25.10.2010

GSBilyoner'den Galatasaray - MP Antalyaspor Maçına 2. Bilet

30 Ekim 2010 Saat 19.00'da Ali Sami Yen'deki Galatasaray-Medical Park Antalyaspor maçı için GSBilyoner desteğiyle bilet hediye ediyoruz!

Bu sorumuz yeni teknik direktörümüz Hagi ile ilgili.

Romanya'nın Köstence şehrindeki Gheorge Hagi Stadyumu kaç seyirci kapasitelidir ?

Doğru cevabı veren #10. GSBilyoner kullanıcısı biletin sahibi olacak.

Cevaplarınıza GSBilyoner üye numaralarınızı eklemeyi unutmayınız.

GSBilyoner üye numarası olmayanlar da buradan üye olabilir: http://www.gsbilyoner.com/

Efes Pilsen - Power Electronics Valencia Maçına Bilet Kazanma Şansı

27 Ekim 2010 Çarşamba akşamı saat 20:15'te Sinan Erdem Spor Salonu'nda oynanacak olan bu maçı salonda izlemek isteyen arkadaşlara kolay bir sorumuz olacak.

Efes Pilsen'in görev başına getirdiği koçun adını yazan 10 arkadaşımız maç bileti kazanıyor. Yanlarında bir kişi daha götürebilecekler.

Cevabınıza isim ve mail adreslerinizi de belirtirseniz, sizinle daha hızlı iletişime geçebilirim.

Salı akşam saat 23:00'a kadar bekliyorum. Siz ve arkadaşınızın isimlerini, irtibat için verdiğiniz mail adresini de kontrol edersiniz, biletleri nasıl ve nereden temin edeceğinizi bildireceğim. Bu sefer GSBilyoner yazmanıza gerek yok...

Bize bu imkanı veren efesliler.org'a teşekkür ederiz.

Denge


Son yıllarda izlediğim en organize Kadıköy deplasmanıydı. Bunun dışında bu sezonun en organize olmuş, en dirençli takımıydı parçalı 11.

Henüz 30. saniyede Fenerbahçe korner kazandığında açıkçası pek şansımız olmayacağını, maçın bu şekilde yoğun baskıyı üzerimizde hissederek maçı bitireceğimizi düşünüyordum. O pozisyonu savuşturduktan sonra Galatasaray seri ve isabetli paslaşmalar sonucunda önce oyunda dengeyi kurduk ve maçın 5. dakikası gelmeden oyunun kontrolünü eline aldı.

Pino'nun fırtına gibi girdiği ve Gökhan Gönül'ün çizgiden çıkarmasıyla sonuçlanan pozisyon Galatasaray'ın nasıl hücum edeceğinin göstergesiydi. İlk yarı oyunu domine eden, mutlak hakimi Galatasaray'dı. Pino'nun ve Neill'in birer şutu kaleci Volkan'a takıldı. Fenerbahçe'nin ise Niang'a uzatılan ve Aykut'un ayaklarına yatarak aldığı ara pas ve Dia ve Mehmet Topuz'un arka arkaya vurduğu ve Cana'dan dönen şutlar dışında bir pozisyonu yoktu.

İkinci yarıda Fenerbahçe biraz daha etkili görünmüş gibi olsa da Niang'ın bulduğu pozisyon dışında net diyebileceğimiz pozisyon yok. O pozisyonda Servet'in çevirmek istediği top Aykut'a çarpıp kornere çıkması "Kadıköy Laneti"nin bittiğinin göstergesiydi bence. Eğer o gol olsaydı klasik bir Kadıköy derbisi olacaktı.

Galatasaray'ın ise sadece son 3 dakikada Emre Çolak, Pino ve Sabri ile 3 şutu var.

Elano geldiğinden beri en verimli oyununu oynadı, Pino formunda bir Wagner Love izliyormuş hissi yaşattı. Ayhan ve Sarp'ın minimum pas hatasıyla oynaması kalemizde görmeye alıştığımız pozisyonları yaşamamamıza yol açtı. Cana etkili ve diriydi. Neill'in sert oyunu hakemin de töleransıyla yararımıza oldu.

Hakem ise ne şiş yansın ne kebap düsturuyla maçı yönetti. Bana göre Neill'in görmesi gereken 4 , Lorik Cana , Emre Belözoğlu ve Caner Erkin'in 2'şer sarı kart vardı. Yan hakemlerin ofsayt kaldırdığı 3 tane Fenerbahçe atağı vardı. Bu sebeplerden ötürü maçın skoruna doğrudan etki ettiler diyebilirim.

Bu maç üzerine Galatasaray hem kendi özgüvenini kazandı hem de rakibi karşısında dengeyi kurdu. Takımın seneye çok daha rahat oynayacağını düşünüyorum.

Şimdi aklımda Baros-Pino'yu çift forvet olarak izleyebilme şansımız var. Acaba 4-4-2 gibi bir formasyonda, Aykut/ Sabri - Neill - Servet - Insua / Cana-Ayhan-Arda-Elano / Baros - Pino tarzında bir 11 göreceğim günü bekliyorum.

Bu maçta Servet ve Sarp'ın ekstra mücadelesi ise tadımı çok kaçırmıştır. Bu başarılı oyun üzerine yönetim hiç bir oyuncuyu kadro dışı bırakmaz. Maalesef bizim yönetimin yiyeceği halt değil o.

24.10.2010

23.10.2010

Mutu'nun Yeni İcraatı ve Galatasaray!

Biliyorsunuz Mutu'nun 1 senelik cezası indirime girmişti ve 29 Ekim 2010'da sona eriyor. Yani artık ay değil, hafta değil, gün sayıyor Mutu. Geri dönmesine 1 lig maçı kalmıştı sadece. Ancak beyefendi rahat duramadı, yine bir olaya karıştı. Son doping skandalıyla hayatı ve kariyeri direkten dönen adamın şu kadar disiplinsiz ve düşüncesiz hareketlerde bulunmasını aklım almıyor.

Mutu'yu sevmediğimi, nefret ettiğimi, takıma bir kere fayda veriyorsa üç kere zarar veriyor gibi söylemlerde bulunduğumu herkes biliyor. Sebep ararsınız, neden dersiniz, iyi adam, haksızlık ediyorsun dersiniz ya, alın işte size örnek. Bu adamın sıkıntısı karakter, disiplin, davranış. Bu adamdan yararlı bir şey çıkmayacak ortaya, adım gibi biliyorum. İşe yarayacak adam 10 yıllık kariyerinde bir yere tutunabilirdi.

Şimdi bir de Galatasaray ile adı anılıyor. Nefret listemde en üst sıraları zorlayan adamlardan biri olan Mutu, tuttuğum bir takımdan ayrılıyor diye sevinemez durumdayım zira giderse diğer tuttuğum takıma gidecek, benim için değişen tek şey de giydiği formanın rengi olacak yani. Adrian Mutu'yu Galatasaray'a getirmek demek Chelsea'ye olan borcunu bizim ödememiz demek, kariyerinin son demlerinde disiplinin d harfini bile alamamış bir adamla uğraşmak demek. Ülkesinin tarihinin en büyük efsanesi Hagi'nin emrinde olması hiçbir şey değiştirmez. Mutu'da birazcık saygı olsa, birazcık akıl olsa, birazcık düzgün karakter olsa bu son olaya karışmazdı.

Blogun takipçilerinden Kaan Eren'in çevirdiği metni aynen aktaralım, Mutu'nun garson dövdüğü haberini... Metinde yazmıyor ama şunu da ekleyelim, dövdüğü adamın burnu da kırılmış! :

Mutu, Bir Gece Kulubunde Garsona Saldirdi

Bir kac gorgu taniginin ifadelerine gore, dun gece saat sabaha karsi 5 civarlarinda. Adrian Mutu ve iki arkadasi bir gece kulubunde bir sise actirdilar. Alkolu aldiktan sonra kalkip cikisa dogru yoneldiklerinde bir garson kendilerine gelerek hesabi odemediklerini hatirlatti. Adrian Mutu, garsona barda acik hesabi oldugunu ve ictiklerini hesaba yazmasini soyledi ve bu durumu aciklarken kendilerini durdugu icin garsona da hakaret etti. Bu hakarete garson karsilik verince, Fiorentinali Romen oyuncu garsona bir yumruk atip yere serdi ve arkadaslariyla beraber garsonu yerde tekmelemeye devam ettiler.

Su an icin Mutu hakkinda bir suc duyurusunda bulunulmadi. Bu olayin Mutu'nun doping cezasinin bitis tarihi olan ekim sonuna cok yaklasmisken olmasi da Romen futbolcu ve takimi cok kotu durumda olan ve kurtulus icin Mutu'ya guvenen Fiorentina teknik direktoru Sinisa Mihajlovic icin cok kotu oldu.

Mutu'nun bundan oncede benzeri olaylara karistigini butun kamuoyu bilirken, bir suc duyurusu yapilmasi halinde Mutu'nun basinin belaya girmesi cok muhtemel gozukuyor.

GSBilyoner'den Galatasaray-MP Antalyaspor Maçına Bilet

30 Ekim 2010 Saat 19.00'da Ali Sami Yen'deki Galatasaray-Medical Park Antalyaspor maçı için GSBilyoner desteğiyle bilet hediye ediyoruz.

Tek yapmanız gereken derbide, yani Fenerbahçe-Galatasaray maçında kaydedilecek ilk golün dakikasını bilmeniz.

Örnek: Gol 8. dakikada olduysa, en yakın tahmin olarak 5.dakika ve 11. dakika tahminini yapanlardan önce yapan kazanacak.

Not: Maçın başlama vuruşundan 1 dakika bile sonra gelen tahminler dikkate alınmayacaktır. Son tahminin saati en geç pazar günü 19.00 olmalıdır.

Cevaplarınıza GSBilyoner üye numaralarınızı eklemeyi unutmayınız.

GSBilyoner üye numarası olmayanlar da buradan üye olabilir: http://www.gsbilyoner.com/

21.10.2010

Yeniden Hoşgeldin Hagi!

Petre, Bratu gibi isimlerin olduğu kadroyla bile göze hoş gelen oyun oynatan, 100. yılda gelmeyen şampiyonluk yüzünden tadı damakta kalan adamdı Hagi. Bu defa kadro sınıf atlamış durumda, rakipler de aynı oranda gelişti, ancak şu var ki o dönemde o oyunu oynatabilen, 5-1'lik kupa zaferini bize yaşatan Hagi yine bir şeyler başaracaktır. İnanıyorum, inanmak istiyorum belki de. Hem madem ki inanmak başarmanın yarısıymış, biz inanalım, başarma kısmı da belir belki peşinden. Gerçi Rijkaard'a da inanmıştık...

Kaleciler: 1 Faryd Mondragón, 12 Aykut Erçetin, 17 Fevzi Elmas, 78 Richard Kingston (Faruk Gürsoy).
Savunma: 2 Stjepan Tomas, 3 Bülent Korkmaz (Kaptan), 4 Rigobert Song, 5 Orhan Ak, 19 Cihan Haspolatlı, 21 İbrahim Yavuz, 24 Ovidiu Petre, 33 Uğur Uçar, 40 Ferhat Öztorun, 42 Anıl Karaer, 57 Hakan Ünsal, 61 Suat Usta.
Orta Saha: 7 Alioum Saidou, 8 Flavio Conceiçao, 11 Hasan Şaş, 14 Elvir Baliç, 16 Hakan Yakın, 18 Ayhan Akman, 20 Volkan Arslan, 22 Arda Turan, 23 Zafer Şakar, 26 Mehmet Güven, 28 Franck Ribery, 29 Mülayim Erdem, 43 Aydın Yılmaz, 55 Sabri Sarıoğlu, 67 Ergün Penbe.
Hücum: 6 Arif Erdem, 9 Hakan Şükür, 10 Ümit Karan, 15 Cafercan Aksu, 25 Necati Ateş, 27 Özgürcan Özcan, 58 Hasan Kabze.

Şöyle bir bakalım.. Koca takımın sol beki Orhan-Hakan ikilisi. Hakan'ın pili bitmiş, biten pili birisi ısırmış da öyle devam ediyor zar zor. Orhan'ın halı sahada bile futbol oynaması tehlikeli. Şimdi bakıyoruz sol bekte Premier Lig'de benim gözümdeki en iyi 3 sol bekten biri olan Insua var. Yerli olarak da en iyi 3-4 sol kanattan 2 tanesi bizde. Sağ bek Cihan oynarken, şimdi kariyerinde her gün yükselen Sabri ve o bölgeden Sabri'yi kaydırabilen Serkan..

Orta sahada Saidou tüm hücum hattının yükünü çekerken şimdi o noktada Lorik Cana gibi bir isim var. Önlerindeki destekçiler Volkan değil, Zafer Şakar değil, Mehmet Güven değil... Artık o önde Misimovic, Elano, -sevmesem de- Arda ve Hagi'nin en seveceği tipteki oyuncu var, Emre Çolak.

Kanatlarda Ribery göze çarpıyor ki 4 ay kaldığını not düşmek lazım, 1 ayını da sakat geçirdi. 2.5-3 ay oynadı toplamda. Şimdi Kewell var, Hagi'nin oynadığı dönemde kendisi gibi liderlik yapabilecek bir adam. Kewell'ın Hagi'den çalım yemişliği bile var 2000'in Nisan ayında...

Hücum hattı o dönemde ileride evet. Seçenek çoktu ama bireysel olarak Baros'un kalitesinde bir golcümüz var mıydı denirse, zor derim. Hakan son demlerinde biraz etkili olma çabasındaydı. Ümit Karan kadrodaydı ama oynatmamıştı. Ankaraspor'a gitmişti Ümit.. Kabze yeni yeni oynuyordu, Batdal'ın açık ara özgüvensiz haliydi kabul edelim. Hakan-Necati ikilisiyle gidiyorduk o dönem. Necati'nin Antalya'dan önce kariyerinde zirve yaptığı dönemlerdi. Ancak mevcut bir Baros'tan etkili olur muydu, hiç sanmam. Hakan Şükür ve hava topu derdi de Batdal ile dengelenir.

Hagi'nin elindeki iki kadro kıyaslanınca hücum hattı denk gibi duruyor, diğerlerinde üstünüz. Kalede Ufuk'ta ısrarcı olsun yeter.

Şimdi şu sorular var kafamda. 4-3-3 saçmalığında vazgeçip 4-4-2'ye yani Batdal-Baros ikilisine döner mi. Hem çift forvet oynamak demek Anıl Dilaver ve Cem Sultan için daha fazla forma şansı demek. Belki Elano'yu da adam eder, bakarsınız dilinden anlayan adam olur Hagi..

20.10.2010

Galatasaray Spor Kulübü Yönetimine Açık Mektup


Merhaba Sayın Yönetim Kurulum;

Adım Oğuz TOROS, yaşım 28. Balıkesir'de yaşıyorum.

Galatasaray'lıyım, çocukluğumla ilgili hatırladığım ilk şey Simovic'in bir Ankaragücü maçında penaltı kurtarmasıyla birlikte, babamın sevinçten zıplayıp flöresana yumruk atması.
Belki babamın o hırsı, o sevinci, o gözlerindeki mutluluktan ötürü Galatasaray'lıyım.

Prekazi'nin Monaco'ya attığı golden sonra babamın ortadaki sehpanın bir yanından diğer yanına ip atlar gibi sürekli atlayışını hatırlıyorum.
Belki babamın o çocuksu halini görüp, kendime yakın hissettiğim için Galatasaray'lıyım.

Ümit Davala'nın Milan maçındaki penaltısını izleyemedim. Bırakın gözlerimi kapatmayı, balkona çıktım. Sonra gelen seslerden sonra zıplayarak içeriye girmeye çalıştım ve kafamı çarptım. Kanamadı ama yumurta kadar şişti.

UEFA Kupası sonrası okula gömlek-kravat-ceket üçlüsü yerine, Galatasaray forması giyerek gittim. Bazı hocalar derse sokmadı ama, yok yazılmadım.

Dediğim gibi Balıkesir'de yaşıyorum ve yılda 2 defa Ali Sami Yen'e gittiysem kendimi şanslı hissediyorum.

Türk Telekom Arena inşaatı başladığından beri her gün maillerimi kontrol ederken inşaatın kameralarına da bakıyorum.

Evimde Digiturk var, D-Smart'ı da adi politikası yüzünden iptal ettirdim.

Maçları izlerken maçına göre totem yaparım. Kazanalım kazanmayalım farketmez, bunları yapmazsam çok daha kötüsü olurdu şeklinde avuturum kendimi.
Beşiktaş maçlarında TV'nin üzerine kaşkol sererim, Fenerbahçe maçlarında "20:45" temalı tişörtümü giyerim. Ali Sami Yen'deki diğer maçlarda üzerimde mutlaka kırmızı bir tişört olur, deplasman maçlarında ise Galatasaray kol saatimi takarım.

UEFA Avrupa Ligi'ni sürekli gittiğim bi cafe var, orada izliyorum. Hem de stada gider gibi lisanslı formamı giyerek. En önde oturuyorum hep. 1 gün önceden yerimi ayırırım. Gollerden sonra bir amigo gibi kalkarak mekanı şenlendiririm. Kendi çapımda tribün havası yaşatmaya çalışırım. Olur da.

Her ne kadar GSBonus için defalarca başvursam da ne Denizbank ne de Garanti'den alamadım. Bahislerimi GSBilyoner'den oynarım. Kardeşime GSMobile hat aldım.

Sonuçta bir sebepten, bir şekilde, az ya da çok Galatasaray'lıyım ve siz o Galatasaray'lıyı bugün üzdünüz, hem de çok.

Sabotaj?..



Karşılıklı olarak feshedilen anlaşma sonrasında bir dönemin daha sonuna geldik. Rijkaard ve Neeskens devri kapandı. Her ne kadar oynattığı futboldan, takımın gidişatından ve klüpteki genel havadan hoşlanmasam ve bunların sorumlusu olarak birinci dereceden kendisini sorumlu tutsam da, gidişine üzüldüm. Ne diyeyim? Kimya uyuşmazlığı sonunu hazırladı. Türkiye gibi farklı dinamiklere sahip bir ülkede kendi sistemini oturtmaya çalıştığı için oldu bunlar. Tutmadı yani. E, bize ters tabi sistem falan.

"Sistem oturtmak" dendiği zaman ortalama bir Hollandalı ne düşünüyorsa, bizler tam tersini aklımıza getiriyoruz. Ne bileyim, "yarın matematikten boru gibi sınav var" denmiş gibi bir his. Sistemsizlik -kaos- işimize geliyor her zaman. Daha rahat, daha davetkar. Tıkır tıkır işleyen bir makina yerine, çalışmadığı zaman tekmeleyebileceğimiz bir “pancar motor” fikri, sonucunda başarısızlık ihtimali yüksek gözükse de daha çekici bizler için. Ben Alman değilim ki kardeşim kazık yutmuş gibi kalıplara uyabileyim? İsveçli değilim ki robot taklidi yapayım? Benim çocuk ruhumdan anlayacak, beni gaza getirecek adam istiyorum.

Beni yeterince gaza getirirsen sahada Messi'ye bile adım attırmam. Ama "sen burada dur, arkadaşın da orada duracak, Messi buradan geçmeye kalkacak, sen de onu durdur" diye anlatmaya kalkarsan bocalarım, yapamam. Elim ayağıma dolanır "ne yapacaktım lan ben?" diye. hah, Lucescu çözmüştü bak beni. Ama o da aynı kaos sisteminin kurbanı oldu. Yahut, Fatih TERİM. Rijkaard'ın yerine adı geçiyor ya hani, o işte.

Biz Galatasaray'ız. Sistem neymiş, teknik direktör gider, teknik direktör gelir. Bu sene başarılı olamasak da önümüzdeki yıllar ne güne duruyor? Ben alışığım istikrarsızlığa. Hayat tarzım bile bu lan? Sen de gelmiş "sistem" diyorsun. Böyle verirler adamın eline bileti.

Neyse. Neden başarılı olamadığı uzun uzun tartışılabilir, sayısız sebep bulunabilir.

Ama sağda solda bakıyorum, başarısızlığın nedenini futbolcuların kendisini sabote etmesi olarak görenler var. Az da değil, kime sorsan aynı laf. Genel intiba şu;

"Vay efendim sabote ettiler!!.."

Şimdi bana "futbolcular sabote etti" demeyin arkadaşım. Olan biteni bu kadar kolay açıklayamazsınız.

O son Ankaragücü maçındaki hareketlerini gördüm. Aralarının iyi olmadığı zaten biliniyordu, tamam. Ama Servet bir buçuk senedir mi baltalıyor takımı?

Kim sabote etmiş, Mustafa SARP mı? Rijkaard'ın en fazla güvendiği, neredeyse her maç forma verdiği, hani başka bir teknik direktör geldiği zaman değil forma, Florya'yı bile zor görecek olan Mustafa SARP mı sabote etti Rijkaard'ı?

Yahut Ayhan? Emekliliği gelmiş Ayhan "lan bu adam beni bi rahat bırakmadı, her maçta oynatıyo" diyerek mi sabote etti?

Belki Arda? yok yok, Hakan BALTA.. O sabote etmiştir kesin. Belki de Kewell, Baros, ne bileyim Cana? Ama yok lan, o da yeni geldi.

Onu bırak, "eldeki malzemeyle bu kadar" diyen var. Sen Gerets dönemindeki şampiyonluğu görmedin mi arkadaşım? Hani şu Cihan'la, Orhan'la
şampiyon olduğumuz seneyi? O zaman 83 puan alan takımdaki futbolcular şimdiklilerden daha mı iyiydi? Necati ATEŞ'ten bahsediyorum?

Olm, akıllı olun lan biraz.

Bana "takımı futbolcular sabote etti" veya "elindeki kadro kötüydü" diye savunmayın bu adamı. Mantıklı şeyler söyleyin, adam gibi tartışalım, akıl yürütelim. "Sakatlıklar çoktu", "Şanssızdı", "Total futbol bize uymadı", "yönetim arkasında durmadı", "les Adnans" falan deyin, ama futbolcuların sabotesinden, ya da kadro yetersizliğinden bahsetmeyin. Problem neredeyse tespit edip bir şeyler yapalım.

Ama bana bu iki bahaneyle gelmeyin, kalbinizi kırarım.

Not: Bir kısmı Ekşi Sözlük'teki bir yazımdan alınmıştır..

Flying Dutchman

Kamuoyuna Açıklama
20 Ekim 2010 tarihi itibarıyla Teknik Direktörümüz Frank Rijkaard, Antrenörümüz Johan Neeskens ve yardımcılarıyla yaptığımız karşılıklı görüşme sonucunda yollarımızı ayırma kararı vermiş bulunuyoruz.


Yukarıdaki açıklama üzerine resmen nutkum tutuldu. Gözlerimle görüyordum, resmi siteydi ama yine de inanmak istemedim. Bu yazıyı resmi siteye giren arkadaşımı aradım. Önce derin bir sessizlik oldu, yapma be abi dedim, sanki o göndermiş gibi... "Yönetim işte" kelimeleri dökülüverdi ağzından... Susmaya devam ettik... Doğruydu bu açıklama.

Bir çok şey yazılır da, benim derdim yapılan terbiyesizlik. 1 ay önce "şartlar her ne olursa olsun Nisan ayında sözleşmemizi sunacağız" açıklamasını yapan, ve bu açıklamayı yazdıran Galatasaray Spor Kulübü Başkanı'nın gözümdeki değeri ?

O Başkan çıkıp " Galatasaray'ın hakkını sonuna kadar koruyacağız" ya da "Her şey Galatasaray taraftarını memnun etmek" için dediği zaman nasıl inanacağız ?

"Taraftarı duygusal yönden nasıl tatmin edecek yalan söyleyen başkanımız?"

Ben açıkçası isterim, Adnan Polat çıksın, "Ben Rijkaard'ın kalmasını istiyordum, Yönetim Kurulu karar verince önce karşı çıktım, fakat çok üstelediler, karşı duramadım !" açıklamasını yapsın... Yalandan da olsa yapsın.

Yönetim kısmını geçtik. Futbolculara gelelim. Aylardır yazıyoruz, yabancı oyunculara bile gerekli özen gösterilmiyor. Rakip futbolcu Pino'nun saçını çekiyor, bir tek Baros gidiyor... Bursaspor maçında Kewell-Hüseyin Çimşir itişiyor, Hakan Balta oradan ceza sahasına doğru süzülüyor, yan gözle bile bakmıyor. Teknik direktörün babası ölüyor, ısınma esnasında bin bir lakayitlik, bir kısım şebekçe hareketler, tavırlar... Saygı denen bir şey kalmamış, tamam biz de bazı insanları sevmiyoruz ama, ne onların, ne de onların sevdiklerinin ölmesini istemiyoruz.


Bir de işin şu kısmı var... Transfer seçimleri...

Neymiş Rijkaard gidip, Marquez, Terry, Puyol gibi adamları isterse tabi alamaz Galatasaray. Tamam burası doğru... Fakat sen Rijkaard'ı getiriyorsan, onun isteyebileceği adamları alabilme gücüne sahip olmalısın."Marquez yok Gökhan Zan verelim, Terry yoksa Servet var... Hem Mustafa Sarp varken orta sahaya ne hacet ?" zihniyetinde transfer yaparsan kimse kusura bakmasın ben yönetime suç bulurum.

Tamam Hollanda'ya herkes bi ayrı bakıyor, hollandalı futbolcuları herkes bi ayrı seviyor ama şu yapılan davranış, sergilenen tutum Skibbe'ye yapıldığında da aynı tepkiyi verdim. şu 1.5 senede şu durumda kim olsa yine aynı tepki olurdu.

Bir de şu güruh var:
Koskoca 105 yıllık Galatasaray'a bir hollandalı yüzünden mi sırtını döneceksin, "desteklemem, formamı asarım" gibi laflar ediyorsun ?

Ederim arkadaşım. Benim Galatasaraylılığımı bir teknik direktöre karşı davranış belirliyor. Bir oyuncuya yapılan tutum da belirleyebilir. Size göre deplasman yapanlar Galatasaray'lı sadece. Biz o mevzuyu çoktan geçtik, haberiniz olsun.

Neyse ya, Aralık'ta askere gidiyorum... Ben dönene kadar zaten yönetim değişir.

18.10.2010

Habercilikte NTVSpor Fiyaskosu



10 ay önceki haber bu. Serkan'ın şimdiki mükemmel performansı ortada. O zaman 19, şimdi 20 yaşında. Yönetim aynı, teknik kadro aynı, önünde yine iki sağ bek var: Sabri-Ali... Buna rağmen bu adam ilk 11'deki yerini kaptırmıyor, üstüne Sabri'yi bek değil açık oynatmak zorunda bırakıyor müthiş performansı ile.

Bilgiler bunlar... Bence ben susayım, üstüne fazla konuşursam kötü olacak, siz yorumlayın...

17.10.2010

Güvenmek? Sana Mı?

"Ben Galatasaray'a ilk geldiğim zaman da söylemiştim, bana güvenilen yerde başarılı olurum. Eğer takımım benden fayda elde etmek istiyorsa, yöneticisi ve hocası bana güven duymalı. Bu her futbolcu için geçerlidir. Güven olursa, performans yükselir. Bana güvenin olduğu her ortamda başarılı olacağımı düşünüyorum"
Servet Çetin, 2-4 kaybedilen Ankaragücü maçı sonrası

Bu adam bu sözlerine rağmen hala daha bu takımın sözleşmeli oyuncusu. Yazıklar olsun diyebiliyorum sadece. Şu laftan sonra gözlerinin önünde sözleşmesini yırtmamak acizliktir. Adam alenen ben kasten kötü oynuyorum diyor, hocayla takıştığım için kastım var diyor.

Görünen Köy... : Galatasaray 2-4 Ankaragücü

Öncelikle Frank Rijkaard konusuyla başlamak istiyorum. Kendisine olan tüm inancımı, tüm desteğimi, gelecekle ilgili tüm umutlarımı Karabükspor maçının 27. dakikasında Lorik Cana'yı kenara çekmesiyle birlikte kaybetmiştim. Belki bir şeyler vardır, ufak bir kıvılcım vardır dedim ama vardıysa da onu Misimovic'i gol gereken anda oyundan alarak yok etti bitirdi sayın kıvırcık. Yerine Aydın'ın girmesine itirazım yok, geç bile girdi Aydın ama risk alınması gereken anda Sarp-Ayhan ikilisi basiretsizce ortalıkta dolanırken Misimovic'in kenara gelişi akıl ve mantık çerçevesinde açıklanacak bir şey değil. Geçen sene ne kadar gelecekten umutlu konuştuysam, bu sene tam tersini konuşuyorum bu takım hakkında. Devrime giden takım ileriye dair ufak bir ışık verir. Sistem peşinde koşan takım skor berabereyken veya önde giderken pas yapıp, tek golle bile geri düştüğü an hemen top şişirmeye başlayıp panik futboluna geçiyorsa kimse devrim beklemesin. İlk sezon olsa tamam da ikinci sezonda da aynı panik havası ve basit oyun mantığı takımdan sıyrılamadıysa neden umutlanalım ki?

Maç başı kadro tercihlerini kısmen de olsa doğru bulup sevinmiştim. Sabri'nin sağ açık oynayacak olması, arkasında formda bir Serkan tercihi ile birleşince iyice sevindirici oldu. İki sorun vardı, maskeyle önceki tecrübesinde takımı defalarca yakan Servet ve sağda bile oynarken vasatı hiç geçememiş olan Pino'nun solda olmasıydı. Ne acı ki maç öncesi canımı sıkacak dediğim bu iki şey maç içinde çileye dönüştü. Gözünün önündeki topu arayan Servet bir noktadan sonra sadece komik hale geldi bizler için. Pino ise ayrı bir Dünya, belki bir şeyler yapma peşinde ama bize anlatamıyor. Gelecek hakkında pek de bir ışık yok yani kendisinde. Misimovic'ten de memnun değildim ama bu maçta ilerisi için gereken ışığı fazlasıyla verdi, oyundan çıkmış olması tribünleri de delirtmeye yetti. O'nun çıkışındaki ıslık seslerini kötü oynadı diye duyuldu sananlar var ancak maçı baştan sona izleyenler kendisinin sahada kalmasını istedikleri için onu kenara çağıranların ıslıklandığını biliyorlardı...

Sabri'nin sağ açıkta iyi oynayacağını bekliyordum ama özellikle ilk yarıda mükemmele yakın oynayacağını tahmin edememiştim. Sabri'nin oynadığının yarısını Pino da oynasa neler olurdu neler. Gerçi yine galibiyet gelir miydi tartışılır bu savunmayla. Görme yetisi maske sayesinde büyük oranda körelen Servet ve 2-3 adım mesafeyi düşünüp planlayıp birkaç saniye bekleyerek gitmeye karar veren Hakan Balta ile 4 değil 14 yesek kimse şaşırmamalıydı. İyi ki Ufuk çıkıp kırmızı kartı gördü o pozisyonda da 4. gole engel olup 5-6-7'nin yolunu tıkadı. Ufuk orada kırmızıyı görmese 1-4 olacaktı skor ve sonrasında muhtemelen Fenerbahçe'nin Aydınspor maçı benzeri bir faciayla karşılaşacaktık. O maçta da bir Hollandalı vardı İstanbullu takımın başında. Umarım sonları benzemez demek istiyorum ama fazlasıyla benzeyecek bu belli oldu. Hatta görünen o ki geç bile kalıyoruz.

Daha fazla şu maçtan bahsedesim yok.. Aslında çok doluyum, çok daha fazla şey yazmak istiyorum da, şu kötü maçın etkisini üzerimizden atalım ondan sonra konuşuruz.. Daha fazlasını yazarsam bazıları çıkıp yine "maç sonrası siniri bunlar" diyecek ki alakası olmadığını bilen biliyor.. O yüzden frene basalım ve blogdaki maç yazılarının klasiği olan son paragrafa yani hakeme gelelim:

Degaj yapar gibi serbest vuruş kullanılmasına izin veren bir hakemmiş Tolga Özkalfa, onu öğrenmiş olduk. Daha önceki vukuatları zihinlere kazınmışken bu maçta bu hatayı da yapmış olması affedilir gibi değil. Galatasaraylı oyuncuları alenen döven Ankaragücü savunma ve orta sahasında ilk ve tek kartın 72. dakikada çıkmış olması skandalla açıklanır, başka bir şeyle değil. Aynı hakem sadece 7 dakika içinde 3 Galatasaraylı oyuncuya çatır çatır kart göstermekten ise çekinmedi nedense...

Son noktayı blogun yazarlarından Demir'in(demiycem) maç bitiminde yaptığı yorumla koyalım: Rijkaard gidip Terim gelirse, Süper Lig'den elenen ilk Türk takımı olarak tarihe geçeriz.

Fiorentina Klasiği: Sampdoria 2-1 Fiorentina


Fiorentina bunu alışkanlık haline getirdi artık, 1-0 öne geçiyor ve yarım saatten çok o skorla oynuyorsa 2-0'ı bulamadığı gibi maçı veriyor, 2-1 kaybediyor. 6. dakikada gelen golden sonra devreyi aynı şekilde tamamlayınca umudu kesmiştim. Zaten izlemesi problemli olan ilk yarıdan sonra ikincisini izleme gereği bile duymadım.

Ehh.. Pek de iyi yaptım izlememekle..

16.10.2010

Türk Telekom Arena : Büyük Buluşmaya Çok Az Kaldı !


15 Ekim 2010 Cuma günü Türk Telekom'un davetiyle blog yazarlarımızdan demiycem, Türk Telekom Arena gezisine katıldı.

Sabah 9:30'da Mecidiyeköy'den servislere binildi ve Seyrantepe'ye doğru yola çıkıldı. Stada girişten önce bir serviste ufak bir sayım yapıldı, isimler, mail adresleri ve blogların adları verilerek içeri girildi.

Türk Telekom çok iyi hazırlanmış. Misafirlerini 1 kat yukarı çıkartıp locaların arkasında açık büfe kahvaltı verildi. Kahvaltı bittikten sonra stadın mimarı Mete Arat ufak bir konuşma yapmış.

Özet geçersek; "Almanya'da çalışırken Galatasaray Kulübünden bir talep aldım. Daha önce Stuttgart'ın stadında katkım olmuştu ama bu stadı tepeye yerleştirmekte zorlandık. Ama yaptığım en iyi iş oldu" dedi.

Sonra kulaklıklar dağıtıldı ve Coşkun Peküstün misafirleri maraton tribün dediğimiz Doğu tribünden stada bakıldı. Mimar Coşkun Peküstün çimlerin yerleştirme işleminin Pazartesi'ye kadar biteceğini söyledi. Çok bahsedilen demirden yapılan desteklerin kalacağını söyledi. Tribünler dik olduğu için ilk gol sevincinde insanların düşme riski oluyor dedi. Çatılarda son bir iki rötuş kalmış, soyunma odaları ay sonunda bitiyor diye ekledi.



Metronun da bu ayın sonunda biteceğini belirtti. Deplasman tribünü Doğu ile Güney arasında olacakmış. ASY yerleşimine göre düşünürsek yine Kapalı ve Eski Açık arasında bir yerde. Kuzey ve Güney tribünlerin çatılarına asılacak birer skorbord ile de stadın hazır olacağını belirtti.

Kendileriyle günün anısına fotoğraf çektirdik ve Türk Telekom yetkililerine teşekkür ederek ilk maçımıza gün saymaya başladık.

14.10.2010

Milli Takım Aday Kadrosu Kaleci Seçimi

Bu 2'de 0 çekilen milli maç haftasında bizim aday kadroda dikkatimi bir şey çekti. Ki bu şey aslında 2-3 senedir özellikle dikkatimi çekiyordu, baktım yine tekrarlandı artık yazayım istedim. Kadroya baktık 4 kaleci seçilmiş. Yapılacak maç sayısı 10-15 olur üst üste de, garanti olsun diye kaleci alırsın hepsi forma olur falan filan... Ancak 2 tane maç için 4 tane kaleci alınmaz kadroya, alınmasın. Volkan'ı anladık, Onur'u da anladık, diğer 2 ismin aynı anda alınmasını ise mümkün değil anlamam. Hadi forma veya iyi kalecin olmaz. Ne bileyim Volkan-Onur-Ufuk falan hepsi sakattır kötüdür, aynı takımdan 2 kaleci alırsın. Ama 2 tane sağlam kalecin varken kadroya 3. kaleci almak bile gereksiz bir hamle olabilecekken aynı takımda oynayan iki kaleciyi pat diye alıyorsun kadroya.

Bu maçlarda Volkan'ın öyle veya böyle ilk tercih olacağı kesin miydi? Evet. Olur da Oğuz Çetin'in(Hiddink demiyorum evet) Volkan'ı oynatası gelmedi, Onur'un oynayacağı su götürmez bir gerçek. Her şartta ilk 18'de Onur-Volkan ikilisi olacakken aynı takımın formasını giyen Hakan ve Cenk'in kadroda olması hem israftır hem saçmalık.

Ufak görünür bu detay ama hep gözüme batar. 2 maçlık milli maç serüveni için kadroya 4 tane kaleci alan adam her kimse ben ona normal gözle bakmam, saçma sapan iş yaptığının, kadro tercihinde mantıksız davrandığının belgesidir bu benim için. Bunu takmayan, umrunda olmayan olabilir ama ben yıllardır taktım bu işe.

Kaldı ki uzun soluklu turnuva olmadığı sürece aynı takımdan iki kaleci alınmasını da anlamıyorum ben. Bu sezon arasındaki milli maçlar için kıstas nedir? Sezon içerisinde en çok oynayan ve formda olanı alırsın ki milli takım formu üst düzey olsun. Aynı takımdan 2 kaleci almak neyi gösterir? En iyi ihtimalle ikisinden biri devamlı oynamıyordur, biri hep yedektir. E sezon içerisinde forma şansını pek bulamayan adam kritik milli maç döneminde çıkıp etkili olur mu tartışılır. Aynı takımdan 2 kaleciyi aynı hafta milli takıma çağırmak demek en az 1 tane oynamayan ve form tutma şansı olmamış kaleciyi almak demektir. Ki şöyle bir riski vardır, o alınan 2 kaleci dönüşümlü forma giyiyor yani rotasyona dahil oluyorsa ikisi de diğer kaleciler kadar sık forma giyemiyordur. Buraya kadar hemfikir olmalıyız.

Hakan ve Cenk sezon içerisinde dönüşümlü oynuyorlar bu da demek oluyor ki ikisi de belirli bir süre düzenli olarak forma giyebilmiş değiller. Bugün Hakan oynuyor ama Beşiktaş 11'inde yarın Cenk'in oynamayacağının garantisini kim verebilir? Ha şu var, saygım sonsuzdur Schuster'in bu tercihine. Hakkını veriyor, iyi olanı koyuyor kaleye. Yanlış anlaşılmasın yani bu oyuncuların Beşiktaş'ta dönüşümlü oynaması memnun ediyor beni, rekabete sebep oluyor en önemlisi. Benim tek sıkıntım bu şekilde oynayan oyuncuların milli takıma alınması.

Tabii diyeceksiniz Özer, Tuncay, Semih, Hakan Balta, Gökhan Zan gibileri düşününce Hakan-Cenk yine 2 maçta bir oynuyor.. E o da doğru. Ancak kalecilik devamlılık isteyen bir iş. Stoperi 5 maç oynatma, 6. maç oynat, sırıtmaz. Ama 1 ay bir kaleci oynamasın sonra pat diye kaleye konsun, her ne olursa olsun uyum sorunu çeker. Kale dışındaki bir oyuncu diğer 9 adam tarafından bir şekilde kollanır kapatılır, desteklenir. Ancak sahadaki 10 adam, eksikliği olan kaleciye karşı ne yapabilir ki? En fazla savunmaya daha fazla yüklenirken top rakipteyken, hepsi o, kaleci yine kendi kaderini çizer takım arkadaşları istediği kadar eksiğini açığını kapatmak istese de.

Sanırım şimdi daha iyi anlaşıldı aynı takımdan iki kalecinin sezon içindeki milli takım kadrolarına alınmasına olan isyanım. Bu isyan yeni değil demiştim, Volkan-Rüştü Fenerbahçe'de seçilirken de böyleydi. Yarın bir gün olur da Aykut-Ufuk ikilisi bir arada aday kadroya çağırılır, ben yine isyanımı ederim ne gerek vardı diye.

4 kaleci alana kadar 2 tane en formda alanını al, açılan 2 tane boşluğa da 2 genç yerleştir. Kötü mü olur bu? Bu gençleri de 2 maçta sırayla 18'e al, maç kaybedeceğinin veya kazanacağının kesinleştiği skora ulaşınca da al bu genci tecrübe yaşasın.. Çok mu zor, çok mu imkansız istekler/fikirler bunlar?

13.10.2010

GSBilyoner'den Galatasaray - Ankaragücü Maçına 2 Adet Bilet


17 Ekim 2010 Saat 19:00'da Ali Sami Yen'deki Galatasaray-Ankaragücü maçı için GSBilyoner desteğiyle bilet hediye ediyoruz.

Size ufak bir sorumuz olacak sadece.

Soruya GSBilyoner numarasıyla birlikte doğru cevap veren 1. ve 10. kişilere bu maçın biletini hediye edeceğiz.

Soru: Pazar günkü maçın hakemi olarak atanan Tolga Özkalfa'nın Galatasaray karnesiyle ilgili. Kendisi Galatasaray maçlarında 17 maçta görev aldı (4. Hakem oldukları ve Türkiye Kupası maçları dahil).

Bu 17 maçta Galatasaray 13 galibiyet aldı, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet yaşadı.

Tolga Özkalfa'nın görev aldığı bu 17 maçın arasında 2 tane Ankaragücü maçı da var. Bu 2 Ankaragücü maçının tarihini ve skorunu istiyoruz.


Cevaplarınıza GSBilyoner üye numaralarınızı eklemeyi unutmayınız.

GSBilyoner üye numarası olmayanlar da buradan üye olabilir: http://www.gsbilyoner.com/

Türk Futbolunun Porno Yıldızı: Erman Toroğlu

Sürekli bel altı çalışan ve seksist yorumlarıyla insanları aşağılayan bir yorumcu, eski hakemdir bu Türk Futbolunun Porno Yıldızı...

İnanilmaz laf çevirmeleriyle "flexible"
Ağzından salyalar çıkarcasına nefret kusmasıyla "facial"
Bir mevzuyu ağzına sakız etmesiyle "cunnilingus"
Her seferinde tartıştığı kişiyi değiştirmesiyle "swinger"
Kendi yönettiği maçlardan bahsetmesiyle "mature"
Kendi ayarında bir dengesiz bulduğunda "hardcore"
Futbolcuları ten rengi ve uyruğuna göre ayırmasıyla "ebony"
Eleştirdiği birisini ince ince takip etmesiyle "voyeur"
Eleştirdiklerinin başarısız olmasıyla "masturbate"
Her programında istisnasız "solo male"
Bize göre en bi "gonzo"

12.10.2010

A Milli Takım & Ümit Milli(U21) Takım İlişkisi

Maça(Aze-Tur) kısa süre kala NTVSPOR'da maç önü programı izliyorum. Güntekin Onay sunuyor, izleyenler biliyor zaten, yorumcu üçlüsü ise aynı: Mustafa Doğan, Sergen, Demirkol. Kadro tercihi ile başlayan eleştiri zincirinin reklama girilmeden öncesi son halkası Ümit Milli Takım'ın A Milli Takım ile olan ilişkisi ile ilginç bir boyut kazandı.

Eskiden Ümitlerin abileri ile ülke ülke gezdiklerinden artık böyle bir ortam olmadığından yakındılar. Özellikle de Sergen kendini yedi bitirdi böyle bir şey olamaz, iki takım arasındaki bağ nasıl koptu nasıl gitti diye. Eskiden biz maça giderken Ümit Milliler yanımızda olurdu kaynaşırdık, aynı uçakta gidip gelirdik dedi. Bunlardan yola çıkıp iki takımın bir arada olmamasını ağır eleştiriye doğru götürdü ve hatta "BEN BÖYLE ŞEY GÖRMEDİM !!!" ayarında bir ruh haline büründü.

Yahu, bunda şaşıracak ilginç görülecek ne var? Yanılmıyorsam son 4 yıldır böyle bu durum. Eskiden U21'de Avrupa Şampiyonası için ayrıdan fikstür belirlenmezdi. A Milli düzeydeki Avrupa Şampiyonası için çekilen kura neyse U21 takımları için de aynısı uygulanırdı. Yani Bugün Azerbaycan deplasmanındaysa A Milli takım, Ümitler/U21'ler de aynı deplasmanı oynardı 1 gün önceden. Şimdi bu yok, U21'ler için de ayrı bir kura çekilir Avrupa 21 Yaş Altı Şampiyonası ön elemeleri için.

Sergen Bey bundan bihaber olduğundan olsa gerek, salladı da salladı bu sözde soruna. Sözde diyorum zira iki takımın bir arada olma şansı yok eskisi gibi. Fikstürde ikisi de içeride maç oynayacak şekilde denk gelecek de birlikte kamp yapılacak falan filan, zor iş bunlar.

Bugün Bakü'de A Milli Takım Azerbaycan ile oynayacakken Ümit Milliler'in rakibi ise Belçika'ydı ve bir hazırlık maçıydı bu. Bayrampaşa Çetin Emeç Stadı'nda oynanan maçı 4-1 kazandık. Keza A takım Almanya deplasmanı ile boğuşurken Ümitler Fransa ile oynuyordu deplasmanda.

Sistemin köklü şekilde değiştiğini ve artık aynı şekilde fikstür olmadığını bilmeyip, 10 sene önce arada bir seçildiği A Milli Takım ve o dönemin düzeni/sistemi hakkında yorum yapıp sağı solu tamamen haksız bir şekilde eleştiriyor Sergen Yalçın. İşin ilginci artık öyle bir imkan yok diye hiç kimse de uyarmıyor kendisini ne yayın anında ne de aralarda.

Ben beklerdim ki reklamdan gelindiği anda Demirkol ve Güntekin Onay söylesin artık sistem farklı, ikisi bir araya gelemiyor diye. Seyirci için de yararlı olurdu zira böyle takip etmeyecek onlar Ümitleri, sistemin değiştiğini sokaktaki 10 adamdan biliyorsa 1 tanesi biliyordur, belki. O uyarı hem Sergen'in bilmeden atıp tuttuğunu hem de seyircinin doğruyu öğrenmesini sağlardı ancak olmadı.. Sergen atıp tuttuğuyla kalacak, insanlar da "Vay be ayırmışlar görüştürmüyorlar Ümitleri büyüklerle" dedikleriyle kalacaklar..

Nasıl Yani?

"Eşim eğer bakan olmasaydı kesinlikle futbolcu olurdu. Çok sever futbolu."
Esra Şimşek, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Eşi


Bakanın eşi kocasının Batman Karması-Fenerbahçe maçında iki takımda 10'ar dakika forma giyecek olmasını yorumluyor. Futbolcu olmak/olamamak için bakanlık yapmak bir engel olmasa gerek. Kaldı ki yaş meselesi var bir de, bakan olunacak yaşta mümkün değil bu ülkede top oynanması.

6.10.2010

Not Defteri #43

  • Şimdi buradan Can(Fever Pitch) yine çemkirecek bana ama yazayım. Ben yine uzun süredir yazmıyorum evet. "Blogu boşladım, yeniden gaza basayım" demiyorum tamam söz, sonra adamın dilinden kurtulamıyoruz.
  • Not Defteri'nin 42. sayfasında en başta "Edinmek" diye bir laf edip konuyu fiil kökünden çıkıp Edin Dzeko'ya bağladım diye çakma Alpay Erdem damgası vuranlara selam ediyorum bu kare ile: http://img85.imageshack.us/img85/4363/11ke0kh.jpg
  • Neyse. İzmir'e kış gelmiş gibiydi iki gün önce. Dün iyi gibiydi. Bugün bilmiyorum battaniyemin altındayım daha. Camdan, pencereden bakmadım hiç.
  • Marmaris de soğumuş ama, öyle duydum bu sabah saatlerinde. Sabah dediğim uyumadan önce, 4 gibi..
  • Sanırsam grip aşısı oluyorum. Gribi tümden engellemediğini biliyorum ama büyük ihtimalle ağır grip geçirmenin önüne geçiyor olması bile yeterli.
  • FIFA 11 olayı var ayrıca. Olay diyorum, oyun diye kestirip atamam. Onu ayrı bir postta irdelemek lazım.
  • Bu sene mandalin, portakal, greyfurt falan çok erken çıkmış gibi gelmiyor mu size de?
  • "Sera diye bir şey var öküz!" dediğinizi duyar gibiyim. Dediyseniz kırılırım. Sera yıllardır var ama bu kadar erken bu kadar bol yemezdik bunları.
  • Aman ya, çarşı-pazar programı gibi oldu birden. Açım zaten konu yemeğe kayacak yine satır satır yemek konuşulacak.
  • Dün ayrıca 2984234802385. defa Jeux D'enfants izledim, yine olsa yine izlerim yalan yok. Her seferinde o son oyunu oynamasalar umudu oluyor insanın içinde, sebepsiz yere.
  • Geçen de bi Sherlock Holmes'u izlediydim ilk kez, nefismiş o da. Bunca vakit boşa izlememişim.
  • Balık sezonunun açıldığı iyi oldu. İlk başlarda pahalıydı hepsi ama şimdi normal fiyatlara çekiliyorlar, iyi oldular. Ben et yemeyen insanım, tavuk-balık yerim hep. Eti köfte halinde yerim diğer türlü hiç aramam. Aylarca yedirmeseler hiç ses etmem. Ama tavuk balık öyle değil, illa ki yemem lazım.
  • Oyun demiştim Fifa demiştim de Mafia 2'yi oynamadım daha yıllarca beklediğim halde. En iyisi onu da edineyim gece de haftasonu vakit geçirecek şey çıksın.
  • Şunu da belirtmek isterim ki Fifa 11'deki Galatasaray hayatımda oynadığım tüm futbol oyunları arasında bana en keyif veren Galatasaray oldu. Baros geçen oyunda pek hoş değildi, Kewell dede gibiydi hafiften ama bu sefer kıvamında hepsi. Pino da.... Neyse ya durun oyunu ayrı postta yazacağım zaten.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO