese kendisine bu kadar tepki vermeyebilirdik. O an o psikoloji ile çekilen şutu savunan da olacaktır da, aklını kullanabilen ve sakin olabilen oyuncu orda topu alır yan tarafa çıkarır ve golün asistini yapan oyuncu olarak yine göklere çıkarılırdı. Olamadı işte, bugün doğru olan bir tek nokta bile yoktu takımımızda.. Mağlubiyet "ben geliyorum" diye bağırmadı bu akşam ama Bünyamin Gezer "buyur gel" dedi ve bizim mağlubiyetimize davetiye çıkaran isim oldu..

Yakışmadı.. : Fiorentina 0-1 Napoli

Ligde kendi sahasında gol yemeyen tek takımdık. Son haftalardaki iyi oyunla birlikte Napoli'ye karşı rahat kazanırız umudu taşıyorduk ama olmadı. İlk yarı bir kaç pozisyonda basit hatalar yapıp golü bulamayınca ve bunu ikinci yarıda da sürdürünce 88. dakikada eski oyuncumuz olan Maggio'nun golüne engel olamadık. Takımdaki olumlu havayı dağıtmaz umarım bu yenilgi. Daha fazla yazmak istiyorum ama şu an derbi heyecanı içimi sarmış durumda, elim klavyeye gitmiyor..

Derbi Öncesi...

Koskoca derbi var, maç öncesi bir şey yazamadın mı diyen olabilir. Yazdım ama buraya değil, konuk olarak Stereotype Ball'a yazdım. Derby Weekend adı altında güzel bir seri başladı orada ve o serinin ilk ayağı da bu haftasonu oynanacak derbi oldu. Konuk olarak yazmam için istek gelince de klavyeye sarılıp bir şeyler karaladım. Bloga girip göz atmanızı tavsiye ediyorum, çok hoş bir seri olarak başladı Derby Weekend serisi, 2 gündür güzel yazılar çıkıyor ortaya. Kendi yazdığım yazının linkini verdim ama kendisini buraya da kopyalıyorum :
"Önce günümüzden başlayayım. Derbi haftalarının arasında bir Avrupa kupası maçı oynanıyorsa seviniyorum ben. Aradaki Avrupa maçı demek derbi stresinin ve gerilimin daha geç başlaması demek, pazartesi başlayacak o stres ve gerilim dolu günlerin cuma sabahı başlaması demek. Diğer türlü pazar günü maçlar tamamlanıyor ve sonraki pazar gününe kadar 1 hafta boyunca akılda derbi oluyor. Elbette önemli işler varsa kişi onlara yoğunlaşıp derbiyi bir kenara koyabiliyor ancak en ufak boşlukta akla düşen ilk şey yine derbi oluyor. Derbinin sarı-kırmızı tarafından olayı yorumlarken iki gözle yorumlamam lazım aslında, bir kendim olarak, bir de tüm Galatasaraylılar'ı genelleyerek.

Benim için bu maçlar sezonun en renkli maçları arasındadır tamam ama sonunda bir kupa/başarı elde edememişsek sezon içerisindeki iki derbiyi kazanıp-kazanmamak pek ilgilendirmez beni. İki derbiyi farklı kazanıp da şampiyon olamamak mı yoksa iki derbide de farklı yenilip şampiyon olmak mı derseniz ikinciyi seçerim ben. Birincinin anlamı yok çünkü benim için, tamam ülke çapındaki en önemli derbi, dünyada futbola gönül veren çoğu kesimin az çok da olsa bildiği bir derbi. Dışarıdaki muadilleri kadar olamasa da ünü sınırları aşmış bir derbi... Bu betimlemeler ve örnekler çoğaltılabilir. Böylesine önemli bir maç olsa bile kupa hep ilk tercihimdir. Bir de genel gözle bakmak lazım olaya, ben maç öncesini olmasa da maç sonucunu biraz hafifletebiliyorum gözümde ama herkes bunu yapamayabiliyor.

Derbiyi kazanıp şampiyon olamamaya razı olacak o kadar insan var ki "benim görüşüm budur" diye nokta koymak doğru olmaz. Hafta içi herkes iş güç peşinde koşturacak olsa da cuma günü mesainin ve okulların bittiği, kafaların boşalmaya başladığı o saniyeden itibaren insanın içini ateş sarar. Ne kadar Fenerbahçe'yi istemesek de Türkiye'de başka bir maç bizi heyecanlandıramıyor bu kadar fazla. Kimileri çıkıp dünya çapında bu denli büyük bir derbi olmadığını söylüyor, bizim abarttığımızı söylüyorlar bazıları ama değişen bir şey yok bizler için. Dünya ne düşünürse düşünsün bu maç Türkiye'deki en büyük maç ve ben bu maçın taraflarından biri olmaktan gayet memnunum. Her sene eşleşmeler belli olmadan önce keşke Türkiye Kupası'nda da eşleşsek de fazladan maç yapsak diyorum.

Onlar için de pek farklı bir durum olduğunu sanmıyorum, her sezon bu derbiyi iple çekmekten ve sonuç ne olursa olsun hemen bir sonrakinin sonucunu merak etmeye başlamaktan asla bıkmayacağız buna eminim. Bir derbi galibiyeti tüm sezonu kurtaramıyor belki ama arkadaş ortamlarında, futbol sohbetlerinin döndüğü masalarda son derbiyi kazanan hep 1-0 önde başlıyor tartışmaya, bu yönüyle bile farklı bir derbi bu. Bir Beşiktaş derbisini böyle konuşmuyorum, son maçı kazanmış olmak bir şey ifade etmiyor sohbet ortamlarında. Ya da Fenerbahçe'yi 7-0 yenmemizle kıyaslarsak daha yakın tarihte Beşiktaş'ı 9-2 yenmiş olmamızı hiç dile getirmiyoruz. 9-2 hiç konuşulmuyorken, 7-0'lık maç aradan geçen 98 yıla rağmen hala konuşuluyorsa, Beşiktaş'ın Ali Sami Yen'de 9 senedir lig maçı kazanamaması konu olmazken Galatasaray'ın Kadıköy'de 9 senedir maç kazanamaması manşetlerden düşmüyorsa veya günlük yaşamımda seve seve siyah-beyaz giyinebilirken sarı-laciverti hiç giymiyorsam ve zaten lacivert kıyafetim hiç yoksa bu derbi gerçekten bambaşka bir boyutta Türkiye'de. Günlük yaşama kadar insan hayatında bu denli yer etmiş bir derbi nasıl heyecanla beklenmesin, nasıl sakin sakin "oynansa da bitse" diye geçiştirilebilsin?

Son olarak, 2009/2010 sezonunun ilk yarısındaki maçta o kadar şanslıyız ki derbi günü saatler geri alınıyor. 1 saat fazla gerilim yaşamak anlamına geliyor bu ama aynı zamanda derbiye 1 saat daha uzaklaşıyoruz durduk yere. O fazladan uzayan 1 saat bile 1 hafta/ay gibi gelecek derbiyi hasretle bekleyenlere..

Stereotyped From Artemio Franchi
"


Mail yoluyla yazıyı yazarken bu kadar uzun olduğunun farkında bile değildim aslında. Yazıyı orada görünce "vay be bu kadar yazmış mıyım ?" dedim istemsizce. Stereotype Ball ekibine de teşekkür ederim bu güzel uygulamaları için.

24.10.2009

Corvino Brezilya'da

Bizim şişman Brezilya'ya gitmiş bu aralar, niyeti tatil değil tabii ki, genç oyuncuları göz hapsine alacak. Santos-Sao Paulo ve Internacional-Gremio maçlarını izleyecek. Listedeki isimler ise şunlar : Neymar, Miranda, Sandro, Giuliano ve Maylson.

Corvino'nun çok istediği Sandro'nun 10 Mart 2014'e kadar sözleşmesi var kulübüyle. Kendisiyle bu yaz ilgilenen kulüpler arasında Barcelona, Real Madrid ve Tottenham var. En son Tottenham 14 Milyon Pound önerdi ama teklif kabul görmedi. Giuliano için de Zenit ve çeşitli İngiliz kulüplerinden gelen 5-6 Milyon € civarında teklifler oldu ancak kendisi hala kulübünde. Maylson ise orta sahada oynuyor ve adı geçen isimler arasında en az tanınan oyuncu. Bu isimler arasındaki en ünlü isim olan Neymar ise bir çok dev kulübün listesinde, Fiorentina'da ise Mutu'dan sonra o bölgede kullanılacak isim olarak düşünülmekte. Daha şimdiden 25 Milyon € sınırını geçmiş durumda bonservisi. Listedeki son isim olan 25 yaşındaki stoper Miranda için de Sao Paulo 15 Milyon € istiyor.

Jovetic & Fiorentina #4

Bu seriyi bitirmeyi unutmuşum, aklıma gelmişken noktalayayım hemen. İlk iki fotoğrafta Livorno'ya tek golü atıp 3 puanı kazandırıyor Fiorentina'ya. Tarih ise 27 Eylül 2009.

Ve bu 3 fotoğraf da Artemio Franchi'de Liverpool'a karşı 2 gol atıp maçın yıldızı olduğu büyülü geceden.

23.10.2009

1 Litre Benzinim Olsa

1 Saatlik Maç : Galatasaray 4-1 Dinamo Bükreş


Şu maçta son yarım saat hiç oynanmasa da olurdu sanki. Her şey belli, Galatasaray ara ara yoklayacak ve oyunu soğutarak ayağında top tutacak, Dinamo da can havliyle saldırıp belki bir gol daha bulacak. 4-0 olduğunda yerimden kalkıp gitmek istedim, yanımda arkadaşlarım olmasa izlemez eve dönerdim zaten, olacaklar bu kadar belliyken kalan kısım zaman kaybı de sinir-strese dönüşecekti. Bugün anladık ki orta sahada Elano hala takıma önemli katkı sağlayacak seviyede değil, bugün hevesini aldı, derbide yedek bekleyecektir. Ben Ocak 2010'a kadar kendisinden ümidi kestiğim için fazla bir şey söylemek istemiyorum. Tek diyeceğim keşke son yarım saatte atağa kalkarken biraz hareketli olup 2-3 gol pozisyonu yaratsaydı. Topu hep duraklattı, hep tempoyu kesip atakları yumuşatıp yok etti. Tamam rahatız, tempoyu düşürmek istiyoruz iyi güzel de Elano'nun canı istemedi diye kontraya çıkacakken topu Leo Franco'ya kadar döndürmek can sıkıyor izlerken.

Son maçlarda dikkatimi çeken bir şey olmuştu, genelde Rijkaard'dan daha aktif gördüğümüz Neeskens pek göz önünde bulunmuyordu. Trabzon maçında ve bu maçta Neeskens'in yeniden Rijkaard gibi oyuna direkt müdahale etmesi güzeldi. İnsan çekiniyor içten içe "Acaba niye durgunlaştı ?" diyerek. Bugün kenar yönetimi yine tek noktada eleştirmek istiyorum, Caner Erkin tercihiyle. Kendisi gerek saçlarıyla gerek etkisiz ve vasatı aşamayan oyunuyla şimdilik Orhan Ak havası yaratmış durumda. Sol çizgide hiç geri gelmiyor, oyuna katkı sağlamıyor, savunması yok denecek kadar az. Gerçi Orhan geri geliyordu, zira çıkma gibi bir yetisi yoktu. Alparslan Erdem dururken Caner'in oynamasına tahammül edemem ben. Performansı yerlerde sürünen Hakan Balta'yı mumla aratıyor Caner. İlk devre rakibin ataklarının %80-90'ı bizim solumuzdan geldi. Caner'in olması gerektiği yerlerde hep Servet rakibi karşıladı. Benim bildiğime göre tam tersi olur genelde, sol bekteki oyuncu stoperin kademesine girer, nadiren de stoper sol bekin kademesine girer. Bu maçta Caner hiç geri gelmediği için tam tersi oldu kendisi hiç Servet'in kademesine giremedi, sürekli Servet Caner'in açığını kapatmaya çalıştı. Kariyerine ülkenin en etkileyici ve gelecek vaad eden forvetlerinden biri olarak başlayan oyuncunun önce sol açık sonra sol bek olması kabul edilir gibi değil. CSKA'da nasıl bir stratejiye kurban gittiyse önce A Milli Takım'da sonra da Galatasaray'da sol bek olarak kadroya giriyor. Kendisinin oynayabileceği mevkiiler arasında en geride olanı sol kanatta oynamak olur ki düz 4-4-2'deki gibi orta sahanın kanadı değil 4-3-3'ün ucundaki 3'ün soludur asıl oynayabileceği mevkii. Kewell'ın yedeği olabilir Caner ama Hakan'ın yedeği asla olamaz. Madem sol bek yok, Uğur Uçar oynasın orada ihtiyaç halinde. Caner'de ısrar etmenin gereği yok. Her rakip Dinamo Bükreş değil ki böyle amaçsız ve saçma hücumlarla topu harcasın. Tamam hücumcu bek iyidir de, sadece hücumcu olan adamı bekte oynatıp ilginç maceralara yelken açmaya gerek yok ki.
Caner inadı dışında teknik kadroya diyecek fazla sözüm yok. Kendileri Caner Erkin'i sol bekte tutup rakip hücumlara zemin hazırlamaktan vazgeçeceklerdir umarım. Ayrıca Aydın ve Sabri'yi böylesine geliştirebilen bu teknik ekibin acilen el atması gereken bir isim var ki o da Barış Özbek. Gerçi Barış'tan pek bir şey olacağı yok ya neyse.. Böyle kendini yıldız gibi görüp, lider edasıyla takımı hücuma kaldırmaya çalışıp da çok kötü ara paslar atan ve basit top kayıpları yapan adama özellikle Neeskens'in söyleyeceği çok şey olmalı. Tıpkı aklı mantığı yerinde bir antrenörün Leo Franco'ya "Sen ne yapıyorsun arkadaşım ?" demesi gerektiği gibi. Arka direkte kaleye giderken Uğur'un çıkardığı bir top var ya, o pozisyonu ve Trabzon'un 3. golünü yan yana koyup öyle düşünün Leo Franco'yu. İki maç üst üste aynı hatayı yaptı biri gol oldu birinde şanslıydı çünkü Uğur arkasında rakibi tutuyordu. O tip pozisyonlarda kaleyi bırakıp ön direkten bir adım önde top karşılamayı düşünen bir kaleci olmaz, olamaz, olmamalı. Ayrıca toplara uçması gerektiğini de biri hatırlatmalı, yere düşüp de üstünü pisletirse dert etmemeli. Olduğu yerde yana devrilerek top çıkarmaya çalışmasın bir kaleci. 1-2 maç iyi oynadı diye göklere çıkarıldı ama bu basit hataları ve kötü hamleleri de dile getirilmeli, galibiyetin ardında kaybolup gitmemeli.

Bugün bir umut verici nokta da Ankaragücü deplasmanında iyi ışık vermeyen Uğur-Aydın ikilisinin sağ çizgide daha uyumlu olması. Kısa sürede pek fazla ciddi iş binmedi üzerlerine ama Keita-Sabri ikilisi gibi çok uyumlu bir ikili olma yolunda gidiyorlar bence. Ankaragücü deplasmanında savunmada büyük sıkıntılar yaşasak da hücumda bu iki isim iyi şeyler yapıyordu ilk yarıda. Yıllar yılı sağ çizgide büyük sıkıntılar çekmiş takımın şimdi ikişer tane alternatifinin olması fazlasıyla sevindirici bir olay. Bir de bu ikilileri kendi aralarında değil de karışık olarak uyumlu oynatmayı başarırsak iyi olacak. Bir de Emre Güngör yerine Mehmet Topal tercihi vardı, onu unutuyordum az daha. Mehmet o bölgeye de güzelce adapte olmuş durumda, hiç sırıtmadı geçen sezonlardakinin aksine. Rotasyona inanan bir teknik ekibimiz varken oyuncularımızın alternatif mevkiilerinde iyi işler yapması önemli bir sinyal gelecek adına. Tabii Caner Erkin bu durumun en büyük istisnası, tutmuyorsa ısrara gerek yok.
Yazının sonunda hiç bir şey yazmadan tek bir isim verip bitirmek istiyorum : İyi ki varsın Harry Kewell..

22.10.2009

Ne Saçmalıyorsun Emre Tilev ???

Bugün yani 22 Ekim 2009 tarihini Türkiye tarihine not düşelim, bir yayıncılık skandalına şahit olmaktayız Steaua Bükreş-Fenerbahçe maçında. Emre Tilev telif hakları ve yasal girişimlerden dem vuruyor, ekranda kocaman bir D-Smart logosu var, altta ise sürekli "bu maçın yayın hakları D-Smart'a aittir" şeklinde D-Smart aboneliğine özendiren bir yazı dönmekte ekranda.

Emre Tilev sürekli Digiturk'ün yasaları çiğnediğinden ve maçı kaçak yayınladığından bahsetmesi can sıkmaya başladı ki TNT'nin resmi sitesi Emre Tilev'in tam aksi bir şekilde ana sayfasından duyuruyor maçın Digiturk'ten izlenebileceğini.

Emre Tilev ve D-Smart yasa-hak-hukuk diye çıldırıyor olsa da TNT resmi sitesinden Digiturk'ten de izlenebildiğini duyuruyorsa olay bitmiştir. Kendi kendine gelin güvey oluyor Doğan Grubu ve pek sevgili spikeri Emre Tilev.

Ve daha vahim bir nokta var ki normal antenle izlediğimiz karasal yayını da ben bu satırları yazarken kestiler şu an. 48.37'de takılı kaldı dakika, donuk ekrana bakıyorum boş boş. 2-3 dakika kesiyorlar, 2-3 dakika yayınlıyorlar maçı 2 kere tekrarladı bu şekilde. Karasal yayını bile kesiyorsunuz bir inat uğruna, nedir bu terbiyesizlik ? Digiturk'ten yayınlayacağız diye resmi sitenizden duyurup ne diye adamlara dava açıp hak arama derdiyle uğraşıyorsunuz ? Helal olsun Digiturk'e ve oradan izleyenlere. Digiturk olması gerekeni yapıyor, D-Smart ise skandala imza atıyor kendi kendine.

Elimizden gelen bir şey var mıdır bilmiyorum ama ekranı tamamen D-Smart logosu ile kaplayıp bize maçı böyle izleten bu yayıncı kuruluşu UEFA'ya şikayet edelim derim. Böyle bir rezalete hakkı olmamalı Avrupa'nın 2 numaralı kupasını yayınlayan yayıncı kuruluşun. Ben UEFA'ya ulaşıp kendimce şikayetimi yapıyorum, umarım destekleyenler çıkar. Ekranda D-Smart logosu değil UEFA Avrupa Ligi maçı izlemek istiyorum ben. Şikayetlerimiz sonuç verir de yayın hakkı ellerinden alınırsa ne halt yiyecekler bakalım.

Bunlar da UEFA'ya kanıt olarak gösterilebilecek ekran görüntüleri :
http://img408.imageshack.us/i/buneyaxd.jpg
http://img407.imageshack.us/img407/6990/56859130.jpg
http://twitpic.com/mhrhz

Maç Öncesi : Galatasaray - Dinamo Bükreş

Bundan 53 yıl önce bir Türk takımı o dönemdeki adıyla Avrupa Şampiyonlar Kulüpler Kupası olan ve sonradan Şampiyonlar Ligi adını alacak o turnuvada ilk kez yer alıyor ve Türkiye'yi temsil eden ilk kulüp oluyordu. Tarihimizde "ilk" olarak yer eden bu maçta rakibimiz Romanya'nın başkent temsilcisi Dinamo Bükreş oluyordu. 26 Ağustos ve 30 Eylül 1956'da oynanan o "ilk" maçlardan sonra Dinamo Bükreş ile aynı turda bir kere daha eşleşiyoruz 1962/63 sezonunda. İlk eşleşmede gülen taraf Dinamo'yken bu defa Galatasaray turu geçiyor. Hatta Galatasaray eleme turunu geçmekle kalmayıp 1. Tur'dan da zaferle ayrılıyor ve adını çeyrek finale yazdırıyor. Ancak kupanın şampiyonu olacak olan Milan'a elenip çeyrek finalde noktalıyoruz macerayı.

53 ve 47 yıl önce karşılaşan bu kulüpler şimdi yeniden karşı karşıya geliyor. UEFA'nın resmi sitesindeki maç yazısında da geçmişteki o mücadelelere dikkat çekilmiş öncelikle. Devamında da bugünkü maç öncesi bilgiler verilmiş iki takım hakkında. Şimdi de o notlara göz atalım :
  • Galatasaray daha önceki iki Dinamo Bükreş eşleşmesi de dahil olmak üzere bugüne dek Rumen rakipleri ile kendi sahasında yaptığı 5 maçta hiç yenilmedi.
  • Dinamo Türkiye'de daha önce 4 maç yaptı. Bunlardan 3 tanesini kaybederken tek galibiyetini 74/75 sezonunda UEFA Kupası 1. Tur maçında Boluspor'a karşı elde etti.
  • Galatasaray bu sezon oynadığı 8 Avrupa kupası maçında hiç yenilmedi. Sahamızda 1-1 berabere kaldığımız S. Graz maçı ile birlikte iç sahadaki 3 maçlık galibiyet serimize son verdik. Bu 3 maçlık seride maç başına 4 gol ortalama ile oynamış ve hiç gol yememiştik.
  • Dinamo Avrupa'da oynadığı son 5 deplasman maçından sadece 1 tanesini kaybetti. Bu maçların 3 tanesinden de galip ayrıldı.

Takımlarla ilgili bilgiler :
  • Frank Rijkaard bundan önce Romanya'ya karşı 2 hazırlık maçında galibiyet sevinci yaşadı. İlki 1988'de Hollandalı milli oyuncu olarak, diğeri ise 2000 yılında Hollanda Milli Takımı Teknik Direktörü olarak. Ayrıca 88/89 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'nde S. Bükreş'i 4-0 yenen Milan' da 8 numaralı forması ile maça ilk 11'de başlamıştı.
  • Dinamo Bükreş en son oynadığı Avrupa Ligi maçının ardından farklı bir teknik adamla sahaya çıkacak Ali Sami Yen'de. Kulüp başkanı Nicolae Badea, teknik adam Dario Bonetti'ye kapıyı gösterdi 3 Ekim 2009 günü.
  • Yeni teknik direktör ise Dinamolu taraftarlar için tanıdık bir isim olan Bonetti'nin yardımcısı Ion Marin. Marin 01/02 sezonunda ve 2006'da da teknik direktör olarak görev yapmıştı takımda. 2001/2002'de takımı Romanya şampiyonluğuna taşımıştı. Ayrıca futbolculuk döneminde 1973-1985 yılları arasında savunma oyuncusu olarak kadroda bulunmuştu.
  • Dinamo'daki Tamaş ve Bratu 2003/2004'te Galatasaray'da oynamıştı hepimizin bildiği gibi.
  • Bizim kalecimiz Leo Franco, Dinamo'nun savunmacısı Francesco Molinero ile 2004-2006 yılları arası Atletico Madrid'de birlikte forma giymekteydi.
  • Ayrıca bu iki kulübün tarihlerinde ortak bir teknik adamın adı var : Mircea Lucescu. Hem Romanya'nun hem de Dinamo'nun eski forveti olan Lucescu 1986-1990 yılları arasında eski takımını çalıştırmış ve bu dönemde hem ligi hem de şampiyonluğu kazanma başarısı göstermiş. 2000-2002 arası çalıştığı Galatasaray'da da 2 kupa kazandığı hepimizin aklındadır muhtemelen. 2000'de Avrupa Süper Kupası'nı ve 2001/2002 sezonunda 3. yıldızı kazanmamızı sağlayan şampiyonluğu Lucescu imzası ile kazanmıştık.
  • Son olarak, bu iki takım 5 Kasım 2009 günü grupta 4. hafta maçı için yeniden birbirlerine rakip olacaklar.
NOT : Bilgiler UEFA.com'dan alınmış ve Türkçe'ye çevrilmiştir.(Uyarıyı da yapalım da durduk yere sorun çıkmasın, belli mi olur..)

21.10.2009

Şampiyonlar Ligi 3. Haftadan Kareler

İlk fotoğraf Stuttgart-Sevilla maçından. Aliaksandr Hleb köşe vuruşunu kullanmak üzereyken spot ışıkları fotoğrafçıya pek güzel uyum sağlamış ve bu görüntü çıkmış ortata. Kale arkadalarındaki inşaatın kötü görüntüsü bile yetmemiş bunu bozmaya.Bunlar da Sevillalı Daltonlar.. Gecenin en çirkin formasını giyen takımdan gecenin en güzel fotoğrafı çıkmış bana göre. Formaları görür görmez Daltonlar aklıma gelmişti de böyle bir fotoğrafın ortaya çıkacağı aklımın ucundan geçmezdi.
Bu da Lionel Messi ve bir kaç saniye önce ağlara gönderemediği top. Top toplayıcı çocuğun Messi yerdeyken topu hemen saha içine bırakması böyle güzel bir fotoğrafın yaratıcısı olmuş. Top toplayıcıların güzel bir an yaratmaları için her zaman gole sebebiyet vermeleri gerekmiyormuş demek ki.

20.10.2009

Adım Adım : Debrecen 3-4 Fiorentina

Fransa'daki kötü mağlubiyetten sonra gruptan çıkma umutları hiç azalmamıştı. Bugün deplasmanda alınan 4 gollü galibiyet 2. tur için beklentileri zirveye taşıdı. Anfield'da Liverpool'un başına bela olan Debrecen'e karşı tek golle kazanmak bile sevindiriciydi ki böyle bir galibiyet çok daha büyük bir mutluluk yarattı. Maçı yine online yayın bulamadığım için izleyemedim, bir talihsizlik var bu sezon, her Fiorentina maçında aksilik çıkıyor internette. Artık son çarem uefa.com'dan maç satın alıp izlemek olacak gibi duruyor.

Maça gelecek olursak daha link arama telaşına yeni düşmüştüm ki Debrecen'in golü geldi. Daha üzüntüsünü bile yaşayamadan skoru dengeledik ve maçın erkenden elimizden uçup gidişine engel olduk. Mutu'nun üstüne bir de Gilardino atınca gitti denen maçta öne geçmiş olduk bir anda. 10 dakikada gelen 3 gol maç linki arayışlarımı iyice çile haline soktu. Yayın bulmaktan iyice umudu kestiğim anlarda Mutu tekrar sahneye çıkıp 1-3 yaptı skoru 20. dakikada. 28'de 2-3 yaptı Macarlar ve o an hafif bir korku doldu içime. Neyse ki 37'de sahneye çıkan Santana skoru 2-4 yapıp çok derin bir nefes aldırdı. Tabii ben bu sırada uefa.com'un canlı anlatımındaki yazılardan takip ediyorum maçı. Artık izlemekten umudu kesip yazılara konsantre olmuşken ilk yarı sona erdi.

İkinci yarı ise ilk yarının yanında çok çok sönük kaldı. Debrecen sonlara doğru skoru 3-4 yaptığında hiç korkmadım zira emindim 4 golü atıp da puan kaybetmeyeceğimize. 88'de 3. golü yedikten sonra üstüne bir tane daha yemezdik. Macaristan'dan 4 gol atarak dönüyor olsak da Serie A'nın en az gol yiyen takımına yakışmadı yenen 3 gol. En az demişken tek başımıza değiliz bu alanda, Inter ve Bari de 5 gol yedi bizim gibi.

Bugün bizi sevindiren bir diğer nokta http://www.facebook.com/video/video.php?v=154290502148&ref=nf'un İngiltere'de Lyon'a kaybetmesi oldu. Haftaya Debrecen'i yine rahat yenip üstüne bir de Lyon'u kendi sahamızda yenersek gruptan çıkmayı garantileriz neredeyse. Bir de Liverpool inktam alıp Fransa'da kazanırsa keyfimize diyecek olmaz. Grupta Lyon, Fiorentina ve Liverpool sıralanıyor. Puanlar ise 9-6-3 şeklinde sıralanıyor. 4. haftada kazandığımız zaman sorun yok yine ancak diğer taraftan beraberlik çıkarsa biraz sıkıntı olabilir, zira o zaman puan eşitliği durumları gerçekleşmez Lyon ve Liverpool'a karşı.. Lyon'u 2 farkla yener, Liverpool'a da tek farkla yenilirsek ikili averajda iki rakibimizin de önüne geçmiş oluyoruz. Liverpool deplasmanında 3-1 ve üzeri skorlar da işimize gelir ama o kadar da gol yemenin alemi yok şimdi durduk yere. İlerisi için bir kaç ufak hesap yaptık, kafalarda fikir oluşması için. 4. haftada Debrecen'i bir kez daha yenelim de önce, sonrasını hesaplamak kolay olacak.

Ekleme, Saat 01.24 : Özetlerden sonra şunu söyleyebilirim ki 3-4 değil 6-8, 7-9 gibi bir skorla bitebilecek maçmış bu. 7 gol olduğu gibi bir o kadar da kaçan net gol var. 1-1 devam ederken Vargas'ın direkten dönen topu var.

Ayrıca bu hafta benim kanlılarımla barışma haftam sanırım, Sabri'den sonra Mutu'ya da kucak açıyorum. Gollerin hepsinde Mutu damgası var, 2 gol 2 asist yapmış. Ayrıca kendisinin 2. golü de görülmeye değer, çok iyi vurmuş topa. Bir nevi Vargas'ın direkten dönen topunun intikamı olmuş o gol.

FM 2010'da Galatasaray Kadrosu

Yorumlarda istek gelmişti, ben de tüm Galatasaraylı oyuncuların profillerini upload ettim. Merak edenler isimlerin üzerine tıklayıp istedikleri oyuncuların Football Manager 2010 profillerini görebilirler. Soyadlarına göre alfabetik sıraladım oyuncuları.

Ayhan Akman
Berkin Arslan
Emre Aşık
Hakan Balta
Milan Baros
Ufuk Ceylan
Serkan Çalık
Servet Çetin
Emre Çolak
Elano
Aykut Erçetin
Alparslan Erdem
Caner Erkin
Serdar Eylik
Leo Franco
Emre Güngör
Semih Kaya
Kader Keita
Harry Kewell
Serkan Kurtuluş
Lincoln
Shabani Nonda
Tobias Linderoth
Barış Özbek
Sabri Sarıoğlu
Mustafa Sarp
Cem Sultan
Mehmet Topal
Arda Turan
Uğur Uçar
Aydın Yılmaz
Gökhan Zan

18.10.2009

Sistem 4-3 B Planı

Şu maç 2-2 olduğunda Rıdvan Dilmen'in meşhur B planı devreye girse, sistemden taviz verilse ve çift forvete geçilse ne olurdu acaba ? Açık konuşalım mevcut sistemle bu kadar hata yapan savunma bir kişi eksikle tamamen dağılırdı ve bu defa B planı sevdalıları sistem değiştirdi diye konuşur dururdu. Bu kısır ve amaçsız tartışmalara girmiyorum, bir B planımız olmamasından ve ısrarla aynı sistemin peşinde koşuyor olmamızdan memnunum ben. Konuyu uzatmadan maça gelelim biz..

Kadroya başlayayım öncelikle, Elano yoktu ve sürpriz de olmadı doğrusu. Brezilya'ya gidip geldi ve yorgun düştü diye düşünülmedi muhtemelen ama normal şartlarda da 11'de olmamalıydı. Elano hala takıma alışamadığı için hücumda ister istemez tedirgin davranıp hız kesiyor. Bugün Kewell-Arda-Keita üçlüsü gayet olumluydu. Önlerinde bugün Nonda olsa daha iyi olabilirdi zira Baros'un pozisyon bulmasına uygun bir oyun oynanmıyordu sahada. Çok fazla kanattan yüklendik ve Baros'un istediği ara paslar özellikle de ilk yarıda ortalarda yoktu. Nonda olsa geriye gelip topunu alırdı ve pozisyonların içinde olurdu. Baros bu yüzden biraz araya kaynadı ama son iki golde bir gol bir asist ile ilk yarıdaki katkısız oyununu unutturdu. Neyse maçı dakika dakika anlatacak değilim, derdimi anlatmaya devam edeyim ben en iyisi. Umarım haftaya da Elano olmadan sahaya çıkarız. Bu bir temennidir, Elano ile bir alıp veremediğim yok, geçen sene Lincoln'e olan gıcığım kendisine yok en azından. Sadece henüz ilk 11'de çıkıp da tek başına maç kurtaracağını düşünmüyorum. Ben ligin ilk yarısında Elano'yu gözden çıkardım, bir kaç gol ve asist yaparsa bizim kazancımız olur, kendisini eleştireceksem ikinci yarı eleştiririm.

Kadroyla daha fazla uğraşmaya gerek yok diye düşünüp saha içindeki bir kaç isme geçelim şimdi de. İlk durak Ayhan Akman olacak. Açık ve net konuşayım, daha çok yakın zamanda Ayhan'ın sistemin en önemli parçalarından biri olduğunu söyledim durdum ancak bugün resmen rezilleri oynadı. Sistemin önemli parçasıydı dedik ama o sistemi tek başına çökertmek üzereydi az daha, Trabzon'un attığı 2. golde asisti yaptı saçma sapan artistik hareketler yüzünden. 2-0'dan sonra tek başına maçı veriyordu Ayhan, gereksiz oyunu yüzünden rahat ve güzel giden maçta puan kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Ayhan mevcut Galatasaray'ın hücumunun en etkin ve önemli parçalarından biri ancak bu kadar oyun zekasından yoksun oynarsa ilk 18'i zor görür. Bugünkü Ayhan'ın savunulur veya affedilir bir yanı yok. Durum zaten 2-1, bir gol daha atıp rahatlamamız lazım ama Ayhan gidiyor topuğuyla şov yapayım derken rakibe teslim ediyor topu, sonuç da gol. Yok, böyle olacaksa Ayhan sistemin en önemli parçası olmasın, Emre Çolak olur, Barış olur, Sarp olur, Topal olur birisi o bölgede oyunu seri oynayacak hale getirilir.. Böyle bir Ayhan istemiyorum ben tuttuğum takımda, sezon başındaki Ayhan'ı istiyorum.
Bir olumsuz isim de Hakan Balta'ydı bugün. Sezonun en büyük hayal kırıklığı olmaya doğru adım adım ilerliyor. İlk gol şapkadan çıktı, ikinci gol Ayhan beyin hatası, üçüncü gol de Hakan'ın yerinde yeller esmesi sonucu geliyor. Eskiden solda boşsa veya tehlike yoksa Servet'in arkasına sızar ve kritik toplar keserdi, zaten bir bek oyuncusunun asli görevinden sonra en önemli yan görevidir bunu yapmak. Ne yazık ki Hakan Balta bunu yapamadı, başaramadı bugün. Zaten bir süredir bunları başaramayıp amaçsız bir oyun oynuyor ya neyse.. Ne hücumda sürpriz goller atıp pozisyonlara girebiliyor geçen sezon olduğu gibi ne de savunmadaki ana görevini yapıyor. Ruh gibi bir Hakan dolaşıyor sahada ve biz çözüm bulamıyoruz. Gerçi çözüm bulsak ne olacak ki, forvete koysak sırıtmayacak seviyede bir hücumcu olan Caner Erkin'i sol bekte oynatıyoruz. Hakan'ı oynatmamak bugün bizim için daha büyük problem. İnsanın gözleri Trabzon'un kulübesindeki Ferhat'ı arıyor ister istemez. Keşke kulübede öyle bir sigortamız olsa Hakan'ın kötü günleri için.

Neyse kötüleri sonlandıralım ve bu blogun tarihine geçecek bir bölüme gelelim. Yani Sabri Sarıoğlu ile igili kısma.. Bugüne kadar sahada esen ters bir rüzgardan bile Sabri'yi sorumlu tutacak kadar ön yargılıydım kendisine karşı, blogu okuyan herkes bunun farkındadır herhalde. Ancak bugün takımda en çok kimi beğendin sorusuna cevabımdır Sabri Sarıoğlu ismi. Helal olsun diyebiliyorum sadece, 1 ay önce alakasız ve saçma paslarından dem vurduğum adama bugün 50-60 metrelik isabetli uzun paslarına hayranlıkla bakıp alkış tuttum. Attırdığı ilk gole ve son golde kısa boyuna rağmen tekrar taca yönelen topu kafayla Barış'a indirip pozisyonu golle sonuçlandırmaya yardımcı olan hareketine alkış tuttum. Bravo be Sabri Sarıoğlu... Benim gibi sana karşı olup her şartta eleştiren bir adam bile önemli ve ciddi bir maçın maç sonu yazısında maçın kahramanı olarak seni ön plana çıkarıyorsa sen artık olmuşsun. Haftaya derbide de bugünkü gibi oyna Sabri, sinirlenip çıldırıp kendini heba etme. Ayak uçlarında beynin arasındaki köprüyü kurabildiğin anda işte böyle mükemmel bir maç çıkarıyorsun. Aman diyeyim bir derbi uğruna heba etme şu güzel övgüleri. Gerçekten bu satırları yazdığıma inanamıyorum hala ama bir gerçek var ki gözümdeki Sabri imajı kolay kolay yıkılmayacak şekilde düzeldi. Tekrar tekrar bravo Sabri Sarıoğlu.
Ve Keita... 1 maç oynamadı ve kendini ne kadar da özletti, kadroda alternatifi olmayan tek adam desem mi demesem mi bilemedim şimdi. Gerçi bu maçta biraz şova kaçayım dedi ve fazlaca pozisyon harcadı ama olsun o kadar da. Kazandık ve bir gole de doğrudan katkı sağladı ya, daha ne olsun. Tabii Kewell'ın hakkını yememek gerek, yine 90 dakika oynatılmadı yine kenara ilk gelen isim oldu ama bu adam bu takımda Keita ile beraber ilk 11'i hakeden ilk isimdir gözümde. Bu adam sahadaysa ve yüzü gülüyorsa belli ki o gece işler bir şekilde yoluna girecektir. Böyle bir isme sahip olduğumuz için bir kez daha yönetime teşekkür ediyorum. Bu sezon yıl sonu beklenmeden sözleşmesi uzatılmalı, hem para hem tarih hanesi boş bırakılıp Kewell'a buyur sen doldur demek lazım. Ancak tarih hanesine en az 3 yıl öncesini yazmak koşuluyla..
Son olarak her zamanki gibi hakemle bitireyim. Programlarda Mustafa Sarp ve Serkan'ın pozisyonu sıkça tartışıldı. Ferrari'nin pozisyonu ile karşılaştırıldı ki Mustafa'nın hareketi Ferrari'nin hareketine göre çok daha net bir faul. Orada hakemin ciddi hatası var, es geçmemek gerek. Hoş onun penaltı olmadığını düşünenler de vardır ama bu benim düşüncem. Tabii bu karar yüzünden kazanılan bir 3 puan değil bizimkisi. Zira Kamil Abitoğlu orada penaltı çalsa dengelemek için Trabzon'u 10 kişi bırakırdı ya da bize de havadan sudan bir penaltı çalardı. Bu hakemin doğasında maçı dengelemek var. Doğru veya yanlış nasıl bir karar verirse versin dengeyi kurmak adına diğer takıma da aynısını yapıyor ve iş çığrından çıkıyor. Bugün hakem çok konuşulmayabilir ama maçın geneline bakıldığında bu dengeleyici karakteri çok kötü yerlerde devreye girdi. Sayın Abitoğlu sonucu ve skoru pek etkilemez zira bir takıma karşı hata yaptıysa diğerine karşı da yapıyor ve değişen bir şey olmuyor. Bu yüzden o penaltı maçın kaderini değiştirdi demek hata olur. Maçın kaderini illa ki tek bir pozisyona bağlayacaksak da Serkan Balcı'nın atamadığı aşırtma gole bağlamak gerekir. Onu atsa yine 4-3 yapar mıydık ? Hiç sanmıyorum...

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO