31.07.2010

Bir Avrupa Şampiyonu Daha: Nevin Yanıt

Daha iki gün önce milyonlarca lirayı bağladığımız o futbol takımlarını hep birlikte gördük. Hepsi üçüncü sınıf avrupa takımları karşısında eriyip gittiler.

Ne zaman ben ve benim gibiler "Nedir arkadaş, futbol futbol futbol? Amatör branşa neden önem vermiyoruz?" desek hep klişe savunmalardandır şu: "Sporcu mu var arkadaşım adam gibi?"

O adam gibi sporcu yukarıda işte. Her yıl bu ülkede Nevin ve Nevin gibiler tartan pistler için, olimpik havuzlar için, adam gibi antrenörler için, yüksek seviye bile denemeyecek imkanlar için çırpınıyorlar.

Bu şampiyonluk "Sporcu mu var yahu?" diyen tüm o ukalalara cevap olsun.

TSL Sezon Öncesi #2: Aksiyon Filmi Gibi...

Sarı kırmızılılar'la başlayan sezon öncesi analizi diğer dört şampiyonluk adayıyla sürüyor... 

Timsahlar geçen sezonun en verimli, en doğru sezonunu geçiren ekipti. Şampiyonluğu defalarca kere kutlandı, konuşuldu, incelendi artık şampiyon olmalarının üstüne söylenecek söz kalmadığını düşünüyorum. Nitekim Türkiye'de İstanbul'daki Büyükler'den başka bir şampiyon çıkması sadece kutlanır. Çünkü aşağı yukarı her şeyi doğru yapmadan alınabilecek bir sonuç değildir. Bursa geçen sene aynen bunu yaptı: Her şeyi doğru yaptı. Transfere minimum para harcayarak ülkenin en iyi takımını kurdu. Bunu da takım olmanın önemini kavraması gerçeğiyle başardı. Peki yeni sezonda ellerinde ne var?

Transferde sol beki Vederson'la destekleyerek mantıklı bir hamleyle başladılar. Geçen sezon Mustafa Keçeli iyi performansına rağmen hücumda zaman zaman sırıtıyordu. Sol açığa alternatif de yaratabilecek bedava bir oyuncu olarak Vederson doğru bir karardı. Hücum hattına geçen seneki Batalla transferi örnek alınarak yapıldığını düşündüğüm Insua ve Steniert transferi yapıldı. Insua yetenekli ama çok istikrarsız, Steinert ise oynadığı maçların bilgileri dışında kapalı kutu. O bilgilere sezon sezon bakıldığında görülen onun da istikrardan bihaber olduğu. Omuzlarının çıkması gibi baş belası bir sakatlığının olması bunun sebebi ve devamlı olabileceğinin göstergesi. Ama Bursa'nın geçen sezon bir türlü istikrar sağlayamayan oyuncuları iyileştirme sürecini başardığını gördük. Bursa'ya gelmeden önce maç istikrarı konusunda sıkıntıları olan Turgay, Batalla gibi oyuncular kariyerlerinin en sağlam sezonlarını geçirdiler. Bu iki Arjantinli de Şampiyonlar Ligi kapısının büyüsüyle bunu başarabilirler. Eksi hanesine yazılanlar ise Zapotocny'nin yerine bir türlü alınamayan stoper ve Krita, Ergiç, Bekir Ozan üçlüsüyle sezonu çıkarması zor görünen ortanın ortasına yapılmayan transfer. Bu iki eksiğin kapatılması ve geçen sezonki sağlam takım oyununun sürdürülmesiyle Bursa üst üste şampiyonluk sevinci yaşayabilir ve Şampiyonlar Ligi'nde yüzümüzü kara çıkartmaz. Ama sezona iyi başlamak istiyorlarsa tempolarını biraz daha yükseltmeliler.
Geçen sezonun bitişi bırakın Türk futbol tarihini Dünya futbol tarihinin en dramatik skandallarından biriyle son buldu. Fenerbahçe iki dakika boyunca şampiyonluğa sevindi ve sonra gerçek tabloyla yüz yüze kaldı. Yönetim, taraftar, oyuncular... Ülkede Fenerbahçe denen camianın içinde sayabileceğiniz tüm bireyler için büyük bir olaydı bu. Buna benzer bir olayın kısa vadede tekrar yaşanmış olması başka bir kötülüktü. Kanarya çözümü camiayı tanıyan bir isimle bulabileceğine karar verdi. Daum'la yolların ayrılması sürecinden sonra Aykut Kocaman takımın başında. Oynanacak 4-2-3-1 düzeni için çok uygun iki oyuncu olduğunu düşündüğüm Dia ve Stoch transferleri yapıldı. Ama Fenerbahçe geçen seneden kalan kronik sıkıntılarını çözebilecek mi?

Öncelikle Fenerbahçe'nin bir takım olarak düzeni olup olmadığı hala tartışmalı. Gökhan Gönül, Lugano gibi takım savunmasının en kilit iki elemanı daha takımla antrenman yapmadılar. Dün Young Boys maçındaki performanslarıyla birlikte Önder, Bekir, İlhan gibi oyuncuların ne kadar yeterli oldukları belirsiz. Aykut Kocaman'ın Daum gibi kapanan bir oyunu tercih etmeyecek olması Bilica'ya ve dolayısıyla takıma sezon boyu büyük sıkıntı yaratacak. Cristian'ın çabuk form tutmaması halinde orta saha sezon başında büyük sıkıntı çekecek. Güiza'nın ne yapılacağı belirsiz, Gökhan Ünal'ın kapasitesi halihazırda soru işareti, Semih nedense hala kulübede. Emre hala eski bir Galatasaray oyuncusu olarak Fenerbahçe'de oynamasının sonuçlarını ruhsal olarak kaldıramıyor. Saha içindeyse, dün oynayan Fenerbahçe'de Stoch ve Volkan'dan başka neye dokunsanız elinizde kalır. Hala antrenmana bile çıkamamış as oyuncular olması hem bir eksi hem bir umut. Bir de takıma yeni bir forvet girecek ki onun göstereceği iyi performans her şeyi düzeltebilir ama beklenenin altında kalması Fenerbahçe'yi iyiden iyiye dibe çökertir. Fenerbahçe sezona nasıl başlayacak bilmiyorum ama sezona hazır görünmedikleri kesin.
Şu yukarıdaki logo 2010/11 sezonuna en hazır takımın logosu. Şu yazıyı okuyup da buna itirazı olacak biri olduğunu sanmam. Doğru zamanda yapılan Quaresma, Schuster ve Hilbert transferleri ile adam gibi geçirilmiş bir hazırlık dönemiyle lige en iyi girecek takım olacak Beşiktaş. Buna ölçü olarak Vikingur maçlarını falan aldığım düşünülmesin. Beşiktaş sezon öncesi dönemini doğru geçirmeyi başardığı için böyle. Doğru motivasyonla gelmiş kaliteli bir hoca, zamanında getirilmiş bir yıldız ve bir disiplin oyuncusu ve elde geçen sezondan bulunan geniş kadro iyi bir başlangıç için gereken her şeyi sağlıyor Beşiktaş'a. Guti transferi ise bu geniş ve yeterli kadroya krema misali oldu.

Genel olarak önemli bir soru işareti olduğunu söyleyemeyeceğimiz tek takım Beşiktaş. Kalede, savunmada,  ya da forvette sıkıntı çekmelerine sebep olabilecek olumsuz faktörler neredeyse yok. Ama Plzen maçıyla görünen bir durum var ki Delgado'yla orta saha yürümez. Sahada koşu temposuna çıkamayan bir oyuncudan oyunu iki taraflı oynamasını bekleyemezsiniz. Ya Delgado kalıp Fink gönderilecek yeni bir oyuncu gelecek ya da Delgado gidecek Fink kalacak ve Fink-Ernst işbirliğine güvenilecek. Ortada olan şeyse orta saha sıkıntısı çözülmezse Beşiktaş bu geniş kadroyu heba etmiş olacak.
Benim de sona bıraktığım ve neredeyse herkesin pek de hesaplara almadığı Trabzonspor var sırada. Bence sezonun en ilginç çıkışını yapabilirler. Hatta Avrupa elemelerindeki futbollara bakarak diyebiliriz ki Trabzon şu yukarıdaki iki takımdan daha bir favoridir. Şenol Güneş'in sezon ortasındaki gelişinin bile takım üstündeki etkisi düşünülürse adam gibi kendi felsefesine göre hazırladığı bir takımla yapacakları gerçekten çok fazla olabilir. Ki Takalar'ın orta saha bölgesi diğer bütün rakiplerinden daha dolu ve daha istikrarlı bir yapıya sahip. Selçuk, Sezer, Ceyhun, Colman ve Serkan oyunun iki bölgesinde de zekasına ve enerjisine güvenebileceğiniz oyuncular. Kanatlarda Engin, Gabric, Yattara, Murat Tosun gibi isimler yaratıcılık potansiyelleri çok fazla kanat adamları. Hepsi de forvette kullanılabilecek kadar hücumdan anlıyorlar. Arkada sağlam bir tandem yapısı oluşmasıyla ve uçta zaman zaman öylece duran bir direkten daha işlevsiz olmayacak bir forvetle Trabzonspor bu seneden sürpriz bir şampiyonlukla çıkabilir. Şenol Güneş'in kariyer karnesinde şaşırtıcı olmayan ama gayet hoş bir başarı olacaktır Takalar'ı seneler sonra şampiyonluğa ulaştırmak...

Trabzon, Bursa, Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray... Diğer tarafta Bursaspor'un geçen seneki şampiyonluğundan feyz alan diğer Anadolulular... Geçen sezon için çoğu otorite heyecan fırtınası demişti. Bu sezon zirve mücadelesi aksiyon filminden farksız olacak. Son dakikanın acısını çıkarmaya çalışacak Fenerbahçe, hayal kırıklıklarına tahammülü kalmayan Galatasaray, yeni yapısına milyon eurolar bağlamış Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'yle iyice gözünü yükseklere diken Bursaspor... Son on, on beş senenin en heyecanlı zirve mücadelesini takip etme şansı bulacağız bu sezon. Biz taraftarlar için hem zorlayıcı hem eğlenceli bir sezon olacak...

30.07.2010

Rijkaard?: Galatasaray 2-2 OFK Belgrad

Öncelikle alıntılar sebebiyle uzunca bir yazı olacağını belirtelim ve şuradan başlayalım, maç öncesi 11'i gördüm ve Galatasaray Sözlük'te bir entry girdim GS-OFK maçı başlığına:

"sahaya cıkan/cıkacak ilk 11'i ile rijkaard'a olan guvenimi sarsan mac olmustur. adımın altına 800 sayfa yorum girersiniz "franchi denen **** rijkaard'a inanmıyormus" diye.. girin **, girin, sonra da ayhan-barıs-sarp uclusunun keyfini cıkarın oldu mu?

frank rijkaard'a, johan neeskens'e, total futbol devrimine, her seye 14 aydır yani ilk gunden beri koru korune inanıyorum. hala aynı inanca sahibim. ama tum bunların gerceklesecegine olan inancım lorik cana hazır olsun olmasın ilk 11'de degil yedekteyken, emre colak yedekteyken, ayhan-barıs-sarp uclusunun sahada, daha dogrusu 11'de olacak olması benim canımı sıkıyor arkadas.

total futbol ile temeli atılan devrim bu adamlarla gerceklesecekse hic olmasın arkadasım. bulent korkmaz gelsin 1-0 olsun bizim olsun mantıgına devam edelim. zira iki turlusu de aynı keyfi verecek. solda 5 sene onceki pires, sagda messi, ortada eski gunlerindeki ronaldo(brezilya) olsa, arka dortlu cole-maldini-stam-cafu olsa, kalede yashin olsa, ortada da sarp-ayhan-barıs olsa ben yine memnun olmam. yeter be arkadas, hazırlık macında denedin olmadı iste. barıs kafası kopmus tavuk gibi sadece kosuyor bilincsizce, ayhan desen gotunun dibine pas atmaktan aciz, ilk fırsatta kavga-gurultu pesinde.. e sarp desen 10 santim onune dahi isabetli top atarsa olecek hastalıgına sahip...

boyle bir galatasaray istemiyorum ben kardesim. hazır olmasın, cana oynasın. hazır olmasın, emre colak oynasın. hazır olmasın, kewell oynasın. bu ucu de en hazır ayhan-barıs-sarp uclusunden daha hazırdır. yeter be, yeter. adamdaki futbol sevgisini, guzel futbola olan inancı koreltiyorsunuz, yeter. 3 gun once gelen neill 11'de cıkabiliyorsa kewell da cıkar, pino da cıkar, cana da cıkar.

jet hızıyla edit: su mac 10-0 bitse ve sarp-ayhan-barıs uclusu 3'er gol 3'er asist ile oynasa bile fikirlerim degismeyecek."


Maç başında Ayhan-Sarp-Barış üçlüsüne isyanımı ettim. Ettim ki maç sonunda söyleyeceklerimin skor ne olursa olsun değişmeyeceğini anlatabilmiş olayım. Galatasaray'da Cana-Musa-Emre üçlüsü ile sahaya çıkılabilecekken bu üçlü ile çıkılıyorsa eleştirmek son derece doğal değil midir? 3 haftadır takımla çalışan Cana hazır değilse 1 hafta önce takıma katılan tatilden dönen Neill nasıl 90 dakikayı kaldırabilecek hale geliyor.
Burada iki soru çıkıyor:

1- Cana 3 haftada hazır olamıyorsa Neill yorgun argın mı 90 dakika oynatıldı? Yetersiz olduğu bilindiği halde oynatıldı yani...
2- Neill'ı 1 haftada hazır edebilen teknik ekip Cana'yı neden 3 haftada hazır edemedi?

Neill 1 haftalık idmanla bu hale geldiyse ve bu maçta 90 dakika koşturup fizik olarak geriye düşmediyse 1 haftada 90 dakika oynayabilecek duruma getirilmiş demektir. O halde Cana 3 haftada neden zorluk derecesi orta hatta ortanın da altı olan bu maçta oynayabilecek hale getirilmedi diye sormak gerekiyor.

Cana -bence- oynayabilecek durumdaydı, her ne kadar oynayamayacak halde henüz dense de. 1 haftada Neill bu hale getirilirken Cana gibi güçlü ve yıllardır fizik gücünü kullanarak oynayan bir adam 45 dakika bile oynayamayacak durumda olmaz. Burada bir tercih meselesi vardı ve Cana oynatılmadı. Resmi maçlar gelmesine rağmen teknik ekibin hala birilerine şans veriyor olduğunu görüyoruz. Bunun yanında kampın yükselen iki değeri var: Emre Çolak ve Musa Çağıran. Emre kadroya 18'den girip 1 saniye bile oynama şansı bulamazken Musa tercih bile edilmedi bu maç için. Aydın Yılmaz sağlam olsa eminim ki bugün Rijkaard'ın süper orta saha üçlüsü ile birlikte şans bulacaktı neyse ki sakattı da bir darbe de 7 numaranın katilinden yemedik.

Burada yine Galatasaray Sözlük'e maç sonu girdiğim entryden alıntı yaparak devam edelim(baslık: Frank Rijkaard):

"29 temmuz 2010 galatasaray ofk belgrad macının tek sorumlusudur. kalecisi olsun olmasın, orta sahası eksik veya tam olsun hic fark etmiyor, bu beraberligin ve tur sansının sıfıra yakınsamasının sorumlusudur.

"ayhan-barıs-sarp uclusu ile rijkaard ne yapsın :(((" demeyin, mantıksız kacıyor zira.

bu macta emre-musa-cana uclusunun oynamasına ben mi engel oldum? ha? duyamıyorum? emre'yi 90 dakika kıcımın dibinde oturtup da barıs ozbek'i ben mi 83+2 dakika oynattım? ayhan'a barıs'a sarp'a mac boyu dayanıp cana'yı son 7 dakikada 2-1'e yatmak icin oyuna alan ben miyim?

'cok gol kacmıs' denecek, kactı. kacacak. bir takım girdigi her pozisyonu gole ceviremeyecek, 10 tane pozisyona girip 2-3 tane atacak atabilirse. ama bir takım sahasında 4. sınıf avrupa takımına karsı 2-0 ondeyken skor 2-1 olunca yatmayacak o skora. 2-0'dan 2-2 mac vermeyecek kendinden 3-4 gomlek zayıf takıma.

elano yokmus, kewell hazır degilmis.. musa da mı hazır degildi? emre colak da mı hazır degildi? kampın yıldızlarından cumhur yılmazturk 18'e girecek kadar bile hazır degil miydi? neill'dan gunler haftalar once takıma katılan lorik cana hazır degil ama neill 90 dakikayı cıkarabiliyor oyle mi? hadi oradan be.. hadi be oradan..

gecen sezon sarp'ı ayhan'ı barıs'ı kabul ettik de, bu sene bu adamların aynı anda 11'de oldugu mactan sonra bana "rijkaard'ın ne sucu var :(" felsefesi sokmez, sokemez.

frank rijkaard ikinci sezonunda ilk resmi macında onceki sezonki kotu oyunlara ragmen sarsılmayan guvenini bir anda sarsıverdi. ayhan-barıs-sarp uclusunden medet umup musa'yı emre'yi cana'yı kenarda oturtan adamı bana savunmayın yalvarırım."


"Rijkaard eleştirilemez!" mantığına geçen sezon çokça gönderme yaptık. Bu adama ve felsefesine inanıyoruz ama yanlışlarını birer birer anlatmak da hakkımız olmalı dedik. Bir insanı putlaştırıp efsane yapmamak lazımdı, hem de işler yolunda gitmiyorken ki ilk sezon işler yolunda gitse de "bu iş oldu!" demek aynı oranda büyük bir hata olurdu.

1 koca sezonu çöpe attık biz sistem uğruna. Tamam sistem oturdu, kim ne yapacağını biliyor hücumda. Ancak şu var ki sisteme hazırlık diye geçilen 2009/10 sezonu içerisinde en verimsiz isimler olan Ayhan Akman, Barış Özbek, Mustafa Sarp üçlüsünden 2010/11 sezonunda da bir şeyler beklemek doğru mudur? İşin şansa bırakılmaması gerektiği, tur için fark atmanın şart olduğu ön eleme maçında bu adamlarla tur aramak doğru mudur?

Musa Çağıran-Emre Çolak-Lorik Cana üçlüsü ile bu maça çıkmak varken Mustafa Sarp-Ayhan Akman-Barış Özbek üçlüsü ile sahada olmak intihardır. Bu adamlar bu kadar mı vazgeçilmez ya? Cana hazır değil denmesin, 4-5 gündür takımla olan Kewell bile aslanlar gibi oynadı oyuna girdikten sonra. Cana nasıl sadece 7 dakika oynayabilecek durumda oluyor?

Diyorlar ki yönetime protesto olarak böyle çıkarmış takımı Frank Rijkaard. E bunu neden takdir ediyorsunuz ki? İkinci bir Tromso faciasının eşiğine gelmişiz hala protesto gibi abuk subuk bir bahanenin ardına sığınıyoruz. Böyle bir protesto anlayışı yok. Bu bahaneyi en başta geçelim.

Transfer isteyen adam protesto etmez, tur geçer. Tur geçer ki "bak zayıf rakipler bitti, güçlüler geliyor bana transfer yap!" diye haykırır. Haftaya OFK Belgrad turu geçen taraf olursa hangi yüzle Kallström benzeri adamlar istenecek ve gelecek? Transfer isteyen adam böyle ucuz protestolar peşinde koşmaz, yönetime "eldekilerden en fazla bu oluyor" demek için oynatabileceği daha iyi oyuncuları kulübeye ve tribüne yollamaz.
Az önce yine iki soru/madde çıkartmıştık ortaya, yine çıkartalım benzerini:

1- Ayhan-Mustafa Sarp-Barış üçlüsü Rijkaard için ilk 11'de oynayabilecek kapasitede oyuncular olmalı ki tercih ediliyorlar.
2- Rijkaard resmi maçların ve elenme tehlikesinin farkında olmadan, işin ciddiyetini bir kenara koyup yetersiz olduklarını bile bile, elenme tehlikesini göze ala ala bu adamlara şans veriyor.

Hangisini seçersek seçelim tek sonuç çıkıyor karşımıza: Facia.

Rijkaard bu takıma gerçekten transfer istiyorsa bu adamlarla oynamayı bırakıp deplasmanda daha etkili ve yetenekli oyuncularla turu kovalar. Bu turu geçememek demek yeni ve sağlam transferler yapılması demek değil, Ayhan-Sarp-Barış üçlüsünün yetersizliği ile elenince yeni transfer gelmeyecek, elde avuçta kalan Elano da uzaklara uçup gidecek.

Ha bir de Aykut Erçetin olayı var. İlk gol Sabri'nin şutları misali uzaklara süzülüyordu, Hakan Balta'ya çarptı gol oldu bilindiği üzere; o golde kaleciyi suçlamak çok büyük haksızlık olur. Ancak yediği ikinci gol benim koca bir sezondur neden Ufuk Ceylan ismini haykırdığımın belgesidir. Aykut Erçetin, Bükreş karşısında turu rakibe vermişti. Ali Sami Yen'deydi maç ve yine 2-2 bitmişti. Maç sonu rövanşı alırız diye geniş geniş konuşmuştuk ama ilk maçta Aykut'un yediği 1 tanecik hatalı golün bedelini ödemiştik. Rövanşta sembolik olarak sahaya çıkmıştık sadece. Bugün rakip Bükreş'ten daha zayıf, Galatasaray ise çok daha güçlü. O günkü kadar karamsar bir ortam yok ama tur için favori biziz demek kendimizi kandırmaktan fazlası olmaz..

Bu takımın 1. kalecisi Ufuk Ceylan'dır. Böyle giderse Aykut Erçetin 3 yılda 2 kere takımı Avrupa kupaları dışına iten adam olarak kalacak yanlış teknik adam tercihleri ile birlikte.

29.07.2010

Serie A 2010/11: Fikstüre 20 Yorum

Yeni fikstürle birlikte La Gazzetta dello Sport ligdeki 20 takımın teknik adamlarından değerlendirme almış. Kimisi korkuyor, kimisi rahat, kimisi de temkinli yaklaşmış olaya:

Bari, Giampiero Ventura: "Bari-Juve maçı ile açılışı yapamk oldukça sert bir başlangıç olacak. İyi bir başlangıç yapabilmek için Juve'ye ek olarak Napoli ve Inter ile de mücadele etmek zorundayız ancak her şey kendi elimizde. 6 Ocak günü oynayacağımız Lecce derbisi ise Epifani(Epiphany)* gününe geldiği için özel bir maç olacak."

Bologna, Franco Colomba: "Sezonu Inter'e karşı pazartesi günü açacak olmak pek alışılmadık bir durum. Sonrasında ise tuhaf bir olay bizi bekliyor 7 günde 2 kere Roma'dayız. Sezon başlangıcımız gerçekten aşırı zorlayıcı: İlk 3 maçımız son 2 sezonun en iyi 2 takımına karşı"

Brescia, Giuseppe Iachini: "Parma ligi 8. sırada tamamlamıştı ve transfer döneminde daha da güçlendi. İlk 6 haftadaki 4 deplasman fazlasıyla zorlu olacak, ancak o dönemin sonuna en iyi şekilde ulaşacağımıza inanıyoruz, tabii ki transferde yapacağımız doğru hamlelerle."

Cagliari, Pierpaolo Bisoli: "İlk 2 maçımız Palermo deplasmanı ve Roma ile içerideki karşılaşma ve hiç de kolay değil. Geçen yıl da ilk maçı deplasmanda yapmıştık, bu sene açılışı Sant'Elia'da yapmayı umuyordum. Ayrıca felsefemiz yine değişmedi: Takım oyunu ve bilinçli futbol."

Catania, Marco Giampaolo: "Chievo ile başlıyoruz ve ilk 6 haftada Milan dışında bizimle aynı hedefelere sahip bize benzer rakiplerle oynuyoruz. Catania şampiyonluğun belirleyicisi olabilir, çünkü son 2 maç Inter ve Roma ile olacak."

Cesena, Massimo Ficcadenti: "Lig bizim için çok zor başlıyor ancak hazırız. İlk 2 haftada Roma ve Milan'la karşılaşmaya hazırız, büyük bir kararlılıkla ve gayretle sürpriz yapma peşindeyiz. Ayrıca Manuzzi'de ligde kalma savaşı vereceğiz bu sezon."

Chievo, Stefano Pioli: "Görünüşe göre başlangıcımız nispeten daha rahat olacak. Aslında tüm maçlar zor ama sahamızda Catania ile başlayacağız ve doğru bir başlangıç yapmalıyız burada. Sonra dört maçta Lazio, Genoa ve Napoli gibi iyi ekiplerle oynuyoruz, bu da gerçek mücadeleye başlayacağımız anlamına geliyor."

Fiorentina, Sinisa Mihajlovic: "İyi ve doğru başlamak çok önemli: Napoli maçı bu anlamda güzel bir test olacak bizim için. Kendi sahamızda lige başlayacağımız için mutluyum, umarım Firenze halkı güzel bir başlangıç yapmamız konusunda itici bir güç olacaktır bizim için. Yeni maceramızda ilk üç puanımızı ilk maçımızda alacağımıza eminim" (Ah be hocam, başlangıcı yorumla demişler de doğrudan ilk maçı yorumlayıp bırakmışsın)

Genoa, Gian Piero Gasperini: "Derbiyi erken bekliyorduk aslında ama Christmas öncesi karşılaşacağız. Devre arası öncesi önemli bir yerde bu maç, sezon sonundan birkaç gün önce karşılaşacağız bir de. Sezon başlangıcımız da geçen sezona göre biraz daha kolay. Geçen yıl ilk haftalarda neredeyse tüm güçlü takımlarla oynamıştık."

Inter, Rafa Benitez: "Anahtar haftalar 5. ve 6. hafta olacak. Roma ve hemen ardından gelen Juve maçı hazırlanıp ne halde olduğumuzu görmek için çok önemli. İşlerin ters gitmesine izin vermemelisiniz, bu yüzden çok çalışmalıyız. Başlangıca gelirsek Bologna'da hiç bulunmadım ama stattan bana bahsedildi, güzel bir zemini olduğunu duydum."

Juventus, Luigi Delneri: "Çok enteresan bir takvim, 5. haftada Roma ve Inter ile çoktan oynamış olacağız. Bari ile deplasmanda başlayıp içerideki Napoli maçıyla noktalıyoruz sezonu; kararlılığımızı tüm sezona yaymalıyız. Yeni zorluklarla yüzleşmeye hazır bir ekip görüyorum karşımda."

Lazio, Edoardo Reja: "İlk 4 haftadaki yoğun program pek kolay başlamayacağımızı gösteriyor. İlk maçlardaki zorluklar her zaman önemlidir: Biraz yokuş yukarı çıkmamızı gerektirecek Milan, Sampdoria ve Fiorentina maçları. Bunların arasında Bologna da bulunuyor ki o biraz rahat geçecek ancak sezon kimin ne yapacağını asla bilemeyeceğiniz şekilde başlar."

Lecce, Luigi De Canio: "İlk haftadaki Milan deplasmanı ile başlayıp 5. haftadaki Palermo maçına kadar zor bir giriş yapacağız. İlk devrede içeride sadece Inter ile oynuyoruz, evimizdeki maçlarda alabildiğimiz kadar çok puan almalıyız lige tutunma yarışında güçlenebilmemiz için." (Bunlara kıl oldum, Fiorentina'yı adamdan saymıyorlar)

Milan, Massimiliano Allegri: "Zorlu maçlar öncesi durumumuzu görmek adına güzel bir başlangıç yapacağız. İlk maçlarımız biraz gizemli olacak çünkü lige yeni yükselen iki takımla oynayacağız. Eğlenceli ve heyecanlı bir sezonu arkasında bırakmış iki ekiple oynamış olacağız."

Napoli, Walter Mazzarri: "Çok zor başlıyor lig. İlk üç maçımız çok sert ve zorlu. İlk maç Floransa'da ve onların ne durumda olduğunun farkındayız, sonrasında da geçen sezonun yıldızı Bari ile oynuyoruz. Sampdoria deplasmanı da fazlasıyla zor bir maç. Gerçekten aşırı zor bir giriş olacak bizim için."

Palermo, Delio Rossi: "3. haftada Inter ile evimizde oynayıp aynı hafta içinde bir de Juve deplasmanımız var. Bizden çok daha ileride bu iki takım da. Catania derbisine ise geçen sezon oynadığımız iki derbideki kötü sonuçları bertaraf etmek için çıkacağız."

Parma, Pasquale Marino: "Başlangıçta bilinmeyenler çoktur çünkü takımlar arasındaki fark minimum düzeydedir. Haliyle bu da sürprizleri getirir. Kimin daha kaliteli olduğu zaman ilerledikçe ortaya çıkar. Çok heyecanlı ve enerjik bir ekibimiz var. İyi başlamak ve bunu sezon sonuna kadar götürebilmek çok önemli."

Rome, Claudio Ranieri: "Mantıken her sezonun kendi özel hikayesi vardır. Bu yüzden daha kolay veya daha zor bir sezon olacak diye öngörüde bulunamayız. Çalışmaya hazır olmamız gerek. Ayrıca, her maçın kendi zorlukları olacak, tüm rakiplerimizle er ya da geç oynayacağız." (Hep garanticisin Ranieri.. Hep..)

Sampdoria, Domenico Di Carlo: "Napoli ve Juventus maçları ile lige başlayacak olmanın zor olduğu söylenebilir. Derbi ise 19 Aralık günü oynanacak, taraftarlarımıza güzel bir Christmas hediyesi vereceğiz."

Udinese, Francesco Guidolin: "Elbet tüm rakiplerle oynayacağız. Tabii ki kolay bir başlangıç olmayacak: aslında, evet, biraz karmaşık olduğunu söylememiz lazım. Ancak bir ilk günden mücadele başlamak için hazırlanıyoruz ve hazır da olacağız zaten."

*Epiphany: 6 Ocak günü kutlanan bir Hristiyan bayramı. http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=17820580

Serie A 2010/11 Fikstürü

Coppa Italia takviminden sonra Serie A'da da fikstür belirlendi. Fiorentina sezonu güçlü bir rakibe karşı Artemio Franchi'de açıyor. Napoli ile başladığımız yeni macerada ilk 6 haftada 4 maç evimizde. Yani Mihajlovic için bundan daha güzel bir fikstür olamazdı diyebiliriz. Takımın lige iyi giriş yapıp zorlu haftalar öncesi moral kazanması adına küçük bir avantaj sahibiyiz demek mümkün.

Fikstürün en acı dönemi Kasım 2010 olacak zira 4 haftada 3 deplasman oynuyoruz, 1 maçımız da kendi sahamızda. İçerideki tek maçımız ligin yenisi Cesena ile, diğer maçlar ise Milan-Roma-Juve deplasmanları. Zaten posttaki fotoğrafta da görülüyor bunlar net olarak. Fotoğrafta kolayca anlaşılacağı üzere soldaki tarihler ilk maçların haftaları, sağdakiler ise rövanşlarının yani ikinci yarıdaki maçların haftaları. 19 Aralık tarihli Inter maçımız ise muhtemelen ertelenecek zira o hafta Inter'in Dünya Kulüpler Şampiyonası maçı olacak.

Serie A'nın tam fikstürü için: http://www.fiorentina.it/oggetti/35020.pdf

Şimdi de Serie A'nın 7 büyüğünden biri olan Fiorentina'nın diğer 6 büyükle olan fikstürünü verelim:
3a - Fiorentina-Lazio (and. 19 settembre - rit. 30 gennaio)
5a - Fiorentina-Parma (and. 26 settembre - rit. 6 febbraio)
11a - Roma-Fiorentina (and. 10 novembre - rit. 20 marzo)
13a - Milan-Fiorentina (and. 21 novembre - rit. 10 aprile)
14a - Juventus-Fiorentina (and. 28 novembre - rit. 17 aprile)
17a - Fiorentina-Inter (and. 19 dicembre - rit. 8 maggio)

27.07.2010

TSL Sezon Öncesi #1: Ak Koyun, Kara Koyun

Yeni sezonun başlamasına sadece 19 gün kaldı. Transfer hamlelerinin artık "aciliyet" niteliği kazandığı şu günlerde takımlar 2010/2011 sezonu için nasıl bir yol izleyeceklerini belli ettiler. Sezon öncesi incelemelerine başlamanın da zamanı geldi elbette. TSL'de iddiası olan tüm takımları görebileceğiniz incelemelere blogun ekseni gereğince Galatasaray'dan başlıyoruz. İşte AF Blog gözüyle TSL'de 2010/2011 tahminleri...

Geçen sezonla ilgili bir numaralı öngörü şu idi: Lig, son birkaç sezonun aksine tamamen Galatasaray ve Fenerbahçe arasında geçecekti. En önemli beklenti ise Rijkaard, Elano, Keita gibi isimleri bir araya toplamış sarı kırmızılıların üstündeydi. Fenerbahçe'den beklentiler ise Yıldırım'ın "üç sene" iddiası ve Daum gibi bir şekilde kazanan bir hocanın takımın başında bulunmasındandı. Galatasaray'dan beklenen ise sadece kazanması değil, gerçekten iyi oynamasıydı. Sonuçta total futbolun son on senedeki en önemli iki üç isminden biri olan Rijkaard takımın başındaydı. Ligin kağıt üstünde en nitelikli orta sahası Galatasaray'daydı. İyi bir futbolla Galatasaray'ın ligi domine etmesi bekleniyordu. Sezon sonunda ise ortada bir gerçek vardı: Galatasaray açık bir şekilde beklentileri karşılayamamıştı. Ne ligi domine edebilmişti, ne beklenen futbol vardı sahada.

Bu sonuç en önemli beklentiyi -yine- Galatasaray'ın omuzlarına yükledi. Fenerbahçe son saniyedeki o skandalı yaşamamış olsa hazırlık dönemini açık ara en stresli geçirecek takım olacaktık. Tabi, bu yine de Rijkaard'ın ve takımın üzerindeki beklentilerin arttığı gerçeğini değiştirmiş değil. Öncelikle, Rijkaard ve ekibi bu ligde ikinci sezonlarına başlayacaklar. Artık işlerin ne kadar sert yürüdüğünü görmüş durumdalar. Bu teknik ekiple ilgili en önemli değişim.Örneğin Neeskens takımın geçen senenin aksine daha agresif ve sert bir oyun stiliyle sahada olacağını açıklamalarıyla net bir şekilde ifade etti. Kaybettiği topu geri getirmekte zorlanan takım kimliğindeki Galatasaray'da değişiklik görülmesi olası. Ama başka soru işaretleri cevapsızlığını koruyor.

Bunların başında tüm sezon boyunca baş ağrıtan topu oyuna sokma sıkıntısı var. Takımın geçen seneki gibi geriden oyunu başlatma sıkıntısı çekebileceği ortada. Bu konuda en önemli sorumluluk stoperlerin üzerinde ve hepimiz biliyoruz ki ne Gökhan Zan ne Servet bu konuda on üzerinden dördü bile geçemezler. Geriye Neill kalıyor ki daha takımla antrenmana çıkmış değil. Orta sahadan medet ummak mümkünse de orada da soru işaretleri çok. Ayhan, Barış, Mustafa Sarp gibi isimlerin bu işten zerre anlamadıklarını geçen sezon hep birlikte sinir krizleriyle tecrübe ettik. Bu konuda ümit bağlanabilecek geride beş isim kalıyor: Elano, Cana, Arda, Emre Çolak ve Musa. Ama bu beş ismin beşinde de belirli soru işaretleri var. Cana'nın teknik kapasitesi, Elano'nun kalıp kalmayacağı, Arda'nın bu işi üstlenirse hücum devamlılığı, Emre Çolak'ın fiziği, Musa'nın tecrübe seviyesi taraftarı endişelendirmeye devam ediyor. Eğer gerçek anlamda üst düzey bir futbol bekleniyorsa Rijkaard'ın oyununun merkezine tam anlamıyla komple, istikrarlı bir eleman gerekiyor.
Soru işaretlerinin devam ettiği en kritik bölge ise forvet. Geçen sezon dokuzuncu hafta sakatlandıktan sonra ortalarda gözükmeyen Baros ve üst seviyede ne yapacağı belirsiz Mehmet Batdal'la sezonun sonunun gelmeyeceğinin herkes farkında. İleri uca kesinlikle bir oyuncu daha gerekiyor. Sezon içinde TSL standardında orta saha işini kotarsa bile yetersiz ve gayretsiz bir uç bölge elemanı tüm takımın emeğini çöpe atıyor. Jo'yla hepimiz buna şahit olduk. Kısacası, TSL'de rahat bir şampiyonluk isteniyorsa en kısa zamanda bir forvet daha gerekiyor.

Diğer tarafta kaydedilen olumlu aşamaya bir göz atalım: İki sezondur baş ağrıtan ikinci sol bek eksikliği sorunu çözülmüş durumda. Her ne kadar Avrupa'da ne yapacaklarını bilemesek de TSL seviyesinde iyi işler çıkarabilecek Musa, Mehmet Batdal, Çağlar, Ali Turan gibi yerli isimler takıma kazandırıldı. Geçen sezonun en önemli sıkıntılarından biri de buydu. Savunmada ve orta sahada tam anlamıyla güvenebileceğiniz bir iki rotasyon oyuncusunun eksikliği takımın genel standardını aşağıya çekiyordu.  Kendini geliştirmesi ve istikrarı ile ilgili sorunları ortadan kaldırırsa yetenekli bir Serdar Özkan bedavaya getirildi ki kendisinin üstünde Kaptan Arda'nın yaratacağı olumlu etki çok şeyi değiştirebilir.

Bunların yanında geçen üç sezonun ardından takımın -bazı temel sorunları olsa da- çekirdeği olduğunu söyleyebiliyoruz. Bundan önceki iki sezonun aksine Galatasaray'ın sahaya çıktığında neyi yapıp neyi yapamayacağı konusunda herkesin kafasında belirli bir tablo var. Bu da gerçekçi bir yol haritası çizilebilmesi kolaylığını getiriyor. Oysa geçen iki sezon hem başı hem ortası hem sonu itibariyle sorunun da çözümün de ne olduğunun anlaşılamadığı dönemlerle geçmişti.
En güzel gelişmeyi ise en sona sakladım: Aslantepe.Kulüp sezonun ikinci yarısında gerçek bir mabede kavuşacak. Bu Galatasaray'la oynanan maçların psikolojik yönünü tamamen değiştirecek. Bu değişimin etkisinin en iyi ikinci yarıdaki Büyük Derbi'de anlaşılacağını düşünüyorum. Her ne kadar şimdilik çok bahsi geçmese de takım adına en önemli aşamayı getirecek gelişme bu olabilir. Ligin ilk yarısını bir şekilde ilk dörtte bitiren bir Galatasaray ikinci ayrı evindeki büyük seyirci desteğinin etkisiyle bile şampiyonluk potasına rahatlıkla girebilir. İki sezon önce taraftarın resmen ite ite çifte kupa aldırdığı Beşiktaş hala akıllarda...

Galatasaray adına artısıyla eksisiyle tablo böyle. Bütün bunlar göz önüne alındığında 2010/2011'de Galatasaray için önceki sezonların başarı seviyesi bir ölçü değil. Bu sezon bittiğinde Galatasaray en kötü ihtimalle ligi kazanmış olmalı. Camianın, kulüp ekonomisi ve prestijinin tekrar Avrupa Ligi seviyesinde bir sırayı kaldırması çok zor. Rijkaard adına, futbolcular adına kısacası tüm Galatasaray Futbol Takımı'nın geleceği adına bu sezon ak koyunla kara koyunun birbirinden ayrılacağı sezon olacak. Umarız Galatasaray tarihinin büyüklüğüne yaraşır bir sonuçla bu sezonu bitirmiş olacak.

2010/11 Sezonu Formaları: Galatasaray

Yeni sezon formalarından somon olanı daha önce sızmıştı ki adının somon değil "mercan" olduğunu öğrendik tanıtımlarda. Ben bu renkten yola çıkılarak Palermo-Metin Oktay göndermesini bekleyenlerdendim ama olmadı. 2288'in devamına yorup 2289 denmiş, garip olmuş. Seneye 2230 altında başka bir renk çıkarılırsa işin suyu çıkmış olur, umarım tadında bırakılır. Formaların arkasındaki logoyu da Galatların logosuna benzettim ama değilmiş onu da görmüş olduk. Bu arada fotoğrafta üç formayı da yan yana koydum ki bir anda karşılaştırması kolay olsun.

Ayırca parçalı formanın aynı kalması da mükemmel bir hareket. Bir takımın sembol olan forması 2-3 senede bir değişir, genelde hep sabit kalır minik detaylar dışında. Yıllarca saçma saçma parçalı değiştirdik, sağına soluna saçma şeyler eklendi çıkarıldı, son 4-5 yıldır istendiği gibi gidiyor parçalımız. Çok az değişiklik yapılıyordu, şimdi hiç değişmedi. Ben bundan memnunum, insanlar ufacık değişiklik yüzünden dolaplarında duran kulübün ana/klasik formasını her sene yenilememeliler. Alternatif formayı ise koleksiyon yapanlar gider alır, ya da "çok beğendim tam benlik olmuş" diye beğenen alır.

Formalarda somonun -veya mercanın, kim ne tercih ederse- hikayesi pek tatmin edici değil dedik, aşırı zorlamaydı ancak krem rengi aslanlı formanın hikayesi güzel olmuş. Geçen seneki mor formayı Galatlar ile sunmak güzeldi, bu sene de aslanlı formayı kulübümüze "Aslan" sembolünü kazandıran Aslan Nihat ile bağlamak çok hoş oldu. Forma kötü de olsa böyle güzel hikayesi olduğu zaman benim için hep değerli olur ki bu yeni formamızla "kötü" kelimesini aynı cümleye sığdırmak bile büyük hata olur.

İki tane mükemmel alternatif formamız oldu, ikisini de alacağım bu sezon ben.

Biraz Geciken Fikstür Yazısı...

Fikstür çekileli çok oluyor ama fikstür üzerinden yola çıkıp bir şeyler konuşmayı biraz geciktirdik, öncelikle bu yüzden kusura bakmayın diyelim. Galatasaray'da sezon öncesi Rijkaard'a karşı olanlar yeniden ayaklanmışken böyle bir fikstürle lige başlamak ilginç olacak. Sivas deplasmanı, içerideki Bursa maçı, Eskişehir deplasmanı derken ilk 3 haftada 4 puan almak sürpriz değil normal olacak neredeyse. Ben yine de 7 puan beklemekteyim. İlk 2 hafta 6 puan, 3. hafta ise 1 puan gelse güzel olur gibi.

Öncelikle blog yazarlarının Galatasaray maçlarına tek tek puan tahmini yaparak oluşturduğu muhtemel sonuçlara gelelim:
Franchi: 25G 6B 3M, 81 Puan
Demiycem: 25G 6B 3M, 81 Puan
Os: 23G 5B 6M, 74 Puan
Rodion: 23G 7B 4M, 76 Puan
Alexander Goygoyeviç: 20G 10B 4M, 70 Puan

Bizden gelenler böyle, Demir'in ve benim tahminlerimde Eskişehir ile Ali Sami Yen'deki maç ve Sivas deplasmanı fark ediyor. Ben Sivas deplasmanına 1 puan verip Eskişehir'e 3 yazdım, Demir Sivas'taki maça 3 verip Eskişehir ile içerideki maça 1 puan vermiş.

İlk 5 haftaya bakınca erkenden zorlu maçların gelmesi konsantrasyon açısından önemliymiş gibi geliyor bana. Galatasaray'ın Sivas ve Eskişehir dışında ilk 5 hafta puan kaybetmemesi lazım, umarım öyle de olur. Fenerbahçe ise 5 haftada Trabzon ve Beşiktaş maçları ile puan kaybı tehlikesi en fazla olan takım konumunda. Galatasaray'da ilk 5 haftada 10 puanın altında kalmak demek Rijkaard düşmanlarının sezon boyu susmaması demek. Ayrıca Rijkaard'ın geleceği açısından da soru işaretlerini çoğaltır bu.

Bizim için Bursa maçını erken oynayacak olmak, hatta ligi Bursa maçı ile açacak olmak önemli bir avantaj. Bursa'nın henüz 3. resmi maçı olacak bu Şampiyonlar Ligi dertleri olmadığı için. Biz ise 4 maç yapmış olacağız sadece UEFA'da. Üstüne bir de lig maçı olacak ve bizim 6. maçımız olacak Bursa maçı. Sezon başında bu kadar resmi maç farkı önemli bir avantaj hazır olmak açısından. Bursa'yı galibiyetle kapatırsak da Eskişehir deplasmanı dışında puan kaybı görmüyorum ilk 5 haftanın diğer maçlarında. Böyle konuşup erkenden yorumlaması ne güzel tabii, keşke konuşulduğu kadar kolay olsa her şey.

Bursa'nın bu sezon da zirve mücadelesinde olacağını düşünüyorum ben ama biraz geç buna dahil olmalarını bekliyorum. İlk haftalarda biraz zorlanmaları olası gibi duruyor. Bir süre 4. sıra mücadelesi yapıp yeniden yükselecekler gibi ilk yarının ortalarında. Beşiktaş ise 5 büyüğün arasında en kolay fikstüre sahip denebilir. Kadıköy'deki maça kadar kayıp görmüyorum ancak Fenerbahçe içerideki ilk seyircili lig maçını kazanmak zorunda 5. haftada. Beşiktaş'ın şanssızlığı da bu oldu zaten o derbide, yoksa puan çıkarmaları daha kolay olabilirdi.

Trabzon için ise bu sene de şampiyonluk mücadelesi zor olsa da geçen seneki kadar kolay kopmamaları gerek. Biraz daha işin içinde olup ilk 3 mücadelesinden kopmazlarsa diğer 4 takımı da ateşleyici güç olacaktır bu.

Son olarak ilk 5 hafta sonundaki hayali/tahmini puan durumumu da yazayım bitireyim:
1. Beşiktaş 12 puan, 4 galibiyet
2. Galatasaray 11 puan, 3 galibiyet 2 beraberlik
3. Fenerbahçe 10 puan, 3 galibiyet 1 beraberlik
4. Trabzonspor 9 puan, 2 galibiyet 3 beraberlik
5. Bursaspor 8 puan, 2 galibiyet 2 beraberlik

Coppa Italia 2010/11 Fikstürü

Serie A'da fikstür yarın(28 temmuz) belli olacak ancak İtalya Kupası'nda tüm sezon belli oldu bile. Fiorentina'nın yoluna muhtemelen ilk olarak Empoli çıkacak. Devamında ise sürprizleri göz ardı eder ve finale çıktık varsayarsak potansiyel rakiplerimiz sırasıyla Reggina, Parma, Palermo, Milan olacak. Finalde de diğer tarafta olası bir Inter-Juve yarı finalinin galibi yer alacak. Çift maçlı elemeye kalırsak yarı finalde diğer iki takıma oranla Milan'ı geçme ihtimalimiz daha kuvvetli gibi. Bu açıdan Juve ve Inter'in tablonun karşı tarafında kalması çok iyi oldu.

Fiorentina için basit bir senaryo veya olası bir senaryo yazmış olduk, hemen fikstürün PDF ve JPG linklerini vereyim, meraklıları istediği gibi kullansın.

- http://www.fiorentina.it/oggetti/34999.pdf
- http://www.sportlive.it/pictures/20100727/coppa_italia_2011_tabellone.jpeg

25.07.2010

Sezonun İlk Maçları (Fiorentina)

Cortina'da kampın ilk maçı bu. Rakip Cortina'nın yerel takımı, geçen sene de oynamıştık kendileriyle. Galatasaray'ın zayıf hazırlık maçları gibi bunlar da hep. Golleri verip video ile baş başa bırakalım sizi: İlk yarıda Ljajic atıyor, ikinci yarı ise Agyei'ye Seferovic eşlik ediyor ve bunlarla birlikte Jovetic'ten hat-trick geliyor.

2. maç ise Vazzolese ile, bu defa skor 9-0. Amatör takımla oynayınca ortaya bu çıkıyor haliyle. Maçın yıldızı ise neredeyse her golde katkısı olan Sırp yıldız Adem Ljajic.

Kampın 3. maçı ise 25 Temmuz günü oynandı, yani postun yazıldığı saat itibariyle "bugün" oluyor. Rakip Montebelluna, skor ise bu kez 8-0. Goller: Di Carmine(2), Ljajic(2), Seferovic(2), Jovetic, Capuano(k.k.)

23.07.2010

Hiç Değişmemişsin Sinisa!


Fiorentina geçen sezon olduğu gibi yine Cortina'da sürdürüyor sezon öncesi kampını. Yine güzel kareler düşüyor arada, geçen sezon kamptan bilgiler verip fotoğrafları paylaşmam ilgi çekmişti ve tahmin ettiğimden çok daha fazla beğenilmişti. O halde kamptan haberler ve karelerle Fiorentina'nın 2010/11 sezonuna başlamış olalım blogda da.

Cortina'da idman sonrası Frey'i karşısına alıyor Mihajlovic, karşısına da rakip olarak yardımcısı Marcolin ve Mutu çıkıyor. Bu üç adam uzaktan şutlarla Frey'i avlamaya çalışıyorlar ki kimin en iyi olduğu bu videoda açıkça görülüyor. Futbolu bırakmış olabilir ama o sol ayak konu futbol olduğu vakit hala dünyanın en iyi 2-3 ayağından biri konumunda.

21.07.2010

Derbi: Eksik Çok Ama Ya Eldekiler?

Bu kadar eksikle, yabancıların neredeyse hiç olmadığı bir maçta önemli performanslar da izledik, yerlerde sürünen rezalet performanslar da. Ama en önemlisi şu ki, beklenen transferler gelmezse kanayan yaramız daha da büyüyecek. Ne mi o yara? Orta sahadaki yerli rotasyonu.

Önce eksikler dedik, kısaca sayalım: Kewell, Neill, Baros, Elano. Şu dört adamın aynı anda ilk 11'de oynadığı bir takım takdir edersiniz ki onlarca basamak atlar, üç-beş sınıf üste çıkar. Haliyle derbideki oyunu Galatasaray'ın geleceği ile birebir bağlamak doğru olmayacak. Ki Cana'nın da 45 dakikayı geçtim henüz yarım saat civarı tam kapasite verecek durumda olduğunu söylemek gerek. İstenen düzeye çıkması için 10-15 günü var en azından, makul bir süre. Görüntü itibariyle ileride problemimiz olmayacak. Savunmada da işler geçen seneden kötü olmayacaktır ki orta sahada Cana gibi bir ismin olması savunma için de önemli. Ancak orta sahanın ilk 11 dışı kalan oyuncuları insanı düşündürüyor.

Şu an hiç transfer olmadan en mantıklı diziliş Cana'nın önünde Elano-Arda veya Elano-Musa gibi duruyor. Arda kanatta olacaksa Elano'nun yanında rakip iyiyse Musa, zayıfsa Emre Çolak kullanılsa "bence" en ideal seçim olur. Ancak anlaşılan o ki Cana'nın yanına bir yeni transfer ile önlerinde satılmazsa Elano, satılırsa Emre-Arda ikilisinden biri yer bulacak gibi. Cana-"Transfer" ikilisinin ilk alternatifi de Musa olmalı. Olası senaryolarım bu şekilde orta saha düzeni konusunda.

Bu sayılan isimlerin dışında elde kalan orta saha oyuncuları: Barış, Ayhan, Mustafa, Cumhur.

Tek tek gitmek en güzeli olacak. Rastgele yazdım bu dört ismi, o sırayla devam edeyim;

Barış Özbek: Derbiyi kanatta geçirmiş olsa da Sabri'nin geçen sezona kadarki rezil durumundan da çok çok geride bir oyun oynuyor o bölgede. O yüzden kendisini orta sahanın ortası için saymak gerek. Zaten Kewell-Pino-Serdar derken sağ kanatta Barış'ı göreceksek boşa gelecek hayalleri kuruyoruz demektir. Barış orta saha rotasyonunda şimdiye dek hep "rakibi ısıran" kontenjanından yer buldu. Kendisini savunan bir avuç taraftarın da avuntusu bu zaten. Doğru mu? Bence asla değil. Rakibe basan, rakibi ısıran oyuncu derken Barış gibi amaçsızca sağa sola koşturmak kastedilmiyor. Basıp ısıracak oyuncu bunu yaparken topu da alacak ki yaptıkları "bal yapmayan arı" kategorisine sokulmasın. Barış ne yazık ki koşuşturup kendini ön plana çıkarıyor ve iyi oynuyor gibi gözüküyor. İlk geldiği anlarda takımda yer bulmak adına mantıklı oynamaya çalışsa da önümüzdeki senelerde ekmeğini Galatasaray'dan yiyecek oluşunu garanti altına alınca saldı gitti kendisini. Yeni geldiğindeki gibi disiplinli ve hırslı olamıyorsan değil Galatasaray, geçen sezon kulübün kapısına kilit vuran bizim Marmarisspor bile seni almaz. Daha da uzatmayalım Barış'ı, olmaz bu adamdan, olmayacak. Orta sahanın ortasında defansif+ofansif tüm oyuncular arasında en son alternatiftir benim gözümde.

Ayhan Akman: Her sezon gençleşen ve bir emektarına yol veren Galatasaray'da bu sezonun talihlisi o olur diye düşündüm, adı bile geçmedi. Toplu oyunda iyi mi? Eh işte. Adam kovalar top çalar mı? Üç maçta belki bir defa. Uzaktan şut tehdidi var mıdır? En son 5-3'lük Sivas maçında "denk getirdi". Oyunu kurabilir mi? Kupadaki 1. veya 2. Lig takımlarına karşı evet, Süper Lig takımlarına karşı zor. E bu kadar soruya olumlu veya net bir cevap veremiyorsak etraflıca düşünmeye gerek yok kendisini. Bu takımla ilişiği çok önceden kesilmesi gereken bir adamdı. Son üç veya dört sezondur sahada Galatasaray forması ile attığı her adım, geçirdiği her saniye ekstradır Galatasaray'daki kariyeri için.
Mustafa Sarp: Geldiği zaman mükemmel oynuyordu hepimiz kabul edelim. Top ayağına geldi mi bir şekilde rakibi eksiltip Arda'ya veya Kewell-Keita ikilisine topu iletip ataklara katkıda bulunuyor, sürpriz çıkışlarla goller veya pozisyonlar bulup alkış alıyordu. Ne olduysa bu adam Galatasaray kariyerinin ilk üç ayı sonrası yok olmaya başladı gitgide. Sezon sonuna geldiğimizde sene başı transferin gizli yıldızı denen adamın seneye olmaması gerektiğini bile konuşur olmuştuk. Bu sezon toparlanır diye umutlandım, kamp bitince tek tek her oyuncuyu değerlendireceğim bir yazı planladım ve orada kendisinden iyi bahsederim diyecektim ancak diyebileceğim tek şey sadece Barış'tan önceki tercih olabileceği. Her dakikası kariyeri için ekstra dediğim Ayhan'a bile tercih edilemeyecek kadar kötü bir Mustafa Sarp izledik derbide. İnanılmaz hatalarıyla Fenerbahçe'nin bir elin parmaklarını geçmeyen pozisyonlarına doğrudan katkıda bulundu. Kendisine geçen sezonun ilk bölümlerindeki maçları baştan sona izletilmeli, bir de son derbi izletilmeli. O halden bu hale nasıl geldin diye sorgulanmalı.

Cumhur Yılmaztürk: Tecrübeli mi? Değil. Üstte adı geçen isimlere göre umut veriyor mu? Evet. O zaman oynamalı bu çocuk. Oyuna girdikten sonra bir şutu vardı, çok sert vurdu savunmaya çarpıp kornere gitti. Cumhur'un attığı bu şut neden önemli onu sorgulamalıyız. Dönen topu nerede karşılayacağını, o topu kazanmak için nerede duracağını biliyor Cumhur. Bilmeseydi o şut, o pozisyon olmazdı çünkü. Sarp bilmiyor, Ayhan bilmiyor, Barış bilmiyor. Şu adamların dönen topu takip edip kaç tane ekstra pozisyon yarattığını düşünmeye çalışıyorum, hem de geçen sezonun tamamını zihnimde canlandırıyorum, fazla pozisyon gelmiyor aklıma. Maçta atılan goller kadar yapılan olumlu işler de futbolu takip eden insanın kafasında. Cumhur'un önündeki bu üç adama dair pek pozisyon kalmamış benim aklımda ki zaten bahsettiğim tarzda bir iş yaptıkları da yok. Cumhur ise şu üç adamın yapamadığını yaptı ve gitti o topu takip edip şut şansı buldu. Kanattan ceza sahası önüne çıkarılan toplarda da, ortalardan gelen ve savunmanın ceza sahası önüne çeldiği toplarda da Barış-Ayhan-Sarp üçlüsü pozisyon üretip olan biteni takip etmekten aciz. Belli bir yerde duruyorlar ve top gelirse kullanıyorlar, topu kazanlım veya topa gidelim yok. Cumhur ise oynadığı kısacık sürede bu üç abisinin yapamadığını yaptı ve kocaman bir alkışı hak etti. Cumhur bu adamlar kadar şans bulursa eminim ki daha kötüsünü yapmayacaktır. Mustafa abisi gibi Fenerbahçe'yi gol pozisyonuna sokmayacaktır. Ayhan abisi gibi en ufak olayda sinirlenip rakiple dalaşıp maçı aklının bir köşesine bırakmayacaktır, Barış abisi gibi deli deli sağa sola koşup kendi yapamadığı iş yüzünden başkasını azarlamayacaktır. Cumhur önceki hazırlık maçlarında da derbinin sonundaki birkaç dakikada da bize tek bir şey gösterdi; şans bulabilirse orta saha rotasyonunun en değerli ve geleceğe dönük taşlarından biri olacak Musa ile beraber.

Görüldüğü üzere geleceğinden umut duyulan genç bir altyapı oyuncumuz dışında elle tutulur bir rotasyon elemanımız yok. Orta sahada Cana-Elano-Musa üçlüsü mevcut, bir de Arda ve Emre'yi dahil edebiliyoruz ancak esas mevkilerine göre nispeten daha geride olan bu hatta %100 değil %50-%50 dahil edilmeleri lazım. Kağıt üzerinde 5, pratikte 4 net oyuncu var bu bölge için. Yeni transfer ve Elano'nun durumu adet koskoca bir sezonun ve devrim diye yola çıkan teknik kadronun kaderini çizecek önümüzdeki günlerde. Benim gördüğüm en net kurtuluş yolu Cana-"Transfer"-Elano şeklinde bir düzen sağlamak. Elano'yu geçen sezon pek beğenmesem de bu sezon adamın istediği gibi oynayabileceği bir kadro kurup da yollamak ayıp olur. Sadece Cana transferi bile Elano'nun kalması için yeterli sebep.

Derbinin yazısı böyle çıktı ortaya ve bir anda orta sahayı analiz ettik zira derbide konuşulacak ekstra şeyler olduğunu sanmıyorum. Golden sonra iki kere Galatasaray kalesine gelebilen Fenerbahçe ve 70 dakika rakip sahada oyun oynayıp golü bulamayan Galatasaray. Fenerbahçe'nin esas adamlarını sahaya sürmesine rağmen 10 kişi kalarak geride kalması gelecek için konuşmayı zorlaştırırken; Galatasaray'da da hayat damarlarından sadece Arda'nın sahada olması yine aynı şekilde 70 dakika oyunu rakibin sahasına yıkıp gol bulamayan takımın bir gol problemi olduğundan bahsetmeyi saçma kılıyor.

TT Arena'da İlk Sezonda İlk Derbi

Fikstürü yorumlayıp blog yazarları olarak tahmini senaryomuzu paylaşacağız ancak öncelikle Türk Telekom Arena'da ilk sezonumuzda ilk derbimizin Fenerbahçe derbisi olduğunu not düşmek istedim. Ayrıca Trabzon maçımız da içeride olacak yine ligin ikinci yarısında.

Yani Türk Telekom Arena'da ilk derbi 26. haftada Fenerbahçe ile. Tabii bunu derken Türkiye Kupası'nı unutmamak lazım, oradan bir sürpriz çıkabilir ilk derbi konusunda ancak şimdilik kesin olan ilk derbi bu.

"İlk sezonda zaten derbi gelirdi niye bu heyecan?" derseniz de Fenerbahçe'nin çektiği numarayı çekseydik ikinci devre iki maçımız da deplasmanda olacaktı ve Türk Telekom Arena ilk(yarım) sezonunu derbisiz kapatacaktı.

20.07.2010

Spurs'ten Vuvuzela Yasağı

Vuvuzela korkusu yeni sezon öncesi tüm Avrupalı kulüpleri sarmaya başlamışken böyle haberler görmek güzel. Tamam Afrika'da kötüydü, ona rağmen Dünya Kupası'na ait bir hatıradır diye çoğumuz aldık ama bitti gitti. Devam edip Avrupa ve Türkiye'de bunu kullanmak mantık ötesi bir hareket olacak ancak çalmayı düşünenler de yok değil. Dışarıda bazı hazırlık maçlarında hafiften sesi duyuluyor bu aletin.

Tottenham yönetimi yeni sezona 1 ay kala önlemini aldı ve White Hart Lane'e bu plastik boruları sokamazsınız dediler. Acil güvenlik anonslarını bazı taraftarların duyamayabileceğini söyleyip stada girişini yasakladılar. Ayrıca gazı da vermişler: Taraftarlarımızın White Hart Lane'de yarattığı müthiş atmosferden gurur duyuyoruz.

Derbinin Skorunu Bil, Formayı Kazan!

Yeni sezonun ilk derbisine kısa bir süre kala iki kulübün de kredi kartı sponsoru olan Bonus Card bloglar aracılığıyla forma veriyor. Her blogdan 1 adet forma kazanılıyor, Artemio Franchi'nin talihlisi kim olacak bakalım. Yapmanız gereken çok basit, yorumlara maç sonucunu ve maçtaki gollerden herhangi birini atacağını düşündüğünüz ismi yazıyorsunuz.

Örnek vermek gerekirse şu şekilde yorum bırakmanız yeterli(bu benim tahminim değil, aynı bu örnekteki tahmini yapmak isteyenler elbette yapabilir)
Galatasaray 2-1 Fenerbahçe
GOL: Arda


Unutmadan, ben Galatasaraylıyım diye Fenerbahçeli arkadaşlar yorum yapmamazlık etmesin, sonuçta kendi formalarını kazanacaklar doğru tahmin ederlerse.

GS Bonus: http://www.facebook.com/gsbonus
FB Bonus: http://www.facebook.com/FenerbahceBonus


NOT: Yorum bırakırken adsız yorum bırakmamaya özen gösterin.

19.07.2010

Şöyle İki!: Juan Pablo Pino

Cana ile "Şöyle Bir!" demiş başlamıştık. Sıradaki yabancının Pino olacağı 2 haftadır kesindi neredyese, ödeme planı yeni oturtulmuş olacak ki bugüne kadar sarktı transfer.

Şimdi üç beş video izleyip de "Pino mükemmel" veya "Pino kötü" diye öne çıkamam daha evvel 90 dakikasını izlemediğim adam hakkında. Ancak şunu söyleyebilirim ki risk alıp 30'luk adama güvenmektense istikrarlı veya değil 23'lük bir gence güvenmeyi tercih ederim.

Yeni bir Carrusca olur diyenler var az sayıda maç yaptığı için ancak Fransa'dan gelip de Carrusca misali fizik açıdan zayıf düşüp başarısız olacağını sanmıyorum ben. Beni umutlandıran olaylardan biri de bu zaten. Baros ve Keita en temiz örnek Fransa'dan buraya gelen oyuncuları düşününce. İkisi de özellikle fizik anlamda üstünlüğü olan oyuncular. Keita güçlü bir isim, Baros ize seri-hızlı bir isim. Fransa'da 3 yıldır oynayan adam fizik açıdan sıkıntı yaşamaz, e adamın tekniği de varsa boşuna dertlenmeye gerek yok.

Serdar'a ve satılmazsa Elano'ya bağlı bir sağ kanat tam anlamıyla güvenilir olamazdı. Pino oraya alternatif olarak geldi ve kanat rotasyonumuz da yeniden güçlenmiş oldu.

Şimdi kalan problemler: "Elano gidecek mi kalacak mı?" ve "Orta sahaya gelecek olan birileri var mı, varsa kim?"

2010 DK: Birkaç İlginç Kare

Grup maçları oynanıyor ve bir pubda insanlar maçları izliyor. Herkesin içeri gidip elinde içkisiyle maç izleme şansı yoktu Güney Afrika'da, bu da onun en güzel örneklerinden biridir işte.
Bu da yine benzer bir kare. Ülkenin değil kıta tarihinin en büyük organizasyonu olan Dünya Kupası'nda final oynanıyor Johannesburg'da ancak Cape Town'daki insanlar için öncelik final maçı değil buldukları lastikleri yakarak soğuk geçen kış gecesinde ısınabilmek.
Ve hoşuma gittiği için ayırdığım 3 kareden sonuncusu.. 90 dakika boyunca ses şiddeti neden azalmıyor, neden dinlenip dinlenip 2 saat boyunca yorulmadan çalıyorlar diyene güzel bir cevaptır bu. Ufacık çocuğun elinde boyundan büyük vuvuzela var. Koca koca adamların vuvuzela üflerken nasıl hırslanıp gözlerini döndürdüklerini biliyoruz, bu kare bize çekirdekten böyle yetiştiklerini anlatıyor.

Hep Bizimle Kal !!!


Bir kaç haftadır konuşulan Harry Kewell'ın kalışı bugün Ntvspor tarafından kesin bir dille açıklandı, nihayet saatlerimiz geceyarısını geçtiğinde resmi site de açıkladı...

İnanın şu an mutluluktan diyeceğim pek bir şey yok, ilk fırsatta bir şeyler yazmayı düşünüyorum.

Şimdi yazmanın, konuşmanın değil, halayın, düğünün, derneğin vaktidir !!!

18.07.2010

2010/11 Sezonu Formaları: Fiorentina #2

Haziran ayındaki yazıda yer alan formalar doğru çıktı, yeni sezon formalarımız aynen o posttaki gibiler. Sarı ilk başta garip duruyor zira yıllardır kırmızıya alışmıştık. Yine de farklı renkler bulunması lazım, yıllardır aynı tip 3 forma çıkardık durduk değişiklik zamanı gelmişti alternarif forma için.

Estate Viola

Başlıkta yazan şey Fiorentina'nın bu sene uyguladığı yaz kampının adı. Organizasyonun yapıldığı yer neresi mi? Artemio Franchi Stadı!

Düşünün tuttuğunuz takımın stadında çeşitli etkinliklerle yaz tatilinizi geçiriyorsunuz. Yiyecek içecek stantları açılıyor, konserler düzenleniyor ve siz yıldızlarınızın top koşturduğu çimlerde bunun keyfini yaşıyorsunuz. 11 Haziran günü başlamıştı bu ve 30 Temmuz gününe kadar sürecek. Dünya Kupası sırasında yazarsam araya kaynar diye bir süre beklemiştim. Konser düzenleyebiliyor veya mevcut konserlere katılabiliyorsunuz. Özel bir parti düzenlemek istiyorsanız gidip Artemio Franchi'de yapabiliyorsunuz bunu. Kulüp için gelir kaynağı olduğu gibi taraftar için de unutulmaz bir deneyim bu. Ali Sami Yen'e gidip çimlerde kamp kurup eğlendiğimi düşünüyorum, rüya gibi olurdu...

Bunlar da kampanyanın tanıtımına ait fotoğraflar, De Silvestri normal de, Montolivo ve Jovetic pek de rastlayamayacağımız haldeler. Zaten fotoğraflar organizasyon için en başta ipucu veriyordu. Jovetic konserler için rocker olmuş, Montolivo elinde kokteylle turist gibi katılmış, De Silvestri ise Dünya Kupası moduna girip Artemio Franchi'de maçları izleyecek taraftara dönüşmüş:

17.07.2010

Yüzme Tarihinin İlk Altını: Ediz Yıldırımer

Derya Büyükuncu konusunda yazdıklarım biliniyor. Merak eden arama kısmına adını yazıp okuyabilir geçmiş yazıları. O adama yapılanlar ülkede terbiyesizlik ve ayıp kelimeleriyle anlatılabilir ancak. Bir sporcu bu kadar dışlanıp üvey evlat muamelesi görmemeliydi kendi ülkesinde. "20 yıldır yüzüyor da ne yaptı?" diye soruluyor sadece. Bir kişi de çıkıp demiyor ki: "20 yıldır biz bu adama bir bok yapmadık."

Derya Büyükuncu 35 yaşında hala derecelerini geliştirip daha hızlı yüzebilen bir adam, sponsor desteği olmadan üstelik. 20 yıldan fazla süredir yanında duran tek kurum-kuruluş Galatasaray Spor Kulübü'ydü. O da bir yere kadar destek oldu.

Bu konuyu uzatmayıp esas konuya gelelim, Ediz'e. Bu genç adam Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası'nda 800 metre finalinde en yakın rakibinin 1 saniye önünde "Avrupa Şampiyonu" olarak dönecek ülkeye. Kimin için bir anlam ifade ediyor? Yüzme Federasyonu? Sanmam. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı? Evet çok komik oldu. Herhangi bir sponsor? Belki.

1957'de kurulmuş Türkiye Yüzme Federasyonu. Yani tam 53 yıldır resmi ve profesyonel anlamda yüzme sporu yapılıyor bu ülkede. Avrupa Şampiyonası ele alındığında tarihimizin ilk altın madalyasını Temmuz 2010'da aldık. Ediz Yıldırımer ismi belki bir devrimin ilk adımıdır bunu bilemiyoruz ama bu genç adamın geleceği konusunda asla emin olamıyorum Derya'ya yapılanları gördükçe.
Ülkedeki saygın denen, gençlerin ve yeni neslin taptığı "aklı başında" isimler bile Derya Büyükuncu'yu karalıyor yeri gelince. Derya'ya destek olana deli gözüyle bakılıyor neredeyse. Sanki ülkenin tek yüzücüsü kendisiymiş gibi tüm başarı ondan bekleniyor. Hadi diyelim siz haklısınız ve Derya Büyükuncu yeteri kadar gelişemedi, peki neden bu ülke bir tane bile altın alamadı yıllar yılı? Neden ilk altın 2010'da geliyor?

Acaba tek problem Derya Büyükuncu muymuş yoksa zihniyet miymiş? Umarım 5-10 sene sonra Dünya Şampiyonası ve Olimpiyat konu edildiğinde Ediz ismini zirvede görebiliriz. Umarım Derya'ya yapılanlar yapılmaz, "kulübü bakıyor, yetenekliyse zaten kendisi yüzer" diyerek Federasyon ve sponsor desteği olmadan yalnız başına kalıvermez bu genç. Phelps yetiştirelim demiyorum, her dalda 1 tane adam gibi yüzücümüz olsun istiyorum, çok mu zor bu? Sırtüstü, kelebek, serbest, kurbağalama ve uzun mesafede kadın ve erkek 5'er sporcumuzun olması ve bunların zirveye oynaması zor değil. Beyin ve zihniyet gerektiren şeyler sadece. Her dalda 1 tane örnek sahibi olduğumuz zaman yeni nesilden devamı gelecektir daha büyük şevkle. Memleketin 3 tarafı denizle çevrili ama bizim denizden ve yüzmeden anladığımız suya girip donu çıkarıp sallamak veya "ehehhe akıntının önünden çekilin işiyorum şu an" demek. Breh breh breh.

Son olarak, tebrikler ve başarılar Ediz Yıldırımer!

12.07.2010

Hayırlara Varsın: Artur Boruc Fiorentina'da?!?!

Boruc Galatasaray'a gelse sevinirim, oh be adam gibi istikrarlı kaleci aldık derim de Fiorentina'ya gelince insan üzülüyor. Zira bu haber büyük ihtimalle Frey'i yolcu edeceğimiz anlamına geliyor. Fiorentina'dan gidersem bu sadece Barcelona için olur diyordu. Belli ki bu sene Avrupa kupaları şansını yitirdiği için gitmek istiyor, kariyerinin sonuna doğru adım adım giderken bir kupa peşinde koşacak eğer giderse. Umarım Boruc sadece Avramov'a güvenilmediği için yedek olarak alınmıştır, diğer seçenek sadece Frey'in gidişinin kesinleşmesi olur zira.

Bu arada sağlık kontrolünün ardından iki yıllık sözleşmeye imza atacak Boruc.

Jet hızıyla ek: İmza öncesi haberlere bakılırsa Frey'i yedeklemek için alınmış. Ancak ben korktum bir kere arkadaş. Bunun altından bir iş çıkacak ama dur bakalım.

Bitti: Hollanda 0-1 İspanya

Kupa başından beri iki takım için de ne söylediysek o oldu ancak biraz farklılıklar gördük final maçında. Hollanda yine önce savunma diye çıkıp hücumu 2. planda tuttu, "yemeyelim de, nasıl olsa atarız" mantalitesi tam gaz devam ediyordu anlayacağınız üzere. Hollanda'nın bu sistemine karşı koyabilen takım olmamıştı yakın tarihte. 2 yıldır kendilerini yenebilen bir takım çıkmamasının başka açıklaması olamazdı. İspanya bu tabuyu yıkma ve kendileri adına da ilk finalde ilk kupayı kapma amacıyla çıkmıştı sahaya.

Hollanda'da savunmayı ön planda tutup yetenekli oyuncularla gol bulup maçı kurtarma işi 20-25 maçtır tutuyor, kupada da tüm maçlarda tuttu. Ancak şu var ki, hep bahsettiğimiz ileri uç elemanlarının beklenen golü bulamaması koskoca takımın elini kolunu bağlayabiliyor işte. Casillas'ı beğenmem ben genelde, en üst düzey kalecilerin arasına almam kendi adıma ancak bu maçta ilk finalin verdiği heyecanı bir kenara koyup konsantrasyonu iyi sağlamıştı. Robben'e ilk pozisyonda geçit vermese şans diyebilirdik ancak ikincisinde de kendisini durdurması alkışı hak etmesini sağladı. Bir de kupada 6 maçtır savunma yapan Hollanda'nın genelde çirkef bir oyun oynamayıp, efendi gibi sahada durup işini yapmasına rağmen son maçta neden Antalyaspor gibi oynadığını anlayamadım. Stekelenburg'u 15 cm kısalt, saçı da sıfırla, takımın tek eksiği olan Ömer Çatkıç'ı da tamamlamış olursun. Bu haldeydi Hollanda. Gelene geçene dalalım saldıralım diye çıktılar sahaya... Efsane Rinus Michels'in mezarından kalkıp "arkadaşım ne yapıyorsunuz?" diye gelmesini bekledim ben en sonunda. Tüm sertlikleri anlarım, hepsine hak veririm de De Jong'un yaptığını şurda ben evimin önünde birine yapsam, hadi onu geçtim halı sahada birine yapsam en temizinden 4-5 yıl hapis cezası garanti. Kasten adam öldürmeye teşebbüstür bunun adı, başka bir şey diyemiyorum.

Burada hakeme yatay geçiş yapalım, De Jong'u atamamak kendisinin ilk hatasıydı, maçın gidişatını etkiledi, belki de İspanya 45. dakikada işi bitirip rahatlayacaktı. Burada sertliğe iyiden iyiye müsaade eden hakem Howard Webb maçın ve kupanın kaderiyle de 115. dakikada oynadı resmen. Kullanılan serbest vuruşta hem İspanyol barajına çarpıp 3-4 metre yön değiştiriyor top, hem de Casillas çıkarken son anda yine dokunuyor. Birini görmesen ötekini göreceksin ve korner olacak. Döndü Iniesta'nın golü geldi iş bitiverdi hemen.
Maçta gözüme en çok çarpan şeyle bitirmek istiyorum: Yıldız oyuncu ve büyük oyuncu arasındaki fark.

Yıldız oyuncu olmak zor iş değildir, biraz parlarsın Dünya seni alkışlar yıldız olursun ama 50 sene sonra hala alkışlanıyorsan "büyük" oyuncu olursun. Bu finalin yıldız oyuncu olarak kalacağını belgeleyen adamı Sneijder olurken büyük adam olacağını belgeleyen Iniesta oldu. Takım gol yemiş, son 4 dakika ve olası 2 dakika uzatma ile 6 dakika şansın kalmış, santrada doğrudan rakip kaleye vuruyorsun gol atmak için. 1996/97 sezonunda devre arasında Galatasaray kamp için Marmaris'i seçmişti. Evimden çıkıp 10 dakika uzaktaki stada yürüyüp Marmaris-Galatasaray maçını izlemeye gitmiştim koşarak. O maça dair aklımdaki ilk şey şudur: Santrada Hagi doğrudan kaleye vurmuştu. O zaman Hagi gibi bir efsanenin bile saçma sapan işler peşinde koşuyor olmasına sinirlenmiştim 9-10 yaşındaki çocuk aklıyla. Basit bir hazırlık maçı, isterse stadın ortasında denize yollasın topu, sana ne ki? Ama saçmaydı işte, Hagi bile olsa yapmamalıydı onu çünkü gol falan olmayacaktı. Tabii şu kısa anıdan Hagi onu yaptı diye büyük değil yıldız oyuncu olarak kaldı gibi bir izlenim çıkartan olursa zeka testi öneririm.

Hazırlık maçında yapılması bile böyle saçma bir işken adam Dünya Kupası finalinde gidip de santradan kaleci yerindeyken kaleye vuruyor. Ki sadece bu değil, çaprazdan basit bir serbest vuruş, 1000 tane oyuncuya kullandırsan 999 tanesi orta açar, ancak Sneijder 1000. adam olarak şut deniyor oradan. Olmayacak işte, Dünya Kupası finali değil halı saha olsa o golü atman zor. Ki çapraz olduğu için mesafe 50 metrenin üzerinde neredeyse... Maç boyu en azından 6-7 pozisyonu olmaz denen yerlerden şut çekerek harcadı Sneijder. Maç sonunda da oturmuş ağlıyor çok bir şey yapmış gibi. Robben'in ve diğerlerinin kendisinin ağzını burnunu kırma vardır bence, keşke dövseler de oh olsun desek biz de. Sinirim ne boyuta ulaştı düşünün artık. Wesley Sneijder her zaman "bir dönem oynamış yıldız oyuncu" olarak kalacaktır sadece şu final sonrasında bile. Sanmıyorum ki 50 sene sonra çocuklarımıza falan "bir Sneijder vardı ki of of of..." diye anlatalım.

50 sene sonra anlatılacak adam Andres Iniesta'dır ama işte. İki pozisyonu çocuk gibi heyecana kapılıp harcamış olsa da attığı gol ile ve maçtan kopmaması ile neden yıllar geçse de büyük bir isim olarak hafızalarda yer edeceğini gösterdi.

Futbol yıldız oyuncularla güzel olsa da kupalar büyük oyuncularla geliyor her zaman.

8.07.2010

Şöyle Bir!: Lorik Cana

Gece bir anda ortaya atılmıştı bu isim ancak resmi açıklama bir türlü gelememişti. Pino ve Cana basın toplantısında Polat'a sorulduğunda yalanlama yapmayıp geçiştirmişti, belli ki açıklanacaktı ve erkenden bir şeyler söylemek istememişti. Kadroya bakınca hep o aranan "zenci ön libero" derdinden bizi kurtaran bir adam oldu Cana. Bundan iyisi zor bulunur, Marsilya ve Sunderland'de kaptanlık yapıp her zaman üst düzey oyun oynamış -Premier Lig'de bile- bir adamı 4.5M € bedelle 2 senelik taksitle almak inanılmaz bir başarı.

Mevcut sistemden Topal da gidince iyice açığa çıkan savaşçı adam eksiğini fazlasıyla giderdiği gibi bu tip adamlarda sık rastlanmayacak türden bir tekniği de var. Topal'ın daha sert ve daha teknik olanını aldık desek en kısa şekilde Cana'nın tarzını özetlemiş oluruz sanırım.

Elano'nun durumu nedir bilinmez ama bu sezon Elano'yu sıkça savunma yaparken de izlemiştik. Cana tek başına Elano'nun yükünü hafifletebilecek bir adam. Bu açıdan bakınca Cana transferi sonrasında takım kaldığı takdirde Brezilya'daki gibi daha aktif bir Elano'ya sahip olacağımız hemen hemen kesinleşmiş oldu. Birçok açıdan mükemmel bir nokta atışı yapmış olduk. Başarılı olacağı kesin olan, hiç şüphe duyulmayan adamlar olur ya, işte Cana da öyle bir adamdır benim için.

İlk bomba patladı, fırtına öncesi sessizlik dedik hakkını verdiler. Sırada diğerleri var...

Cana'nın Sunderland resmi sitesinde ayrılığı hakkında yaptığı açıklama da var, merak edenleri buraya alalım: http://www.safc.com/news/20100708/cana-why-im-moving_2256213_2087610

7.07.2010

DK 2010 Yarı Finaller: URU 2-3 HOL & ALM 0-1 İSP

Iki sene once iki takimin mucadelesinden once, ustelik bu karsilasmanin final de olmasina ragmen Ispanya acik favori olarak cikiyordu maca. 2 sene sonra ise Ispanya cizgisini korurken bu sefer rakipleri olan Almanlar futbollarinin ustune cok sey koymus olarak geliyorlardi yari finale. Kupayi finalde kaybettikten sonra takimi genclestirip, kadroya Mesut ve Kroos gibi futbol zekasi ustun oyuncular eklediler ve bunun meyvelerini Arjantin ve Ingiltere dahil olmak uzere 13 gol ve yari final olarak aldilar.. Uluslararasi turnuvalardaki aclik ve yakalanan mukemmel jenerasyon ise Ispanya ya iki yil sonraki 2. finalleri olarak geri donuyor.

Almanya'nin tek eksigi kart cezalisi Muller'di mac oncesinde. Ispanya'da ise Afrika havasina alisamayan Torres kenardayken, yerine Pedro sahadaydi. Del Bosque, Ispanya'nin yarisini Barcelona'dan kurup cikartti sahaya. Macin ilk yarisinda Ispanya lale devrinin bittigini gosterdi adeta Almanlara. Dar alanda yaptiklari kusursuz yardimlasmalarla Almanya'nin dengesini bozdular. Almanlar ise alisik olmadiklari uzere topsuz oynamalarina ragmen ilk yarida iyi reaksiyon gosterdiler Ispanya'ya ve bunun sonucunda kisir bir ilk yari izledik. Villa ve Mesut'un yarim pozisyonlari kimseyi kesmedi tabii.

Ikinci yarida Ispanya isi ciddiye bindirince Low hamleleri yapmaya basladi. Ara ara yine tempo dusse de Almanya'nin bolgesine cok iyi top getiren Ispanyollar Ramos ve Capdevila'nin etkili hucuma cikislariyla bayagi bir zorladilar Almanya'yi. Low ozellikle Ramos'un kanadindan memnun olmayacak ki once Boateng'i aldi oyundan; fakat iyiden iyiye ileride top tutamamaya basladi Almanya. Mesut'u iyi kitledi Ispanyollar. Podolski, Ramos'un hucuma cikislariyla kendi isini yapamaz oldu. Bu dugumu Kroos'u oyuna olarak cozmeye calisti Low fakat tek pozisyon disinda yine dertlere care olamadi.

Ispanya varyasyonlarina alan savunmasiyla direnen Almanya'nin direncini bir duran top yikti. Puyol ilk yarida yokladigi Almanya kalesini ikincisinde guzel bir kafa vurusuyla avlayarak Ispanya'ya mac basindan beri eksik olan tek seyi kazandirdi. Bu dakikadan sonra Gomez'in oyuna girmesiyle umutsuzca Ispanya yari sahasina giden Almanlardan, Ingiltere ve Arjantin'in intikamini cok rahat alabilirdi Ispanya. Once Pedro-Villa-Iniesta ile, Villa'nin cikmasindan sonra Pedro'nun bencilligi ile 2. golu kacirdilar. Bu bencillik kendisine kenara gelme olarak donen Pedro sanirim mac 1-1 bitseydi futbol hayatinin en kotu gunlerinden birini yasayacakti. Macin son bolumunde Iniesta ve Silva ile topu tehlike bolgesinden uzak tutan Ispanya hakettigi bir mac sonucunda tarihinde ilk defa finale yukseldi. Hollanda'nin tarihinde iki defa final kaybetmisligi var. Birinde Neeskens'in golu de vardi ustelik. Ispanya ise dedigimiz gibi ilk defa yasayacak bu tecrubeyi, kupa daha once kazanmayan bir takima gidecek artik kesinlesti. Ispanya yine acik favori olarak cikiyor bana gore finale. Temsili ucunculuk macindan sonra guzel bir kapanis yakisir bu kupaya.

~

Almanya-İspanya Demir'den geldi görüldüğü üzere. Ben de(franchi) Hollanda maçını yazarak noktalıyorum yarı final yazısını.

Öncelikle şu var ki Uruguay-Gana maçının kazananı Hollanda'yla eşleşecekti ve ben tek şeyden emindim: Turu Gana geçerse Gana finale çıkacak, Uruguay geçerse Hollanda finale çıkacak. İki ihtimalin de nasıl sonuçlanacağını bilme imkanımız yoktu ama bildiğimiz şey şuydu ki bir tanesinin sonucunu mutlaka alacaktık ve gerçekleşen şey doğru çıkmış oldu.

Hollanda'nın oturmuş savunma düzenine en çok golü atan takım oldu Uruguay ancak en zorlayan takım olduklarını söylemek zor. Hollanda, Almanya'nın devlere yaptığının daha beterini sürpriz peşindeki Uruguay'a yapabilirdi ancak insaflı çıktılar. Ki garantici oyunlarının bunda etkisi büyük. Hep bahsettiğimiz "Golü yemeyelim de..." diye başlayan felsefenin izleri yine vardı. Yememeyi düşündüler, sonra atmayı bir şekilde başardılar. Gio ve Forlan'ın inanılmaz füzeleri istatistikmiş, felsefeymiş, oyun yapısıymış dinlemeden gol olacak şeylerdi. O yüzden gelen ilk gollerin iki takımın savunma yapılarının bozulmuş olabileceğini gösteren etkenler olmadığını belirtmek lazım.

Şu bir gerçek ki Lugano olmadan Uruguay'ın savunması orta sahadan gelen destek dahil olmak üzere hep eksik, hep bir basamak geride. O yüzden bu fırsatı iyi değerlendirdi Hollanda. İki takımın bahsi geçen oyun yapılarını ilk değil ikinci yarı özetliyordu zaten. Lugano olmadan savunma gücü zayıflayan Uruguay, hücumda da Suarez olmadan oynayınca iyice ne yapacağını bilemez haldeydi. Son dakikalardaki karambollerde orada bir Suarez'e ihtiyaçları vardı; ani adam geçen, olmaz denen yerden sürpriz şutlar atabilen bir Suarez özellikle de.

Cavani önceki maçların üstünde bir performans sergiledi ancak maç geneline bu performansı yayamayıp yanına yancı arayan Forlan'ı tam olarak destekleyemedi. Hollanda için de işler yine beklendiği gibi gitti, berabere yani istedikleri gibi giden ilk yarının ardından ikinci yarıda 5 dakika saldırıp hep bahsettiğimiz o orta saha oyuncuları ile sonuca gittiler. Hollanda'da ortadaki adamlar bireysel olarak bile bir takımı yarı final oynatabilecek adamlarken bunların hepsi bir arada oynuyor, öyle düşünmek gerek. E hepsi birleşince de final zor olmuyor.

Eksiğiyle gediğiyle iyi dayandı Uruguay da, son şansı da birkaç defa buldular ancak Hollanda'ya iki gol atıyorsanız maçı kazanmanız lazım, çünkü daha fazlasını son iki yılda sistemi oturan Hollanda'ya atmak çok zor. Bunu yapabilecek olan takım yine Hollanda gibi her yönü üst düzey bir orta sahaya sahip olan takım olur, o da İspanya olabilir bu kupada sadece ve finalde rakip oldular. Kimse çıkıp demesin Brezilya'nın orta sahası da öyle değil miydi diye, Melo'nun olduğu orta sahanın "her yeri" üst düzey olamaz.

Finalde ki takımın da ilk kupa peşinde koşacak olması zevkli bir final müjdelese de beklentileri yüksek tutmamak lazım, sonra durduk yere hayal kırıklığına uğruyoruz.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO