31.10.2008

Artık Yetmedi Mi ?

"Berabere kalarak şansımızı iyi bir yerde tutuk. Sahamızda 2 maçımız daha var. Gruptan çıkmak için iyi bir pozisyondayız."
Michael Skibbe

Galatasaray'ın beraberlikle yetinip kendini avutabilen Leverkusen ile aynı seviyede bir takım olmadığını ne zaman anlayacaksın Skibbe ?

Almanya'da Hannover, Frankfurt gibi deplasmanlarda Leverkusen 1 puana sevinebilir ama Türkiye'de Ankaraspor deplasmanında rakip o dönemde ne kadar formda olursa olsun Galatasaray o beraberliğe sevinmez. Skibbe Kayseri beraberliği sonrası yenilmediği için sevinmişti, o açıklamaya gelen tepkilerden sonra aklı başına gelmiştir dedik ama sonuç ortada...

Fiorentina 0-0 Inter

Biraz geç kaldı maç yazısı ama dün fırsat bulamadım, bugün bir kaç ufak işi halledip ilk fırsatta koştum maçla ilgili yazmaya. Prandelli yine klasik olarak kırmızı ceketini giymişti. Maç öncesi pek neşeliydi, maç sonunda o neşenin yerini elden kaçan galibiyetin hüznü ve siniri almıştır muhtemelen. Beraberliğe sevinirim diye konuşmuştum maçtan önce, ne bileyim ben daha sonra alınan beraberliğe üzüleceğimi ?
İlk yarı pozisyon olarak ne zengindi, ne kısırdı, tam kararındaydı pozisyon sayısı. Fiorentina Comotto ile sağdan çok iyi geldi, açtığı ortalarda bol bol yan top yapıp pozisyon yarattı Comotto. İyi geliyordu bu sağ kanat ağırlıklı yan toplar ama içeride bu topu alacak ve değerlendirecek Gilardino olmayınca biraz sonuçsuz kalıyordu bunlar. Pazzini ve Osvaldo hava toplarında Gilardino kadar etkili değillerdi ne yazık ki. 43'te Pasqual serbest vuruş kullandı, yayın hemen yanında, çizginin tam önünden vurduğu top Cesar'dan döndü. Bu dönen topta Gamberini boş kaleyi bulacakken çekilip indirildi ve hakem penaltıyı es geçti. Bunun tartışılacak yanı yoktu, açık açık penaltıydı çünkü. İlk yarı sonunda galibiyeti isteyen taraf Fiorentina'ydı, Inter hiç de kazanacak bir oyun oynamıyordu.
İkinci yarı yine dengeli gibi başladı ama daha ilk bölümlerde Fiorentina etkili olmaya başladı. Jovetic'in oyuna girmesinden 10 dakika önceye kadar Inter savunması fazlasıyla zorlanmıştı. Jovetic'in girişinden önceki 10 dakikalık kısımda Inter yavaş yavaş hücuma çıkmaya başlamıştı ki Jovetic ile canlanan orta saha oyunu yeniden Inter yarı sahasına yönlendirdi.Inter adına kritik nokta 65'te Crespo'nun karşı karşıya kaçırdığı pozisyondu. Başka da bu kadar ciddi pozisyonları yoktu. Yan toplar yine fazlaca görüldü ikinci yarıda. Yine bütün toplar Cesar'ın ellerine gitti değişen birşey yoktu, Gilardino'nun olmadığı ceza sahasına boşuna ortalar yapıldı maç boyu. Aslında Gamberini kornerden bulduğu boş pozisyonda kaleyi tutturmuş olsa maç bir yan top ile kazanılmış olacaktı.
Maçtan önce de bahsetmiştim. Osvaldo 11'de çıkacaktı ama O'nun yerine Jovetic oynasa daha etkili olur demiştim. Bu dediğimin gerçekleşmesi 73. dakikayı buldu, Osvaldo-Jovetic değişikliği duraklayan Fiorentina'yı yeniden ayağa kaldırmaya yetti. Daha önce de Almiron'un oyuna girişine ise hiç anlam veremedim, zaten benim boş bakışlarımın hakkını verdi Almiron, neredeyse hiç etkili olmadı.
Jovetic girdikten sonra maçın son bölümünde ciddi pozisyonlar yakalandı ama hepsi birer birer kaçtı. 80 dakika boyunca kaçan pozisyonlarla kıyaslanınca son 10 dakika çok daha ciddi pozisyonlara sahne oldu. 86'da Pasqual'in ortasında Pazzini boş kaleye vuramadı. 87'de bir önceki pozisyonun siniri daha geçmemişken Jovetic ceza sahası dışından denedi, o da olmadı. Jovetic 50-55. dakika civarı oyuna girseydi Fiorentina'nın galibiyetini yazıyor olurdum şu an. Sonuçta bu maçın arananı Gilardino oldu, Mutu'nun yokluğu ise hiç hissedilmedi.

Bir parantez de Ercan Taner için açmak istiyorum. Kendisinin yıllar yılı yaptıklarını unutup acımasızca eleştirdiğimi sanmasın hiç kimse ama çarşamba akşamı öyle bir maç anlattı ki şu iki şeyi düşünmeye başladım :
1) Fiorentina'ya karşı çok büyük bir nefret besliyor.
2) Inter'i tutuyor veya bahis oynamış ve Inter'e vermiş.
Böylesine kaliteli ve mükemmel bir ismin "Crespo'nun affetmemesi lazımdı" diye haykırması, Inter'in her pozisyonunda bağırması, Fiorentina'nın ataklarında daha sessiz sakin kalması kendisine yakışmadı. Fiorentina'ya tuttuğum için bana öyle geldiğini hiç sanmıyorum. Bir süre sonra çekilmez oldu çünkü yaptığı yorumlar ve anlatım tarzı.

29.10.2008

Maçtan Önce : Fiorentina - Inter

Gilardino'nun cezasından sonra zayıflayan forvet hattı sezonun formsuz, son maçın ise formda ismi Mutu'nun sakatlığı ile iyice sıkıntıya düştü. Mutu'yu sevmesem de maç öncesi can sıkıcı bir gelişme oldu bu.

Pazzini için bulunmaz fırsat oldu bu sakatlık ve ceza. Benim derdim ise Mutu ve Gilardino'nun olmadığı bu günde hücuma katkı için Jovetic'in düşünülüp düşünülmeyeceği. Umarım kendisi bu son haberden sonra ilk 11'de yer bulur, Osvaldo'dan çok daha fazla katkı sağlayacağı kesin. Inter'de de orta saha problemli. Muntari ve Vieira ile sınırlı kalmadı oradaki problem.

Fiorentina Mutu'nun sakatlığı sonrası 4-3-1-2'den vazgeçip 4-5-1 veya 4-2-3-1'e geçebilir. Inter'de ise Mourinho'nun herhangi bir şekilde standart 4-3-3 sistemini bozacağını düşünmüyorum.

Federasyon/Türkiye Kupası

PC Lion yazmış bugün, oraya yorum yazacaktım aslında ama baktım çok uzayacak, en güzeli post yazıp orayı referans göstermek diye düşündüm.

Federasyon kupaları arasında Fransa'yı kesinlikle ilk sıraya koyarım. Profesyonel veya amatör her takıma açık bu kupa. Fransa Kupası'na katılmak isteyen başvuruyu yapıyor federasyona ve katılıyor kupaya. 2008-2009 sezonu için tam 6734 takım başvurmuş bu kupaya. Diğer ülkelere göre de fazlasıyla yüksek bir katılım anlamına geliyor bu. 54 takımın katıldığı Türkiye Kupası ile zaten kıyaslamıyorum bunu.

Bizim ülkemiz avrupa geneline bakıldığı zaman en saçma federasyon kupasına sahip. Süper Lig ve 1. Lig'den sonra 2. Lig'den 10 takımın ve 3. Lig'den 8 takımın da katılımıyla kupa tamamlanıyor. 2. Lig ve 3. Lig takımları öylesine dahil oluyor yani kupaya. Bu liglerdeki takım sayısıyla kıyaslandığında toplam 18 takımın katılımı ayıptan öte birşey değildir. Kimin hoşuna gidiyor ki bu uygulama ? Zaten takım sayısı yetersizken bir de üstüne UEFA Kupası'nın tarihindeki en kötü format olan deplasmansız 5 takımlı grup formatı ekleniyor, kupa iyice çekilmez hale geliyor. Yayın haklarını elinde bulunduran kuruluşun isteğine bağlanıyor bu, küçük takımlar yerine daha dişli takımların mücadele etmesinin ilgi çekeceği düşünülüyor. Halbuki bir kaç sürprize imza atıp 3-4 tur ilerleyen bir amatör takımı izlemek daha fazla ilgi çekmez mi ? Bugün bir amatör çıkıp Süper Lig'in ilk 10 sırasındaki bir takımı elese, önümüzdeki turlarda oynanacak muhtemel bir Kayserispor-Galatasaray maçından çok daha ilgi çekecek. Federasyonun kupayı inatla belirli takımlarla kısıtlaması, çekiciliğini azaltması günden güne bu kupanın önemini de azaltıyor. Bugün kupada iki tane Süper Lig dışı takımın oynayacağı final derbiler kadar olmasa da sıradan iki anadolu takımının oynadığı veya bir büyük takımla bir anadolü kulübünün oynadığı maçtan daha fazla ilgi çekecek bu açık ve net. Bir diğer olay da hafta içi tüm liglerde maçlar devam ederken bizim lige ara verip kupaya yoğunlaşmamız. Gerçi kimsenin umursadığı yok genel olarak, grupların son haftalarında bir büyük takımın çıkamama tehlikesi dışında bu saçma sapan format yüzünden heyecan duyan da yok. Geçtiğimiz sezon bu format uğruna harcanıp giden bir çok 1. Lig ve 2. Lig takımı var. Bu yıl da değişen birşey olmayacak, büyük sürpriz yaşanmazsa son 8'e Süper Lig takımları kalacak, belki bir tane de 1. Lig takımı. Çarşamba günleri lig maçı oynama keyfini yaşamadığımız gibi, eskiden fazlasıyla eğlenceli geçen Türkiye Kupası'nı da artık "daha eğlenceli olacak" yalanları ile günden güne kaybediyoruz.

Bizim ülkemiz için Fransa belki çok uç bir örnek oldu ama en azından tüm profesyonel takımlar katılsa ve tek maçlı eleminasyon sistemi uygulansa herşey daha keyifli, eğlenceli ve güzel olabilir. İngiltere'deki gibi tek maç usulü oynansa, güç dengesini biraz sağlamak için maçlar da hangi takım daha düşük ligdeyse onun sahasında oynansa ilgi çekme adına çok daha olumlu hamleler olur. Hem böylece yıllardır anadolunun çeşitli yerlerinde futbola azalan ilgi yeniden arttırılır. Bir 3. Lig takımının Türkiye Kupası'nda yoluna devam etmesi o şehirde belki de tarih boyu hiç büyük takım görmemiş, sıradan 3. Lig maçları yüzünden futboldan soğumuş insanların önüne büyük bir umut ışığı olacaktır. Bunları düşünmek, uygulamak, zor şeyler olmasa gerek..

Son olarak yazının başında değindiğim federasyon kupalarına katılım sayısıyla ilgili ufak bir sıralamaya göz atalım, ülkemizdeki takım sayısı bile federasyonun bu uygulamasının ne denli saçma olduğunu gözler önüne serecek. Bu ülkede sadece üstteki iki ligin etrafında değil, toprak sahaların da etrafında dönen bir futbol yaratmak için Türkiye Kupası'nın hayati bir adım olduğu umarım bir gün birilerinin aklında yer edecektir.

Avrupa liglerinde federasyon kupalarına katılım sayıları :

Ülke - Kupa Adı - Katılan Takım Sayısı
1. Fransa - Coupe de France - 6734
2. İngiltere - FA Cup - 762
3. Portekiz - Taça de Portugal - 210
4. Belçika - Beker van België - 112
5. Danimarka - Landspokalturneringen - 104
6. İngiltere - Football League Cup(Carling Cup) - 92
7. Hollanda - KNVB Cup - 88
8. İsveç - Svenska Cupen - 88
9. İskoçya - Scottish Cup - 82
10. İspanya - Copa Del Rey - 81
11. İtalya - Coppa Italia - 78
12. Almanya - DFB-Pokal - 64
13. Türkiye - Türkiye Kupası - 54
14. Hırvatistan - Hrvatski Nogometni Kup - 48

İspanya'da La Liga dışındaki takımlar için bir de Federasyon Kupası adı altında başka bir kupa oynandığını belirtmek lazım. Listeye Kral Kupası'nı aldım elbette.

Son yorumum büyük liglerin çoğunda binlerce yüzlerce takım hakim değil belki kupaya ama tüm liglerden katılımın sağlandığı sistemler mevcut çoğunlukla. Bu konuda bize en benzeyen ülke Almanya, oradaki takım sayısına, ülkenin büyüklüğüne/nüfusuna bakınca bizdeki gibi çok büyük bir tutarsızlık göze çarpıyor.

Çok Mu Pahalı ?

Yıllık 2.5 Milyon $(4 Milyon YTL) karşılığında Amerika'ya gitti. Merak ediyorum her transfer döneminde bir çok oyuncuya 2.5-3 Milyon €(6-6.5 Milyon YTL) veren kulüplerimiz bu adamı getiremez miydi buralara ? Ljungberg'in Amerika'da alacağının çok fazlası eldeki Lincoln, Kewell, Güiza, Roberto Carlos gibi isimlere veriliyor bu paralar.

Kimse kendisinden Arsenal'deki performansını beklemeyecekti zaten, oradakinin yarısını oynasa bu ligde rahat rahat bitirebilirdi kariyerini.

28.10.2008

İzledikten Sonra : Saw V

Cuma günü hemen gittim izledim filmi. 4. filmde öğrendiğimiz Hoffman-Jigsaw(John) ortaklığına dayalı bir film olmuş. Filmin giriş sahnesindeki sarkaç(pendulum) ilgi çekici. Ancak o tuzakta adam kasette söyleneni yapmasına rağmen ölmekten kurtulamıyor. Bu da John'un hata yaptığını düşünmemize sebep oluyor ki bu tuzakla John'un uzaktan yakından alakası olmadığını filmin ilerleyen dakikalarında anlıyoruz. Bu sarkaç Hoffman-John ortaklığının başlama sebebi oluyor. Bu ortaklığın ilk filmde geçen bir zamanda başladığını anlıyoruz, flashbackler böyle söylüyor. Bunu da 2. filmdeki tuzağı hazırlarken Hoffman'ın John'a yardım etmesi ile anlıyoruz. Bu filmde de çok sayıda flashback var, önceki filmlerde yaşananlarla ilgili bazı şeyleri yine bu flashbackler sayesinde öğreniyoruz.

Filmde ana konu Hoffman-John ortaklığı demiştim. Bu durumdan şüphelenen Ajan Strahm da Dedektif Hoffman'ın peşine düşüyor. Hoffman'ın John'a yardım ettiğini düşünüyor ancak filmin sonunda John'un yardımcısı olarak etiketlendiğiyle kalıyor. Strahm'ın aslında hiç bu olaylardan haberdar olmaması lazımdı ancak Hoffman hazırladığı tuzakla Strahm'ı öldüremediği için başına dert alıyor. Normalde bir ceza vermesi lazımdı ama yaptığı düzenekte Strahm direk ölüyordu, kurtulmak için çekecek cezası veya oynayacak bir oyunu yoktu, bu da tuzağı Hoffman'ın hazırladığının kanıtı. Yine de filmin sonunda Hoffman'ın Strahm'a yaptığı o cam kabinli tuzak fazlasıyla iyiydi. John'un öldükten sonra Jill'e bıraktığı kutu 6. film için merak uyandırmaktan başka bir işe yaramıyor, muhtemelen serinin son filminde açıklayacaklar bunu da. Belki de John'un esas yardımcısı Hoffman değil de eski karısı Jill'dir, bu konuda herhangi bir ipucu yok kutu dışında.

5 kişinin ortak olarak oynadığı ve ana konuyla alakasız olan bir oyun vardı ki orada da son odada aslında kimsenin ölmemesi gerektiği, 5 kişi ortak hareket etseler rahatlıkla kurtulabilecekleri ortaya çıkıyor. İzlemesi zevkli bir tuzaktı bana kalırsa.

Son olarak, 4. filmde kaldığı yerden 6. filme çok iyi bağlanmış hikaye. Bundan sonra final olduğu belirtilen 6. filmde Hoffman'ın nasıl kendini ele vereceğini merak ediyorum. John Kramer ölmeden önce Hoffman'a da hayatta kalması için bir oyun oynadı ve bu oyunun ne olduğunu da henüz bilmiyoruz. 6. film öncesi yine kafada soru işaretleri kaldı. Filmi beğenmeyenlerin sayısı şimdilik çoğunlukta ama ben çok beğendim, serinin bu kadar uzaması doğru olmasa da bu filmle serinin finaline doğru çok iyi hazırlık yapılmış. Bundan sonra 2009'un sonbaharında güzel bir final filmi yakışır bu seriye.

Bravo

Küresel krizdi, sitelerin engellenmesiydi, futbolda istenenlerin yapılamamasıydı derken sinirli, sıkıntılı ve gergin geçen bir kaç günden sonra insanı fazlasıyla gülümseten bir haber oldu Rambo Okan'ın Avrasya Maratonu'nda 1. olması. Haberin detaylarını linke tıklayıp okuyabilirsiniz.

Kestirmeden giderek kendi yaş grubunda kupayı kaldıran Rambo Okan'ı tebrik edip helal olsun demekten başka birşey gelmiyor elimden :)

Rambo Okan, farkında olmadan yetkililerin bu organizasyonu çok daha ciddiye almalarını sağlayabilir. Yıllardır uluslararası düzeyde yeteri kadar ilgi çekmeyen bu organizasyon için böylesine komik ve ciddi bir olayın yaşanması lazımdı belki de.

Rezalet

Bu konu hakkında uzun uzun yorum yapmaya gerek var mı ?

Palermo 1-3 Fiorentina

Son 4 haftada 12 puan almış olduk bu galibiyetle. Kötü başlayan sezon iyiye doğru ilerliyor, yeni isimler Prandelli'ye, Prandelli de yenilere iyice alışıyor. Geçen sezonun ikinci yarısında ligin tozunu atan takım yeniden geri dönüyor sanırım. Bayern maçında 3-0'a rağmen o hücuma dayalı oyunu ve istekli futbolu görünce Palermo maçından hiç korkmamıştım doğrusu.
Juventus, Lazio, Inter gibi takımlar puan kaybetmişken önemliydi bu galibiyet. Galatasaray gibi herkesin puan kaybından sonra haftanın kapanış maçını oynadı Fiorentina. Neyse ki Eskişehir'de Galatasaray'ın başına gelenlerin benzerini yaşamadı Fiorentina. Çabuk öne geçti ve galibiyeti de aldı.
Takımda en sevmediğim adam Mutu 2 tane attı, diğeri de bu sezon çoğu kişiyi susturan Gilardino'dan geldi. Gerçi golünü eliyle attı Gilardino, o konuda birşey diyemem. Bu sezonki müthiş formu bir kaç hafta bu el pozisyonu yüzünden gölgelenecek olsa da o yine işini yapmaya devam edecek kaldığı yerden. Bu dünyada Tanrı'nın Eli diye bir olay varken bir oyuncuyu eliyle gol attı diye yerden yere vurup silip atmaya gerek yok. Bunu göremeyen hakemi de sorgulamak lazım çoğu zaman.

Sırada 29 Ekim akşamı Fiorentina - Inter maçı var. NTV Spor veriyor 21.30'da ama daha yeni puan kaybetmiş bir Inter'e karşı ne kadar dayanabilir takım bilemiyorum. Üstelik savunma her takıma karşı bol pozisyon vermeye müsaitken.
Ekleme : Gilardino'nun da elle attığı golden dolayı 2 maç ceza aldığını öğrenince beraberliğe bile sevineceğim bir maç olacak yarın akşamki Inter maçı.

Ekleme 2 : Inter'de Muntari ve Vieira'nın sakat olduklarını okudum, maç için daha da ümitlendim böylece. Yine de daha 3 gün önce puan kaybetmiş Inter'den korkuyorum...

Michael Skibbe

Eskişehir maçında Kewell'ı alıp Mehmet Güven'i hem de sağ açık olarak oyuna aldı, sene başından beri birazck inancım vardı kendisine, belki birşeyler yapar diyordum, o da kalmadı artık.

Galibiyete ihtiyacın var, önündeki takımlardan hepsi puan kaybetmiş, seninle aynı puandaki Kayseri kazanmış, ardındaki Fenerbahçe puan farkını 2'ye indirmiş, sen 2-2 olduktan sonra Kewell'ı oyundan al yerine Mehmet Güven'i al.. Aklım almıyor bunu, mantıklı tek bir açıklama bulursam Skibbe'ye tek kelime laf etmem bundan sonra..

23.10.2008

Şampiyonlar Ligi 2009 : 3. Hafta

Bordeaux 1-0 Cluj : Maç özetleri başlarken spiker Bordeaux'nun isabetli şut sayısını vurguladı, bir önceki maçta kaleyi sadece 2 kere bulduklarını bunun da bir tanesinin gol olduğunu söylemişti. Gerçekten de son vuruş eksikliği göze çarptı, Cluj karşısında tek kale oynayıp gol atamadılar. Atamadılar dedim çünkü golü Cluj kendi kalesine attı. Bu kadar atak oynayıp da son vuruşlarda bu kadar kötü olmak ilerisi için pek parlak bir gelişme değil.

Chelsea 1-0 Roma : Roma haftasonu Inter karşısındaki hezimetten sonra bu maça korkak başladı. Pek atağa çıkmayıp kendi sahalarında kabul ettiler oyunu. Son bir kaç sezonun harika takımı Roma'nın bu hallere düştüğünü görmek üzücü, Spalletti daha ne kadar kötüye gidecek merak ediyorum. Herşeye rağmen ilk yarıda Brighi karşı karşıya pozisyonda golü bulmuş olsa Roma hiç beklemediği bir 3 puana ulaşabilirdi o savunma futbolu ile.

Inter 1-0 Anorthosis : Antrenman maçı nedir sorusunun iki cevabı vardı bu akşam. İlk cevap bu maçtı. Inter çoğu hücumu 3-4 kişiyle yaptı, ileride pek de kalabalık değillerdi yani bu kadar rahat oynarken. Bir de herkesin hücum edip saldırdığı bir Inter düşünüyorum bu maçta... Sanırım Anorthosis sezon başından beri takdir edilen başarısını unutturabilirdi. Çok çaresizlerdi ve rövanş maçı öncesi olası bir sürpriz için pek umut vermedi kimseye.

Panathinaikos 2-2 Werder Bremen : Alıştığımız Werder Bremen maçlarından birini daha izledim ben. İki takımın da bitmek tükenmek bilmeyen atakları, karşılıklı gelen goller ve keyifle izlenen bir maç. Panathinaikos'un kafayla attığı goller enteresandı doğrusu, bir tanesi izlemeye değerdi ama diğeri savunmanın ve kalecinin ortak hatasıyla güzel görünümlü sıradan bir gol oldu.

Basel 0-5 Barcelona : Gecenin diğer antrenman maçı da buydu. Barcelona öyle ataktı ki değil 5, 15 gol bile atsa sürpriz olmazdı. Oynanan oyuna göre farkın 5'te kalması sürprizdi ama bunda kaleci Costanzo'nun payını da göz ardı etmemek lazım. CM 01/02'nin kaledeki efsane Arjantinli yıldızını ilk kez izleme şansım oldu, daha büyük takımda oynasa yetenklerini ortaya çıkaracağını gösterdi aslında. Tabii bu takımla ancak bu kadar olmuş, Costanzo'dan daha iyisini bekleyemezdik bu maçta.

Shakhtar 0-1 S.Lizbon : Haftanın sürprizlerinden biriydi. Lucescu'nun takımının bu maçta 3 puan almasını beklerken tamamen yanıldım.

Atletico Madrid 1-1 Liverpool : Hakemlerin saçma sapan şeyler yaptığı bir maç izledik. Önce Liverpool'un sonra Madrid'in birer golü hakemlerin bayraklarına kurban gitti. Keane golü atınca muhtemelen Aguirre "sonum geldi" diye düşünmeye başlamıştı, Simao'nun 83'teki golü Madrid ve Aguirre için işleri yoluna koydu ve Madrid kazanmak için oynadı son bolümü. Liverpool içerideki maçta rahat bir galibiyet alacak, bu açık ve net olan tek şeydi. Ayrıca Torres'i görememiş olmamız da gecenin tadını kaçıran olaylardandı. Vicente Calderon'da gol atarsa ne olur diye düşünenlerdendim, beklentiler boşa çıkmış oldu.

PSV 2-0 Marsilya : Gecenin merak etmediğim maçlarından biriydi. Özetleri izlerken bile o başarısız ve amatörce yapılan karşılıklı hücumlardan sıkıldım, 90 dakikayı izlesem neler olurdu hiç bilmiyorum.

Manchester United 3-0 Celtic : Celtic bu maçta da gol atamadı. Böyle bir takımın gol atamadan grupların ilk yarısını tamamlamasının mantıklı bir açıklaması yoktur bana göre. Manchester'da Berbatov iki gol attı ama ikisi de ofsayttı. Rooney'in golünde de o kadar oyuncunun o vuruşu yaptırması ve Boruc'un da o yavaş topa bakıp kalması Celtic savunmasını maçın en kötüsü yapmaya yetti.

Villarreal 6-3 Aalborg : Capdevila'nın golünde Hagi'nin Monaco'ya attığı golü anımsadım. Llorente'nin idman maçı yaparcasına attığı goller Aalborg savunmasının halinin kısa bir özetiydi. Ancak attıkları gollerde Villarrealli taraftarlara kabus gibi bir ilk yarı yaşatmayı başardılar. Böyle renkler gerekiyor bu lige ara sıra..

S.Bükreş 3-5 Lyon : Bu maçta söylemek istediğim şey Lyon'un gollerindeki asistler, çok güzel asistlerdi. Grosso'nun ortası en beğendiğimdi. Bir de "Van Basten misin Keita ?" diye sormak lazımdı bu maçta. Keita'nın golünün en kısa ve net anlatımı budur benim için.

Porto 0-1 D.Kiev : Kiev serbest vuruştan attığı tek golle Fenerbahçe'nin 3. sıra için tüm ümitlerini söndürdü. Sahalarında Porto'ya yenilmedikleri sürece Fenerbahçe'nin 3. olması zor.

Fenerbahçe 2-5 Arsenal : Bu maçta olacaklar en başından belliydi. Arsenal rahat ve kolay pozisyonlar bulup gollü bir galibiyeti alıp gidecekti, öyle de oldu. Fenerbahçe'nin çok daha büyük bir hezimetten kurtulduğunu iddia ediyorum, bunu söylemekteki sebebim de Arsenal'de Nasri ve Fabregas'ın normalin çok çok altındaki performansları. Onlar da etkili oynasaydı gol sayısı 5'te kalır mıydı ? Sanmıyorum...

Zenit 1-1 Bate : Fatih'in golü çok iyiydi de, puan kazandırması mesele değil. Bu maçta söylenmesi gereken tek şey Arshavin... Bu adam avrupaya gelmeli artık, unutulmayan bir yıldız olabilmesi için künyesine büyük liglerden birisini yazdırması lazım.

Juventus 2-1 Real Madrid : Del Piero PES'ten çıkma bir gol attı. Tekrar tekrar izleyip Del Piero'ya hayran kalmamak elde değil açıkçası. Amauri'nin attığı şans dolu golde oynamaz, yaşlandı denen Nedved'in hareketli ve ortası alkışı hakediyordu. Artık oynamaması gerektiğini iddia edenler olsa da bu sezona da iyi idare edecek gibi. Bir de Real Madrid'in 2-0'dan sonra o kadar baskılı oynayıp da tek golde kalması Ruud'un ve diğerlerinin şansı mıdır, başarısızlığı mıdır bilemiyorum..

Bayern Münih 3-0 Fiorentina

Ligde herşey çok güzel gitmeye başlamıştı, burada puan gelir mi derken sonuç farklı yenilgi oldu. Aslında pozisyon olarak sayı olarak Fiorentina çok daha öndeydi ama skor tabelası öyle demedi. Mutu formsuz ve beceriksiz oyununu bu maçta da sürdürdü. Maç belki dönebilirdi ama Mutu başta olmak üzere herkes gol kaçırma yarışına girince olmadı ne yazık ki.
1-0 olana kadar Bayern'in bariz bir üstünlüğü söz konusuydu. Gol geldikten sonra Fiorentina da kendine geldi ve iyi pozisyonlar buldu. O iyi pozisyonların sonucu gol olmayınca bütün bu baskılı futbol boşa gitmiş oldu.
2-0'dan sonra Fiorentina oyunu adeta tek kaleye döndürdü ama dediğim gibi Mutu başta olmak üzere herkes sırayla gol kaçırıyordu. Bayern Münih kalesi tehlikeleri savuşturmakta zorlansa da karşı tarafta bir kişi bile becerisini konuşturamayınca son dakikalara stresli değil rahat oynadı. 3. gol geldiğinde ise zaten maçın sonu gelmişti.
Sezona çok kötü giren takım toparlanma yolunda. Bayern'den fark yesek de gayet iyi oynadık, pozisyon bulmak önemliydi. Gol yememeyi, daha doğrusu basit goller yememeyi başarırsak Şampiyonlar Ligi'nde de ilerlemek hiç zor değil. Ligde galibiyet serisi devam edebilir bu haftasonu ama hafta içi Inter maçında neler olur düşünmek bile istemiyorum..

francHits #5

1. Sakin - Bu Defa
2. MAT - Hiç Bırakma
3. Vega - Elimde Değil
4. Asfalt Dünya - Beni Severmiş O
5. Athena - Yalan

Geldi!

Çıktı, çıkacak derken 24 Ekim geldi çattı. Dersten çıkıp bulduğum ilk seansa girmek istiyorum. Tadı damakta kalırsa da cumartesi ilk seansa gidebilirim tekrar.

Spoiler kokan bir yazı da yarın akşam veya cumartesi öğlen burada olur..

Başarısız & Başarılı

Juande Ramos... Sevilla'da yaptıklarıyla tüm İspanya hayranlıkla izledi kendisini, Tottenham'a gittiği ilk sezonunda da hayran olanlar izlemeye devam etti. Yaz aylarına girdiğimizde transferde istediği her şeyi yaptırdı. Nasıl bir kadro istediyse onu kurdu. Sonuç : Premier Lig'de 8 haftada 2 puan. Yıllar sonra bile akıllarda olacak bir çöküş örneği var önümüzde. Lig elbette uzun, daha 30 maç var da, UEFA'da da ligdeki sonuçları aratmazsa kalan maçlarda 30'da 30 yapıp 90 puan almadıkça bu hikayenin sonu başarısızlıktır.
Unai Emery... Almeria adında bir mucize sundu İspanya Ligi'ne, takımı önce lige yükseltti daha sonra da devlerin arasında mükemmel bir mücadele gösterdi. O da yerinde durmadı, Valencia'ya gitti yeni sezonda. Devraldığı takım küme düşmekten kıl payı kurtulmuş bir yıldızlar topluluğuydu. Alev alev parlaması beklenen yıldızlar topluluğu takım bir kaç ay önce bir avuç kül olmuştu. Emery Almeria'da yaptıklarının öylesine denk gelen bir şans olmadığını 7 hafta sonunda 19 puanla La Liga'nın zirvesine kurularak gösterdi. 2000'li yılların başındaki o mükemmel Valencia tekrar geri dönmek üzere ve bu hikaye de hoş bir başarı örneği olarak izleyenleri heyecanlandırıyor.

500

İlk yılı doldurduk geçen hafta, şimdi de 500 post olmuş...

Benziyor Bunlar Arkadaşım #12

Kenan Sofuoğlu & Dağhan Külegeç

20.10.2008

Yapma Bunu Song

Song'un maç öncesi tavırları fotoğraftaki gibi sempatikti. Zaten Galatasaray'dan gittikten sonra bile pek kızmamıştık, ülkemizde kaldığı için sevinmiştik bile. Ancak maçta birinin kime olduğunu unuttuğum, biri de Arda'ya yapılmış olan iki hareketi vardı ki insan bu kasıtlı sertliğin nedenini merak ediyor.

Hava topunda Arda'ya attığı o tekmeden sonra insan durup düşünüyor "neden" diye.. Sertlik başka şey, kasıtlı olarak bunu yapmak ise başka şey..

Galatasaray 3-0 Trabzonspor

Turuncu devrim kaldığı yerden devam ediyor. Bu formayla maçların kazanılmasına o kadar alıştım ki neden klasik parçalı giyilmediğini bile sorgulayamıyorum artık. Kewell da ilk kez bu formayla gol atamamış oldu, gereksiz bir ayrıntı olarak dikkatimi çekti. Skor güzeldi, oyun da keyif verdi. Matematiksel olarak yeniden zirveye tek maçlık uzaklıktayız. Skor ve oynanan ofansif oyun güzeldi, fazlasıyla polemik dolu geçen 15 günden sonra güzel bir geri dönüştü bu maç. Aslında sürpriz bir kadro vardı sahada ama sonuca bakınca sahadaki isimlerin -biri dışında- doğru tercihler olduğu belliydi. Bu kadro seçiminde Burak Dilmen'in etkisinin olduğu açık açık görülüyor, defansif görünüp de böylesine ofansif bir oyun oynanmasının tek sebebi Skibbe olmamalı.
Arda'nın golü konusunda herkes ikiye bölünmüş durumda, kimisi bilerek oraya vurdu diyor, kimisi orta yaptı şanslıydı diyor. Ben bilinçli bir vuruş olduğunu düşünenlerdenim, o pozisyonda Arda gibi bir oyuncunun öyle kötü bir orta yapacağını hiç sanmıyorum. Servet'in golünün verilmemesi gerektiğini söyleyenleri ise FIFA kurallarını okumaya davet etmetken fazlası gelmiyor elimden. Yarım metreden şut geliyor, eline "çarpıp" gol oluyor, elini çekse veya dokunmasa zaten Baros golü atacaktı. Trabzonsporlu oyuncuların bile pozisyona ciddi şekilde itirazı olmadığını belirtmek lazım. Lincoln'ün golünde de hücum hattındaki herkesin katkısı vardı neredeyse. Golün kendisi ve sonrasındaki sevinci gerçekten keyifliydi. Tüm avrupada bayrak direğini yerinden söküp şovunu yapıp bayrağı yerine koyan veya gidip direğe vuran oyunculara kart gösterilmediği bilgisini verip Lincoln'ün kart görüp görmemesi konusu hakkında başka yorum yapmadan susuyorum.
De Sanctis ve Meira'ya da değinmek istiyorum. Kalede Aykut mu olsa De Sanctis mi olsa tartışmalarının son bulduğu maç bu maçtır benim için. Dün akşama kadar Seri A'daki De Sanctis'i henüz göremediğimizi düşünüyordum ki bana iyi bir kapak oldu. Kaledeki önemli pozisyonlarda güven verdi, kritik topları zorlanmadan çıkardı. Rakip hücum ederken kaleciden yana hiç sıkıntı yaşamıyorduk. De Sanctis'in gol yemeden bir maç bitirmesi gerekiyordu kendine olan güveni arttırması için. Ligin hücum adına en iyi takımlarından birine karşı gol yememesi bu güven ortamını fazlasıyla oluşturdu. Gelelim diğer kahraman Meira'ya. Defansif orta saha olarak başlayınca karamsar düşünceler sarmıştı aklımı, ne de olsa Bükreş maçı yakın tarihte can sıkıcı bir örnekti bu tercih için. Ancak Meira öyle bir oyun oynadı ki maç başındaki düşüncelerimi sildi attı. Burada bir iki maç daha görev alırsa ve Mehmet Topal da iyileşip Ayhan'ın yerini alırsa Meira-Topal ikilisini zevkten dört köşe olmuş bir halde izlememiz olası.

Ayhan demişken de, çıkana kadar aldığı her topu olumsuz kullandı, bir kere olsun olumlu hamlesi olmadı. Trabzon'un ciddi ataklarının başlangıcında hep Ayhan'ın hataları vardı. Sabri'den sonra sakatlandığına sevindiğim ikinci oyuncu oldu bu sezon. Zaten ilk satırda sahadaki isimlerden bahsedip "biri dışında" derken bahsettiğim isim Ayhan'ın ta kendisiydi.

Hakem ise başka bir felaketti, ikinci yarıda resmen futbol oynanmasına engel oldu. Çaldığı düdükler saç baş yoldurtacak cinstendi. Çalmadıkları hakkında yorum yapmayacağım yoksa uzun sürecek. Böylesine güzel giden bir maçı izleyenler için sinir stres kaynağına döndürdüğü için ne desek boş...

Bu arada.. O saç ne be Sabri ? Saçları 2 numaraya sabitlemeye devam et, bir de iki üç tane düzgün orta aç, senden maksimum beklentimiz budur, yorma bizi.

19.10.2008

Sondan Bir Önce : 2008 Çin GP

Hamilton günün kazananı oldu ve Çin'den sonra geriye sadece Brezilya kaldı artık. Lewis Hamilton geçen yıl son haftaya yine önde girmiş ve şampiyonluğu son yarışta bırakmıştı. Yine aynı sahneye tanık oluyuroz, fark ise diğer şampiyonluk adayının Raikkonen değil Massa olması.

Brezilya'da ilk 5'te yer almak yetiyor Hamilton'a. Massa'nın şampiyonluğu için de iki ihtimal var. Öncelikle yarışı ilk 2'de bitirmek zorunda. 1. olursa Hamilton'un 7 veya daha aşağıda olması gerekiyor. 2. olursa da Hamilton'un 8. veya daha aşağıda bir derece alması gerekmekte. Massa 3. veya daha kötü bir sırada olursa da Hamilton'un sonunculuğu bile önemsiz olacak. Umarım geçen yılki gibi şampiyonluğu elleriyle ikram etmez Hamilton.

Bir de takım emri yasakken McLaren takım emri uyguluyor diye kendini parçalayan Ferrari dostlarının bu yarışta Raikkonen'in Massa'ya nasıl "buyur geç" dediğini izlemeleri lazım..

Son yarış öncesi sıralamalar şu şekilde :

Pilotlar :
1. Hamilton 94
2. Massa 87

Markalar :
1. Ferrari 156
2. McLaren 145

"Alt"

SV Mattersburg 5-6 SK Sturm Graz

İddaa'dan rica etsek bu maça "alt" diyenlerin istatistiğini verir mi ki bizlere ? Veya var mıdır aramızda bu maçta gol olmaz diyenler ?

İşin garip yani deplasmanda 0-5 öne geçen S.Graz 3-5'ten sonra 3-6 yapmış. Daha sonra Mattersburg 78 ve 86'da gelen iki golle 5-6 yapmış skoru. İlk yarıda 5-0'ı bulduktan sonra Sturm Graz taraftarlarının son 4 dakikayı ve üstüne gelen uzatmaları nasıl geçirdiklerini fazlasıyla merak ediyorum. Bizler için livescore ve benzeri sitelerden takip edilen sıradan bir maçtı belki ama Avustura'da tarihe geçtiği kesin..

Ayrıca bu maçta bir zamanların dev ve korkutucu forveti Alman Carsten Jancker'in Mattersburg adına 3 kere ağları havalandırdığını da son olarak not düşmekte fayda var.

3'te 3 : Fiorentina 3-0 Reggina

40' Pazzini (p)
75' & 81' Gilardino


Maçı yine izleyemedim, evde kablolu tv bağlanmadı henüz(zaten uydu veya digiturk kararı aldım kablodan vazgecip), o yüzden 4 dakikalık özetle yetindim. 40. dakikada penaltı-kırmızı kart gelene kadar özetten izlediğim kadarıyla maçın yıldızı olan Jovetic'in iyi oyunuyla bol bol pozisyon bulunmuş ama sonuçsuz kalmış hepsi. Pazzini de çok kaçırmış, takımda daha fazla süre bulmak istiyorsa bu pozisyonlarda gol yüzdesini arttırmalı. Yoksa işi çok zor oynadığı bölgedeki alternatiflerin arasında.
Reggina biraz duraksadığımız anlarda saldırıya geçmiş. 70'te Gilardino Pazzini'nin yerine giriyor ve görüldüğü gibi 15 dakika sonra skor çok daha farklı . Bu adam iyi ki bu takıma gelmiş, 3 hafta önce çok yakıştı derken haklıydım sanırım. Gilardino'nun 2. golü görülmeye değer.
Maçın önemli anları ve golleri için sizi şöyle alalım : http://it.violachannel.tv/tempo-reale.html?match_id=1151013

Ligde 3 maçtır kazanıyoruz, Şampiyonlar Ligi şimdilik yolunda gidiyor ama hafta içi Bayern Münih maçı çok şeyi değiştirebilir. Kazanırsak Almanlarda teknik direktör koltuğu iyice sallanacak.

1. Yaş

16 Ekim 2007 günü bu bloga ilk postu atmışım.. İlk başlarda deneme yazıları ile başlamıştım, baktım ki hoşuma gitmeye başladılar ben de Aralık 2007'de daha da dikkat edip ağırlık vermeye başladım buraya.

1 yıl geçmiş gitmiş, okuyan ve destek olarak herkese tek tek teşekkürler, umarım önümüzdeki yıllarda daha bir çok yıldönümü yazıları yazarım böyle..

15.10.2008

Tristan West Ham'da

Bunca zamandır elinde sözleşmesi ile boş boş gezmesi bile mantıksızdı, sonunda kendine bir yer bulabilmiş. Livorno'da Lucarelli'den sonra yeni bir umut olarak forma giyip amaçsız bir transfer olmaktan ileriye gidememişti. Deportivo'daki o parlak günlerine dönmesi zor olsa da West Ham'a yapacağı 10 gollük bir katkı adını ve kariyerini yukarıya çekme adına olumlu bir gelişme olacaktır. Zola futbolculuk dönemindeki zekasını teknik direktörlüğünde de aynı randımanla kullanmaya devam ediyorsa Tristan'da işine yarayacak bir özellik görmüş olmalı.

Bir de Ljungberg var böyle boş gezen. Anlaşılan O'nun da futbol oynamaya pek niyeti yok henüz kendine bir kulüp bulmadığına göre..

Domenech 2010'a Kadar Fransa'da

Başlık herşeyi anlatıyor. Fransa'nın başına bela olan Raymond Domenech 2010 yılına kadar takımın başında olacakmış, gönderilecek tartışmaları üzerine bu açıklamayı yapmış federasyon. Fransızlar için kabus gibi bir gelişme olmalı.

2010 Dünya Kupası'nda Fransa'nın olmama ihtimalini arttırıyor bu gelişme..

Fiorentina 4-1 Milan

ALS hastalığıyla mücadele eden Stefano Borgonovo'ya ve kendisinin kurduğu vakfa yardım amacıyla tam 1 hafta önce oynanmıştı bu maç.

Golleri görmedim ama ilk yarıda bu sezonun kadrosu, ikinci yarıda da eskiler oynamış sanırım. İlk yarı 3-1 bitmiş, eskiler de bir tane atıp 4. yü atmışlar. Asla futbol olarak normal sezonla kıyaslanmayacak bir maç ama insan böyle bol gollü galibiyetleri resmi maçlarda da görmek istiyor. Takımın bu sezonki genel formuna bakınca da bu tatlı bir hayal olmaktan öteye gidemiyor tabii ki.

Davala & Boekamp & Skibbe

Bir önceki post gibi yine gündemi geriden takip eden bir post olacak bu. Aradaki boşlukta meydana gelen olaylar hakkında konuşmak istediklerimi böyle sıralıyorum karışık olarak. Bundan sonra belirttiğim gibi yavaş yavaş eski tempoya oturtacağım blogu.

Ümit Davala'nın geldiği gün çok mutlu olmuştum, Ümit Milli Takım'daki olumlu performansı sonrası iyi işler yapacağını düşünüyordum. Keyif Arası'ndaki bir postun yorumlarında okuduğum gibi Ümit Davala'nın tek etkisi İsmail Güldüren oyuna girdiğinde Kewell'ı kenara almak oldu. Başka da olumlu iş yaptığı söylenemez. Oturdu Skibbe ile birlikte izledi maçları. Etkisiz ve pasif denen Skibbe bile Ümit'le kıyaslanırsa gayet etkili görünüyordu. Adnan Polat bugün "İdmandan 10 dakika önce geliyorlardı, 10 dakika sonra da hemen gidiyorlardı. Memur zihniyetiyle çalışıyorlardı." demiş bu ikili hakkında. Durum gerçekten böyleyse bu iki ismi yollamakta geç bile kalmışız.
Edwin Boekamp'ı zaten geldi geleli anlayamamıştım. Ne maçlarda görünüyordu, ne idmanlarda görünüyordu. İsmi vardı ama icraati pek yoktu, sessiz sessiz geldi, bir görünmez adam olarak kulüpte 3 ay kaldı ve yollandı. Ne işe yaradığını anlamak çok güç. Geçen sezon görevde olan Burak Dilmen'in geri dönüşü olumlu katkı sağlar takıma, bu konuda ise şüphem yok.

Bu ikilinin gönderilmesinin sebeplerinden birinin de Skibbe'nin istifaya zorlanışı olduğu söyleniyor ve yazılıyor bir haftadır. Yönetim Skibbe'yi kovacak olsaydı böyle ucuz oyunların peşine düşmez, direkt olarak yollardı. Skibbe'de bir umut var da yardımcılarında pek bir umut olmadığı açıktı, gayet olumlu ve doğru bir hamle oldu bu. Bir de şu sağlık ekibine çözüm bulsalar da her maç öncesi sakatları konuşmasak daha iyi olacak sanki.

Ertuğrul Sağlam

Kendisi görevinin başındayken ne zaman istifası hakkında yorum yazarım diye merak içerisindeydim. Beşiktaş yönetimi sağolsun pek merakta kalmadım. Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş'ın başında uzun yıllar kalmasını isteyenlerdendim. Bir maçta adamı astılar kestiler yolladılar. Keşke 8-0'lık Liverpool maçından sonra gitseydi de böyle uzun uzun konuşmasaydık ardından. Israr edilse, destek olunsa çok güzel şeyler yapablecek bir isimdi Ertuğrul Sağlam, tamam Metalist faciası bir ayıptır ama gitmesine hiç gerek yoktu.

Böylesine genç ve geleceği parlak bir ismin yoluna taş koymuş oldular bir anlamda. Sonra da çıkıp boş boş konuşur bazı kesimler : Bizim ülkemizde neden Fergusonlar, Wengerler çıkmıyor.

Nasıl çıksın senin ülkende bunlar ? İki galibiyette adamı asarsan kesersen uzun soluklu ve başarılı bir kariyeri nasıl beklersin ? Bu ülkede ne zaman günü kurtarma değil de yarını düşünme adına hamleler izleyeceğiz diye de meraklanmak istiyorum ama alacağım cevabın "asla" olmasından endişe ediyorum.

Panik Yok, Herşey Yolunda

10 gündür hiç birşey girmiyordum, kapattığımı düşünenler de olmuş. Kapandı sanıp mail atıp blogla ilgili olumlu şeyler söyleyenlere ve aslında hiç gündemde olmayan bu kararımdan dönmemi isteyenlere de teşekkür ederim :)

Merak etmeyin herşey yolunda, Marmaris'ten İzmir'e geldim pazar akşamı, evde eksikler ve düzenlenmesi gereken şeyler vardı, onunla uğraştım 10 gündür. 4 aylık tatilden sonra yeniden ders temposuna alışmakta zorluk çekince de ev-okul-uyku şeklinde devam ettim bir süredir. Bilgisayarımı da İzmir'e getirmeyip Marmaris'te evde bıraktım.

Hal böyle olunca da internete ilk kez bugün girebildim. Yurt gibi saçma yerden kurtulup eve çıkınca iş çok olud, neyse ki ev de yavaş yavaş düzene oturuyor, elime yüksek miktarda para geçtiği an laptop almayı planlıyorum. Geçiçi olarak ucuz birşeyler denk gelirse de alırım.

Bu kadar kişisel açıklama yeterli olur sanırım, 10 günlük aradan sonra yeniden play tuşuna dokunma zamanı geldi..

5.10.2008

Boş Konuşmak

"He was fighting with two of the best midfield players in the world in Frank Lampard and Steven Gerrard, and now you can say Gareth is the main guy in the England midfield."
Stilian Petrov

Lampard dönem dönem tartışılır da. Steven Gerrard'ın olduğu yerde Gareth Barry için "en iyi" demek boş konuşmak değildir de nedir ?

"En formda" ve "en iyi" kavramları arasındaki farkı birilerinin acilen açıklaması lazım Petrov'a.

Barcelona 6-1 Atletico Madrid

"Messi mi Kun Agüero mu ?" soruları çokça soruldu bir haftadır. Benim cevabım Messi'ydi ama böylesine ezici bir şekilde Messi'nin galip geleceğini de düşünmüyordum(Kim düşünebilirdi ki ?). Messi'nin liderliğindeki Barca sildi attı Atletico Madrid'i. Agüero bir kaç çalım ve koşu dışında yoktu maçta. Messi ise attığı tartışmalı golle birlikte sahanın yıldızlarındandı Iniesta ile birlikte. İlk yarı 5-1'den sonra kaçırdığı iki gol var ki akıllara zarar, Messi o golleri de atmış olsa daha ilk yarıda 7-1 olabilirdi skor. İlk yarı ne kadar keyifliyse ikinci yarı o kadar tatsızdı, atılan 5 golün hatrına katlandım ikinci yarıya. Neyse ki Henry'nin mükemmel golü geldi de boş geçmemiş oldu.
Messi kaleci Coupet barajı kurdururken topa vurup golünü attı. Bu golde akla ilk gelen şey Thierry Henry'nin Arsenal'de aynısını sık sık yaptığı oldu. Henry'nin Messi'ye bu konuda akıl/ders verip vermediğini merak etmiyor değilim..
Henry golünü attı, önce tribüne sonra Eto'o'ya koştu. Küsler, kavgalılar derken gayet samimi görüntüler verdiler kameralara. Ülkemizde de nice küs futbolcular gördük gol sevincini birlikte yaşayıp da saha dışında birbirinin adını bile ağzına almayan... Bu da onlardan biri mi değil mi önümüzdeki bir kaç haftada ortaya çıkacaktır.

Avrupa ve İspanya futbolu adına tarihi günlerden birine tanıklık etmek güzeldi. Ancak farkı bulunca saygıdan veya ayıp olmasın gibi saçma düşüncelerden ötürü daha fazla gol atmayıp oyunu dengeleyip orta şekerli götüren takımlara oldum olası gıcık oluyorum. Atabildiğin kadar at be arkadaşım, 15 atabiliyorsan at, 10 atabiliyorsan at. Futbol bu, gol atmayacaksan işin ne orada, 28 dakikada 5 tane at, kalan 62 dakikayı tek golle geçir. Hadi ilk yarıyı silip atalım, 45 dakikada iki cılız pozisyon ve gelen tek gol. Fazla atmak rakibe ayıp olacaksa, sayıgısızlık olacaksa, çok daha fazlasını atabilecek durumdayken bilerek atmamak o maçı izleyen milyonlarca insana karşı çok daha büyük terbiyesizliktir bana kalırsa..

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO