28.11.2010

Efsaneye Yakışmayan Son Derbi


Koskoca Ali Sami Yen son kez derbi gördü, bir daha son bir özel maç dışında burada resmi olarak derbi oynamayacak Galatasaray futbol takımı. O sahaya adım atan 11+3 Galatasaraylının kaç tanesi bu efsanevi yerde son derbide kazananın Galatasaray olması adına gerçekten yüreğini ortaya koydu diye düşünüyorum. Yerlilerden Sabri ve belki Ufuk... Yabancıların iste ilginçtir ki hepsi. Normalde şu maçlarda ruhsuz yabancılara ateş edilirdi ilk, ancak bakıyoruz ki Galatasaray'ı Galatasaray olmaktan çıkaran şey o çıkarcı, içten pazarlıkçı, hocasını satan bazı yerli futbolcular. Devre arası bir takım insanlar çıkmış vay efendim Mehmet oyuna mı girermiş, yok neymiş Barış mı girmeliymiş. Yahu sen Servet'i, Ayhan'ı, Ali'yi, Hakan'ı, Mustafa'yı aynı anda başından atamadıktan sonra, oyuna Avrupa'nın en üst düzey oyuncuları sırayla girse neye yarar? Ne değişir? 4-5 tane kazma ve gereksiz insan tüm ihtişamlarıyla sahadayken çevrelerine dünyanın o bölgelerdeki en iyi oyuncularını koysan neye yarar? Hagi belli bir sistem üzerinden oyununu oynuyor. Buna yapılacak bir itiraz yok, sistem sistem diye yırtınarak 1 seneden fazla Rijkaard izleyen insanlar zaten Hagi'ye bir şey demiyor. Takımı sürünürken tropik adalarda tatiller yapan başkanın sahip olduğu yönetim, her hafta radikal kararlar almak için toplanıp "şimdi zamanı değil" diye oyun oynayana kadar ilk toplantıdan sonra kararını almış, kadro dışı kalacakları ayarlamış, kıçına tekme basılacakların tekmesini basmış olsa şimdi yenilsek bile sorun yoktu.. Gereken gerçekten yapılmış ve o radikal kararlar neyse alınmış olsa bugün mağlubiyetten sonra yönetim istifaya davet edilmezdi, belki de bu mağlubiyet olmazdı. Başımıza bela olan bir takım yerli oyuncular ve bunların kıllarına dokunmayan yönetim ilk suçludur kim ne derse desin.

Şunu diyeyim önce, oturduğumda 1-0 olmuş, penaltı yeni atılmıştı, ilk 10 dakikayı görmedim yani. İlk yarıda izlediğim 10-40 arası bölümde, o yarım saatlik dilimde çok iyi oynadık, 1-0'ı çok kolay çevirirmişiz gibi duruyordu. Ancak ilk yarının son 5 dakikası bu işin o kadar kolay olmayacağını gösterdi, devre biterken gol bulmamız gerekirken 1-0 bitmesi yeterli diye düşündük. İkinci yarı biraz etkili başladık, Beşiktaş'ı sahasına hapsettik ancak oyunun kilit noktası muhtemelen sonraki günlerde herkesin dilindeki değişiklik olacak. Cana-Servet değişikliği dönebilecek maçı dönemeyecek hale getirdi. Giren oyuncu mesela Emre Çolak olsaydı Beşiktaş orta sahasını biraz meşgul edebilirdi. Ancak kala kala Barış'a kalmış olmamız maçın sonunu 90. dakikadan çok daha önce getirdi bizim için.

Cana maç boyu orta sahada çoğu Beşiktaş hücumunu başlamadan bitiren adam olmuştu. Rakibe müdahaleyi yaptığı yer atağın başladığı göbek kısmı olunca rahattık, ancak yeni yerinde, yani stoperdeyken müdahale ettiğinde atak zaten başlamış oluyordu. Rakip ne yapacağı konusunda hazırlık yapmıyordu, yapacağını planlamış ve uygulamaya geçmiş oluyordu. Bu durumda da Cana'nın atak sonlandıracak o hareketlerini beklemek hata olurdu. Oldu da zaten.
Hücumda yine yapılabileceklerin en iyisini yaptık. Birkaç pozisyonda bizleri ayağa kaldıracak vuruşlar izledik ki Baros'un olmadığı, yedekte henüz hazır olmanın eşiğine bile gelememiş Mehmet'in olduğu takımda gerçekten de yapılabileceklerin en iyisi buydu. Baros girdikten sonra basit bir kanat ortasında bile savunma düzenini bozabildik. Attığımız sürpriz golde de Baros'un orada olmasının payı büyüktü. Bir şekilde savunma düzenini bozup diğer hücumcumuza alan yaratıyor. Ligde bu adamın yaptığını yapan başka bir oyuncu olmadığı için de boşluğunu dolduramıyoruz. Hani düşünüyorum bir tane bile şöyle adam olsa, Baros'un yarısı kadar etkili aynı tipte adam olsa çuvalla parayı dökelim ama yok. Kalitesiz demiyorum ligdeki diğer oyunculara, yanlış anlaşılmasın. Ancak Baros'un yaptığını yapanını bulmamız zor. Bir oyuncu ya Baros gibi yer açar, yanındaki adamı gol kralı yapar, ya da yanındaki adam sayesinde kendisi bulduğunu leblebi gibi atar gol kralı olur. Baros ikisini bir arada yapıyor, ligdeki diğer adamlar ikisinden birinde uzman durumundalar. Baros'u hepsinden ayıran da bu. Bu adamın oyunda olduğu 15-20 dakika bile takıma başka bir gözle, başka bir umutla bakmaya yetiyor.

Bir de şuna değinmeden bitirmeyeyim. 60'lı dakikalardı sanırım, takım duran top kazanmış, Beşiktaş yarı sahasına hapsolmuş bunalmış. Hakan Balta hemen topu kullanmak için koşuyor ve kullanıyor, attığı yerde hiç kimse yok. Top süzüle süzüle gidiyor auta doğru. Sonra da biz Hakan'a hakaret edip ruhsuz dediğimizde, formsuz dediğimizde, yetersiz dediğimizde suçlu oluyoruz. Böyle bariz şekilde takımı baltalayan, düzeni bozan, ortalığı karıştıran adamların önderliğinde -4 averajla 10. sırada olmamız hiç sürpsiz değil, lüks bile kaçıyor...

Yeni stada şimdilik liderin 16 puan gerisinde gidiyoruz ki sanırım 20 puan olacak bu fark böyle giderse. O stat elbet dolar yarı yarıya da olsa, lüks stat daha çok ilgi çeker falan filan da, formaların içini kimler dolduracak? Esas önemli olan soru budur...

NOT: GSBilyoner desteğiyle verdiğimiz hediye biletler için bu maç neden yarışma düzenlenmedi diye soruldu. Açıklamamızı yapalım ki akıllarda soru kalmasın, biletleri kendimize aldığımız düşünülmesin. Bu maç için yarışma yapılmayacağı söylendi bize geçen hafta, biz de haliyle yarışma düzenleyemedik.

23.11.2010

Hakemler Ne İstiyor?

Yıllardan beri süre gelen gereğinden fazla bir rekabet var İskoçya'da bilindiği üzere. Bu rekabetin sonucunda Glasgow şehrinin mavi ve yeşil yakasında forma giymiş oyuncular ve görev yapmış teknik adamlar üzerilerinde sürekli bir baskı hissettiler senelerdir. Bu bağlamda belli dönemlerde birçok oyuncu değişik yollarla birçok tehdit almış ve saldırılara maruz kalmışlardır.

İskoçya'ya gittiğim ilk haftayı hatırlıyorum. 2008 yılının Eylül ayının sonlarına doğru Celtic'in şimdiki hocası Neil Lennon o dönemki menajer Gordon Strachan'ın yardımcılığını yapmaktaydı ve Rangers taraftarlarının öfkesinden nasibini iyi bir şekilde almıştı. Efsanevi Martin O'Neill döneminde Celtic takımının kaptanlığını yaparak birçok başarılar elde eden Kuzey İrlanda'lı Lennon, o gece Glasgow'un elit bölgesi East End'de iki Rangers taraftarının sözlü saldırılarına karşılık verince, köşeye sıkıştırılıp feci şekilde dövülmüştü. Kameralar tarafından bulunan 2 taraftar hapis cezası almış, hapishaneden Lennon'a yine öfke dolu bir mektup yazınca da tutukluluk süreleri uzatılmıştı.

Bu gibi olaylar İskoçya'da sürekli meydana gelmekte. Aynı şekilde bu iki büyük takımın maçlarını yönetmiş hakemler de, kaybeden takım taraftarları tarafından sürekli baskı altına alınmış, kimileri de hakemliği bırakma noktasına gelmiştir. Fakat, geçen hafta hakemler belki de eşi benzeri gorülmemiş bir karar alarak, futbol taraftarları içinde oluşan bu nefrete bir protesto ile dur deme eğilimine giriştiler.

Olay aslında bir ay önce oynanan Old Firm maçında başladı. Celtic adına gerçekten de inanılması zor (sırtı dönükken) bir penaltı kararı veren hakem tüm eleştiri oklarının hedefi olmuştu. Fakat bomba 2 hafta sonra Hearts deplasmanında patlayacaktı. Celtic maçı 2-0 kaybediyor ve maç içerisinde 2 tane yüzde yüz penaltıları verilmiyordu. Bu da yetmezmiş gibi hakem Dougie McDonald maç sonrası menajer Lennon'a yaptığı açıklama ile maç raporunda yazdıkları farklı olduğu ortaya çıkınca tüm Celtic camiası adeta kellesini istemeye başlamıştı. Bu yalanını kabul eden McDonald, sadece bir uyarı cezası alarak yırtıyor, Celtic taraftarlarını daha da kızdırmıştı.

Bunun üzerine devam eden haftalarda defalarca basına açıklama veren Celtic başkanı John Reid, McDonald'ın kesinlikle kovulması gerektiğini önüne getirilen her mikrofona söylemeye başladı. Hakemin bu kararları bilerek verdiğini de iddia ediyordu, hatta olayı din meselesine bile bağlamaya çalıştı. Hakemlerin hangi takımı tuttuklarını SFA'e bildirmeleri gerektiğini, maç atamalarının da bu bağlamda yapılması gerektiğini savunuyordu. Kendisine göre Celtic maçlarına bilinçli bir şekilde Protestan ve Rangers taraftarı olan hakemler veriliyor ve maçlar sabote ediliyordu.

Bu kadar baskıya dayanamayan hakemler birliği ise yaptıkları toplantıda hedef gösterildikleri gerekçesi ile hayati tehlikelerinin bulunduğunu, bu nedenle de önümüzdeki hafta grev yapıp maçlara çıkmama kararı aldıklarını belirttiler.

Kendilerine yapılacak saldırılar ile beraber, ailelerinin de tehditler aldığından bahseden hakemler, bu kadar baskının artık kabul edilemez bir sınıra geldiğini ve bir hamlenin gerekli olduğunu belirttiler. Sokakta her an taciz ve saldırılara maruz kalmaktan korktuklarını da belirttiler.

Grev kararı alan hakem sayısı 30. Bu hakemlerin hepsi Grade 1, yani 1. sınıf hakemler. Böyle bir grev oluşması sonucunda Grade2, yani 2. sınıf hakemler maçları yönetecek, ya da lige 1 hafta ara verilecek. Ayrıca İrlanda Futbol Federasyonu ile irtibata geçip, 1 haftalığına hakem transferi yapma konusu da gündemde. 2. sınıf hakemlerin bu tip üst düzey maçlarda daha fazla tepki çekeceğinden korkuyorlar normal olarak.

Bu olay belki de bir başlangıç. Gerçekler su yüzüne çıksın, eğer gerçekten bir art niyet varsa, eninde sonunda ortaya çıkar. Grev kararı alan 29 hakem, öncelikle meslektaşlarının yalan söylediğine tepki göstersin, bir Celtic taraftarı olarak bunu rica ediyorum. Tehditler vs kötü tabii, fakat ortada bir özür yoksa, art niyet olduğu açık. Sonuç olarak 1 tanesi (McDonald) hakemliği bırakırsa, diğer 29'u da rahatlayacak, emin olun...

21.11.2010

Yine Büyük Maç, Yine Aynı Skor: 1-0


Son 3 sezondur Fiorentina için Milan deplasmanları tamamen birbirinin kopyası sanki. İyi oynuyoruz, kazanmaya yetecek kadar da değil, daha fazla gol pozisyonları buluyoruz ancak galibiyeti değil puanı bile alamıyoruz nedense. Geçen sezon ve önceki sezon olduğu gibi yine istediğimizi ve hak ettiğimizi alamadan 1-0'lık skor ile dönüyoruz geriye.

Takımda tek bir eksik sorun yarattı önce ondan başlayalım. Jovetic'i kaybedeli 3 ay oluyor ama biz hala o sonraki hafta geri gelecekmiş gibi o bölgede idareten birilerini kullanarak gidiyoruz. Kalede Frey'in olmaması pek etkilemedi bizi, Boruc gayet iyi oynuyor her ne kadar Roma'dan 3 gol yemiş olsa da. Vargas'ın sakatlık ve formsuzlukla boğuşup yedekte beklemesi de sol kanadı durduran başka bir etkendi ancak Jovetic'in yokluğuna hala alışamamak bizi geriye götüren en önemli etkenlerden. Kadroya baktığım zaman sevmediğim iki adamın oyunda olduğunu gördüm sağ çizgide. Comotto-Marchionni ikilisi oynuyordu, şunu demeliyim ki Comotto yeterliydi ancak Marchionni'nin eşdeğeri Serdar Özkan'dı. E hal böyle olunca da anlayın Marchionni'nin ne kadar katkı verebildiğini.
İlk yarıda geçen hafta Roma'ya enfes bir gol atan D'Agostino yine sahne alıp köşeye topu gönderdi ancak Abbiati'nin zor açıda topu çıkarası geldi ki bu tip kurtarışlar kariyerinde sık yaptığı şeyler değil kabul edelim. Büyük maçta büyük oynamak bazen yeterli olabiliyor kaleciler için, iki takımın da kalecileri bunu yaptılar bugün aslında ama kazanan taraf Abbiati oldu. İlk yarıda verilmeyen bir Fiorentina penaltısı var, onu alabilsek belki işin rengi değişecekti ve önceki 2 sezonda hak ettiğimiz galibiyeti alabilecek yolu açacaktık. Ancak olsaydı etseydi diyerek yürümüyor futbol, vermeyince vermiyor hakem. Zaten hakemi bize karşı art niyetliydi diye suçlamıyorum zira ikinci yarı daha net bir penaltıyı Milan'a da çalamadı veya çalmadı bilmiyoruz. Oyun olarak dengeli ama Fiorentina'nın gol için daha istekli olduğu ilk yarıyı ise Ibrahimovic noktaladı.

Bu sezon 7. kez gol attı ligde Ibra. Fiorentina'yı fazlasıyla seven bir isim, gol atmadan duramıyor adeta. Inter'deki 35 metrelik efsane serbest vuruş golü hala hafızalarda sanırım... Ayrıca Inter formasıyla ilk golünü de Fiorentina'ya karşı atmıştı İsveçli dev.

Arada aklımdayken şuna değineyim, Mihajlovic de tıpkı Rijkaard'ın yapmak istediği gibi 4-3-3 üzerinden gidiyor. Şanssızlığım mıdır nedir bilmiyorum ama tuttuğum iki takımda da büyük umutla ve destekle başlayan yeni teknik adam ve yeni sistem girişimi hüsranla sonuçlandı gibi. Fiorentina için erken ancak durum parlak değil. Jovetic'e kaldıysak ve o yüzden oynayamıyorsak daha kötü bir durum bu neresinden bakarsak bakalım. Sanırım ya 4-3-3'ten farklı bir yol denenecek ya da sağ forvetin Marchionni(Serdar Özkan) olduğu, orta sahanın Zanetti'ye(Ayhan Akman) emanet edildiği bir takımdan fazla umut etmeyeceğiz.

Dönelim maça, ikinci yarıda ilk yarıdakinin yarısı kadar bile aksiyon yoktu aslında. Fiorentina yenik duruma düşmeyip berabere başlasa gol atma isteğini daha da arttırmış halde çıkardı ancak 1-0'lık skorun üstüne hemen gol bulup beraberliği yakalayalım diye yüklenip 2. golü yeme korkusu takımı geri çekti. Vasat ve Milan'ın 1-2 pozisyonu dışında heyecansız geçen 45-65. dakikalar arasından sonra da sahneye Fiorentina çıktı. Santana, Vargas derken takım hareketlendi. Oyuna giren bu iki kanat 4-3-3'ün gerçek forvet kanatları oldular ve takım daha etkili oldu ileride. Ljacic ve Santana'nın kaçırdığı net goller biraz çıldırttı bizleri ancak son 20 dakika fazlasıyla keyif verdi gol bulamasak da. En azından golü hep arayan Fiorentina oldu. Bu bölümlerde hücumların büyük çoğunluğunun kanattan geldiğini söylemeliyiz, Montolivo-D'Agostino ikilisi işlemediği zaman ortadan gitmemiz de zorlaşıyor. Kanatlardan giden toplar da Gilardino'yu tam hedef alamayınca gol gelemedi ne yazık ki.

Sonda şunu demem lazım, Kroldrup gibi gereksiz bir organizma zor bulunur dünyada. 90 dakikaya +3 verilmiş, tam 2.5 dakikası Kroldrup'un yüzünden yok oldu. Takım yüklenirken 1 dakikayı yerde kalması ve topun taca atılması ile harcattı. Kalkıp kenara bile gelmeden devam etti. Üstüne gitti Ibra'ya faulü yaptı ve hakeme muhtemelen küfür edip kırmızı kartı yedi, 1.5 dakikayı da böyle heba etti ve gol ümidi taşıdığımız duraklama dakikalarında 1 tane şişirme top attığımızla kaldık...

19.11.2010

Football Manager 2011 İnceleme: Performans/Oynanabilirlik

Evet incelemenin biraz geciken 2. kısmı ile karşınızdayım. Görünüm/Kullanım başlıklı incelemeden sonra Performans/Özellik diye bir inceleme gelecek demiştim de adlandırmada hata olmuş, oynanabilirlik demek daha doğru oldu. Bu detaya takılan olmazdı ama yine de açıklama gereği hissettim. Öncelikle şunu diyeyim, oyunu 5-6 gün v11.0 ile oynadım, çıkmadan önce yasal yollardan deneme fırsatım olmuştu. 5 Kasım günü de oyun çıktı piyasaya ve ben 6 Kasım akşamı orjinalini de edindim. Hemen de v11.1 ile oynamaya başladım, arada çok büyük farklar var.

Laptopumun özelliklerini yazarak başlamak en iyisi olacak sanırım, çok üst düzey bir sistemim yok, orta ile iyi arasında bir yerdeyim: İşlemcim çift çekirdek, Intel Core 2 Duo P8400 2.26ghz, ekran kartım ise 256mb'lık bir ATI Radeon HD 3450, ram ise 3gb. İşletim sistemi Windows 7 Ultimate 32bit. Aşırı bir özellik yok görüldüğü gibi, sadece şunu söylemek isterim ki ekran kartım düşük gözükse de Prototype gibi bir oyunu en yüksek grafik seviyesinde oynadım, Call Of Duty: Modern Warfare 2'yi de aynı şekilde büyük çoğunluğu en sona dayanmış şekilde oynadım. İki oyunu da 1280*800 ekran çözünürlüğü ile oynadım üstelik. Şu ana dek sorun yaşadığım tek oyun Mafia II oldu. Bu bilgilerden sonra gelelim FM 2011'e...

Demoda ve v11.0 tam sürümde en belirgin ve can sıkıcı 2 durum şunlardı sanırım:

- 3D maçta oyuncuların koştukları zaman hareketsiz kalıp kayarak gitmesi, yani espriye vurursak moonwalk yapar gibi hareket etmeleri.
- Maç skorlarına tıklayınca maç ekranının en az 3-4 saniye beklemeyle açılması.

v11.1 ile ilk durum tamamen düzelmiş durumda, en hızlıda da, en yavaşta da böyle bir sorun görmedim ben. İkinci ciddi sorun ise biraz daha iyileştirilmiş, özellikle demoda bazen 10 saniyeye kadar bekliyordu maç skoruna tıklayıp maç ekranına gitmemiz ancak en şimdi 2-3 saniyeden fazla beklemiyor. FM 2010'la kıyasladığımız zaman oyun çok çok hantal durumdaydı FM 2011 v11.0 ile. v11.1'e geçince 2010'un v10.3'ündeki ile hemen hemen aynı hıza ulaşıyoruz, burada bir sorun olmadığını söylemeliyiz.

Değinmemiz gereken önemli konu ise Interaction bölümlerindeki konuşmaların chat benzeri bir hal almış olması. Burada daha seri ve hızlı konuşabiliyoruz. Eskiden her olay için oyuncu ile tek tek konuşurduk, hepsine ayrı tepki verirdi, artık odamıza çağırıp aklımızdan geçen her şeyi bir arada konuşuyormuşuz gibi bir hava yaratılmış. İki taraftan biri sinirlenip veya konuşmayı yeterli görüp bu sohbeti sonlandırabiliyor her an. Mesela yönetime iki üç tane istemedikleri fikirle gittiğimizde çık dışarı diyorlar. Bu yeniliğin en güzel yanı ise oyuncuya şununla çalış veya şu özelliği kendine kat diye tavsiyeler verince hayır derse tehdit veya rica ederek bu fikri kabul ettirmeye çalışabilmemiz olmuş. Mesela eskiden oyuncuya uzaktan şut çalış dediğimizi hatırlayalım, bunu söyleyip tamam derdik ve haber ekranına gelirdi sonucu, evet/hayır der biterdi. Şimdi odamıza çağırdığımız o chat benzeri interaction ekranında hayır derse 4 seçeneğimiz oluyor, sert ve hafif şekilde tehdit edip zorlama ve yine normal veya daha kibar şekilde rica etme imkanımız oluyor. Bu da takım içi ilişkilerimiz ve oyuncuların bize saygısı ile doğru orantılı olarak farklı sonuçlar veriyor. Mesela adama uzaktan şut çek/çekme dediğimiz zaman hayır dedi mi rica da tehdit de işe yaramayabiliyor, tehdit edip bir oyuncuya bunu zorla kabul ettirmeye çalışırsak iyice ters tepip "Sen görürsün!" diye tepki alabiliyoruz, oyuncu bize tavır koyup odayı terk edip gidebiliyor. Ya da aynı şeyin sonucu oyuncunun yalvarır gibi özür dileyip "Tabii ki yaparım, özür dilerim" demesiyle son bulabiliyor. Tamamen kendi elimizde sonuçları olan tam anlamıyla gerçekçi bir hal almış burası. Takıma başarılar kazandırıp herkesin saygı duyduğu bir adam haline geldiğimiz zaman istediklerimizi yaptırmak daha kolay olacak, yaşımızı küçük yapıp henüz 25-26 yaşlarında toy bir teknik adam olarak işe başlarsak da zorlaşacak bunlar.

Bunun dışında dikkat etmemiz gereken bir başka yenilik ise Match Preparation yani maç hazırlığı kısmı. Bunu istersek yardımcımıza devretme şansımız olduğu gibi kendimiz de ilgilenebiliyoruz. Mesela derbilerden ve büyük maçlardan önce ofansif/defansif taktikler yapmaktansa takım ruhunu öne çıkarabiliyoruz, takımı taktikle değil motivasyonla hazırlayabiliyoruz maça. Ayrıca bu bölümde ana taktiğimiz dışında 2 tane daha taktik dizilimle takımı maça hazırlayabiliyoruz. Bu da şu anlama geliyor, maç içerisinde Rijkaard-Galatasaray döneminde adı sıkça anılan B ve C planı durumu oyuna yansıtılmış. Match Preparation bölümünde yaptığımız alternatif taktikler maç içerisinde daha iyi sonuç veriyor. Yani o kısımda çalıştığımız bir taktiği maç içerisinde uygularsak takım daha iyi adapte olup oynuyor o bölümde çalışmayıp maç içerisinde uyguladığımız farklı bir taktikle kıyaslarsak. Benim şimdilik ana taktiğim 4-2-3-1, yedeğim ise 4-1-3-2. İkisi yetiyor, 3. taktik düşünmedim ama onu da klasik 4-4-2 yapma niyetim var bulunsun çeşit olsun diye.

Başlarda maç motoru demiştik, adının anılması gereken bir bölüm de bu olmalı. 3D maç motorunda hareketlerde yenilikler var, her sene olduğu gibi bir öncekinden daha da çeşitleniyor. Mesela gollerden sonra gol sevinçleri gelmiş değişik şekillerde. Kiko'nun yaptığı ve şimdilerde Güiza ile arada sırada Torres'in sürdürdüğü okçu hareketi, Kubilay Türkyılmaz ile bizlerin aklında yer adan uçak gibi kolları açıp uçmak, göğsün üstünde veya dizlerin üstünde çimlerde kaymak gibi bir takım eğlenceli şeyler var. Topun fiziği ise biraz daha iyileştirme istiyor hava toplarında. Yerden paslaşırken ve şut atarken pek olmasa da uzun paslarda ve kanat ortalarında biraz dünya dışı hareketler sergiliyor top, mesela kafa hizasında atılan bir korner falso alıp da karşı taraftaki taç çizgisinde orta çizginin yakınından dışarı çıkmaz, çıkmamalı. En azından yere düşmeli o top.. Bu tip birkaç fiziksel hata mevcut. Bunun dışında pek sorunu bulunmuyor maç motorunun. Hatta uyguladığımız taktiklerin sonuçlarını görsel olarak daha iyi alıyormuşuz gibime geldi. Ayrıca oyunda gece maçlarının olması da ayrı bir hava katmış. Eskiden her maç güneşli havada gibiydi oyundaki saat gece gösteriyor bile olsa. Ayrıca maç başladığı hava ile bitmeyebiliyor. Bulutlu başlayan maçın bir bölümünde yağmur yağabiliyor. Veya yağmurlu başlayan maçta yağmur şiddetlenebildiği gibi durabiliyor da. Yağmur durunca zemin de yağmursuz hava gibi oluyor mu böyle bir hata var mı diye dikkat ettim ama yok sanırım, yağmur yağarken durduğu zaman zemin ıslak kalıyor yine, bu detay iyi ki atlanmamış diyorum.

Diğer teknik adamlarla iletişim konusunda ise bir sıkıntı var. Her konu başlığında yorum da yapamıyoruz üstelik. Maç sonu bir teknik adam hakkımızda açıklama yapınca ya onun yetenekleri ile ilgili ya da kadrosunun güçlü olduğu ile ilgili açıklama yapmaya izin veriyor oyun. Daha fazlasını yapamıyoruz burada bir sorun var, eskiye göre çeşitlilik çok çok azalmış durumda. Önceki oyunlardaki gibi afamız estiği her anda sürekli saldıramıyoruz rakip teknik adamlara, "inşallah ligden düşersin!" diye bağırmak falan her zaman yapılabilen şeyler değil önceki sürümlerdeki gibi.

Kontrat ekranlarındaki güzellik ve yenilikten bahsetmeye geldi sıra. Önceden vereceğimizi verir tamam derdik, oyuncu reddetti kabul etti diye haber gelirdi. Şimdi tıpkı oyuncu ile iletişimde olduğu gibi anlık olarak sonuçları almak mümkün. Atıyorum bir oyuncuya 500.000€ önerdik, teklifi sun dedik ve kabul edip etmediğini söyledi, daha sonra teklifi yapmak için onaylamadan yeni bir teklif sunup 500.000€'dan 1€ aşağı insek bile hemen "Daha önce bunu önermiştin" diyor ve önerilen yüksek ücrette diretiyor. Bu tip ince detaylar güzel düşünülmüş, bana biri çıkıp 2 senede 2.000.000 alacaksın dese, sonra çıkıp hadi onu 3 senede yıllık 1.800.000 yapalım dese, 2 verebiliyordun şimdi niye düştün der sorun yaparım doğruya doğru. Aynı şekilde %15 maaş artışı verdiğimiz adama yeni teklifte %10 artış ile gidince de benzer şekilde öncekini istiyorum o daha iyiydi diyor. Artık çok daha dikkatli olmalıyız yani sözleşme ekranında. Yoksa oyuncunun canı sıkıldığı anda "görüşmek istemiyorum" diyor ve yeni teklif yapılmasına bile izin vermeden çekip gidebiliyor.

Kontratla birlikte menajerlik sistemine de değinmek lazım. Oyuncu menajerleri her an yeni bir isimle kapınızı çalıp elindeki oyuncuyu pazarlamak isteyebiliyor. Menajerle çalışan oyuncuların sözleşmesinde menajere verilecek komisyon da var. İlk oynayıp oyun süresinde 1-2 ay test ettiğim Galatasaray serüvenimde mesela Fazio'nun menajeri kendisi için 250.000€ isteyip oyuncusu için yıllık 1 Milyon € istiyordu, 4 yıllık sözleşme yap diyordu 5'e izin vermiyordu. Menajere verdiğim parayı 400.000€ yaptım, o da Fazio'yu yıllığı 600.000€'dan 5 yıllık sözleşme yapmaya ikna etti hemen. Üstte dediğimiz düşük fiyatı kabul etmeme sorunu işte bu menajerlerle aşılabiliyor. Menajer sistemi cebimizden fazla para çıkıyormuş gibi gösterse de işin aslının öyle olmadığını hemen ufak bir hesapla ortaya çıkaralım. Eski sürümlerde bu bahsettiğim sözleşmedeki 400.000€ tamamen ekstra gözüküyor. Ancak 1 Milyon € yerine 600.000€'luk sözleşme imzaladı oyuncu, 5 yılda 2 Milyon € kar etmiş oldum yani kağıt üzerinde, bundan 400.000'i düşünce 1.6 Milyon € kazanç elde etmiş olduk, eskiden olsa paşa paşa ilk 1 Milyon €'luk sözleşmeyi önermek zorundaydık oyuncuya. Bu bağlamda menajerlik sistemi bizi yüklü kontratlardan kurtarıyor ve oyuncuları çok daha ucuza ikna etmeye yarıyor. Ayrıca bir menajerle iyi anlaşırsanız daha kaliteli ve iyi oyuncuları getirebiliyor ayağınıza. Aynı şekilde aranızın kötü olduğu bir menajerden de oyuncu alabilmek bir hayli zor hale getirilmiş. Bir menajerde benim adım adamın "Disliked People" listesine girmişti, oyuncusunu almayı denedim, çok yüksek fiyatlar çekti alamadım. Menajerlerle iyi geçinip onların favorileri arasında yer etmeye de uğraşmalıyız yani bir yandan.

Oyunun oynanabilirlik kısmına ait önemli yenilikler de bu şekilde işte.. Umarım Şubat 2011'de çıkması muhtemel v11.2 patchi ile oyunda özellikle o maç motorundaki topun fiziği düzelir ve tamamen olmuş bir oyuna sahip oluruz. Tabii bu topun fiziğinden bahsederken her ortada saçma gittiğini söylemiyorum, ara sıra çıldırabiliyor falsolu vuruşlarda. Neyse daha uzatmayıp noktayı koyup herkese kupalarla ve başarılarla dolu bir FM 2011 macerası diliyorum.

18.11.2010

Hagi'nin İlk Kurbanı Misimovic!

Gheorghe Hagi; futbolculuk kariyerinde antrenmanları en önemli yere koyan, sahadaki mücadeleye gücü yetmediği için değil, daha fazla antrenman yapmaya gücü yetmediği için futbolu bırakmış olan bir teknik adam, efsane. Misimovic'i de antrenmanlardaki disiplinsiz davranışları sebebiyle gönderiyor A2 veya artık olması gereken adıyla rezerv takıma.

Bu kadar önem verdiği antrenmanlarda en ufak disiplinsizliği bile çekemez Hagi, çekmemeli de. Kadro dışı kalacaklar ve gönderileceklerden bahsederken saha içi performansla başlayacağını söylemişti ancak belli ki antrenman ile başladı. Saha içindekilere de en geç devre arasında sıra geleceğini zaten kendi ağzıyla söyledi. 1.5 senedir bekliyoruz, 1 ay daha bekleriz o virüslerin yollanması için, varsın şimdilik Bosnalıyı yollasın sadece.. Tabii o virüsler 1 Şubat 2010 günü hala Galatasaray kadrosunda olursa konuşacak çok şeyimiz olur o bambaşka bir konu.

Bekleniyordu Misimovic'i kulübeye veya tribüne mahkum etmesi ama o doğrudan antrenmanlardan da uzaklaştırdı kendisini. Misimovic'e gerçekten gıcık kaptığı için ceza verecek olsa 6+2+2'nin son +2'si muamelesi yapar ve tribünde oturturdu her maç. Demek ki gerçekten ciddi bir sorun var, yoksa Hagi gibi bir adam bir oyuncuyu oynatmayacaksa bile A takımla çalıştırmamazlık etmezdi. Bunun örneğini ilk döneminde gördük, Bülent Korkmaz'ı oynatmıyordu, Hakan Ünsal'a yüz vermiyordu pek ama bu adamların antrenmanlarda disiplinli olduklarını bildiği için, örnek olacaklarını bildiği için takımda tutup sadece maçlarda kızağa çekiyordu. Misimovic'e bunu yapmadığına göre problem ciddi. Bundan sonra beklentimiz Serdar-Sarp-Servet-Ayhan-Barış-Balta gibilerinin de en azından 2-3 tanesinin takımdan uzaklaştırılması. Keşke hepsi olsa tabii de şimdilik onu yapamazlar sanırım...

Hollanda:1 - Türkiye:0

Yapılanma sürecinde olan bir milli takımımız var. Dünya kupasına gidemedik. Fatih Terim yerine Hiddink geldi. İlk başta işleri Oğuz'a bıraktı gibi göründü veya öyle algılandı. Çünkü taktiksel anlayış Hiddink geldiğinden beri biraz biraz değişmeye başlasa da çıkan kadrolar Terim'in anlayışından geliyordu. Hiddink üst üste gelen iki mağlubiyetten sonra belli ki açılım yaptı ve "Durun bu ülkede başka futbolcular da oynuyormuş" dercesine bir kadro seçimi gerçekleşti.

Maça dönersek bu genç ve birbirini neredeyse hiç tanımayan adamlardan alınabilecek %100 olmasa da %70 - %80'lik verim alındı. Sonuçta karşıdaki rakip son dünya kupasının 2.'si konumunda. Ayrıca çıkardıkları kadroda emekli olan Van Bronckhorst ve müzmin sakat Robben dışında eksik yoktu. Gerçi bir hazırlık maçı olduğu için gerekli özveriyi kaydettiler mi? Onu bilemiyorum.

Hiddink 4-3-3'ten ziyade 4-5-1 gibi oynatıyor takımı. Bu akşam Hamit ve Burak'ın bulunduğu mevkiler yine fazla açıkta değildi. Sürekli geri geldiler. Burak çizgide yaptığı koşularla, Hamit ise oynamaması gereken bir yerde oynadığı için anlamsız hareketleriyle oynadı. Sabri'yi ortada oynatmak gibi bir sevda başladı Türkiye'de. 17 yaşında başladığı gibi göbekte oynuyor. Nasıl türedi bu zehir? Anlamadım. Yazık Sabri'ye. Orada bile iyi niyetli oynamaya çalışıyor. Fakat ortada o kadar zamandır oynamadığı için bir orta saha oyuncusu gibi hareket edemiyor, pozisyon hatası yapıyor sıklıkla. Bana göre olması gereken Sabri o bölgeye adam gibi hazırlanmadan geçmemesi. Bunu bol bol orada oynayarak gerçekleştirilebilir, ama milli takımda değil, kulüp takımında yapması lazım. Spikerinde söylediği gibi Sabri'nin asıl hızından yararlanmak, Hamit'in de yüksek pas yüzdesinden yararlanmak gerekiyor.

Takımda maç boyunca pozisyon bulma sıkıntısı vardı. Bu taktikten de kaynaklanıyor olabilir. Buna bir önlem alması lazım Hiddink'in. Üç maçtır gol atamıyor milli takım. Bu şekilde devam edilmemesi gerekiyor. Orta sahanın orta sahasındaki oyuncular Topal gibi, Aurelio gibi tek yönlü defansif orta saha oyuncusu değil, ama üretken oyuncular Nuri ve Selçuk defansif oynama mecburiyetinde kalınca, üretimleri kalmıyor. Böylece özelliklerini kaybediyor. Zaten görüldüğü gibi Umut, Kazım, Halil, Sercan gibi iş bitiriciliği az olan forvetlerle oynamak zorunda kalıyoruz. Daha da fazla üretmek, daha fazla pas yapmak gerekiyor. Bu arada milli takımda şu anda hiç milli olmamış oyuncuları saymazsak tek bir kişi oynayabilir o bölgede. O da Semih. Yoksa hadi bugün hazırlık maçıydı beynimizi yemedik, ama normal maçta da Kazım öyle boş kaleye kaçırsaydı Türkiye ayağa kalkardı.

Milli takımın öyle defansif oynama gibi bir derdi yok. Organize olamama, doğru adamların doğru yerde oynamaması, forvetlerin yetersizliği, yetersiz tecrübe konularında sıkıntılı olduğu için gol atamıyor. Böylesine bir takıma karşı pek pozisyon vermedik. Maçın hakkı Hollanda'nın değildi. Ama işte İsmail'in yaptığı tek hatayı affetmediler.

Serdar, Mehmet Ekici, Engin Baytar oynadıkları sürede bu takımda kalıcı olabilecekleri izlenmini verdiler. Hiddink, keşke Ersan'a da şans verseydi. Bu takımda milli takımı hak etmeyen tek kişi vardı kadroda. O da Servet'ti. Çünkü formu yerlerde sürünüyordu. Yaşı da artık süratli olmayan yapısını tehdit edecek duruma gelmeye başladı. Bir an evvel dünyanın nadir sol ayaklı stoperlerinden biri olan Ersan'ı milli takıma kazandırmak gerek.

Milli takımın bu jenerasyonu en az diğer jenerasyonlarımız kadar kaliteli. Kesinlikle kötü isimler yok kadroda. Ama hem yeteri kadar kazanma azimleri yok, hem de yeteri kadar konsantre değiller. Bu kadro bizi zirvelere de taşıyabilir, hayalkırıklığına da uğratabilir. Sanki pek arası olmayacak izlenimini veriyorlar. Eksiklerini giderirse büyük potansiyelimiz var gibi duruyor. Umarım Hiddink bunun da altından kalkar.

15.11.2010

Ahh Ulan Cimbom

Bilirim Oğuz kalbi boyundan büyük bir adamdır. Ondandır ki misafir oyuncu kontenjanından bu yazıyı yazıyorum, belki de uzun soluklu bir merhaba demek için Artemio Franchi Blog’a. İzin falan almadan, cebren ve hile ile, biz Galatasaray taraftarına yaptıkları gibi sorgusuz sualsiz yazıyorum...Ahh ulan cimbom, ahh ulan!

Zor iş bugünlerde Galatasaray taraftarı olup, cimbomu sevmek. Hiç olmadığı kadar zor. İki hafta ufacık bir ışık görsek sahada, üçüncü hafta birileri gelip, o yanan cılız mumun üstüne kapatıveriyor bir bardağı. Oksijensiz seviyoruz bugünlerde, fotosentez kotamızdan yiyoruz sevgili senin için. Kalbe giden damarlarımız seninle doluyken, o damarlar tıkanıyor bugünlerde, tekliyoruz inan ki. Karpaty rezaletini yaşadık, Tromso’dür olur dedik. Sivas, Bursa, Ankaragücü yenilgilerini yaşadık, Rijkaard’a çok üzüldük, geçer dedik. Trabzon’a yenildik, Trabzon ligin en iyi oynayan takımıydı an itibariyle. Servet’e bağırdık bireysel hatası için, Hagi takım direncini yükseltmişti yoksa. Manisa’ya yenildik, Ariza çıktı artık! Biz aylardır kendimizi kandırdık sevgili senin için. Yeni mabedimiz yükseliyordu Seyrantepe’de. Orda Barcelona’ya, Roma’ya atar yapacaktık yine eski günlerdeki gibi..Biz senin bu kötü halini bile bile, aşktan çaresiz, kendimizi seninle sarhoş ettik sevgili...

Ligde 12 maçta 6 yenilgi, Eylül’ü göremeden veda edilen Avrupa Kupaları, basiret fakiri bir yönetim, artık gözlerinden tribünlere enerjileri geçmeyen 11 ruhsuz adam...Böyle mi veda edilecekti Ali Sami Yen’e? Bu muydu o kadar lisanslı ürün satın almanın, Madrid deplasmanlarına gelmenin, Kapalı Üst’te kıç yırtmanın karşılığı? Hadi benim tuzum kuru, imkanlarım var. Bu muydu hayatındaki azıcık mutluluk ihtimalini size endeksleyen, maç bileti parası denkleştirmek için bugünlerde hala insan gibi yaşamanın uçurumunda dolaşan fakir fukaranın emeğinin karşılığı? Çıkışta oğluna köfte ekmek bile alamayan ve bu yüzden yutkunan, utanan, Galatasaraylı babalara bunu mu layık gördünüz hep birlikte? Hafızası zayıf olan bu güruha nostalji yaptırmak boynumuzun borcu o yüzden.

Bugünlerde benim de ufacık bir yazımın yer aldığı, bir dönemin aynası güzel adamların, güzel kadınların emeğiyle, çok güzel bir kitap çıktı Yitik Ülke Yayınları’ndan: “80’lerde Çocuk Olmak”.

Orda bahsetmediğim bir de şu yanı var benim çocukluğumun:

1988-1989 sezonunda, dünyayı yeni yeni anlamlandırmaya başlayan 5 yaşında bir çocuğun gözleriyle aşık oldum ben Galatasaray’a. Kalede kendisinden sonra Taffarel’e kadar, bizlere kronik bir kaleci sorunu miras bırakan Simoviç (Zoran Simoviç), defansımızın sigortası Rambo Yusuf (Altıntaş), Kaptan Cüneyt (Tanman), Avrupa Gol Kralı Tanju (Çolak), Büyük Küçük Savaş’lar (Demiral ve Koç), Adamım Prekazi (Cevad Prekazi), sakallarından güven duygusu, huzur ve gülümseme damlayan Uğur (Tütüneker)...Yani benim çocukluk kahramanlarım, yani benimle aynı dönemde doğmuş binlerce veledi Galatasaray’a aşık edenler...

Biz sadece bu ruhu görmek istiyoruz tekrardan sahada. Staddan oğluna köfte alamadan ayrılmak zorunda kalan babalar, en azından sahada Galatasaray’ı görmüş olarak ayrılsın istiyoruz. Ülkede ezilen sınıf, hayat kalitesi zaten değişmiyor, onları azcık mutlu edin istiyoruz ve inanmak. Gün aydınlanmadan öncesi alacakaranlıktır, bu karanlık ondan!

Tunca Çaylant


Not: Tunca'nın tamamen içinden gelerek bana yolladığı bu yazı, dilerim onun bu blogdaki diğer yazılarının devamı olur. Nice kupaları, şampiyonlukları ve başarıları da yazar.

14.11.2010

Galatasaray:0 - Manisaspor:2

Öncelikle herkese merhaba. İlk yazım blogda. Sessiz ve sakin bir şekilde bloga transferim gerçekleşti. Daha önce bir blogum vardı. Hala aktif gibi görünse de ipin ucu kaçtı sanki. Onun için yazmaz oldum. Yazmamamın sanırsam en büyük sebebi ekşisözlükte yazar olmam. mr dort nala adlı insan olarak devam ediyorum sözlükte. Her neyse böyle saçma sapan bir maçtan sonra geliyor ilk yazım. Her şeyin başı kismet diyor maça geçiyorum.

Sene başında o kadar kötü başlamıştık ki, artık Galatasaray'ın hiçbir maçı kazanamayacağına dair bir inanç oluşmuştu bende. Aynı zamanda Eskişehir doğumlu olduğumdan Eskişehir maçında acaba bari Es-Es kazansa da bataklıktan çıksalar diye içimden geçmişti. Ama sonunda gülen taraf Galatasaray olmuştu. Çok da sevinmiştim. Arkasından da 4 maçlık galibiyet serisi geldi. Fakat oynanılan oyun hep aynıydı. Zar zor gol atıp, üstüne yatma, biraz da kaos futbolu kattın mı Rijkaard'ın son dönemindeki Galatasaray futbolu olmuştu. Sonra acil bir kararla Kıvırcık yerini Hagi'ye bıraktı. İlk bir şok dalgası başarılı olsa da şu an acil değişiklikler gelmediği sürece bu takım aynı kırık düzende ligi 8 ile 12.'lik arasında bir yerlerde noktalayacak. Türkiye Kupası'na asılıp, kupa gelmediği takdirde Avrupa da yalan olmuş olacak.

Bu akşamki maç diğer mağlubiyetimizin aynısıydı. Yaklaşık 12 maç oldu. Baştaki Sivas maçını saymazsak, Galatasaray maçları hep aynı hikayeyi anlattı. İlk golü kim atarsa maç onun. Çünkü sahadaki futbolcular o yenilen golü çıkartabilecek mental, yetenek ve fizik düzeyinde değiller. Evet ilk golü atıp, o maçı kazanabilirler. Ama bu Hagi'nin de bu maçtan önce söylediği gibi günü kurtarmak olacak sadece.Getirisi 3 puandan ileri gitmeyecek. Bu Süper Lig'in ilk yarısına kadar böyle gidebilir. Buna bu saatten sonra itirazım yok. Ama devre arasında belli başlı şeyler değişmesi gerekiyor. Adnan Sezgin gibi kulüp dışı bir insanın yönetimde bulunmasına karşıyız. Adam hiçbir işi doğru dürüst yapmıyor, yapamıyor. Bir de 50.000 euro için 12 gün pazarlık yaptığını terbiyesizce söyleyebiliyor. O 12 gün yaktı zaten takımı. Kendisinin hala başarısız olduğundan haberi yok sanırsam.

Bir sürü boş futbolcu var. Geçen gün fanatik Fenerbahçeli bir arkadaşımın da söylediği gibi,Fenerbahçe'de bir zamanlar nasıl Deniz, Önder, Ali Bilgin. Maldonado gibi adamlar doluşup onlar temizlendiyse aynı şeyleri bizim de yapmamız lazım. Yok ama biz ne yapıyoruz Uğur Uçar ve Emre Güngör'ü iki kuruşa satıyor, yıldız futbolcuya dayalı Rijkaard'ın sisteminde de futbolcunun hası Keita'yı yolluyoruz.

Sadece devre arasında değil Hagi ve Tugay'ın da artık bu gidişata dur demesi lazım. Belli ki çarkın içinde çürük parçalar var. Ayırıp yenisini koyun. Hafta içi yine 70 küsurda durum 1-1'ken girip ortalığı yıkan Emre Çolak neden ilk 11'de oynamıyor?

"Bu takım 4-3-3 ile oynatılması gerekiyor."diye bir anlaşması yok değil mi bu kulubün. Hala bu taktikteki ısrar nedir? Bu taktik ancak iyi futbolcular var olduğunda işlev kazanır. İyi futbolcu derken öyle ahım şahım teknikli futbolculardan bahsetmiyorum. Koşan basan arkadaşlarına yardımcı olan iyi niyetli futbolcular da olabilir. Ama takımda görüldüğü gibi iyi niyet de kalmadığı için bu taktiğe gerek yok. Oynat arkadaş 4-4-2 veya tek ön liberolu 4-1-3-2. Neden bu kadar çekiniyorsunuz? Belli ki futbolcular 4-3-3 gibi belli bir futbol düzenine, böylesine bir futbol sistemini benimseyemeyecek kapasitedeler. Bir de hala kanattan oynama sevdası bir gün öldürecek beni. Insua veya Sabri kanatlardan yardırıyorlar ceza sahasının hizasına gelmeden topu şişirerek ortalıyorlar. Ortada kim var? Sadece Pino. Bit kadar boyuyla o adamdan nasıl bir vuruş bekliyorsunuz sevgili kanat oyuncuları ve teknik direktörler?

Dedem 86 yaşında. Arada pozisyon tekrarlarını gerçekten oynanıyormuş gibi tepkiler verebiliyor. Ama bazı gerçekleri görüyor adam. Kaç maçtır başka kimseye değil Servet ve Ayhan'a saydırıyor. Ya dedem, ben ve tüm Galatasaraylılar bir şeyi eksik görüyoruz, ya da Rijkaard ve Hagi futbolu öylesine aşmışlar ki olaya farklı boyutlardan bakıyorlar. Hemen hemen her takımda bir çift yönlü orta saha mevcut. Trabzon'da Selçuk, Fenerbahçe'de Emre, Bursaspor'da Ergiç, Beşiktaş'ta Ernst. Peki Galatasaray'da o bölgede kim var? Tabii ki Galatasaray dergisinin hala "dinamo" olarak tabir ettiği, bana göre karşı takımın 12. adamından başkası olmayan Ayhan Akman. Servet de her maç karşı takıma en az 1 gol hediye ederek asist krallığında liderliğini sürdürüyor. Makakula gibi son derece egzotik ama bir o kadar da fiziği yüzünden çevikliği az olan bir insan yanından sanki Messi'ymişçesine döndü ve Ufuk'un hayal ettiği gibi antremanlarda Sabri'nin, Pino'nun, Kewell'ın yaptığı "abanma stayla" değil, yumuşak ve akıllıca bir şekilde köşeye zehrini boşalttı. Golcü vuruşu da böyle olur diyerek biz de önce forvette Baros'u aradık. Sonra kendisinin yine sakatlanmış olduğunu duyunca Makakula'nın attığı golle yetinmiş olduk.

Tabii ki o golden sonra takımımız kaos futboluna devam etti. çizgide olması gereken Sabri ortada, ortada olması gereken Elano çizgide olunca oyun çözülmedi. Üstüne 75'te Cana yine her maçta yaptığı 1-2 anlamsız kayışlarından birisini yaptı. Simpson'da penaltıyı gole çevirdi. Cana sadece pozisyon tutma olayıyla bile Mustafa Sarp'tan iyi bile oyuncu. Arada yetişemeyeceği şu toplara kaymasa daha güzel olacak.

Bu arada tribündeki bizlere de serzenişte bulunmak istiyorum. Tam 70 dakika boyunca yine 2'ye hatta 3'e bölünmüşlerdi. Birisi "sarı" derken diğeri "saldır galaaatasaray" demeye devam etti. 70. dakikada akıllarına "ne yapıyoruz lan biz?" sorusu geldi. 70'ten 2.gole kadar çok iyi bir geri dönüş yapmışlardı ki gol geldi. Sonra isyanlar başladı. Tüm içinde sakladıklarını yine döktüler ortaya. 70'ten sonra coşan taraftar olsunlar, gerekirse de isyan eden taraftar olsunlar. Ama ayrılıkçılara yer verilmesin kardeşim. "Kim çıkarıyor bu ikilikleri kim, kim,kim?" diyerek, serzenişte bulunuyorum kendilerine.

Anlaşıldığı üzere battıkça batıyoruz. Her hafta dibi bulduk bu sefer daha kötüsü olmaz dedikçe oluyor. Mariana çukuruna düştük resmen. Ama şu çukuru açan isimler (onları da artık herkes biliyor) şu kulüpten ayrılmadıkça daha çok ineceğiz aşağıya. Acil değişiklikler bizim belli bir ışığı görmemizi sağlayabilir. Ama asıl ışık hüzmesini görmek için ilk yarının bitmesini beklemek zorundayız.

İzmirli Tiago

Türkiye'de daha 2 sezon geçirmiş olmasına rağmen neredeyse bir Türk gibi Türkçe konuşan oyuncu. TRT 1'deki Bank Asya Günlüğü programına çok keyifli bir röportaj vermiş, adam hem İzmirli olmuş, hem Türk olmuş.. Hani şu Nobre, Wederson, Jaba gibi oyuncular Türk yapıldıydı ya bir gecede... Neymiş işte 5 yıl dolmasa da gerekli kriterleri yerine getiriyorlarmış Türkçe konuşuyorlarmış falan.. Bu üçlünün nasıl Türkçe konuştuğunu gördükten sonra Tiago'nun 1 saniye beklenmeden vatandaşlığa alınması lazım der susarım.

Tekrarı ne zamandır, gece yayınlanır mı, TRT 3(TRT Spor) veriyor mudur bilmiyorum ama denk gelirseniz izleyin derim. Ergic, Moritz, Tiago gibi isimleri görünce 5-6 yıl ülkede kalıp ekrana çıkıp iki kelime Türkçe konuşmaya çekinen veya gerçekten konuşamayan oyuncular geliyor gözlerimin önüne..

12.11.2010

GSBilyoner'den Galatasaray - Manisaspor Maçına 2 Bilet

14 Kasım 2010 Saat 19.00'da Ali Sami Yen'deki Galatasaray-Manisaspor Spor Toto Süper Lig maçı için GSBilyoner desteğiyle bilet hediye ediyoruz!

Doğru cevap veren 2. arkadaşımız 2 kişilik bilet kazanacak.

Soru: Galatasaray Futbol takımının kazandığı kupa sayısı kaçtır ?


Cevaplarınıza GSBilyoner üye numaralarınızı eklemeyi unutmayınız. GSBilyoner üye numarası olmayan cevaplar geçersiz sayılacaklar, onaylanmayacaklar.

GSBilyoner üye numarası olmayanlar da buradan üye olabilir: http://www.gsbilyoner.com/

9.11.2010

Özet: Fiorentina 1-0 Chievo

Bir tanecik tek gollü galibiyet 11. sıraya yükseltti bizi. Umutlanalım mı diyorum ama yarın(çarşamba) 21.45'te Roma deplasmanındayız, aynı statta Lazio'yu çift penaltıyla 2-0 yendiler, zor olacak zor...

Trabzon 2-0 Galatasaray, Maç Yazısı...

Evet ben yazmadım maç yazısı. İstesem de yazamazdım zaten, yazacak kadar izlemedim maçı çünkü. İnanın bana bu aralar içimden de gelmiyor izlemek. Benim delicesine destek olduğum, hayatımın büyük bir parçasını oluşturmuş olan Galatasaray'ı izlemek gelmiyor içimden. İçten pazarlıklı adamların, açık açık sahtekarlık yapan isimlerin formayı yalandan yere terlettiği bir ortamda ben neyi izleyeyim ki?

Alenen beni gönderin diyen adamın takımın aldığı puandan daha fazlasını kaybettirmesini mi izleyeyim? Orta sahada son 1 yılda en büyük başarısının formasının yakasını tutup yırtması olan adamı mı izleyeyim diğerini bırakıp? Ya da Almanya altyapısının gazıyla attığı en tırt golde bile forma numarasını gösterip kendini ilah yapmaya çalışan apaçi tipliyi mi destekleyeyim?

Ben ne için izleyeyim maçı? Arma aşkı, forma aşkı, renk aşkı... Hepsi olabilir evet, bugüne dek en büyük sebeplerdir bunlar, formanın içindeki adamlardan önce gelirler. Ancak formanın içindekileri görememe şansım yok ki benim bu maçları izlerken. Servet'in herkese buyur geç demesini nasıl görmeyeyim. Onu görmeden nasıl renkleri formayı armayı göreyim? Sarp'ı görmeden, Barış'ı görmeden, çakma Guti-Ambrosini misali gezen Ayhan'ı görmeden, topa kafa vurmaktan çekinip bizi Avrupa'dan eden Hakan'ı görmeden ben nasıl izleyeyim maçı? 1-2 değil, en az 5 kişi var böyle.

Herkesin bok attığı küfür ettiği, "omzu ayrı eve çıktı keh keh keh" diye dalga geçtiği Gökhan oynasa keşke, hatasını yapsa ama içinde fesatlık olmadan, istemeden o hatayı yaptığını bilsek inanın daha huzurlu olurum. Ben Gökhan ağır olduğu için, rakiple sakatlık korkusundan mücadele edemediği için gol yemek istiyorum, Servet'in "ben güven istiyorum" açıklamasını yapıp kasıtlı hataları arka arkaya yapmasıyla değil...

Trabzon maçını yaz diyorlar, neden yazmadın diyorlar, 2 aydır niye maç yazısı yazmaktan çekiniyorsun diyorlar. Neyi yazayım ki? İçimden izlemek mi geliyor da yazayım? Böyleyim ben, yapamıyorum, izlemek istesem de bu saydığım isimler yüzünden sinirlenip kapatıyorum. Antalya maçında Marmaris'ten Erdem'i arıyorum, Trabzon maçı sonrası blogdaki Demir'i arıyorum... Ya da ne bileyim yarın Denizlispor maçını TRT1 vermiyor olsa muhtemelen yine gidip de izlemeyecektim.. Marmaris'te olsam evde Lig TV var diye izliyorum, onu da yalan yok, HD olmasa izlemem özet bakar geçerim. İzmir'de olunca hiç mi hiç gidip maç izleyesim gelmiyor. Düşün ki ben Kadıköy deplasmanı öncesinde hiç heyecan duymuyorum, takmıyorum bile. Maçı da bilgisayarda izliyorum, TV'den izlemekle uğraşmıyorum, izleyebilirsem izlerim diye kestirip atıyorum.

Şimdi düşünüyorum, Trabzon maçını yazsam yediğimiz ilk golü yazarım. Servet'e nefret kusarım falan sonra. Düşünüyorum, Emre'nin attığı şut var. Insua'nın akıl almaz şekilde gidip direkten dönen topu var. O kadar işte. Bir ara gerginlik oldu falan. Bir de Sabri ters yerine darbe aldı attı kendini, o acıyla debelenmesini sahtekarlık sananlar oldu. Bu işte.. Toplasan 15-20 dakika, hadi 25 olsun.. Yok yani, kaldırmıyor bünye daha fazlasını.. Takımdaki çer çöp temizlenmeden de gitmez bu isteksizlik..

Budur işte Trabzonspor maçına dair yazacaklarım.. Yani sadece maçı yazsam bu son paragraf kadar tutacaktı.. O yüzden yazamama/yazmama sebebini açıklamak daha iyi oldu sanırım?

7.11.2010

GSBilyoner'den Galatasaray-Denizlispor Maçına Bilet

10 Kasım 2010 Saat 20.00'de Ali Sami Yen'deki Galatasaray-Denizlispor Ziraat Türkiye Kupası maçı için GSBilyoner desteğiyle bilet hediye ediyoruz!

Tahmin sorusu ile veriyoruz ilk biletimizi. Bu akşam oynanacak olan Trabzonspor-Galatasaray maçında atılacak ilk golün dakikasını tahmin etmenizi istiyoruz. En yakın tahmini yapan kişi bileti kazanmış olacak..

Cevaplarınıza GSBilyoner üye numaralarınızı eklemeyi unutmayınız. GSBilyoner üye numarası olmayan cevaplar geçersiz sayılacaklar, onaylanmayacaklar.

GSBilyoner üye numarası olmayanlar da buradan üye olabilir: http://www.gsbilyoner.com/

6.11.2010

Football Manager 2011 İnceleme: Görünüm/Kullanım

Kasım'ın 5'inde oyuna kavuşmadan tam 15 gün önce Steam yoluyla, 14 gün önce de standart yollardan demoya kavuşmuştuk. Bu test sürecinde bizi nelerin beklediğini görüp Kasım ayını merakla beklemeye başlamıştık ki bekleyiş son buldu nihayet. FM serisinin son versiyonu yeniden raflarda bizlerle birlikte. Her sene oyunda bir ton oluyor oynayanlar fark etmiştir. 2008'deki kırmızı-beyaz kapağı, 2009'da sarı-kırmızı kapak takip etti, sarı-lacivert 2010'dan sonra da bizi lacivert-beyaz bir tonlamayla karşılıyor oyun.

Oyuna girer girmez dikkat çeken şey görünümdeki ufak değişiklikler. Oyun kurulumunda lig seçme ekranı bana kalırsa çok daha mantıklı olmuş, eskisi sıkıcıydı. Çift ekrana bölünmesi işi uzatsa da ilk önce ligleri seçip sonraki ekranda data boyutu ile ilgilenmek daha iyi olmuş. İki ufak iş birbirinden ayrılmış. Bu adımdan sonra oyun kuruluyor ve biz FM 2012 çıkana dek sonu gelmeyecek o sanal dünyaya adımımızı atıyoruz. Takımımızı seçmeden evvel profilimizi oluştururken bizi en altta iki sürpriz bekliyor. Videolarımızı eklemek için YouTube Login tuşu ile giriş yapabiliyoruz oyun içinden, aynı şekilde Twitter ile ilgili kısım da diğer sürpriz oluyor. Şunu bunu yaptım diye Twitter üzerinden yazacağımıza oyun bizi ilk ekranda Twitter Login tuşu ile tweetlerimize bağlıyor ve paylaşım imkanı sağlıyor. İki satır yazı ile maçı hayal ederek başladığımız bu oyun tahmin edemeyeceğimiz noktaya ulaşmış oluyor. Bu interaktif özellik 3D devrimi kadar olmasa da kritik bir değişimdir oyun adına.

Şunu unutmadan belirteyim, eskiden oyuna doğum tarihimizi girince yaşımız 29'dan küçükse otomatik olarak en az 29 yaşına başlıyorduk. Artık yaş sınırı 25'e çekilmiş durumda. Takımı da alıp teknik direktörlük öncesi son adımı da tamamladığımızda yeni haber ekranı(News) geliyor karşımıza. Birkaç yıldır alıştığımız ve FM 2010 ile farklılaşma sinyali veren haber ekranı tamamen değişmiş durumda. Gereği var mıydı yok muydu tartışılır ancak haber listesinin yatay değil de dikey döşenmesi uzun haberlerin ekrana daha iyi sığmasını sağlıyor. Görünümde bir başka değişiklik de "Home/Overview" ekranımızda var. Fikstürü, oyuncu durumlarını, haberleri, finansı bir arada görebildiğimiz ekranda en az 6-7 farklı kutuda çeşitli konularda bilgi alabiliyorduk yani. İşte bu ekranda, kutu sayısı 4'e düşürülmüş durumda. Değiştirebildiğimiz kutu sayısı da 4-5 taneden 2'ye düşmüş. Sağ sütuna ise haberlerimiz(Inbox/News) yerleşmiş durumda ve işin kötüsü değiştirilemiyor başka bir ekran ile. Profil ekranımızda da özelliklerimizi 1-20 arası değil %0-100 arası görme imkanı gelmiş. Board Confidence ekranındaki gibi içi dolu çubuklarla anlayabiliyoruz durumu yani. İkili ilişkilerimizin iyi ve kötü olduğu teknik adamları da görebiliyoruz ki göreve geldiğimiz ilk günden aramızın kötü olduğu isimlerin sıralanması anlamsız olmuş, tıpkı iyilerin sıralandığı gibi... Galatasaraylı bir teknik adamın illa ki Suat, Ergün, Lucescu gibi teknik adamları sevmesi gerekmiyor. Basın toplantısı, basınla ilişkiler ve özel görüşmeler(Private Chat) konusundaki tutumumuz da bilgi olarak bize sunuluyor. Screen Flow'un yer aldığı yere bir de Match sekmesi eklenmiş profil bölümümüzde. Bu da maç içinde yaptığımız kamera, maç/tekrar hızları gibi ayarları maç dışında yapmamızı sağlamış. Oyuncu arama bölümünde(Search sekmesi) filtrelerken oyuncu için Youth Apps ve Youth Goals kriterleri eklenmiş, işe yarar mı tartışılır ama meraklısı elbet vardır.

Takım ekranımıza gelince A takım kadrosunda Squad Registration ve Squad Numbers sekmeleri karşılıyor bizleri. Önceden Players sekmesinde en altta gözüken ve Change butonu ile yaptığımız işleri de o ekrandan ayırıp ayrı bir sekmeyle sunmuşlar bize. Tabii hep sekmeler ayrılmamış, Coaches ve Training sekmesi birbirine bağlanmış durumda. Training ekranı başta farklı görünse de alttakiler üste alınmış değişen şey bu olmuş sadece, kafa karıştıracak bir durum yok. Bir de yeni bir Match Preparation sekmesi var ki onu görünüm değil özellikleri incelerken belirteceğim. Sadece sekme olarak değinip geçmek yeterli ilk anda. Information sekmesinde ise alt sekme olarak Contract Expiry Date eklenmiş, sözleşmesi bitenleri kadro ekranına bakmadan da değiştirebilme imkanı tanınmış bize. O sekmedeki tek ciddi değişiklik bu yani. Zaten Information kısmında ciddi değişiklikler yapılmamalıydı, iyi bir olay bu. Boardroom ekranında ilk Overview kısmı değişmiş gibi dursa da önceki oyunla değişen tek şey düzen, tıpkı Training ekranında olduğu gibi. Transfer ekranımızda ise Loans adında bir sekme eklenmiş durumda. Bu kısımda kiralık giden tüm oyuncularımızın neler yaptığını görme imkanı sunmuş bize oyun. Lig ekranında herhangi bir değişiklik yok görsel anlamda ve kullanım anlamında. Zaten istatistikler ve rekorlar dışında lig ekranlarına pek de bağımlı olan oyuncu olduğunu sanmıyorum.

Oyundaki görsel değişiklikler ve yenilikler bu şekilde. Haftasonu v11.1 ile iyice test ettikten sonra v11.0 ile kıyaslamalar da yaparak Performans/Özellik incelemesi de gelecek oyun için.

2.11.2010

Efes Pilsen - Armani Milano Maçına bilet

3 Kasım 2010 Çarşamba akşamı saat 20:15'te Sinan Erdem Spor Salonu'nda oynanacak olan bu maçı salonda izlemek isteyen arkadaşlara kolay bir sorumuz olacak.

Efes Pilsen Spor Kulübü Potada 30 Yıl Belgeseli hangi televizyoncu tarafından hazırlanmıştır ?

Cevabınıza isim ve mail adreslerinizi de belirtirseniz, sizinle daha hızlı iletişime geçebilirim.

Salı akşam saat 23:00'a kadar bekliyorum. İlk doğru cevabı veren 5 kişi çift kişilik bilet kazanıyor.
Siz ve arkadaşınızın isimlerini, irtibat için verdiğiniz mail adresini de kontrol edersiniz, biletleri nasıl ve nereden temin edeceğinizi bildireceğiz.

Bize bu imkanı veren efesliler.org'a teşekkür ederiz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO