31.12.2008

İyi Yıllar...

Blogu okuyan, okumasa da bir defa bile yolu düşmüş olan herkesin yeni yılını kutlar, iyi yıllar dilerim..

2008'in Ardından : Galatasaray

Galatasaray için bu yıldan bahsederken benim için ilk sırada gelecek adamdır. Sorunun ve kargaşanın bitmek bilmediği bir ortamda teknik ekipteki arkadaşlarıyla birlikte unutulmaz bir şampiyonluk sundu bize. Konuşacak fazlasıyla olumsuzluk varken bizler için en olumlu şeylerden biri oldu 2008 yılında. Tekrar tekrar teşekkürler Cevat Hoca..
Cevat Güler gibi sevimli bir yüzün ardına yakışmasa da Kalli 2008'e damgasını vurdu Galatasaray'da. Zaten niye geldiği anlaşılamamıştı, aynı anlaşılmaz durumla ayrıldı kulüpten. İyi ki gitti çünkü daha sonra yaşananların etkisiyle birlikte çok daha farklı bir şampiyonluk yaşadık. Kendisinden kurtulduk diye sevinirken bir de baktık ki Skibbe için analizler yapıyor. "Lan ?!" diye şüphelenmeye başlamıştık ki korkulan başımıza geldi, teknik danışman oldu kulübe. Geldikten sonra ilk transfer döneminde de Mehmet Yıldız transferini isteyen adam olarak adı geçti, anında bir karışıklık ve huzursuzluk çıkardı yani ilk fırsatta.. Adnan Polat'ın geldiği günden beri en büyük hatası oldu Feldkamp'ı teknik danışman olarak tekrardan buraya getirmek. Umarım yine kısa sürede kurtuluruz kendisinden. 2008 yılında Galatasaray için unutulmak istenen şeyler varsa Karl-Heinz Feldkamp liste başıdır.

Galatasaray için konuşulacak diğer şeyler de beklenmedik ve standartların çok üzerindeki transferlerdi. Ekonomik durum, avrupada bir kaç sezondur vitrinde olamamak derken Kewell, Meira, De Sanctis ve Baros transferleri doping gibi geldi taraftara.
Kadroda herkes tek tek ayrı ve önemli isimler ama Baros'un ve Kewell'ın yerleri bambaşka oldu. Yarım sezonluk kariyerleri var takımda şu an ama şimdiden tarihte yerlerini aldıracak işlere imza attılar. Sakat denen Kewell herkesi yanıltıp Leeds'de "dünyanın en iyi sol açığı" yakıştırmasının yapıldığı günlerdeki gibi oynuyor. Baros ise Euro 2004'ten sonra ilk kez isminin hakkını veriyor. 2008 karışık başladı Kalli sayesinde ama önce şampiyonluk, sonra da avrupanın ve dünyanın önemli yıldızlarından ikisinin son zamanlarda yaptıkları yılın olumlu geçmesini fazlasıyla sağladı Galatasaray için.

Bu yıl bir de Lincoln var ki kendisi hakkında ne yazacağımı bilemiyorum 2008'in ilk 9 ayında hayal kırıklığı oldu, hakkında olumsuz düşünmemek elde değildi. Ancak o Schalke'deki performansına 1 sezonluk İstanbul tatilinden sonra devam etme kararı aldı ve takım Hagi'den sonra ilk kez bir 10 numaradan keyif alır oldu.. 2009'da nazar değmesin diyelim..

Önümüzdeki yıl için tarihimizde eşi benzeri bir daha zor yakalanacak bir başarı avcumuzun içinde bekliyor. Kendi ülkemizde, ezeli rakibimizin stadında avrupa kupası kaldırmak.. Zor gözükse de imkansız olduğu asla söylenemez. Bu kadronun UEFA'da gruptan çıkmaktan çok daha fazlasını başaracak güçte olduğu konusunda hemfikir olduğumuza göre kupada finali görme konusunda umutlanmak pek ütopik olmamalı. Yine de yöneticilerimiz gibi kesin dille konuşmamak lazım, bunu istemek, umut etmek, hedeflemek ayrı şey "kesin oynarız yea" diye çemkirmek ayrı şey..

2008'in Ardından : Fiorentina

Yıllar sonra mor formayı yeniden Şampiyonlar Ligi'nde gördük ki bunda en büyük pay sahibinin Prandelli olduğu bir gerçek. Takımı o seviyeye taşırken aynı zamanda UEFA Kupası'nda yarı final oynattı ki aslında tüm beklenti en kötü ihtimalle finalde Bayern'e yenilmekti. Yine de avrupada uzun yıllar sonra yeniden kupalarda üst turları görüp ligde de ilk 4 sıra değil ilk sıra için oynamak isteyen takım için ateşleyici bir etki oldu. Sezona iyi başlayıp Fiorentinalı herkesi tatmin edecek bir konumda noktalamıştı mayıs ayında. 2008/2009 sezonu için de yapılan transferler takımın niyetinin geçen sezonkinden daha ilerisi olduğunu açıklıyordu ki Prandelli nedendir bilinmez bir önceki sezon uyguladığı sistemi bu sezon uygulamıyordu. Bir süre deneysel takılması takımın bir koca sezonu kaybetmesine sebep olabilirdi ki kendisi yılın son 2 ayında normale dönüp takımı toparladı ve ilk 4'e yeniden girdi. Napoli ve Udinese gibi takımların zaten üst sıralarda sürekli olması beklenmiyordu ama Prandelli'nin hataları daha fazla puan alıp seneye de Şampiyonlar Ligi'nde olabilmek adına daha rahat konumda olmamıza engel oldu biraz. Kendisi toparlandıktan sonra ikinci yarıda daha fazla şey başarması gerektiğinin farkında. Avrupadan elenmemiş olsak da Şampiyonlar Ligi'nde o grupta 5 puan alıp elenmek facia gibiydi. Yine de UEFA'da hayalimdeki Fiorentina-Galatasaray finalini görme şansım sürüyor, Şampiyonlar Ligi'nden elenmenin tek iyi yanı bu oldu benim için. Sezonun bundan sonrası 2009'a kalan birşey. Onu da buralarda olursak -ki olmama gibi niyetim asla yok- seneye değerlendiririz. 2008'deki performansın altına düşülmediği sürece önümüzdeki sezondan memnun olmamak için pek de ciddi bir sebep yok.
Geride kalan yılın ikinci bölümünde Fiorentina formasıyla sezona damgayı vuran Gilardino oldu. Yılın oyuncusu olarak onu göremiyor olsam da sezon takımın en öndeki ismi olacağını söylemek mümkün. Buraya gelirken herkesin aldığı referans Milan'daki performansıydı. Ancak hesaba katılmayan şey Prandelli ile daha önce çalıştığı Parma'da Gilardino'nun 24 golle gol kralı olduğuydu. Bu sezon küllerinden doğdu benzetmesi yapılırken bu ayrıntıya hiç dikkat edilmedi. Prandelli O'nu ceza sahasında nasıl kullanacağını biliyordu, öyle de yaptı. Milan'da Ancelotti'nin yaptığını yapmayıp onu gol yollarındaki ilk tercih yaptı Prandelli. Bu da Gilardino'yu yeniden gol atarken görmemizi sağladı. Ligin en genç ve güçlü orta sahalarından biriyle birlikte Gilardino tam anlamıyla beklediğim gibi bir sezon geçiriyor Fiorentina'da. Toni gibi ilk sezonun sonunda gitmek için baskı yapacağını da düşünmüyorum ki bu da takım için önemli. Fiorentina lig ve avrupada yine sezon sonu yaklaşırken kupa hedefine gidecekse bu Gilardino gibi bir ismin liderliğiyle olabilir. Tabii ki hemen arkasından gelen Jovetic-Montolivo-Kuzmanovic üçlüsünün desteğiyle. Mutu'nun önümüzdeki sezon burada olup olmayacağı garanti değil ama Gilardino için sorun teşkil etmeyecek bu olay. O burada Prandelli ile birlikte uzun yıllar kalmaya hazır ve ne yönetimin ne de taraftarın kendilerini bırakmaya niyeti var.
2008'de Gilardino öne çıktı yılın sonlarında ama Fiorentina adına bu yılın en iyisi gösterilecekse bu kesinlikle Riccardo Montolivo olmalı. 2007/2008'i giderek artan bir formla noktaladı. 2008/2009'un ilk yarısında da Jovetic, Kuzmanovic, Almiron ve Melo gibi isimlerin arasından rahatlıkla ön plana çıktı. Attığı gollerle kurtardığı puanlar bu sene takımın ilk 4'te kalma hedefinde hayati önem taşıyor ve sezonun geri kalanında taşımaya devam edecek. Riccardo Montolivo yıl boyu gösterdiği ve yıl sonunda gaza basıp arttırdığı performansıyla yılın en başarılısı sıfatına fazlasıyla layık oldu.

Fiorentina Seri A'da yaşadığı kötü şeylerden sonra geri dönüşünün ilk ciddi adımını 2008 yılında atmış oldu. Şampiyonluk kupasını 40 yıldır göremiyor olmak, avrupada tek kupayı 1962'de kazanmış olmak, son resmi kupayı(Coppa Italia) da 2001'de kazanmış olmak bu takımın kupaya ve başarıya ne kadar hasret olduğunun göstergesi. Bu yıl gerçekleşmedi, 2009'da da pek kolay değil ama bu hedeflere doğru giderken verilen umut bile yeterli oldu bu yıl.

Nike ACG

Bir önceki postta dediğim şey buydu. 329 TL ama tüm ürünlerde %25 indirim oldğu için 247 TL oluyor. Sadece yağmurluk kısmı Man Utd, Celtic, Barça, Arsenal veya Inter logosuyla 130 TL'ye satılıyor ki bunu düşününce bu ürün pek de abartı gelmiyor. Yağmurluk ve polar kısmı ayrıldığı için toplamda 3 farklı giyecek elde etmiş oluyor insan. Yağmurluk, polar, mont hepsi bir arada iyi geldi. Polar kısmını saymazsak diğer ikisini ayrı ayrı alacaktım, tek seferde halletmek iyi oldu.. Nike'ın ACG serisinin başarılı olduğunu biliyordum da, bu kadar iyi olduğundan haberim yoktu.

28.12.2008

Not Defteri #6

- Bir kaç gündür yazacak şey bulamıyorum, derbiden sonra ülkede yer gök hakem olunca yurt dışında da çoğunluk tatile girince ben de durdum nedense.

- Aslında itiraf da edeyim birşeyi. Otururken aklıma geliyor şunu yazayım diye, daha sonra bloga girip birşeyler yazayım dediğim anda unutuyorum o aklıma gelenleri. Sanırım telefona not almam lazım ufak ufak. Mesela bugün de 5-6 şey vardı aklımda biriken ama unuttum blogun başına gelince. Marmaris'te olunca sürekli ve sık yazmamın sebebi de aklıma birşey geldiği anda oturup yazıyor olmam. Budur benim olayım, hani blogu unuttuğum boşladığım gibi şeyler düşünülmesin. Hiç gerek bunlara..

- Doğru düzgün bir yağmurluk veya mont arıyorum kendime. Mont dediysem de öyle karda kışta -10 -15 derecelerde giymelik değil. Sonuçta okul zamanı İzmir'de, kalan zamanda da Marmaris'te yaşıyorum. Marmaris en kötü 3-4 dereceye kadar soğuyor ki o da senede bir kaç gün. İzmir de çok olsa -2 -3 oluyor 5-6 gün hepsi o kadar. Bu koşullarda bir mont/yağmurluk bulduğum an gidip alacağım parası neyse. Nike'ta bir tane yağmurluk gördüm, iç kısmını ayırıp mont olarak giymek ve yağmurluk havada üstüne yağmurlu tekrar fermuarla birleştirmek mümkün. O modeli alma konusunda biraz kararsızım. Fiyatı biraz saçma geldi, 247 TL ona verene kadar aynı fiyata çok daha iyi ve kaliteli bir mont/yağmurluk bulurum gibi geliyor bana. Yine de araştırmalarım sürüyor. Adidas'ı da iyi incelemek lazım haftaiçi. Zaten 150-200 civarı birşey düşünüyorum o mont için. Gelebilecek her türlü öneriye de açığım, tabii ki ürünün sportif olması koşuluyla. Kargo pantolon ve eşofman giyiyorum genellikle, o yüzden düz ve klasik bir modeli asla düşünmüyorum.

- Premier Lig'i izliyorduk geçen sene bu vakitlerde. Yeni yıla girerken İngilizler'in yeni yıl hediyesi oluyordu bu 2 günde bir maç oynamalar.. Ancak Spormax sağolsun FOX'u bile arar olduk. İnsan hiç olmazsa SKY Türk'e iki üç maç verir de eğleniriz biraz biraz. Marmaris'te normal evde var da İzmir de öğrenci evinde sırf Spormax için 60-70 TL para vermek çok mantıksız. O paraya 2 şişe Smirnoff alırım keyfime bakarım güzel güzel..

- Real Madrid'e ne demeli peki ? Koskoca kulüp bunu bilmiyor mu be..

- Makarnayı sade hatta düz domates veya peynirli sosla yemekten de nefret ettiğim için bulduğum her sos tarifini not alıyorum bildiklerimin yanına. En son Napoliten Sos denedim kendim. Çok başarılı oldu, dışarıda yediklerim hiç böyle güzel olmamıştı.

- Bolonez Sos konusunda zaten herkesin fikri aynıdır. Sıcak makarnanın üstüne onu da sıcak sıcak ağzı yakacak durumdayken döküp yemek gibisi yok. Ama İtalya'da bu Bolonez(Bolognese) Sos'un aslında hiç de geçerli olmadığını öğrendim, doğru mu yanlış mı bilmiyorum, eğer doğruysa neden Bologna'nın adını almış bu sos ? Madem Bologna'dan alıyor adını neden makarnaya kullanmıyor İtalyanlar ? Bu sorulara cevap arıyorum amaçsızca..

- Yemek demişken. Hamsi'yi sürekli tava yapıyoruz da, şu tatilde Marmaris'e döneyim apartmanın terasa çıkıp mangalı koyup bir de ızgara deneyeceğim. Balkonda da deneyebilirim de tepki çekiyorum o zaman eve duman giriyor ve başkalarını rahatsız ediyor diye. Şimdi mantıklı düşününce terasa/çatıya çıkıp mangal yapmak da saçma aslında. Hayır balkonda yapınca da şehir içindeyim yukarıya çıkınca da. Ne var ki bunda ? Karşı apartmanda balkonda tavuk kesen komşumuz oldu be Marmaris'te şehirin göbeğinde. Bilenler için konuşuyorum çarşıda benim evim, olabilecek en merkezi ve bina dolu yer yani Marmaris'te. Hal böyleyken ben kömürü tutuşturup mangal yakmışım çok mu ?

- Yılbaşında evinde durup da alkol olarak da bira içmek isteyen varsa şahane bir önerim var. Efes süpermarketlerde promosyon paketleri yapmış güzel güzel. 5 litrelik fıçı, aile boy doritos ve 5 tane bardakla birlikte 20 YTL'ye satılıyor o paket. Evde içecek olursam bu güzel bir tercih olur başlangıç için.

- Yılbaşı tatilim 2 gün. Çarşamba dersim yok çünkü normalde. Bu yüzden salı akşamdan başlıyorum keyif yapmaya.. Ne güzel..

- Soğuklar gelmedi diye diye ortalık buz kesti. Buyrun alın soğuğunuzu, bana sahili, güneşi ve denizi geri verin. Evime döneyim, Marmaris'te otobüsten inince yaz gelsin "aaa salağa bak bu havada kışlıkları giymiş gelmiş" desinler. Yeter artık. Daha fazla soğuk olmasın. Farkındayım evet, çok basit ve çocukça düşünüyorum.

22.12.2008

Sampdoria 0-1 Fiorentina

19' Riccardo Montolivo, 0-1

Galatasaray 4-2 Beşiktaş

"Penaltı nasıl atılır ?" sorusuna cevap vermeye devam ediyor. Hagi ve Ümit Davala'dan sonra ilk kez bu takımda birisi penaltı atarken ekrana korkmadan bakabiliyorum. Son haftalarda oynadığı oyun ise ayrı bir yazı konusu. Bu aradan sonra devamını getireceği konusunda şüphe duymuyorum.
Bu maçta 90 dakika sahada kalması futbol adına talihsizliktir, ayıptır. İki derbideki toplam performanslara bakınca en vasatının Nonda olduğunu söylemek çok çok kolay..
Gecenin en güzel işlerinden biriydi tribün adına..
Fotospor : Galatasaray Hamit'i alıyor... Peki..

Maç hakkında da aşırı detaya girmek istemiyorum çünkü üzerinden 24 saat geçti ve ben yeni yazma imkanı buldum. Yani herkes herşeyi çoktan okudu zaten.. Yine de bir kaç şey hakkında bahsetmemek olmaz.

- Ersun Yanal'a hep kötü konuştuk durduk ama unutulmaması gereken bir şey var ki Arda'nın 3-5-2'de yetersiz gözükmesine rağmen savunmada bir savunmacıdan daha fazla top kapıyor olmasında payı var. Manisa'da Arda sağ bek oynamasa savunması bu denli iyi olmayacaktı.

- Bir başka konu da Matias Delgado. Barış'a ilk yarıda yaptığını dışarıda yapsa tutuklanma sebebi olur. Erman Toroğlu başta olmak üzere herkes çıkmış "Delgado iyi niyetliydi orada tamamen topa girdi" diyor. Komiklik yapmaya çalışsalar tamam da ciddi ciddi bunları söyleyince saçma oluyor. İkinci sarı kartı Delgado mu gördü bu ülkede sadece ? Neden herkes şimdi isyan ediyor buna ? Ligde onlarca oyuncu bu saçma kural yüzünden cezalı duruma düşüp oyundan atılırken akıllar neredeydi ?

- Ayrıca Zapotocny bu 90 dakikayı kırmızı kartı görmeden tamamlıyorsa helal olsun. Başka birşey demiyorum. Cüneyt Çakır kötü değildi, maçın önüne geçecek bir durumu yoktu ama kart konusunda çok cimri davrandı özellikle de ilk yarıda.

- Yıldırım Demirören isyan edip kendini parçalayana kadar bir de istifayı düşünse futbol ve Beşiktaş adına herşey daha güzel olacak. Perşembe günü açıklamalarım olacak diye ortaya lafı bırakıp gitmekle Beşiktaş düzlüğe çıkmayacak, bunu bilmeyen tek kişi de kendisi sanırım.

19.12.2008

Milka Triolade

Çikolata adını alıp da dünyada üretilen en iyi şey. Bu nasıl bir lezzet, nasıl bir fikir, kim üretir neden üretir hiç fikrim yok. Kendisiyle pazartesi günü tanıştım, olur da piyasadan çabuk kalkarsa herşeyimi satıp bundan alabilirim, bu kıvama geldim sayesinde. İmkansız bir icat.. Sabah Sarelle yiyorum ekmeğe sürüp, gün içinde bundan yiyorum ve mutlu oluyorum.
Görüntüsü de böyle, en altta bildiğimiz sütlü çikolata, onun üstüne beyaz çikolata, üstte görülen üçgenler de bitter çikolata. Böyle mükemmel bir uyum ve lezzeti daha önce tatmamıştım bir çikolatada. Denemeyen varsa hemen gitsin ve bir tane alsın. Hatta 6-7 kişi ortak da deneyebilir, tek başına bitirmek intihar etmekle eşdeğer olabilir. Çünkü kendisi devasa bir ürün, tam 300 gram.

Gittiğiniz ilk süpermarkette ısrarla talep edin, bulmaya çalışın. Çikolata seviyorum diyen insan bunu henüz denememişse kendine yazık ediyordur..

UEFA Kupası 2009 : 3. & 4. Tur

Şampiyonlar Ligi'ndeki zevkli kuralardan sonra sıra UEFA'ya geldiğinde de ilginç eşleşmeler bekleniyordu. Tabii benim için stres dolu bir eşleşmeydi çünkü Fiorentina-Galatasaray eşleşmesi yaşanabilirdi. Neyse ki olmadı korktuğum eşleşme.. Tuttuğum iki takımı daha ilk kurada denk gelseydi kupanın tüm tadı kaçacaktı benim için.

Turu geçeceğini düşündüklerime yıldız koyarak 3. Tur Eşleşmelerini de şöyle listeleyelim :

Paris Saint Germain* - Wolfsburg
Kopenhag - Manchester City*
NEC Nijmegen - Hamburg*
Sampdoria - Metalist Kharkiv*
Braga* - Standard Liege
Aston Villa* - CSKA Moskova
Lech Poznan - Udinese*
Olympiakos* - Saint Etienne
Fiorentina* - Ajax
Aalborg* - Deportivo La Coruna
Werder Bremen - AC Milan*
Bordeaux - Galatasaray*
Dinamo Kiev - Valencia*
Zenit* - Stuttgart
Marsilya* - Twente
Shakhtar Donetsk - Tottenham Hotspur*

Bordeaux - Galatasaray : Galatasaray yine kurtulamadı Bordeaux'dan. 3. sezon üst üste aynı takımla oynamış olacağız ki geçen sezon oradaki maç hala hafızalarda. O ilk yarıdaki oyundan sonra ikinci yarı Ümit ve Arda'nın her pozisyonda yere atlamalarıyla 3 puan elimizden uçup gitmişti. Amatör takım gibi bir 45 dakika geçirmiştik. Bir de unutulmayan Fransa'da 2 yıl önceki maç var, o da Arda'nın Zidane'ı selamlamasıydı.. Şöyle bir bakıyorum da bu takımı elememek için bir sebep göremiyorum. Formda ve iyi oynuyor olabilirler ama avrupada bizim Bükreş maçları haricinde neler yaptığımız ortada. Metalist'e yenildik sadece ki o maçta da açık ve net olarak topun canının bizi istemediğini gördük. Bir de Servet'in maske yüzünden yaptığını itiraf ettiği o hatası vardı tabii ki. Avrupada bu kadar iyi ve formda bir sezon geçirirken Bordeaux gibi bir engele takılmak utanç verici olur bizim için. Fransa deplasmanında gollü bir beraberlik İstanbul'da elimizi kolumuzu sallayarak tur atlamamız için yetecek. Orada galibiyet bile alabilecek güçte olduğumuzu düşünüyorum, zaten olur da Benfica maçındaki gibi 2-0'lık bir skor yakalarsak mükemmel olacak herşey. UEFA'da final yolculuğu için bu ve bundan sonraki turun kurası önemliydi. Kuradaki şansımızı sahaya da yansıtmalıyız artık. Bordeaux, NEC ve Hamburg bize rakip olacak ekipler değiller. Cavenaghi, Chamakh, Diarra gibi isimlere sahip Bordeaux ama bunlar Baros, Kewell, Lincoln gibi isimlerin yanında pek fazla sönük kalıyorlar. Galatasaray'ın yabancıları Bordeaux'daki yıldızların çok üstünde isimler. İki ekibin yerli oyuncuları kıyaslandığında sağ bekteki Sabri dışında zayıf bölgemiz de yok. Uğur Uçar olsaydı zaten orada üstün olduğumuzu bile rahatlıkla söyleyebilirdik..

Fiorentina - Ajax : İlk maçın içeride olması çoğu takım için dezavantaj gibi görünür ama Fiorentina söz konusu olunca bu avantaj oluyor. İlk maç dışarıda olsaydı takım saçmalayıp işleri karıştırabilirdi de içeride istenen bir sonuç alınıp deplasmanda ona göre oynayıp turu geçeceğimizi düşünüyorum. Ligde işler biraz düzeldi, avrupada da geçen sezonki gibi en az yarı final gelirse bir sonraki sezon için çok daha iyi şeyler konuşulacak. Ajax'ın geçiş dönemi yaşadığı şu dönemlerde hiç sıkıntı yapmadan bu turu geçmek lazım. Sonraki turda da olur da Twente Marsilya'yı geçer de Fiorentina'ya rakip olursa o zaman işte "şeker gibi kura" klişesini rahatlıkla kullanabiliriz. Ben bu turda Fiorentina'nın deplasmanda yenilmeyip içeride olası bir beraberlik tehlikesinde bile turu rahat geçeceğini düşünüyorum. Gerçi uzun süreli tahminlerde pek yanıldım son bir kaç ayda ama bakalım.. İlerisi için de Marsilya-Twente maçının galibine göre değerlendirmeyi yaparız turu geçersek..

Galatasaray ile Fiorentina'nın oynadığı ve yerinde izlediğim bir UEFA Finali hayal ediyorum ama bu imkansıza yakın sanırım. Olursa zaten benden bir süre kimse haber alamaz. İstanbul'a 1 hafta önceden gidip yerleşirim aksilik çıkmasın diye..

Bir de son olarak 4. Turdaki eşleşmeler var :

Werder Bremen / AC Milan - Olympiacos / Saint Etienne
Aston Villa / CSKA Moskova - Shakhtar Donetsk / Tottenham Hotspur
Lech Poznan / Udinese - Zenit / Stuttgart
Paris Saint Germain / Wolfsburg - Braga / Standard Liege
Dinamo Kiev / Valencia - Sampdoria / Metalist Kharkiv
Kopenhag / Manchester City - Aalborg / Deportivo La Coruna
Marsilya / Twente - Fiorentina / Ajax
NEC Nijmegen / Hamburg - Bordeaux / Galatasaray

4 takımı birlikte düşünüp bakınca "Paris Saint Germain / Wolfsburg - Braga / Standard Liege" eşleşmesi en başa baş eşleşme gibi göze çarpıyor. Diğerlerinde zaten birbirleriyle oynayacak takımlar kolay tahmin edilebiliyor..

Şampiyonlar Ligi 2009 : 2. Tur

2 eşleşme dışında diğer 6 eşleşme tamamen birbirleri gibi olan takımların eşleşmelerinden oluştu. Bu kadar dengeli ve adil bir kura çekimi beklemiyordum doğrusu. Sezon başı hazırlık maçlarında son yılların en sürpriz ve skandal sonuçlarına imza atılan İtalyan-İngiliz mücadeleleri yine var. Bunun yanında tam olması gerektiği gibi herkesin oynaması gereken takımlar geldi neredeyse. Çok eğlenceli bir 2. Tur bekliyor bizleri. Şimdiden heyecanlandım doğrusu.

Şöyle eşleşmelere de bir göz atıp geçeyim :

Chelsea - Juventus : Sezon başı özel turnuvada başka bir İtalyan Milan'ı 5 golle şoka uğratmıştı Chelsea, grubunda ise Roma'ya aynısını yapamamıştı. Şimdi yine bir İtalyanla karşılaştılar ve bu defa işleri çok daha zor. Futbol olarak bakınca Juventus daha keyif veren taraf gibi gözükse de iki takımı şöyle bir tartıp değerlendirince hemen hemen aynı yapıda takımlar olduğunu görmek mümkün. Bir tarafta Didier Drogba, Deco ve Anelka varken diğerinde de Del Piero ve Nedved gibi iki yıllanmış şaraba taze İtalyan Amauri eşlik ediyor. Amauri iyi değilse Del Piero kurtarıyor takımı her zamanki gibi. Chelsea'de ise Anelka son zamanlarda ön plana çıktı ancak o olmadığı zaman Deco çıkıp da Del Piero'nun yaptığını yapıp tek başına maçı alıp götüremiyor. Birbirine denk iki takımı ayıran en büyük özellik Del Piero-Deco farkıdır benim gözümde.

Villarreal - Panathinaikos : Kabul etmek lazım ki İspanyollar'a bir İngiliz veya İtalyan gelseydi çok daha kötü olabilridi sonları. Panathinaikos için de gelebilecek en iyi 2-3 kuradan biri gelmiş oldu. Villarreal La Liga'da istediği konumda olsa da konu Şampiyonlar Ligi olunca 2005'teki kadar şanslı olamayacaktır. Burada turu geçen çeyrek finale ulaşan takım amacına ulaşmanın verdiği keyifle gayet rahat bir çeyrek final yaşayacak.

Sporting Lizbon - Bayern Münih : Kurada dengelerin net olmadığı ilk eşleşme bu. Bayern Münih burada ağır basıyor biraz. Turu geçerken de pek zorlanacaklarını sanmıyorum, bunun kanıtı da Lyon ve Fiorentina'nın arasından kolayca sıyrılıp gitmeleriydi. Lizbon sürpriz yapabilecek bir takım değil Bayern karşısında. Tek avantajları ilk maçı sahalarında oynamaları. Burada 2-0 gibi bir galibiyet alırlarsa "sürpriz yapamaz" dediğim Lizbon beni çok rahat susturmuş olur.

Atletico Madrid - Porto : İşte bir denk eşleşme daha. Turu kim geçer sorusu ilk maç oynanmadan kafalarda pek de şekillenecek gibi durmuyor. Atletico Madrid kağıt üzerinde biraz ağır basıyor ama Porto'nun da bir şekilde Arsenal'in önünde gruptan çıkmayı başardığını düşünürsek o ağırlık bir anda dengeye dönüşüyor. İzlerken keyif alınacak bir eşleşme olduğunu düşünüyorum ama Star'ın bunu yayınlaması söz konusu olmayacaktır diğer dev takımların maçları dururken.

Lyon - Barcelona : Bu eşleşmeye iki takımın dengeli olmadığı ikinci eşleşme demeyi uygun buluyorum ama bunu derken Lizbon-Bayern eşleşmesinde olduğu gibi büyük bir fark olmadığının da farkındayım. Lyon her yıl gruptan çıkıp bir final veya yarı final göremeden gidiyor ülkesine. Yine öyle olması pek muhtemel. Lyon'un her sezon "bu defa oldu" diyerek hayal kırıklığına uğramasına kura şansı diye basit bir kılıf uydurmak yetmiyor. Her sene değişen kadro, değişen teknik adamlar, oyuncular arasında dönem dönem çıkan o sıkıntılar... Hepsi bir araya gelince Lyon'un neden bir üst tura çıktıktan sonra orada takılıp kaldığı ortaya çıkıyor. Barcelona bu açıdan bakınca bu turda çok şanslıydı. Lyon Benzema ve son baharını yaşayan Juninho önderliğinde bu turu geçerse ilk defa grup sonrasında isimlerinin yanına "başarılı" etiketini alacak.

Real Madrid - Liverpool : Bir tarafta sezonun yarısında kendi ligini noktalamış ve avrupaya umudunu bağlamış Real Madrid var, diğer tarafta yıllardır ilk kez avrupanın yanında liginde de diğerlerinin de katkısıyla iyi gidiyor gibi görünen bir Liverpool. İki takıma birlikte bakınca böyle hoş ve eşitlik dolu bir eşleşme daha yok. Takımların isimleri ve oynadıkları oyun itibariyle en zevkli ve izlemeye değer geçmesi beklenen karşılaşma bu olsa gerek. Torres'i yeniden bir Bernabeu deplasmanında izlemek güzel olacak. Real Madrid o döneme kadar Huntelaar'ın katılımıyla da kendine gelebilirse bu eşleşmeden almayı umduğumuz keyif daha da artacak. Bu iki takım hakkında çok daha uzun ve dolu dolu yazmak istiyorum maç zamanları geldiğinde. O dönem iki takımın da durumları daha net olacak ve maç öncesi konuşacak çok daha fazla şey olacak. Kim bilir Torres yine Madrid'de sahaya çıkamaz, belki de çıkıp Atleticolu taraftarlara selam eder atacağı gollerle.. Kesinlikle bu turun en büyük ve en merak dolu eşleşmesi oldu Real-Liverpool eşleşmesi.

Arsenal - Roma : Sezon başı İngilizlerden çeken bir başka takım da Roma'ydı. Tottenham'a 5-0 kaybetmişlerdi. Ancak Roma'nın ahı mı tuttu bilinmez Tottenham tanınmayacak durumdaydı 1 ay önceye kadar.. Gruptan sonra yine bir İtalyan'a denk geliyor Roma. Bu defa çok daha tehlikeli bir rakibe çarptılar. İki takım da sezon başı hedeflerine bakılınca liglerinde pek de parlak durumda değiller. İkisi için de bu turu geçmek hayat kurtarıcı bir hamle olacak bu sezon için. Arsenal'in durumu yine bir derece rahat olsa da Roma o kadar rahat olamıyor. İki takım da bazen çok iyi, eşi benzeri yok gibi oynuyor, bazen de en sıradan takımdan daha kötü oynuyor. Son yılların en dengeli kura çekiminde bu kadar çok denge ve eşitlikten bahsetmenin ana sebeplerinden biri oldu bu eşleşme..

Inter - Manchester United : 2. Tur'un 3. İngiliz-İtalyan eşleşmesi. Yani tüm İtalyanlar bir İngiliz buldular kendilerine. Liglerinin son şampiyonlarını karşı karşıya getirecek bu eşleşme ve ben ne Inter ne de Manchester hakkında kesin konuşabiliyorum. Ronaldo karşı taraftaki Quaresma'nın önüne çok daha büyük bir prestij ve havayla çıkacak. İtalya'da sezon başından beri yokları oynayan Quaresma ile Altın Top'un sahibi Ronaldo'nun karşı karşıya gelmesi ilginç oldu. Bir başka dikkat edilmesi gereken nokta da Mourinho'nun İngiltere'ye yeniden ayak basıyor oluşu. Medya ile diyalogları merakla bekleniyor yine. Kendi adıma konuşursam da en az ilgi duyduğum eşleşme olacak bu, olacakları pek de merak etmiyorum doğrusu iki takımdan da hazzetmediğim için...

Not Defteri #5

- Yine 4-5 günlük bir sessizlik oldu. Tatili bitirip İzmir'e gelince bir kaç gün internete uğramadım.

- Şimdi yazarken şaka gibi gelecek ama bir kaç şerefsizin tercihi sayesinde şu an bu satırları yazabiliyorum. İnsan hayatı böyle kritik olmamalı.. Açayım olayı.. Çarşamba gecesi evde oturuyoruz, pencerenin önündeki masada da 4 kişi oturup batak oynuyorduk her canı sıkılan öğrenci gibi. İlk oyun bitti, ikincisi de bitmek üzereydi, güzel güzel gülüp eğleniyorduk. Saat de 01.30 olmuştu. Yerimden kalkmak üzereydim, tam kalkmak için hareketlendim ve aniden bir cam patlaması/kırılması duydum ki aynı anda sırtıma da bir darbe hissettim. Otursam sırtımda değil başımda hissedecektim o darbeyi. İlk anda şaşkınlıkla yerdeki cam şişenin üzerine birşey düşürdük o patladı sanmıştım ki o panikle ayağa kalktığımda gördüm ki oturduğum sandalye cam parçalarıyla dolmuştu. Hemen sırtımı yokladım, o korku ve panik anında cama taş atıldığını düşünemeyip vurdular mı acaba dedim. Neyse ki yerdeki taşı gördük. Yetişkin bir insanın eli büyüklüğünde bir taştı. Mermer türü birşey mi yoksa adı var mı bilmiyorum da o sertlikte bir taştı yani. İlk anda perdeyi açmadım devamı gelebilir diye, mutfağa gidip oradan baktım tabii ki kimseyi göremedim, adamların bekleyip de "ehehe biz attık" diyecek halleri yok. Sonra perdeyi kaldırdık ve iki pencerenin ortasındaki camın alt kısmının dağıldığını kalan kısmının da çatladığını gördüm. Hemen 155'i aradım, olayı anlattım. 5 dakikada geldiler ve karşı apartmanda atanları gören bir kişiden de o karanlıkta sadece giydiği kıyafetleri ve boylarının ne kadar olduğunu öğrenebildi polis. Çevredeki ekiplere de haber verdiler şüphelileri ama birşey çıkmayacağı açık ve netti. Atılan taşın eve değil de bizim bir alttaki fotoğraf stüdyosuna atıldığını düşünüyorum. Çünkü karşı apartmanda olaya şahit olan kişi kendi altındaki fotoğrafçının orada sesler duyduğunu ve o yüzden balkona çıktığını söyledi. Daha sonra gördüğü kişiler uzaklaşıyor oradan ve dönüp taş fırlatıyorlar bir tane. Karşı apartmanın altındaki ve bizim altımızdaki fotoğrafçı aynı kişilere ait. Tahminimce karşıdaki fotoğrafçıya giremediler, sinirlenip son bir gayretle bizim alttaki stüdyonun camlarını kırmak istediler ve ıskalayıp bizim camı vurdular. Yoksa bize yapılan herhangi birşey olacağını hiç sanmıyorum. Fotoğrafçının kapısını da polis biz daha söylemeden incelemişti ve buraya bakın diye çağırmıştı diğer polisleri. Bütün bir gecem ve ertesi günüm boşa geçmiş oldu bu olaydan sonra. Sabah camcıyı beklemek, ondan sonra okula yetişememek, dünün getirdiği uykusuzlukla bugün sabahki dersi kaçırmak.. Neyse ki kimseye birşey olmadı, salondaki en büyük camdı kırılan ve 50 ytl ile kurtulmuş olduk.. Yine de iki gündür aklımdan çıkmayan bir soru var : Ya taş atmak yerine ateş etselerdi ?.. Ateş edilseydi cam ve perde o kurşunu taş gibi yumuşatıp sırtımı veya kafamı korumayacaktı..

- Öğrendim ki bu olay 3. kez olmuş son 1 ay içinde. Camcı öyle söyledi dün öğlen.. Yine de bu olayın fotoğrafçıya girmeye çalışıp başarısız oldukları için gerçekleştiğini düşünüyorum.

- Bir insanın hayatında herşey ters ve kötü gitmemeli. Ne zaman olumlu birşey olacak merak ediyorum. Aylardır herşey olumsuz, herşey kötü, herşey ters gider mi ? Gidiyor işte.. Üstteki olay da hepsinin tuzu biberi oldu. Daha ne kötü gidecek merak ediyorum.

- Biliyorum ama bir yerde birisi yine çıkacak karşıma ve herşey çok güzel olacak.. İnanıyorum buna.. Zaten başka çarem de yok ki..

- Ya ateş etselerdi ?...

14.12.2008

Fiorentina 2-0 Catania

Lider #2

Bundesliga'nın ilk yarısı bitti, sezonun en sürpriz ekibi Hoffenheim oynadığı futbolun hakkını aldı. 2. sıradaki Bayern Münih'e yenilmiş olmalarına rağmen bırakmadılar liderliği.

İlk yarının son maçında sahasında Schalke ile oynadı Hoffenheim. Halil'in şahane asistiyle Asamoah 1-0 yaptı. Sonra Jones kırmızıyı gördü Schalke'de. Duran topta Selim Teber gözlerimizi kamaştırdı attığı güzel golle. Schalke'de Engelaar takımını 9 kişi bıraktı. Bu noktadan sonra maç Schalke ceza sahası ile Hoffenheim hücum hattı arasında oynandı ama sayısız pozisyonda ne Ibisevic ne de günün en beceriksizi Demba Ba golü atamadı. Maç da 1-1 bitti beklenen goller gelmeyince ve Hoffenheim averajla lider tamamlamış oldu devreyi..

Bayernliler dışında Hoffenheim'ın sezon sonu da aynı noktada olmasına pek kimsenin itiraz edeceğini de sanmıyorum..

Dejavu

Yine 4 dev aynı hafta berabere kaldı İngiltere'de. Birbirlerine altın tepsiyle ikram ediyorlar puanları, hepsi de reddediyor "olmaz, sen al" diyerek. Nereye kadar sürecek acaba..

Aradan da bir şanslı çıkıp hepsinin önüne geçemiyor ki..

Bir de ayrıdan Liverpool'a değinmek lazım, içeride anlamsız puan kayıpları sürüyor, 2-3 maçı berabere tamamlamak yerine kazanmış olsalardı şu an şampiyonluk için çok daha kesin konuşuyor olacaklardı.

Yıl 2047...

bobiler.org'dan mükemmel bir çalışma..

13.12.2008

Beklendiği Gibi : Barcelona 2-0 Real Madrid

Günlerdir beklenen El Clasico tadını damağımızda bırakarak sonlandı. Gol olmuyor, Real Madrid puan mı alıyor diye düşünürken önce kaçan penaltı, sonra da son bölümde gelen 2 gol. Memnun kalmamak için tek şey ilk yarıdaki Real Madrid takımıydı. Real Madrid'in tek derdi Messi'yi sakatlayıp veya korkutup devre dışı bırakmaktı. Bir de ölümüne bir savunma yaptılar. Drenthe ve Sneijder ile de kontralarla rakibin üstüne gitmeye çalıştılar ki Drenthe'nin pozisyonu kırılma noktası oldu. O kadar rahat pozisyonda biraz stresten ve heyecandan biraz da aceleden harcadı golü. Pozisyondan sonra "yatacak yerin yok Drenthe" diye söylendim kendimce. Messi'ye uygulanan sertlik de biraz sonuç vermiş gibiydi, çekingen ve korkak oynamaya ittiler Messi'yi.İlk yarıda gözüme çarpan başka bir isim de Yaya Toure oldu. Bu kadar top kaybını Ali Sami Yen'de Mehmet Topal yapsa seyirci sahaya inerdi herhalde. Hata bir iki defa yapılır, baktın olmuyor devam eder başka türlü kullanırsın topu. Her topta koşayım adam geçeyim de maçın adamı olayım hevesi nedir. Messi bile o kadar zor çalımları denemedi. Üç kişinin arasına girmeler, beş kişinin arkasına top yollamaya çalışmalar, hiç vazgeçmedi ilk devre boyunca. Aslında Barcelona'da takımın büyük bir çoğunluğu iyi paslar yapıp oyunu çok iyi kuruyordu her zaman alıştığımız gibi. Ancak bir fark vardı, bu defa son paslar isabetli olmuyordu, belki de olabilecek en kötü şekilde kullanılıyordu. Bu da Real Madrid'in ilk yarıdaki savunma ağırlıklı can sıkıcı ve tatsız futboluyla birleşince beklenen farklı skor ve goller ortaya çıkamıyordu. İlk yarının sona ermesiyle şöyle 45 dakikanın geneline baktığımda klasik bir "formda ve ligi sürükleyen ev sahibi" ve "sezona havlu atmak üzere olan başarısız deplasman takımı" derbisi izliyorduk. Barcelona oyunu rakibe bakmaksızın tamamen istediği gibi kontrol ediyor, topla oynamada rakibi neredeyse 3'e katlamış ama bir türlü golü atamıyor. Derbinin deplasmandaki umutsuz ekibiyse kontralarla ve rakibin hatalarını kollayarak gol aramaya çalışıyordu.İkinci devrede penaltıya kadar yazabileceğim pek de birşey yok. Real Madrid biraz hızlı başlayayım dedi ama Barcelona 5 dakika içinde sakinleştirdi Madrid'i. Sonra da oyun sakin ve keyifsiz devam etti. Neyse ki ilk yarıda Real Madrid'in küme düşme adayı takım gibi oynadığı o skandala doğru giden futbolu ikinci yarıda yoktu. Dakika 72 olduğunda Real Madrid oyuncu değişikliği yapıyordu, Garcia oyuna giriyordu da giren isim değil kenara gelen isimdi önemli olan : Guti. Maçta Madrid adına kilit bir rol alacağını düşündüğüm Guti'nin adını ilk kez oyundan çıkarken duydum. Real Madrid için gecenin en kötü ismiydi Guti, bunu asla tartışmam. Penaltı pozisyonunda Busquets'in düşürüldüğünü görüp "Çalar mı acaba ?" diye kendime sordum, Messi kaleciyi geçer gibi olup topu auta kaçırınca vermedi diye düşünürken hakemin avantajı uyguladığını gördüm. Bana kalırsa penaltı doğruydu çünkü düşen oyuncu topu alabilirdi orada, ha vermese de öyle abartılacak bir olay yoktu ortada. Hakeme kalan birşeydi o penaltıyı çalmayı daha doğru buldu. Cantalejo maç sırasında Real Madrid'e yarayan o kadar çok düdük çaldı ki bu haksız bile olsa pek göze batmamalıydı. Eto'o gibi bir isim penaltıyı harcamamalıydı. Belki o gol olsa Barcelona'nın daha farklı skor atmak için yeterli süresi olacaktı. Ancak penaltıyı tamamen Eto'o'ya yüklemek olmaz, Casillas'ın da o pozisyonda ve hemen 1 dakika sonrasında maça damgasını vuracak işler yaptığını es geçemeyiz.İlk yarıda Messi'ye uygulanan sertliğin etkileri devam etti. Messi ilk yarıda isyan etmişti zaten bu duruma. Penaltı hem maçı hem Barcelona'yı ateşledi. Casillas'ın maçın az daha erken kopmasına engel olan kurtarışı geldi. Dani Alves maç boyu sağdan gidip gidip boş döndü. Her ortası sonuçsuz oldu neredeyse, çok top kaçırdı, bu kadar kötü olmasını beklemiyordum ama ilk golün gelmesine sebep olan korner de o orta yapmak isterken geldi. Kötü ortayı Puyol toparladı, Eto'o'nun dengesiz vuruşu da çizgiyi yarım metreye yakın geçip gol oldu. 90+1 olduğunda da Messi El Clasico'yu boş geçmemiş oldu.Bir de sonda değinmek istedim. Wesley Sneijder bir kumardı Juande Ramos için ve o kumarı kaybetti. Yerine adını sanını duymadığımız gençleri alarak da kulüpteki 4. gününde dikkatleri üzerine çekti, mutlaka sorgulanacaktır bu tercihleri..İkinci yarının ilk bölümündeki sıkıcı futbol olsa bile insanın içindeki o heyecan ve her an her şey olabilir mantığı o 15 dakikalık durgun bölümden bile keyif almaya neden oldu. Ne de olsa yılda iki kere olan birşey El Clasico, tv başına geçildi mi her dakikadan keyif alınıyor bir şekilde. 2008 yılı mükemmel bir derbiyle noktalanmış oldu. Bir de haftaya Galatasaray-Beşiktaş maçı böyle keyifli geçse daha ne isteriz ?

5. Büyük

Yanılmıyorsam yıl 1997'ydi, Vanspor logosunu ve renklerini değiştirmişti. Kırmızı-siyah olan renklerini mavi-beyaz yapmışlardı görüldüğü gibi.

Vanspor'a blogda yer verme sebebim de 1997-1998 sezonu öncesi yeni logosu ve renkleriyle sezona başlayan takımın o dönemki başkanının söyledikleriydi. Spor gazetesi okuyordum, çocuk aklıyla gazetede Marmarisspor haberleri tararken bir köşedeki küçük bir açıklama dikkatimi çekmişti : Vanspor 5. büyük olacak !

Peki ne oldu o sezon sonunda ? Vanspor küme düştü.. 1999-2000'de lige yükseldiler bir kez daha ve o sezon da düştüler bir daha çıkamamak üzere. 1997'nin yaz aylarında "5. büyük olma" hedefiyle yola çıkan o Vanspor bugün Amatör Küme'deki İl Özel İdaresi Vanspor'un ta kendisi..

Bir de şimdilerde Belediye Vanspor var profesyonel olarak mücadele eden ama onların da bahsi geçen Vanspor ile ilgisi yok.

Lider

Geçen sezon ne yapıyorlarsa bu sezon da aynı devam ediyorlar. Ve geçen sezon olduğu gibi ilk yarıyı noktalamak üzereyken liderlik koltuğunda Sivasspor var yine, önümüzdeki hafta Gençlerbirlği deplasmanı pek sorun yaratmayacaktr. İç sahada puan kaybettikleri tek takım Kayserispor ki o da sıradan bir Anadolu takımından çok daha ötede. İçeride Galatasaray ve Fenerbahçe'ye karşı geçen sezon olduğu gibi bol gollü yenilgiler yaşamazlarsa aynı formu tutturmaları durumunda şampiyonluk hiç uzak değil. Sivasspor veya 4 büyüğün dışında bir şampiyona kavuşmayı istemeyen yok sanırım, zaten 5. şampiyona kavuştuğumuz zaman da yavaş yavaş adam oluyoruz demektir..

12.12.2008

Gençlerbirliği 1-3 Galatasaray

Bugün hazır kaptanlıktan bahsetmişken maça da öyle gireyim. Berlin'de Lincoln'ün kaptanlığını sorgulamaktayken bugün yine aynı sahneyle karşılaştık. Kaptanlık Galatasaray'da önemli bir gelenektir biliyoruz da bir kaç senedir ayaklar altına alınan bu gelenek bugünlerde iyice yıkılmaya yüz tutmuş konumda. Lincoln'ün performansına diyecek lafım yok, sezon başında söylediklerimi bir bir yediriyor bana. Ancak bu formu sahaya kaptan olarak çıkmasını gerektirmiyor. Metin Oktay'ın ve Bülent Korkmaz'ın taktığı pazubandı bugün Ayhan, Sabri, Hasan derken Lincoln'e kadar gelmişse söyleyecek söz bulamıyorum..
Maç konusunda ise pazar akşamı ikinci devre ne olduysa bugün de ilk devre aynısı oldu. Yine aynı stad, aynı seyirci, kadrodaki iki isim dışında herkes aynı. İlk yarı Gençlerbirliği golü atmasa bizimkilerin uyanmaya niyeti yoktu. Gol geldikten sonra silkelenip futbol oynamaya karar verdiler. Hem de taraflı tarafsız herkesi keyiflendiren bir futbol. 25-45 arası oynanan 20 dakikalık bölümde maç koptu gitti. Baros gollerine, Lincoln asistlerine devam etti klasik bir deyişle. 3 gol arasında en güzelinin ilk gol olduğu konusunda bir tereddütüm yok da en sevindiğim Arda'nın golü oldu. Formsuz geçen dönemde ateşleyici birşeylere ihtiyacı vardı, o şey de bu gol oldu eminim. Derbide Arda son 1 aylık kötü performansından kurtulacak bana göre..
Maçın ikinci yarısı hakkında yazacak pek birşey yok. Galatasaray bir kaç defa gitti, oyunun ortada ve zaman zaman da Gençlerbirliği'nin kontrolünde geçmesine ses çıkarmadı. Aydın biraz hareket getirir diye bekledik ama 1-2 defa top sürmek dışında pek birşey Baros bu maçta sarı kartı bu kadar geç gördüyse hakeme de bir selam vermek gerekiyor. Ayrıca aldatmaya yönelik pozisyonlarda da kartına başvursaydı maç boyu iki tarafta da yalandan sakatlıklar ve yerlere atlamalar görmezdik. İlk yarının son 20-25 dakikası Galatasaray bu ligde ihtiyacı olanın bile üstünde bir oyun oynadı, tıpkı Ankaragücü maçındaki -izleyememiş olsam da- o 5 dakikalık bölüm gibi. Takım o bölümlerde gelip geçici bir rüzgardan ziyade galibiyeti istedi ve aniden saldırıya geçip istediği golleri buldu, sonrasında da rahatladı maçı akışına bıraktı.

Bu son bahsettiğim olay aslında pek de iyiye alamet değil. Evet takım iyi oynayıp, rahat kazanıyor olabilir ve bunu kendi isteğiyle yapıyor olabilir. Ancak bu 3-5 maçta işe yarar, alışkanlık haline geldiği zaman geri dönüşü olmaz bunun.

Sahibinden Futbolcu

Kısa sürdü Valencia macerası. Bugün itibariyle sözleşmeyi karşılıklı olarak feshettiler.

Bir önceki postta Real Madrid'in orta sahasındaki defansif sıkıntıdan bahsetmişken üstüne bu haber geldi. Madrid Diarra'yı alınca kendisine kapıyı göstermişti sezon sonu, biz bir hata yaptık diye Diarra'nın yokluğunda rotasyonda yer bulsun diye davet ederlerse Helguera'nın cevabı ne olur merak ediyorum.

Türkiye de kendisi için güzel bir alternatif olurdu aslında. Sivas, Kayseri gibi büyükleri zorlayan takımlar keşke alabilseler.

Ara Transfer Dönemi Öncesi : Real Madrid & Milan

Pazara erken çıkan Real Madrid Huntelaar'ı alarak başlamıştı Ocak 2009 transfer sezonuna. Beklenen önemli transferlerin ilki bu oldu da, devamı daha çok merak ediliyor. Diarra'dan sonra De La Red de gitmişken Real Madrid'in takviye yapıp yapmayacağı önemli bir soru işareti, muhtemelen ona sezonun ilk yarısı bitince karar verecekler. Sezonu kayıp ve tamamen bitmiş olarak görürlerse yeni transfer gelmeyecektir. Şampiyonlar Ligi'ni göz ardı etmemek lazım ama şu konumda oradaki gelecekleri de ne derece parlak olacak bilemiyoruz. Orta sahaya transferi yaparlarsa büyük olasılıkla Şampiyonlar Ligi'nde tutunmak için Sneijder'in zamansız sakatlıklarının telafisi amacıyla yapacaklar. Bu arada Huntelaar da gelmişken Saviola'nın taliplileri ellerini ovuşturmaya başlamıştır. Ruud'un sezon sonu yeniden geri döneceğini düşününce Huntelaar'ın gelişi zaten son tercih olan Saviola'nın önümüzdeki sezonlarda şansını sıfıra indirdi. Savunma konusunda yüzlerce adama sahip olsa da hep şikayetçi oluyor Real Madrid, yine de transfer beklenmiyor o bölgeye. Ben asıl önümüzdeki sezonu dört gözle bekliyorum. Pepe ve Garay nasıl bir ikili olur önceden kestirmek çok güç, olumlu sonuç verdiğini varsayarsak da tarihte yer ederler çünkü ikisi de fiziksel olarak orada tam anlamıyla duvar konumunda olacaklar. Cannavaro da Napoli'ye veya efsaneleştiği Parma'ya döner artık zahmet olmazsa, kendine yazık ediyor Madrid'de.. Neyse bu kısım sezon sonuna denk düşüyor, bizim işimiz ara transferle ilgili. Önümüzdeki bir kaç lig maçı Real Madrid'in forvetin yanında orta sahaya da takviye yapıp yapmaması için kilit noktalar olacak.
Bir de ara transferde hareketli bir dönem yaşaması gereken Milan var. Gattuso'nun sakatlığı sonrası Beckham'ın gelmesiyle 3 ay orayı idare edebilirler her ne kadar iki oyuncu arasındaki fark dağlar kadar olsa da. Ancak önlerinde başka bir sorun var ki o da Andrea Pirlo. Kırmızı-siyah formayla pek mutlu ve istekli olmadığını görmek için iki üç tane Milan maçı izlemek yetiyor. Kaka ile idare ederken Ronaldinho'nun gelmesiyle orta sahadaki insiyatifini kaybetmeye başladı. Takımı atağa kaldırıp, oyunu kurup yönlendirecek, gerektiğinde tüm orta saha O'na göre hareket edecek, yani lider olarak o gözükecek takım hücuma kalkarken. Daha sonra işi düzene sokup, kurgulayıp kalan kısmı Kaka'ya devrecek. Pirlo bunu istiyor, yani Milan'da her zaman vitrinde olmayı. Ancak geçen sezon Kaka ile en önde oyunu götüren adamken yavaş yavaş geri plana düşmeye başladı. Ronaldinho'nun gelişi de tuz biber oldu hepsine. Bu sezon çok daha geri planda kaldı ki önüne her zaman ismi ve çekiciliği olan bir David Beckham geliyor. Pirlo Milan'ın duruma göre 1. veya 2. adamıyken şimdi 4. adam olmayı istemeyecektir. Biz O'nu 2006 Dünya Kupası'nda İtalya Milli Takımı'nın yıldızlarla dolu orta sahasını tek başına sürüklerken izliyorduk. Tüm dünyanın önünde takımının lideriyken şimdi görev adamı olmak yetmeyecek Pirlo'ya.. Devre arasında biraz aklı olan takım Pirlo'nun peşine düşmeli, kaçmayacak bir fırsat çünkü. Dünyada mevkiisinin en iyilerinden birini, hatta iki sene öncenin en iyisini takımında görmek isteyen çok teknik adam var ama almaya gücü yetebileceklerin sayısı bir elin parmakları kadar olur. Biraz daha iyimser bakıp iki elin parmakları da diyebiliriz.

Ocak 2009 daki ara transfer döneminde hareketli günler yaşayacak takım çok var daha.. Onlara da yavaş yavaş sırayı getireceğim..

francHits #8

1. Redd - Roman Kahramanı(Akustik)
2. Pul - Yeniden
3. 6. Cadde - Dönersen
4. Kargo - Yıllar Sonra
5. Vega - Alışamadım Yokluğuna(Akustik)

Benziyor Bunlar Arkadaşım #14

Diego Milito & Onur Özdemir

Takım Kaptanlığı

Takım kaptanlığı disiplin ister, ciddiyet ister, sahadaki diğer 10 adamın eli ayağı olmak gerekir zaman zaman. Takımlarımızda kaptanları seçerken zaten isabetli kararlar alınmadığı gerçek, o konuyu eleştirmeyeceğim. Peki kaptanlık yapan bir oyuncu bu göreve geldikten sonra aklını başına alıyor mu, saha içerisinde lider olması gerektiği gerçeğini farkediyor mu ? Benim cevabım hayır..
Ayhan Akman sarı kart gördüğü takdirde Berlin deplasmanında cezalı duruma düşecek, bakıyoruz takımın ilk kartını körmüş Metalist Kharkiv maçında.. Cevap Ayhan Akman oluyor bize, hem de daha dakika 19. Ankaragücü deplasmanına bakıyoruz, Ayhan Akman sarı kartı görürse bu defa 5 gün sonraki Gençlerbirliği deplasmanında forma giyemiyor. Ayhan ne yapıyor ? 3. dakikada itirazdan sarı kartı görüyor. Savunması ne peki ? Derbide cezalı duruma düşmemek..
Geçen haftaya gidelim tekrar, bu kez haftasonuna ama.. Beşiktaş Ankaraspor'a kaybetmiş, ligde üst üste 2. yenilgiyi almış, sinirler gergin. Takımın önemli bir oyuncusu zaten sert hareketi yüzünden 2 hafta sonraki derbide oynamayı tehlikeye atmış. Peki ne yapıyor Kaptan İbrahim Üzülmez ? Maç sonu rakibe tokatı atıp 3 maç ceza alıyor.. Sonra da pişkin pişkin çıkıp diyor ki : "Ben aslında böyle şeyler yapmam." E yaptın ama milyonların önünde ? Adamı öldür sonra çık de ki "ben aslında böyle şeyler yapmam".. Aynı kapıya çıkıyor sonuçta, zaten her zaman yapılacak birşey olsa zaten böyle tepki görmezsin.

Takım kaptanı diyoruz adamlara ama yaptıkları ortada. Yapılmaması gereken şeyleri ilk yapan onlar oluyor. Bir kişi de çıkıp uyarmıyor sen kaptansın ne yapıyorsun diye. Takım kaptanlığı pazubandı kola takıp sahaya çıkmak kadar kolay bir şey olsa elbet sesimi çıkarmazdım..

Türkiye Kupası #2

İlk yazı burada duruyor. Yine o satırlarla bağlantılı bir şeyler karalamak istedim. O zaman ortaya koyduğum fikrin somut halinden örnekler vermek istiyorum. Yani Türkiye Kupası ve 2-3. Lig takımları hakkında. O dönemlerde şimdiki statünün benzeri vardı. 3. Lig takımlarından grupların ilk 3'te yer alanlar kupaya katılıyordu. Ancak şunu söylemek lazım, o dönemde 3. Lig'in karşılığı şimdiki 2. Lig oluyor.. 1996'da 3 tane profesyonel ligimiz varken bugün bu sayı 4'e çıkmış durumda. Yani günümüzde de 10 sezon önceki kadar takım katılıyor diye düşünebiliriz ancak o zaman küçükler sürpriz yapıyorlardı, isimlerini duyurup şehirlerinin, kasabalarının halkları için unutulmaz anılar yaşatıyorlardı. Evet bu kupanın eski formatının, grupların karışmadığı, herşeyin tek maçta tamamen şans eseri belirlendiği o günlere dönmek istiyorum. Üstelik bu defa örneğini vereceğim takım da benim için fazlasıyla yakında olan bir takım. Yaşadığım şehrin takımı olan Marmarisspor'dan bahsediyorum.

1996-1997 sezonunda o dönem tek maçlı eleme sistemi olan kupada Marmaris'in macerası gibisi günümüzde pek de karşılaşılacak türden değildi. Tabii ki o sezona damgasını vuran olay Marmarisspor'un 6. tura kadar yükselmesi değildi, 18-17 biten ve 33 penaltının gol olduğu o unutulmaz Galatasaray-Gençlerbirliği maçıydı.

Neyse biz hikayenin siyah-beyaz renklerle ilgili kısmına devam edelim. O dönem bir önceki sezon gruplarında 2 ve 3. sırayı alan 3. Lig takımları Türkiye Kupası'na ilk turdan girebiliyorlardı birbirleriyle eşleşmek koşuluyla. Marmaris de katılmayı başardığı ilk turda Isparta'yı 2-1 yenip 2. tura geçiyordu. 2. turda ise gruplarını lider bitiren 3. Lig takımları ile 2. Lig'deki takımlar ve 1. Lig'den düşenler kupaya dahil oluyordu ve 2. tur yerel bir derbiye, Marmarisspor-Muğlaspor maçına sahne oluyordu. Maç hakkında detaylı bilgim yok, o dönemde 9 yaşındaydım ve aklımda kalan tek şey Marmaris'in Muğla'yı 5-1'lik skorla geçmesinin ardından herkesin deliler gibi eğlendiğiydi. O dönemde ülkedeki en alt profesyonel ligde oynayan takımımız kupada bir üst ligdeki ezeli rakibini unutulmaz bir skorla geçiyordu. Türkiye Kupası'nda daha ileriye gitme heyecanı Marmaris'i sarmıştı bile çoktan.

3. turda bir önceki turdan gelen takımlar eşleşiyordu birbirleriyle, bu turda kupaya dahil olan yeni bir takım yoktu. Kura şansının da yardımıyla Marmarisspor yine evinde oynuyordu bu turdaki maçını ve yine kendisinden bir üst ligde oynayan Alanyaspor'u 2-1 yenerek kupanın dışına itiyordu. Sadece 1 tur atlasa yeter denen takım şimdi 4. tura yükselmişti. 4. turda 2. Lig'den geçen sezon 1. Lig'e yükselen 3 takım kupaya dahil oluyordu. Yeni rakip yine bir üst ligden geliyordu, yine Marmaris'te oynanan maçta Kuşadası karşısında alınan 1-0'lık galibiyet Türkiye Kupası'nın 5. turuna taşıyordu Marmarisspor'u. Bu turda işler karışmaya başlıyordu, çünkü 1. Lig'de 9-10-11-12-13-14-15. olan takımlar kupaya katılıyordu. Marmarisspor kupa macerasını bu turda noktlayacak gibiydi. Rakip yine bir Ege Bölgesi temsilcisi olan Denizlispor oldu. Maç sonunda tabelada 5-4'lük galibiyetimizi görmek o dönem şehirdeki herkes için tarifsiz bir mutluluktu. O tek tura razı olan takım şimdi 5 tur birden atlayıp adını 6. tura yazdırmıştı.

6. turun bu defa son durak olması daha da kesin gözüküyordu. Geriye kalan 8 takım da kupaya katılıyordu. Yani bir önceki sezon 1. Lig'i ilk 8'de bitirenler. Türkiye'nin en büyük takımları buradaydı ve kupanın bu turuna sürpriz bir şekilde gelen 3. Lig takımı vardı iki tane : Marmarisspor ve Sankospor.. Marmarisspor'un bu turda 3 büyükten biriyle eşleşip maçını Marmaris'te oynamasını istiyordu herkes ama olmadı, rakip Fenerbahçe'ydi ve adres Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı'ydı. Kupada çeyrek finalin eşiğine gelen Marmarisspor için bu eşleşme kesin ve net bir son anlamına geliyordu, 4-0'lık mağlubiyet de bunun belgesi oldu. İstanbul seyahati turistik gezi oldu takım için. Sezon sonu Marmarisspor 3. Lig'den 2. Lig'e yükseliyordu ve Türkiye Kupası'nda tesadüfen başarılı olmadığını gösteriyordu. Sonraki sezonlarda en fazla 1 tur ilerleme başarısı gösterdi takım ama o dönemki statünün getirdiği sürprizlerle 5 tur atlayıp Fenerbahçe'ye karşı rakip olmuştu. Her zaman hatırlanacak, unutulmayıp "bir zamanlar böyle yapmıştı Marmarisspor" denecek bir hatıra kaldı bizlere de..

Şimdi bir de grup formatına geçilen sezonlara ve sonralarına bakalım. 3 kez bu saçma formatta oynanan kupada kaç tane küçük takımın yıllar sonra böyle anlatabilecek bir anısı oldu ? Veya 1996-1997'de olduğu gibi bir sezonda iki küçük şehir için iki unutulmaz hikaye hiç oluşabildi mi ?

Hemen inceleyelim gruplardan sonra devam edebilen -Süper Lig takımları dışında- kaç tane 1. ve 2. Lig takımı olmuş :

- Grup formatının uygulandığı ilk sezon 2005-2006. Bu sezonda 2. Lig'i geçtim 1. Lig'den bile takım kalamamış gruplara, çeyrek finalistlerin hepsi Süper Lig'den geliyor.

- 2006-2007 sezonunda da değişen birşey yok, 8 çeyrek finalist ve hepsi de Süper Lig takımı.

- 2007-2008 sezonunda ise grup formatının ilk sürprizi gerçekleşiyor ve Adana Demirspor gruptan çıkan takım oluyor. Çeyrek final ilk kez Süper Lig dışından bir takım görüyor grup sistemine geçildiğinden beri.

Çeyrek final öncesi grup maçları oynayabilmek de bir başarıdır şimdiki 2. Lig takımlarımız için. O konuda kimsenin itirazı yok ancak buraya ulaşmak için 2 tur geçmeleri yetiyor. Yıllar önce olduğu gibi çeyrek final kapısına 5 tur atlayarak ulaşılmıyor ki.

Profesyonel lig sayımız 4'e çıktığından beri kupaya 4. seviyedeki profesyonel lig olan Türkiye 3. Ligi'nden kupaya katılan bir takım bile yok.. İlk 3 profesyonel seviyedeki ligin takımlarının hepsi bu kupaya katılmalı ki mevcut sistemde 3. seviyedeki profesyonel lig konumundaki 2. Lig'deki takımların yarısı bile katılamıyor kupaya. Büyük takımların erkenden elenmesinden ve kupa heyecanının kaçmasından mı korkuyorsunuz ? 3. Lig ve 2. Lig takımlarını bir arada bir kaç tur oynatıp, sonra sırayla 1. Lig ve Süper Lig takımlarını kupaya dahil etmek bu kadar mı zor ? Eskiden ülkedeki tüm profesyonel liglerden takımlar kupaya katılıyordu, en düşük profesyonel lig dışındaki diğer liglerin takımlarının da tamamı katılabiliyordu kupaya. Şimdi neden bu saçma sistem ? Neden bu yerel seviyede futbolun halka ulaşmasına engel olan sistem ? Neden ? Neden ?...

Madem üvey evlat muamelesi yapacaktınız, neden 4'e çıkardınız profesyonel lig sayısını. Onlar da bu ülkede profesyonel etiketiyle futbol oynuyorlarsa, onlar da bu ülkede resmi olarak profesyonel lig maçları yapıyorlarsa Türkiye Kupası maçı oynamak onların da hakkıdır. Grup formatı ayrı bir rezalettir, o konuda şüphe duyan hiç kimse yok. Ancak bu kupa ülkenin adını taşıyan kupaysa burada en alt seviyedeki profesyonel ligden de takım olmak zorundadır. Fransa'daki gibi amatörleri de alın diyen yok ki, sadece 4 profesyonel ligin takımları bir arada oynasın.

Her sene aynı takımların oynadığı çeyrek finallerdense 2-3 tane 2. Lig ve 3. Lig takımının yer aldığı çeyrek finalleri izlemeyi her zaman tercih edeceğim. Buna kimsenin de itirazı olmayacaktır, futbol böyle güzel, futbol çeşitli farklı ve renkli hikayelerle güzel. Sıkmadı mı artık 8 Süper Lig takımı ile çeyrek final izlemek ?

10.12.2008

Şampiyonlar Ligi 2009 : Grupların Ardından

A Grubu : İlk iki hafta sonunda CFR Cluj sürprizi ile başladı bu grup. Herkes Romanya'dan yükselen bu dev sermayeli kulübün sezon boyu dikkat çekmesini bekliyordu -ki o herkese ben de dahilim. O alınan 4 puan ilk ve son puanları oldu. Roma yerden yere çarpılıyordu aylardır, baktığımızda ilk maçı Cluj'e sahasında kaybetmesine rağmen Chelsea'nin önünde liderliği aldı grupta. Başlangıcı ve bitişi tamamen farklı olan bir gruptu. Ben Cluj'un Bordeaux karşısında en azından bir galibiyet alıp UEFA'ya gitmesini bekliyordum ki beceremediler. O aldıkları 4 puan da "kapalı kutu" olmalarının avantajıydı muhtemelen. İlk iki maçtan sonra değil de en baştan değerlendirince de grupta aslında herşey olması gerektiği gibi sonlandı..

B Grubu : Son güne kadar heyecanın sürdüğü grup oldu B Grubu. Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon genele bakarsak son hafta bir çok maç formalite icabı oynandı. Bu grupta son maçta Inter'in çıkamama tehlikesi bile vardı. Anorthosis Famagusta hiç şüphesiz en heyecan verici takımdı grupta. Ama olamadı işte, deplasmanda Panathinaikos'u yenmeleri lazımdı, o kadar şanslı değillerdi. Pana deplasmanda Inter'i yenince ilk iki sıranın dengesini değiştirdi. Bunun dışında Anorthosis kadar sürpriz olan bir gelişme de Werder Bremen'in tur atlama mücadelesinde diğer iki rakibini yalnız bırakması oldu. Gerçi o kadar dengesiz bir takım haline geldiler ki iki yıldır, ne yapsalar şaşırtmıyorlar, sürpriz derken ne derece doğru konuştuğumdan emin değilim. Grupta Pana yerine Anorthosis çıksa eğlenceli olurdu bana kalırsa..

C Grubu : Bu grup için sıralama yap deseler Barça, Lizbon, Shakhtar, Basel sıralamasını yapmak için bir saniye bile düşünmezdim. Turu garantileyip son maçtaki rakibine maçı rahat rahat veren Barcelona ve hemen ardından kalan diğer iki güçsüzü ezip geçen Lizbon, son olarak da Basel'in çarpışmak için gücünün yetmeyeceği her sene tur atlama umuduyla gelip havasını alan Shakhtar. Üzerinde uzun konuşmanın gereksiz olacağı bir grup, Barcelona'nın 5'er gollü antrenman maçı tadındaki galibiyetleri herşeyi zaten açıklıyor bu grupta.

D Grubu : Burada Liverpool'un liderliği zaten garantiydi. Benim beklentim PSV veya Marsilya'dan birinin iyi bir form tutturup Atletico Madrid'e rakip olmasıydı ama gerçekleşmedi. İlk ve son ikilinin kendi aralarındaki maçlar grubun sıralamasını belirledi, mücadele yoktu burada çünkü iki hafta geride kalırken 6-6-0-0 şeklindeki puan durumu çoktan bitirmişti herşeyi.

E Grubu : En ciddi sürprizlerden birinin yaşandığı grup oldu. Celtic doğru düzgün gol bile atamadan elendi gitti. Maç formalite amaçlı olmasaydı Villarreal'i de yenemeyeceklerdi. Gruptaki diğer 3 takım da 9'ar gol atıp 4 gollü Celtic'in gol sayısını ikiye katladı, tabii bunda 6-3'lük Villarreal-Aalborg maçının payı büyük. Grup için ön görülen şey Manchester'ın ardında Villarreal ve Celtic'in gelmesiydi. Aalborg aldığı 6 puanla ortalığı karıştırdı, kendine de sezonun diğer yarısı için avrupa kupalarında yer buldu. İskoçların iki devi de avrupa kupaları macerası olmadan ligde birbirleriyle uğraşacaklar, bu da gruptan alakasız bir not olsun.

F Grubu : Burada Bükreş'in zaten son sırada olacağı kesindi ama Fiorentina'nın 4 hafta sonunda havlu atacağını hiç düşünmemiştim. İlk maçta Lyon deplasmanındaki oyun ve Bayern Münih'e karşı alınan mağlubiyete rağmen Allianz Arena'daki oyun umut vermişti yine de avrupa kupalarında kalmak iyi oldu, hiç yoktan iyidir diye kendimi avutuyorum. Lyon'a karşı Bayern Münih gruptan çıkalım da gerisine bakarız havasındaydı, sorun yaşamadılar hiç. Lyon yine gruptan rahat çıktı önceki senelerdeki gibi, bakalım bu kez çeyrek final veya yarı finali görebilecekler mi. Gruptaki son maçta Rensing'in ikinci devredeki performansı olmasaydı lider Lyon olacaktı, 3-0'dan geri dönmeleri mümkün gözüküyordu ama Rensing'i geçemediler işte.

G Grubu : Yine normal denebilecek bir şekilde biten grup oldu. Sadece Fenerbahçe'nin bir kaç puan daha almasını bekliyordum. Ayrıca Fenerbahçe'nin Londra'da Arsenal'den aldığı tek puan liderlik için de tüm dengeleri değiştirmiş oldu. Bir de Fenerbahçe'nin Porto'dan en kötü ihtimalle bir puan almasını bekliyordum, onu da yapamadılar. Bu da Dinamo Kiev'in işine geldi, grupta bu kadar kolay 3. oldularsa Porto'ya teşekkür etmeliler. Arsenal Porto'yu geçip lider olabilirdi ama stratejik bir olaydı sanırım 2. olmaları.

H Grubu : Burada da her şey olması gerektiği gibiydi. Zenit'te Arshavin ve arkadaşlarının gücü yetmedi iki deve karşı. BATE burada görünüp alacağı her puana kâr gözüyle bakıyordu ki öyle de oldu. Aldıkları 3 puana üzülen olduğunu sanmıyorum ülkelerinde. Real Madrid'in Juventus'a iki maçta da yenilmesi grupta dikkati çeken şeydi. Aslında Zenit 5. haftada Juventus'u yenebilmiş olsa Madrid'de gelecek bir galibiyet onları Real Madrid'in önünde 2. yapabilirdi, bundan sonra hedefleri Sevilla gibi üst üste 2. kez UEFA'yı almak olacak. Burada Juventus son hafta 2. olmaya uğraştı gibi biraz ama BATE Torino'dan galibiyetle dönemedi.

Pek Parlak Olamadı

Bu gece oynanan Dinamo Kiev maçı gösterdi ki yedek kala kala sinirleri yıpranmış, agresif bir adam olmuş kendisi. Kayseri'de şehirde git gide parlayan umut verici takımın yine umut verici genç yıldızıyken "her genç futbolcunun hayali" mantığıyla soluğu İstanbul'da aldı, 3 büyüklerden Fenerbahçe'ye gitti. Hoş diğer ikisine gitse yine kaderi aynı olacaktı, en fazla Ertuğrul Sağlam Beşiktaş'ta biraz şans verecekti eski öğrenci kontenjanından. Fenerbahçe'nin kendi altyapısından gelen gençleri bile zar zor forma bulurken, Semih yıllardır Genç Semih olmaktan kurtulamamışken, Kayserili İlhan'ın burada forma bulup devamlı olması beklenmiyordu da bu kadar da devamsız olacağını kimse bilemezdi. Başta dediğime geleyim, yedek kala kala sinirleri bozulmuş bu arkadaşın.

Oyuna girdi, anlamsız bir sinir bir gerilim, sürekli bir saldırı ve sıkıntı hali.. Sonunun soyadı gibi olmayacağı belli bir masaldı İlhan'ınki, ne zaman "gökten üç elma düşmüş" diyerek yeniden Anadolu yollarına düşer diye soracak olursak da cevap mutlaka Ocak 2009 olmalı..

Anadoludan kalkıp İstanbul yollarına düşen adaşı İlhan Mansız en azından 2 sezon boyunca üst düzey bir oyun oynadı, Dünya Kupası'nda isim yaptı. İlhan Parlak onları da yapamadı, belki de 2 sezon önce olduğu yerde kalsa çok daha fazlasını yapabilecekti..

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO