19.12.2011

Geciken Derbi: Siena-Fiorentina

Sezon başı grev olmasa sezonun açılış maçı bu Toskana derbisi ile olacaktı. Ertelenen ilk hafta maçları 20-21 Aralık tarihlerinde oynanacak ve açılış maçı yarın(salı) 19.00'da bu derbi ile olacak.

Fiorentina'da Cassani, Kroldrup gibi isimler kadroya girme hazırlığındalar. Ayrıca son maçta görev alan Salifu'nun yokluğunda orta sahaya sarı kart cezasından dönen Montolivo katılacak. Bu maç Montolivo'nun son maçı bile olabilir Fiorentina'da. Bu erteleme haftasından sonra Milan, Inter ve Juve aynı anda saldıracaktır Montolivo'ya. Hep dedim ya, bari şu adamdan üç beş bir şeyler kazansak da boş gitmemiş olsa... Mesela gelen parayla eski oyuncumuz Palombo'yu alabiliriz. Sampdoria'dan ayrılacağını açıkladıktan beri en ciddi talibi Fiorentina oldu zaten.

Maçla önemli birkaç bilgi verip yarını beklemeye başlayalım:
  • Siena son dört maçtır kaybediyor.
  • Buna ek olarak tam 11 maçtır üst üste gol yiyorlar.
  • Siena bu sezonki dört galibiyetinden üçünü kendi sahasında aldı.
  • Aynı zamanda Fiorentina da Serie A'da Delio Rossi yönetimindeki son beş maçında bir galibiyet alabildi. Alınabilen toplam puan da beş.
  • Fiorentina bu sezon deplasmanda hiç kazanamadı. Oynanan yedi maçta beş yenilgi var.
  • İki takım arasındaki son 12 lig maçında Fiorentina'nın altı, Siena'nın üç mağlubiyeti var.


18.12.2011

AC Milan Caffe e Ristorante

Japonya'nın Nagoya şehrinde dünyada türünün ilk örneği denebilecek bir cafe açıldı. İlk örnek olması ise AC Mlan'ın cafeye resmi sponsor olması, yoksa onlarca cafe vardır takım konsepti ile açılan.

Cafe sahibi olan 28 yaşındaki Arimasa İvata, müşterilerin sık sık neden Nagoya'da böyle bir işe girişildiğini merak ettiğini belirtiyor ki İtalya'da bile Milan'ın resmi olarak finansal destek sağladığı bir cafe yok.

Bağlı olduğu şirketten ayrılıp Milan ile görüşmelere başlayan İvata Ekim 2011'de AC Milan Caffe'yi açtı. İtalyan mutfağından yemekleri servis eden cafede aynı zamanda şarap ve espresso da menüye dahil. İtalya'da, özellikle de Milano'da lezzet anlayışı neyse aynısını taşımayı hedeflemiş bu Japon arkadaş. Şöyle diyor cafe ile neyi amaçladığı konusunda: "Japonya'dayken insanların kendilerini İtalya'da gibi hissedecekleri bir yer yaratmak istiyorum."

Cafe mantık olarak takımın renkleri kırmızı ve siyah ağırlıklı dekore edilmiş, dört bir yanında takımla ilgili fotoğraflar, eşyalar, imzalı formalar bulunmakta. Ayrıca cafenin logosu da Milan tarafından dizayn edilmiş.

Müşteriler Milan'ın her maçını 100 inch boyutundaki dev ekrandan izleyebiliyorlar, ayrıca Japon Milli Takımı maçları da yayınlanıyor. Bu harika imkana rağmen İvata cafenin spor temalı bir bar değil cafe-restoran olarak piyasada yer etmesini istiyor.

Milan aynı zamanda Aichi'de çocuklar için bir futbol okulu da açtı ve İvata il/şehir/eyalet -bilemedim ne desem- başkenti/merkezi olan Nagoya'da böyle bir cafe sahibi olmasının kendisini daha da cesaretlendirdiğini söylüyor.

Nisan ayı sonlarında, futbol okulunun açılışından etkilenen İvata tesislere sık gidip gelerek bir yandan da Milan ile cafe konusunda görüşmelere başlamış ancak tüm bu görüşmeler futbol okulunun dışında olmuş.

İvata, Milan'ın işbirliğine çok sıcak baktığını ancak İtalyan ve Japon yasalarındaki farklılıkların süreci uzattığını ve bu yüzden ilk görüşmelerde iş teklifini geri çekmek zorunda kaldığını söylüyor. Ancak genç girişimci devamında başarıya ulaşıyor tabii ki.

Cafenin açılışından sonra kulüple görüşmeleri hiç aksatmayan İvata fırsat bulabilirse oyuncuları cafeye davet etmek gibi planları olduğunu söylüyor. Ayrıca şöyle bir beklentisi var: "Japonya'nın teknik direktörü Zeccheroni eski bir Milanlı. Umarım yolu buraya düşer, ne zaman isterse..."

16.12.2011

UEFA Avrupa Ligi 2. ve 3. Tur Kuraları


Avrupa Ligi'nde son 32 ve son 16 kura çekimi Steaua Bükreş ve Kızılyıldız ile iki kez Şampiyon Kulüpler Kupası kazanmış, 2012 finalinin de ev sahibi olan Romanya'nın ünlü defans oyuncusu Miodrag Belodedici ile birlikte çekildi.

İlk olarak Türk temsilcilere bakarsak seri başı olarak kuraya giren Beşiktaş, geçen yılın finalisti Portekiz temsilcisi Braga ile karşılaşacak. Beşiktaş'ın yabancılarının çoğunun Portekizli olması eşleşmeyi enteresan kılıyor. Braga'yı elediği takdirde ise Lazio-Atletico Madrid galibi bekliyor ki oldukça zorlu bir yol gözüküyor. Trabzonspor ise kuvvetli bir Hollanda ekibi olan PSV'yi çekti kendine rakip olarak. Kağıt üstünde zor bir eşleşme olarak gözükse de, Hollanda ekibinin Şampiyonlar Ligi'nden bir mağlubiyetle ve son anda elenmiş bir Trabzon'dan çekineceğini düşünüyorum. Trabzonspor bu turu geçerse Stoke-Valencia eşleşmesinin galibi ile eşleşeceğini de ekleyelim. Trabzon'un yine bir kura şanssızlığına da tanık ediyoruz desek yanlış olmaz. Ancak her iki takımımızın da doğru planlama ile aşılabilcek engelleri olduğunu da belirtmek lazım.

Özellikle Şampiyonlar Ligi'nden Avrupa Ligi'ne geçen çok sürpriz takımlar, turnuva standartlarının çok üstünde eşleşmeleri beraberinde getirdi. İlk iki kurada Porto-Manchester United ve Ajax-Manchester City eşleşmeleri ile beraber Lazio-Atletico Madrid maçları da kupanın izlenirliğini oldukça artıracaktır.

Maçlar 16-23 Şubat 2012 tarihlerinde oynanacak, ancak aynı kentin takımlarının olduğu maçlarda (Manchester takımları gibi) maçın biri çarşamba günleri yani 15-22 Şubat 2012 tarihlerinden birinde olacak. Umarız yeni yayıncı kuruluş açık kanallardan yayınlanan maç sayısını artırır ve futbolseverleri mutlu eder.

UEFA Şampiyonlar Ligi 2.Tur Kuraları


Şampiyonlar Ligi'nde son 16'nın kuraları bugün öğleden sonra Paul Breitner'in katılımıyla gerçekleşti. Mucize eseri ikinci turu gören O. Lyon, seri başı takımlardan en tercih edilecek olan Apoel FC'yi çekti. Seri başı olan iki İngiliz takımına İtalyan takımları çıktı. Napoli-Chelsea ve Milan-Arsenal eşleşmelerini gördük.

Breitner ise efsane olduğu takıma en yakın deplasmanı çekti desek yalan olmaz. B.Münih, Google Maps verilerine göre 400km civarı bir mesafe katederek Basel ile karşılaşacak.

Maçlar 14/15 ve 21/22 Şubat 2012 tarihlerinde oynanacak. Şimdiden güzel maçlar bizi bekliyor diyebiliriz.

Natali Milan'a Mı?

Milan'da 15. hafta maçları sonrasında sakatlık haberlerine bir yenisi daha eklendi ve Mario Yepes'in uzun süre sahalardan uzak kalacağı açıklandı. Milan da Yepes'in yerine ligin ikinci yarısını idare edecek yeni bir stoper arayışına girdi.

Sağ ayak bileğindeki sakatlık nedeniyle tahmini 10 hafta sahalardan uzak kalması beklenen Yepes'in yerine ilk alternatifin Cesare Natali olduğu söylenmekte. Önümüzdeki yaz sözleşmesi sona erecek olan Natali'ye Milan'ın zaten bir teklif yapması bekleniyordu. Milan bu sakatlığı ve aciliyeti, Natali'nin yaz gelince Bosman kuralları ile serbest kalması ihtimali ile birleştirip Fiorentina'ya basit bir teklif yapıp işi bitirme niyetinde. Bizimkiler inat etmesinler, kazanabilecekleri bir şeyler varken kazansınlar adam gibi...

 Belki ufak ve işe yarar bir takasa girilebilirdi ancak işte şu bedavaya gidebilme olayı ve Milan'ın aç alıcı konumunda olmasına rağmen aynı zamanda tok alıcı kozunu da elinde tutması takas veya iyi bir para kazanma ihtimalini sıfıra indiriyor.

13.12.2011

Montolivo Nereye Transfer Olacak?

Fiorentina'dan ayrılma kararını kafasına koyan Montolivo hakkında konuşan isimlere bir yenisi daha eklendi. Atalanta yöneticisi Pierpaolo Marino, Floransa'dan er ya da geç ayrılacak olan yıldızın nereye gideceğini bildiğini ve bundan emin olduğunu söylüyor. Montolivo büyük ihtimalle Ocak 2012'de Fiorentina'dan ayrılacak, kalırsa da en fazla sezon sonuna kadar kalacak.

Montolivo için en güçlü iki aday olarak Milan ve Juventus'un adı geçiyor ancak Marino kendisinin başka bir yere gideceğini söylemiş. Bugün Lady Radio'da yaptığı açıklamada şöyle demiş Marino: “Ben Fiorentina'dan ayrılacağını söyleyeli neredeyse iki yıl oluyor, Inter'e gideceği fikrimde de ısrarcıyım. Gazeteler başka takımlar hakkında konuşuyor olabilirler ama bence kendisi mavi siyahlı formayı giyecek her şeyin sonunda."

Fiorentina, Montolivo'ya 2010 yılının ortasından beri her seferinde daha farklı ve oyuncunun isteğine yakın teklifler yapıyor ancak bir buçuk sezon geride kalmasına rağmen neredeyse on teklifin hepsini reddetti kendisi. E haliyle de Floransa'da kalması için bir sebep yok. Inter-Juve-Milan üçlüsünden az bir para ve yanında işimize yarayacak kaliteli bir-iki oyuncu alarak konuyu kapatmamız lazım.

Amrabat'a Tercüme Hatası

Lig TV2'de yapılan maç sonu röportajında Amrabat tercüman yoluyla İngilizce cevaplıyor soruları ve bakın o tercüman Galatasaray konusu sorulmaya başladığı zaman nasıl sansürlüyor kendisinin söylediği kritik cümleleri:

Şu şekilde kısaltmamızı yapalım: "S: Spiker, A: Amrabat, T: Tercüman"

S: Kayserispor taraftarının da çok merak ettiği bir soru var. Galatasaray başkanı Ünal Aysal, Amrabat'la ilgilendiklerini söylemişti. Amrabat Kayseri'den ayrılacak mı?
T: Chairman of Galatasaray has said that They're inserested in you and supporters of Kayseri would like to know if you are going to stey here or if you are going to leave the club in the future? (Amrabat cevapta şimdilik kalan iki maça odaklanacağını söyleyip Galatasaray ile ilgili kısma geçiyor, oradan devam edelim)
A: Galatasaray is one of the biggest clubs of Turkey, for me the biggest club. I dream to play there. If they want me i want also to go but for now I only focus on Kayserispor. In January we gonna see but I gonna say that Galatasaray is dream for me.
T: Tabii ki de Galatasaray çok önemli bir takım, çok büyük bir takım, Türkiye'nin en büyük takımı. Ben de orada oynamak tabii ki de isterim ama şu anda sadece şu anı düşünüyorum ve başarıyı düşünüyorum. Sezon sonunda ne olur artık göreceğiz.

S: Çok büyük bir takım Galatasaray. Önemli bir takımdan böyle bir teklif almak heyecan veriyor mu kendisine?
T: Are you excited at the moment?
A: Of course, it's a dream. So, a big club, when a big club offer top clubs in Europe want you is a big dream. And... What i gonna say? I hope my dream is coming true.
T: İnşallah rüyalarım gerçekleşir belli olmaz tabii belki de ama büyük bir takım, rüyalarımın takımı diyebiliriz.


Amrabat'ı koyu, tercümanını ise italik yazdım karışmasın diye. Tercüman'ın konuşmalarda kritik noktalar mevcut. Öncelikle gördüğümüz üzere Amrabat sadece iki maça odaklanacağını ve ocak ayında teklif gelmesi durumunda Galatasaray'a gideceğini belirtiyor. Tercüman ise Amrabat'ın ağzından "sezon sonunu görelim" ifadesini kullanıyor.

İkinci kısım ise benim takıldığım esas kısım. Amrabat, Galatasaray'a gitme konusunda can atarken tercüman tam aksine Amrabat'ı politik konuşuyormuş ve hafiften de transfer için gönülsüzmüş gibi tercüme ediyor. Amrabat'ın sadece Avrupa'nın büyük takımlarından birine gitmenin hayallerini süslediğini belirtmesine rağmen "belli olmaz" diyor, "rüyalarımın takımı diyebiliriz" diyor. Amrabat heyecanla "hayallerimin takımı" ifadesi kurarken tercüman Amrabat'ın hafiften gönülsüz olduğuna dair çeviriyor inceden...

Tamam büyük bir sorun değil, çok da mesele edilmeyebilir ancak Süleyman Hurma'nın her an her dakika "Galatasaray'a şekersiz çiklet bile satmam!" minvalindeki açıklamalarına bakarsak ortalığı farklı yönde karıştırmaya yetecek bir çeviri bu.


Amrabat gelmeye can atarken kendisini çeviren kişi "ne şiş yansın ne kebap" tadında açıklama yapıyorsa Süleyman Hurma da konuştukça konuşur, daha çok bağırır TFF'ye UEFA'ya şikayetler ediyoruz diye.

12.12.2011

"Ruh"

Şu beklenen ruh gelir mi, gelmez mi, yoksa gelmiş midir bilmiyorum ama yeniden benzer bir ortam oluşacaksa şu iki karenin çok büyük anlamı var bu konuda. Bir de tabii şu Trabzonspor deplasmanı sonrası röportajlarda Ujfalusi-Semih ikilisi konuşmaktayken Engin-Eboue-Kazım üçlüsünün aniden gelip canlı yayını basması da basit ama önemli görüntüler.

Takımda olumlu bir ortam olmasa en basit örnekle şu olurdu: Ujfalusi, Eboue'nin deli deli hareket etmesine tepki gösterir hiç umursamadan konuşurdu. Ancak adam ciddi konuşurken tekleyip gülümsemeye başlıyorsa durum onun da hoşuna gidiyor belli ki.

Şu görüntüleri geçen sezon iki üç grup halinde görürken artık takımdaki herhangi birkaç oyuncudan görebiliyor. Önemli. Çok önemli.

9.12.2011

1319 Gün & 2102 Gün ve Dahası...

Görüntü son Fenerbahçe galibiyetinin yaşandığı maça ait. Fenerbahçe 18 Mart 2011 günü oynanan maçta saatler 22.45'i gösterdiğinde 2-1 ile Arena'dan galip ayrılan taraf oluyordu. Peki medya önümüzdeki maçta, Kadıköy'de yani, Fenerbahçe 350-400 gün arası kazanamıyor olduğunda günleri ve saatleri sayacak mı?

1319 gün inadıdır tutturulmuş gidiyor. Bu derbiye dek bir kişi de çıkıp 29 ile 365'i çarpmadı, sonra aynısı yapıldı mı çirkef olan biz oluyoruz.

Ya da şunu saymaya ne dersiniz? Fenerbahçe, Türkiye Kupası maçlarında 8 Mart 2006 gününden bu yana, 9 Aralık 2011 itibarıyla tam 2102 gündür Galatasaray'ı yenemiyor farkında mısınız? Olası bir Türkiye Kupası eşleşmesi sonrası "İki bin bilmem kaç gündür..." diye lafa başlayacak mısınız yoksa unutacak mısınız?

2102 gün, o hep gündem yapılan 1319'dan büyük. Bu kadar.  Kaç kere Türkiye Kupası'nda eşleşiliyor da 2000 günü sayıyoruz diyen olursa da yapacak bir şey yok, kurada denk gelmemiş olabilir. Nasıl ki 1319 günde ayda bir maç yapılmıyorsa, kupada da her sezon maç yapılmak zorunda değil... Nasip. Kısmet. Sayacaksanız yedi maç dersiniz olur biter, üç sezon dersiniz olur biter ancak sırf çok gözüksün diye günleri ve saatleri falan sayacaksak işimiz iş.

Neyse uzatmayalım, madem gün sayma gibi bir derdimiz var, sizin için biz sayıyoruz sağ üstteki sayaçta. 18 Mart 2011 günü oynanan derbiden itibaren her bir saniyeyi bile sayıyoruz sonraki maçta Lig TV ve diğer yayıncılar zorlanmasınlar diye. Böyle de dev hizmet yapıyorum sevgili medyamız(!) için.

8.12.2011

Önce Emre Çolak, Sonra Derbi: GS 3-1 FB

Ben bu maçtan ziyade aylar öncesine giderek başlamak istiyorum. Kendi açımdan bakacağım çünkü. Beni tanıyanlar ve okuyanlar biliyorlardı Fatih Terim karşıtlığımı. İlk günden son güne tek şart koymuştum kendisine destek olmak için: Altyapıdan bir oyuncuyu ilk 11'in değişmezi yapması. Körün istediği bir göz misali, Semih Kaya için mutlu olurken bir anda Emre Çolak'ı da kazandık.

Kazandık diyorum çünkü derbi sonrası bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Emre'nin gollerle başladığı Denizli Belediyespor ve Antalyaspor kupa maçlarından sonra Emre'yi kazandık desem abes kaçardı ancak bu derbi bir oyuncunun kariyer basamaklarında çok önemli bir yer teşkil eder. Semih o eşiği Beşiktaş maçında geçmişti, sıra Emre'deydi ve o da kendisine destek olan herkese o desteğin hakkını verdi. Yani demem o ki, ben bir tane genç oyuncuya çoktan tav olmuşken üzerine iki yıldır her şartta destek olduğum Emre Çolak'ı görmek tarif edilebilecek türden bir mutluluk değil. Derbiye ne kadar sevindiysem Emre'ye de o kadar sevindim.

Emre Çolak hamlesini bekliyordum aslında ama en iyi ihtimalle 45. dakikada oyuna girer diye düşünmüştüm. Bekleme sebebim de Gençlerbirliği maçında Riera'nın yerine girip kanattan etkisi olmayan takımın kanattan bir gol bir de ciddi gol şansı bulmasını sağlaması oldu. Bugün de Engin'in cezası nedeniyle doğacak o Selçuk-Melo ikilisini destekleyip çok koşacak adam eksikliğini kapattı. Özellikle ilk 20 dakikadaki baskıda Engin'i gözler hiç aramadıysa Emre'ye büyük bir alkış gitmeli bir kez daha.

Bu noktada hemen Terim'in sahaya sürdüğü isimlere dönelim. Hemen hemen kafalardaki kadro çıktı ki tek sürpriz Emre Çolak'tı. Yabancı kontenjanı yüzünden Riera kenarda olacaktı ve yerine herkes Ayhan'ı beklemişti. Neyse ki Terim dört gün evvel güven kazandırdığı Emre'yi sürüp olası bir Ayhan kanserine engel oldu. İleride iki golcü ile çıkmak kimine göre eleştiri konusu olsa da eleştiren kesimden Baros'un penaltı noktası civarından kaçırdığı basit gole bakmalarını isterim. Elmander-Baros ikilisinin birkaç maç sürekli oynayıp uyum yakalarlarsa rakip için ne denli korkunç olacaklarının kısa bir özetidir.

Yine birkaç pozisyonda iki oyuncu da kendileri gitmeyi tercih ettiler ancak unutulmamalı ki televizyondan görüldüğü kadar açık görmüyor oyuncular. Uyum sorunu bu bencilliklerin çıkış noktası ve oyuncu o an arkadaşının çok daha müsait olduğunu göremez, oynadıkça geçer. Zamanında Arif-Hakan ikilisi de hemen yapbozun parçaları misali başlamadılar, onlar da ilk etapta uyum sorunu yaşadılar ancak sonra ne hale geldiklerinden uzun uzun bahsetmeye gerek yok. Oyun tarzı olarak benzer bir ikili değiller ancak uyum süreci ve sonunda gelmesi muhtemel başarı süreci olarak epeyce benzeyeceklerdir umarım. Yanlarına ara sıra Kazım katkısı da geliyor ancak Kazım'ın Fenerbahçe'ye karşı özel durumu var ve bu iki pozisyonda can sıkıcı bir şekilde döndü bize. Bomboş arkadaşlarına pas atmayıp koşup gelip kaleye atmak yakışmadı Kazım gibi bir şekilde kendini sevdiren adama. Sevmeyenleri de var hala ama neyse, saygı duymak lazım. Kazım'ın biraz daha ciddiyeti elden bırakmadan oynaması lazım bu maçlarda. Özellikle Kadıköy'de hırsı ve intikam duygusunu konsantrasyonla ve sakinlikle dizginlemesi lazım, yoksa işi zor olur. Gerçi bu ayarda giderse Semih ve Emre'den sonra Mertan'ı da kazanmayı konuşuyor oluruz...

İlerideki iki oyuncunun da dinlenerek sırayla geriye gelip pres yapmaları gözden kaçmamalı. Hatta Baros'un Elmander'i ileride daha çok tutup dinlendirmesi büyük ve önemli bir ayrıntı. Baros, Elmander'i daha az yorarak maçın en çok koşan adamının son dakikaya kadar rakip kaleciye bile pres yapmasını sağladı. Bunu yaparken de kendisinin etkisiz kalıp oyundan erken alınmasına bile engel olamadı. Baros-Elmander ikilisi üzerinde ısrar etmeli ve bu ikilinin nimetlerinden yararlanmalıyız. Her ne kadar Elmander kaçırdı mı seriye bağlayıp saç baş yoldursa da en olmadık yerde bir sert şut atıp en azından seken toplarla tehlike doğuruyor. Bir şekilde kaçan golleri de işe yarayabiliyor karambole kurban gitmedikçe.

Emre'nin desteklediği orta sahanın iki önemli ismi Felipe Melo ve Selçuk ikilisinden günün etkisizi Selçuk oldu ki bu etkisizlikten kötü bir oyun anlamı çıkarmıyorum. Selçuk'u asistler yapsın goller atsın diye aldığımızı sanıyoruz ancak ayağı top yapan ve defansif gücü yüksek bir orta saha olarak kullandığımızı hala göremeyenler var. Selçuk bu rölünde kaldığı sürece sadece "etkisiz" gözükecek, "kötü" oynuyor olmayacak. Bunu ayırt etsek ne güzel olur... Melo da daha geride olması beklenen, "defansif orta saha" olarak alındığı düşünülen bir isim ki iyi oynadığımız herhangi bir maçta takıma dikkatlice bakınca aslında hücumda etkili olanın Melo, savunmada temkinli olanın ise Selçuk olduğunu görebiliyoruz.

Melo her ne kadar sert ve defansif bir adam olarak gözükse de çoğu kişinin atladığı bir nokta var. Bu adam özellikle ayağa pas konusunda fazlasıyla iyi. Hatta zamanında en iyi olduğu bir turnuva bile var: 2010 FIFA Dünya Kupası. Bu kupada Brezilya'nın değil tüm kupanın en iyi istatistiğe sahip oyuncusuydu pas konusunda. %90 isabetli pas oranı ile oynadı, 256 pas attı ve bunların 230'u isabetliydi. Kendisini genelde savunmacılar takip etse ve Xavi-Xabi ikilisinin her birinden yarı yarıya daha az pas atsa da yabana atılmayacak bir bilgi bu. Xavi'den iyi bir pasör olduğunu söyleyemeyiz ancak Selçuk'a göre vasat bir pasör olduğunu da söylemek ayıp olur en basit ifadeyle. İşte bu Felipe Melo oyunun yönünü değiştirecek kilit pasları Selçuk'a göre daha fazla atıyor ve bu yüzden Selçuk'un kötü olduğunu düşünmeye başladı insanlar. Umarım yanıldıklarını Selçuk İnan'ı yuhalayıp bir gün bize onu kaybettirerek anlamazlar.

Selçuk kendine Burak gibi anlaşabildiği bir isim bulana dek bu böyle sürecek. Selçuk'tan maç almasını beklemeyin, bir adım ilerideki Melo'ya maçı alacak pas için bir hazırlık pası atmasını bekleyin. Hem sahada Emre Çolak gibi ayağına hakim biri varken ve aynı Emre maçın iz bırakan adamlarından biri olurken derbide Selçuk'un orta sahada en öne çıkan adam olmasını nasıl bekleyebilir insan?

Biraz Fenerbahçe'ye de bakmayı isterdim doğrusu ancak pek canımı sıkasım yok. Zira rakip olmalarını ve kötü hallerinden mutluluk duyacak olmalarını bir kenara koyacak olsak bile Bilica'nın savunmada tüm takımı sabote ediyor oluşu gayet can sıkıcı. Rakipte böyle bir oyuncunun daimi olarak 11'de olması tabii ki işimize gelir ancak bu adam derbide takımına alenen bir gol yedirirken Serdar Kesimal kenarda oturacaksa taraflı tarafsız herkesin canını sıkar bu. Serdar sakatlıktan yeni çıktı ve kondisyon problemi olur diye oynatılmadı belki ama kondisyon problemi olmayan ve ilk 11'i hak eden Bilica buysa eğer... Yazık.

Yobo'nun bugün Eboue'ye karşı frenleri tutmasa da iyi hatta ligin üzerinde bir oyuncu olduğunu düşünüyorum -Ujfalusi dışında kıyaslanacağı yabancı stoper yok hatta- ancak yanında Bilica ile oynayan bir adamın, takımı ileride bu kadar aciz durumdayken ve top tutamazken mağlubiyete engel olma şansı sıfır. Ayrıca Aykut Kocaman'a da Stoch saçmalığı yüzünden teşekkür ediyorum. Derbinin kaderini etkileyecek ve maçı aldırabilecek bir oyuncu değildi belki ancak her şartta Caner Erkin'den daha iyi olurdu bu kesin.

Yeniden kendi takımıma dönecek olursam Semih'in Avrupalı stoperlerde görmeye alıştığımız soğukkanlılığının üzerine bir de müthiş bir konsantrasyon eklediğini görmek harika. Ciddi sayılabilecek sadece bir tane hatalı pası oldu maç boyu ancak onun da üstesinden hemen kademeye yerleşerek geldi ki kendisine gerek kalmadan Selçuk topu kaptı rakipten. Semih oynamaya başladığından beri başarılı değil de hatalı hamlelerinden sonra neler yapacağına dikkat ediyorum daha çok ve görüyorum ki hatasını saçma faullerle durduran klasik Türk oyuncular gibi değil, hırslanıp saçma işler yapmadan asıl işine geri dönüyor ve oyununa bakıyor o hatayı hemen unutuyor. Semih'in bu özelliği ligimiz açısından bulunmaz Hint kumaşı.

Savunma hattına el atmışken Ufjalusi için bir şey deme ihtiyacı hissetmiyorum zira o geldi geleli söze gerek bırakmadan oynamaya devam ediyor. Şansı yaver gitse ve sezonu birkaç tane golle kapatsa güzel olur...

Benim esas değinmek istediğim savunmacı Eboue. İki maçtır birinde maçın tek golünü atıyor, diğerinde yarım saat boyunca kaçan sayısız fırsattan sonra oluşan stresi kırıp sezonun o ana dek en önemli maçında takımını öne geçiriyor... Bu olanlar için Eboue kadar Beşiktaş taraftarına da teşekkür etmek gerek. Eboue'yi durduk yere iyice gaza getirdiler ve o hırsının sayesinde yapması gerekenin üzerine ekstra şeyler katıyor. İki hafta üst üste gol atan sağ bekimiz olmuş muydu hiç yakın zamanda? Prates atmış mıydı hatırlamıyorum, belki Capone atmıştır... Brezilyalılar attıysa atmıştır bence. Bilenler haber ederlerse sevinirim.

Yaz yaz bitmez bir maç olduğunun farkındayım ama okuyanlar için de bir noktada dur demem lazım kendime. Daha fazla yazmak istersem değineceğim başka bir yazıyla...

Son bir not: Farkındaysanız hakemden bahsetmedik. Ne Beşiktaş-Galatasaray maçı, ne bu maç. Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus ikilisi bu sezon Avrupa'da UEFA'nın üzerlerine titrediği düzeydeler ki UEFA kendilerine gerektiği kadar teşekkür edip görev veriyor. Abdullah Yılmaz isimli faciayı ve bu sezon derbilerdeki müthiş hakem performanslarını aynı ligde aynı ekranda gördükten sonra bu ikili bariz hatalarla da maçlarımızı yönetseler tek kelime edemem. Etmeyelim de zaten, bu iki ismin yanına üçüncüyü nasıl ekleriz onun derdine düşelim.

6.12.2011

Bati!

Fiorentina'yı sevmek istiyor ama bir sebep bulamıyor musunuz? Buyurun bakalım o halde...

"Evin Yansın Panucci!"

Roma'nın ve İtalya Milli Takımı'nın eski yıldızlarından -yıldız?- Panucci evinin önünde, yolun orta yerinde gasp edilmiş. Evine gireceği sırada elindeki silahla Panucci'ye yaklaşan bir adam kendisini tehdit edip muhtemelen "Ya paranı ya canını!" gibisinden bir şeyler diyerek silahı doğrultmuş ve Panucci de çaresizce kol saatini ve cüzdanı vermiş.

Kariyerinin son demlerinde Fiorentina ile adı anılmıştı kendisinin ve o gün bu gündür ayrı bir nefretim olmuştu kendisine bir Fiorentinalı olarak. Böyle bir habere konu olunca kendisini bir kez daha hatırladım ve Fiorentina formasını giymeden kendisini emekli ettikleri için sevindim.

4.12.2011

Ciao Socrates!: Fiorentina 3-0 Roma

İstikrarsız futbolunu bu sezon kötü futbolu ile bolca süsleyen(!) Fiorentina, 1984/85 sezonunda kulübün formasını giyen ve maç sabahı hayatını kaybeden efsane isim Socrates'e en güzel saygı duruşunu 3-0'lık galibiyet ile yaptı. Basit bir "büyük maç" galibiyeti olarak görmemek lazım bunu zira henüz sadece özetini izlediğim maçtan aldığım ilk izlenimler sezonun en güzel oyununu oynadığımız yönünde. Umarım doğrudur diyebiliyorum şimdilik. Resmi siteye maçın tamamı yüklendikten sonra açıp izlemek farz oldu. Gerçi Roma her ne kadar 10 kişi kalıp 2-0 geriye düşse ve devamında iki kırmızı kart daha görüp sekiz kişi kalsa da takımın 2-0'ı rakip fazla eksilmeden yapması önemli.

Delio Rossi ile bir yere varacağımız yok, sezon sonunu görse sürpriz olacak, o yüzden ne kazansak ne yapsak kardır artık...



Maç öncesi kendisi için yapılan saygı duruşu:

Maçın özeti:


Son olarak Socrates'in Fiorentina günlerinden kalan birkaç görüntü ile noktayı koyalım:


  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO