30.04.2009

Özet : Fiorentina 4-1 Roma

Melo Dönüyor !

5 maçlık cezası 3'e indirildi, bu da demek oluyor ki önümüzdeki hafta Catania deplasmanında sahada olacak. 4. sırayı tekrar ele geçirmişken 3 gün sonra bu haberi almak sürpriz oldu. Ben açıkcası umudu kesmiştim cezada indirim yapılacağı konusunda..

Juventus bu kadar kötü giderken Melo da geri dönmüşken 3. sırayı alır mıyız acaba. Gaza gelmenin de böylesi olmamalı da, günden güne bu ihtimal kendini belirginleştiriyor..

Not Defteri #19

  • Defteri yine açtım, saçmalayacak şeyler birikti. İlk problemimiz Peri hanımla ilgili, 8 haftalık olmak üzere ve enerji patlaması tavan yapmış durumda. Ellerim 24 saat gül bahçesinde çalışan bir bahçıvan gibi oldu. Küçük küçük diş izleri ve yırtıklarla doldu. Bunu geçirecek krem vardır herhalde, araştırıp bulmak lazım.
  • Peri demişken, dişler git gide fazlalaşmaya başladı ama hanımefendi kuru mama yerken mızmızlanıyor, illa ki tavuklu ve balıklı yaş mama yiyecek yanında. Kuru mamayı iyice yumuşatıp veriyordum, gün geçtikte ıslarken suyunu biraz daha azaltıyorum, başka türlü alışmayacak. Bir de ben ne yersem onu yemeye başladı, tavuk yersem anında bacaklarıma tutunup tırmanıyor ve omzuma yerleşiyor, ağzımdan çıkarıp vermemi bekliyor, ben de tabaktan bir parça tavuk alıp elimden yediriyorum. Balık yerken henüz böyle bir girişimi olmadı, sanırım balıklı yaş mamaya alıştığından tavuk değişik geliyor.
  • Ayrıca bu salak Peri gitardan korkuyor, müzik dinlerken en ufak bir ses çıkarmıyor ama gitarı alıp çalmaya kalktığım vakit kaçacak delik arıyor. Klasik gitardan kork, sert müziklerin mp3lerini açınca korkma.. Bu ne biçim bir iş..
  • Sıkıntıdan Need For Speed Underground 2'ye başladım, ne güzel oyunmuşsun sen be...
  • Bir de Fate yükledim, Diablo klonu çok tatlı bir oyun, item peşinde koşup yanımızdaki hayvanımızla birlikte zindanın derinlinklerine iniyoruz. Bir noktadan sonra olta(fishing rode) ile balık avlamak ve havuzların içinden oltayla unique itemlar çıkarmak delice bir haz veriyor insana. Diablo sevip de bu oyunu denememiş olanlar varsa şiddetle tavsiye ediyorum.
  • Geçenlerde yemek yapmaya üşenip Domino's'a kucak açmışken aklıma geldi, çoğu yerde okuyoruz yarım saatte asla gelmiyor, çok geç kalıyorlar diye, benim şansımdan mıdır bilmiyorum, bir kere olsun yarım saati bulmadılar. Arkadaşlar olduğunda sipariş fazla olabiliyor, yarım saat garantisi veremiyoruz geç gelebilir diyorlar, 20 dakikada kapıda oluyorlar yine. Ha bazen çileden çıkarıyorlar insanı, siparişi 3-4 tekrarda alan çalışanlar denk gelebiliyor bazen..
  • 1 Mayıs sayesinde 3 gün tatil oldu diye seviniyorum ama 2 hafta sonrası için cinnetler geçiresim geliyor. 19 Mayıs salı gününe denk geldi, o gün zaten benim boş günüm.. 23 Nisan da perşembeye denk geldi tam haftanın ortası.. Bu dönemde ilk dönem bol bol tatil yapıp yatmanın bedelini ödedim be resmen.. Yazık oluyor bir gence..
  • Gitar konusunda ilerlediğim noktaya şaşırıyorum demiştim, gerçekten de bu kadar hızlı gitmeyi beklemiyordum. Ben çaldım hoca söyledi lan, 8 haftada olacak iş değildi bu.
  • Marshmallow satan bir yeri hala aramaktayım, hala bulamadım, koskoca İzmir'de olmalı bir yer. Gidip bulut gibi pamuk yumağı gibi marshmallow alıp dişleyerek yiyebilmeliyim, bunu bana çok görmemeli insanlar. Neden saklanıyorsunuz lan, çıkın satın işte, burda her şeyini tüm birikimini marshmallowa yatıracak bir akılsız var, niye satmıyorsunuz. Satan yer varsa benim niye haberim yok. İkinci kez not defterinin sonunda söylüyorum, böyle bir yer varsa yalvarıyorum söyleyin bana, yaşıma başıma aldırmadan oturup ağlayabilirim bir şekerciye gidip.

World Snooker Championship 2009


Yarı finallere geldik turnuvada, çeyrek finallerdeki 4 eşleşmede turu geçer dediğim 4 oyuncu da elendi, ben hayatımda böyle kötü tahmin yaptığımı hatırlamıyorum. Her maçı baştan sonra takip etme şansım olmadı, parça parça baktım hepsine, en fazla Selby'nin elenmesine üzüldüm. Kalan 8 oyuncu arasında favorimdi ama desteklediğim hiç bir oyuncu bunu beyan ettikten sonra 2 tur bile gidemediği için elenmesine hiç şaşırmadım. Ayrıca Maguire'ın böylesine ağır bir yenilgi alacağını düşünmemiştim, Robertson bu gazla kupaya uzanabilir, rakibinin hataları kadar kendisi de iyi bir oyun çıkardı.

Mark Allen - John Higgins
Shaun Murphy - Neil Robertson

Eşleşmeler böyle, Higgins - Murphy finali ve sonucunda Higgins'in şampiyonluğunu istiyorum kendi çapımda. Bu tahmin değil, gönülden geçen bir istek, turnuva boyunca yaptığım başarısız tahminlerden sonra yeni bir tahmin yapmaya çekiniyorum..

Mutu & Wolfsburg & Barzagli

Corvino yakın zaman önce açıklamıştı Mutu hakkında gelişmeler olabileceğini. İlk taliplisi Almanya'da şampiyonluk yarışındaki ekiplerden Wolfsburg oldu. 13M € civarında bir bonservisten bahsediliyor. Takımın İtalyan stoperi Barzagli'ye sorulduğunda dillerini anlamadığım için Alman gazetelerini okumuyorum demiş ve eklemiş : "Mutu'nun bu takımın üzerinde bir oyuncu olduğunu düşünüyorum, gelebileceğine ihtimal vermiyorum."

Bana kalırsa Barzagli düzeyindeki bir oyuncudan farkı yok Mutu'nun, yani bir seviyeden bahsediyorsak kendisinin çok da üzerinde değil. Görünüşe göre Mutu Wolfsburg'a gitme konusunda ikna olduğu vakit bizim yönetim uygun fiyata yollayacak pek de düşünmeden. Gitsin de takımın altında mı üstünde mi yanında mı o zaman kesin karar verelim, durmasın Floransa'da.

Ayrıca Barzagli'nin sene başında Fiorentina değil de Wolfsburg'u seçmesinin sebebi sorulduğunda kendisi şöyle konuşmuş, adı geçmişken o lafı da taşıyalım buraya :

- "Palermo'daki işim bitmişti, gitmeye kesin olarak karar vermiştim, farklı bir kültürü denemek için Almanya'ya gittim. Futbolculuk kariyerim boyunca kariyerim adına tercihler yaptım, duygusal tercihler değil. Fiorentina'nın gerçekten bir stopere ihtiyacı olmadığını düşünüyordum. Almanya'da ilk yılım bitmek üzere, asla pişman olmadım."

Sene başı saçma bulmuştum bize veya Juve'ye değil de Almanya'ya gidişini, bugün bu satırları okuyunca kendisine hak verdim. Dainelli ve Gamberini'nin olduğu, kazma da olsa kulübede Kroldrup'un bulunduğu bir takıma gelmesi pek akıllı bir tercih olmazdı..

Yönetim ve Destek

"Yaşım gençti, kulübüm de bana çok destek verdi. benimle o dönem beş yıllık sözleşme imzaladılar."
Uğur Uçar

Alper Tezcan bana hiç destek olunmadı diye o dergi senin bu gazete benim gezerken Uğur Uçar'ın bu açıklamalarını birileri gösterecek mi merak ediyorum. O sakatlığına rağmen yönetim hem Kopenhag'a götürüyor, hem de ligin son maçında 18 kişilik kadroya kendisini dahil ediyorsa bana destek olunmadı demeyecek hiç kimse. Devamında da destek sürdü ama kulübün desteği kadar oyuncu da kendine bakacak, yoksa kulüp sihirbaz değil ki sakat adamı birden ilk 11'de oynayacak konuma getirsin..

Güle Güle Altın Kafa

Bu sona hazırdık da, gerçekleşince insanın içi fena oluyor, demek ki daha uzun yıllar kendisinin hayatta olmasına inandırmışım kendimi.. Savunmadan gelip attığı gollerle, o uzun bacaklarıyla hem gol arayıp hem rakipleri durduruşuyla ve baştan aşağı sarı Galatasaray formasıyla aklımda yer edecek hep..

Hoşçakal Sedat Balkanlı...

29.04.2009

De Sanctis İle Neden Olmuyor ?

Düşüncelerim ilk geldiği zaman iyi yöndeydi ki bunun sebebi geldiği zaman benim referansımın Udinese'deki performansı oluşuydu. Yani ben Udinese'deyken İtalya'da Buffon'un yedeği olmayı gerçekten hakeden, dönem dönem Buffon'un yerine milli takımı haketmesine rağmen genç yaşında hiç fırsat bulamamış, bizim ligimize fazla gelecek türden bir kaleci bekliyordum. Tıpkı bir çırpıda yolladığımız ve sonra ardından ağıtlar yaktığımız Enke'ler, Runje'ler gibi.

Ancak gördük ki Sevilla'da Palop'un arkasında şans beklemek kendisini beklenmedik ölçüde köreltmiş.. Udinese'deki Morgan De Sanctis gitmiş Seri A'da zar zor forma bulabilecek düzeyde bir kaleci gelmiş yerine. Ölü geçen bir sezon mecazdan çıkıp ciddi anlamda öldürmüş De Sanctis'i.

Son zamanlarda çok ciddi hataları oldu, yan toplarda çıkıp alması gerekeni alamadığı 5-6 maçlık bir seri oldu mesela, "bunu kaç maç üst üste yapacak, sayıyorum" demiştim zaten önceki postlarda da. Bunların dışında çok iyi oynayıp, geçmişinden esintiler verdiği ama yine savunmadan bağımsız olarak kendi zaaflarıyla goller yiyerek puan kaybettirdiği maçlar oldu. Bunlar özellikle Kocaeli maçından sonra ön plana çıkmaya başladı. Orada yediği ilk golü Bordeaux maçında da yedi, daha sonra bu ikisini takip eden 3 maçta da boşa çıkıp alması gereken topu alamayarak tehlikelere sebep oldu. İşin ilginç yanı son seyircisiz oynanan maçta gördük ki sessiz kalıp bu hatalara konuşmadığı için sebebiyet veren bir isim de değil, hem konuşuyor savunmasıyla, hem de organize olamayıp goller yiyor. İşte bu yüzden kendisi suçlu oluyor tüm savunma bir kenarda dururken.

Tek bu huyu değil sorun yapan ama vereceğim örnek açısından gerekliydi bu hata serisini yazmam. De Sanctis bir hata yaptığı zaman üzerine gitmeye çalışıyor, bunu sezon içerisinde dikkatle gözlemledim. Yaptığı hatanın üzerine gidip aynısını tekrar ediyor ki bu da kötü sonuçlar doğurabiliyor. En basitinden bir degaj yapıp kötü yere attığı zaman sonraki pozisyonda hemen eliyle kısa mesafeden oyunu başlatayım veya garanti pasla top benden çıksın demiyor, zorluyor işini. Duran yan toplarda bir tehlike yaşandıysa, savunma kurgusunu değiştiremiyor, adam paylaşımında veya düzende bir eksik veya hata varsa bunu kapatmıyor, yaptığım şey doğru, böyle devam edeyim mantığı güdüyor bir yerde, hal böyle olunca da kendi inadı bizi de yakıyor. Fenerbahçe deplasmanında Selçuk'un golünü hatırlayalım, Fenerbahçe bu organizasyonu hep yapan bir takımken bunu düşünmeyip Selçuk'u ve ön direği ilk pozisyonda hatalı kapatabilirsin, olabilir bu insalık halidir, ülkenin en önemli maçındasın. Ama futbol hemen devamında bir korner daha atılırken bu hatayı telafi etmediğin zaman seni affetmez ve iyi başladığın, yıllar sonra kazanmaya oynadığın derbide golü yersin ve telafisi olmayan bir noktaya ilerlersin.

Kendisi uzaktan gelen toplarda çok başarılı, beklenmedik topları rahat çıkarabiliyor, iyi olduğu konuyu da es geçmemek lazım. Bu kaderimiz mi bilmiyorum ama aldığımız son 3 yabancı da uzaktan yemeyen kalecilerdi, o da arada bir detay olarak kalsın. Tekrar Sanctis'e geri dönelim, hatalarını telafi etmek yerine nasıl doğruyu bulurum demek yerine aynı hatayı nasıl yaptıysa o yoldan giderek telafi etmek istiyor. Bu uzun vadede bir kaleci için hele genç yaştaysa olumlu sonuç doğurabilir de 32'lik olgun bir kaleci için sonuç parlak olmaz, olmadığını hep birlikte görüyoruz. Ben takımımda böyle bir kaleci varken Selçuk'un golünde 15 saniye önceki hatadan ders alıp ön direği kapatan, Taner'in ilk golünde yaptığı hatayı sonraki 4 maç üst üste tekrarlamayan bir kaleci hayal etmiştim hep.. Yaptığın şey hatalıysa ve aynı pozisyonu üst üste yaşayarak giderilebilecek bir şey değilse o pozisyonu yaratacak şeylere engel ol, o pozisyon hiç oluşmasın ve hata da kendini tekrar etmesin.

Sözün kısası, Morgan De Sanctis ölü geçirdiği sezonun bedelini Galatasaray'da kariyerinin en kötü performanslarından birini vererek ödüyor. Galatasaray'da böyle bir risk almanın bedelini 29 haftada üstelik ligin ilk 2 sırasına oturmuş şampiyonluk adaylarıyla daha 1'er maçı olmasına rağmen 33 golü kalesinde görerek ödüyor. Sevilla'daki kaderine razı olup antrenmanlarla forma kalmaya çalışmıştır belki, bu kesin olarak olarak bilinemese de bir varsayımdır. Bu forma kalma çabaları kendisine yeterli olmayacaktı, sahada 90 dakika mücadele etmek ayrı, kendi takım arkadaşlarından kurulu takımların çift kale maçında sahada olmak ayrı tecrübe. Şöyle böyle derken iyice uzattım son kısmı, De Sanctis bu kulüpte efsaneler arasına adını yazdırabilecek seviyede bir oyuncuydu ama bunu Sevilla kulübesine hapsolmasını gerektiren performansıyla değil, Udinese'de Buffon'un ardından kendisini 2 numara yapan performansıyla başarmalıydı. Yapamadı, hem kendisini, hem bizi yaktı, umarım bizdeki bu sezonu toparlanmasına yardımcı olur. Kötü değil, kötüleşmiş kaleci kendisi.. İyiyi bir şekilde bulmalı yeniden..

Chao Grey bir önceki Leo Franco postunda öyle bir yorum attı ki verdiğim cevap yorum kısmında sıkışıp kalamadı, başlı başına bir post yazdım bir anda..

Leo Franco Transferi

Leo Franco hakkında yazayım diyordum da, uzun uzadıya söylecek şeylerim yoktu, sözlüğe öğleden sonra girdiğim entry söylemek istediklerimin tamamını barındırıyor.. O yüzden kendisini buraya da taşımak istedim :

- "de sanctis sayesinde kanser olmayan taraftarlarımız varsa bunu alalım kesin olur" denerek 2009/2010 sezonu öncesi galatasaray'a transferi gündeme alınmış olan kaleci.

madem böyle kötü isimler galatasaray kalesine layık görülecekti, kendi yavrumız, kendi evladımız, kendi seker kız candy'miz, kendi.. evet, aykut ercetin'imizin ne günahı vardı, bu isimlerden kötü değil, fazlası da var..

sen bir taffarel, bir simoviç bulamıyorsan bırak kendi oyuncun korusun kaleyi.. bir tarafta 20'lik volkan babacan kale korurken bir tarafta 20 yıllık kaleci rustu kale koruyup aslan gibi oynarken insana kalesinde morgan'ın leo'nun ismi gecmesi fena halde dokunuyor be, cok koyuyor be..

leo kim, franco kim, sacma sapan isler yapma yonetim be. leo'ya bonservisi yok diye dadanıyorsun belli ki, kendisine 3 veriyorsan git bonservissiz olan kameni'ye 10 ver getir takımın kalesine koy, o zaman yabancı transferinin bir anlamı olsun.

(frtslck, 29.04.2009 14:58)

not : tüm bunların yanında, seker kız candy esprisi için tüm okuyuculardan özür dilerim :)

Şampiyonlar Ligi 2009, Yarı Final : Barcelona 0-0 Chelsea

Bir Şampiyonlar Ligi yarı finali bu denli sıkıcı olmamalıydı. "Bunların oynadığı futbolsa bizdeki ne ?" diye sorup bıktıran, gereksiz saçmalayan klişe hastalarına da bu maç cevabımdır. Futbolun kötüsü Şampiyonlar Ligi yarı finali veya Türkiye Amatör Ligi diye bir ayrım yapmıyor, kötüyse kötü, iyiyse iyi. Bizde yarım sezon "iyi" olmadı diye ortalığı ayaklandırmanın mantığı olmadığını bu maçla birlikte görelim.

Maç hakkında da yazacak pek şey yoktu, Chelsea kazanamazdı çünkü hücumu düşünse böyle durduramazdı Barcelona'yı. Chelsea biraz açıldı mı Barcelona tehlike yarattı, bu da Hiddink'i korkak oynamaya itti, böylece istediklerini aldılar ama bunu alırken de kendilerinden çok Wolfgang Stark'a teşekkür etmeliler. Maç kötüydü tamam da, gol olup maça hareket gelebilecek iki üç pozisyonda kritik kararlara imza atıldı, hatalı bayraklar da Stark'ın kötü yönetimine tuz biber oldu. Tüm bunların yanında Ballack'ın ikinci sarıdan kırmızıyı görememesi de düşündürdü beni, hakem Alman, oyuncu Alman, insanın aklına kötü kötü şeyler geliyor. Sonuçta bu gece hem futbol hem skor Londra'nın mavi formalıları dışında kimseyi memnun etmedi.

28.04.2009

Bindik Bir Alamete...

Ersun Yanal'ın Trabzon'u ve Abdullah Avcı'nın Büyükşehir Belediyespor'u, ikisi de uzun yıllar takımlarında kalıp başarı hedefiyle yola çıkmışlardı. İkisinin de ortak yönü pozitif futbol yani hücum futbolu adıyla oynadıkları oyunlar ve genç oldukları gibi gelecekleri de parlak gözüken teknik adamlar olmaları. Farkları ise takımlarının başında aldıkları süreler. Avcı 2006'dan beri Belediye'nin teknik direktörüydü, takımını 1. Lig'den alıp Süper Lig'e taşıdı, Yanal ise 2007/2008'in lik yarısında Ziya Doğan'ın yerine göreve geldi 10 hafta sonunda. Diğer fark da birinin görevde olup diğerinin takımıyla yollarını ayırmış olması.

Yanal ile birlikte Trabzonspor geçtiğimiz sezonu iyi kötü bir şekilde tamamlamak istiyordu, kayıp sezonda Yanal'ın performansı geleceği adına bir işaret değildi. Bu sezon başı lig tarihindeki en kapsamlı değişimlerden biri yapıldı Trabzonspor kadrosunda, bir kaç oyuncu dışında tüm takım değişti. Bu süreçte Trabzon Karadenizspor diye bir pilot takım oluşturuldu, Ersun Yanal'ın transferini isteyip Trabzonspor'da oynayacak seviyeye henüz ulaşmadıklarına karar verdiği oyuncular bu takıma gidiyordu. Sistemli ve uzun yıllar birlikte olmayı gerektirecek bir yapılanmaya girmişlerdi. İstikrar kelimesini dillerinden düşürmeyenler Sivasspor maçı sonrası hem bu sezonun kalan kısmını çöpe attılar hem de gelecek sezon için parlayan ışığı önemli ölçüde söndürdüler. Kadrosuna 25'ten fazla yeni isim katılmış bir takım sezonu iyi veya kötü 3. sırada götürümekteyken ve Şampiyonlar Ligi'ne katılma yolunda da iddialı konumdayken yapılacak iş değil bu. Ha Ersun Yanal da sütten çıkma ak kaşık değil. 10. haftada göreve geldiği Trabzon'da kalan 24 haftada istediği gibi kendini deneyebilir, yapacağı taktikleri ve uygulayacağı rotasyonu gönül rahatlığıyla deneyebilirdi. 24 haftayı tamamen deney yapmaya ayıran bir adamın sonraki sezonun 29. haftasında hala hücum hattında sorunları olması madalyonun diğer yüzünün de parlak olmadığını gösteriyor. Yine de ilk 6'daki rakiplerinden hiç birisine diş geçirememiş bir takım için ligi 3. sırada sürdürmek, üstelik bu rakiplerden sadece 1 tanesi ile maçının kalmış olması o kadar da felaket senaryoları yazmamak gerektiğini gösteriyor. Yazının buraya kadarki bölümünden anlaşılacağı üzere hem yönetim kanadında hem de teknik adam kanadında net bir suçlu yok, önümüzde yarısı dolu olan tek bardak olsa boş tarafı suçlardık ama iki tane bardağımız var ve ikisinin de yarısı boş. Yanal'a göre yönetimin bardağı boş, yönetime göre de Yanal'ınki. Tarafsız gözle olayı izleyen bizlere göre de ikisi de yarıya kadar dolu, yani olması gerektiği gibi görüyoruz her şeyi. Yanal 24 haftayı boşa harcayıp sonrasında hem yaz aylarını hem de ocak ayındaki hazırlıkları taktiksel sorunları ve çıkmazları çözemeden geçirdiği için suçlu. Yönetim de yeni kurulan bir takıma sabredemediği için suçlu. Haklı olunan taraflar ise Yanal'ın pilot takım projesi ile birlikte bu sene olmasa da önümüzdeki sene hep zirveye oynayacak potansiyelde takıma sahip olması, yönetimin haklı olduğu taraf ise bu kadar yatırım yapılan kadronun şampiyonluğa havlu atsa da ilerisi için umut verecek bir oyun oynayamamış olması. Umut demişken, kötü gidişte benim gözümde baş sorumlular arasında olmasalar da Umut-Gökhan ikilisi de pay sahibidir. Ancak yönetim kibar bir dille bu iki isim konusundaki sıkıntıyı hocaya söyleyebilir, hoca da önümüzdeki sezon planına bu iki vasat ismi dahil etmezdi. Trabzonspor ve Ersun Yanal birlikteliği en azından 3-4 yıl daha sürmeliydi, sürebilmeliydi.

Yazıda değindiğim diğer nokta ise Abdullah Avcı ve Belediyespor ikilisi. Henüz yolları ayrılmamış olsa da gelecekten umudu kestiğim bir teknik adam-kulüp birlikteliği bu da. Güzel futbol, pozitif futbol, izleyenlere zevk veren futbol diye diye Belediye küme düşme hattına kadar geldi. Geçen sezonlarda da inişli çıkışlı çok dönemleri oldu ama bu sezon iniş kısmından kurtulup 2-3 maç dışında çıkış kelimesine yaklaşamadılar. Geçen sezon Necati, İbrahim Akın, Aydın Yılmaz derken ikinci yarıda gerçekten de Avcı'nın dediği güzel futbolu sundular bize, ne yazık ki sadece 3 ay sürdü bu. Bu sezon kötü de kadroları yok, orta sahada Tjikuzu ilk 5 sıradaki takımların birinde oynasa Josico, Mehmet Güven, Cisse üçlüsünden kötü performans vermez. Forvetteki Adriano fiziksel olarak adaşına benzese de yetenek anlamında o seviyede bir beklenti yok kimsede, Belediye'nin işini görecek kapasitede orta düzey bir lig oyuncusu, kalede Hasagiç ligimizde üst düzeyde oynayabilecek bir isim. Hepsi birleşince yap-boz parçaları misali bir bütün oluşturup iyi bir tablo çıkaracaklar ortaya diye düşünüyor insan ama olamıyor işte. Abdullah Avcı'nın kafasındaki oyun sistemini kadrosundaki kaliteli isimlere rağmen kaldıramıyor Belediye. İşin bir de diğer yönü var ki sezonda 17 iç saha maçını da Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynayan bir takım ne derece kalıcı bir performansa ve sürekli yükselen bir form grafiğine sahip olur, bu da incelenmesi gereken bir durum. Galatasaray'ın yakın tarihindeki en kötü lig performansına imza attığı 2003/2004 sezonu bu stadda geçirilmişti. O sezon o kadar kötü oyunu Ali Sami Yen'de oynasaydık yine de en kötü ihtimal 4. sırada kalabilirdik, 6'ya kadar düşmezdik. İstanbul Büyükşehir Belediyespor biraz teknik adamın istediklerine bir gömlek küçük gelmesi yüzünden biraz da stadın olumsuz etkilerinden dolayı uzun yıllar sürmesi gereken bir birlikteliğin sonlarına doğru geliyor yavaş yavaş. Bu sezon takım düşerse Abdullah Avcı'yı elde tutabilmeleri çok zor. Uzun vadede düzgün bir stadla ve teknik adamla yönetimin karşılıklı fedakarlıkları ile birlikte ligin efsanelerinden biri olur Belediye ve Avcı'nın birlikteliği ama şu şartlarda ilerisi iç açıcı gözükmüyor.

İkisi için şunu desek yalan olmayacak : Bindiler bir alamete, gittiler kıyamate..

Alpha Bounce

Resmini koyunca oyunu tarif etmeye gerek kalmadı aslında, arkanoid türevi oyunlardan birisi bu da. Son zamanlarda My Brute diye bir çılgınlık aldı başını yürüyor, orada karakterinin sayfasını yollamıştı arkadaşım, açılan sayfada Alpha Bounce'u gördüm ve 3 gündür takıldım kaldım kendisine. Takıldım derken her gün saatlerce oynamıyorum, zira oyun böyle bir fırsat vermiyor. İlk üye olunduğu anda 12 oynama hakkı veriyor ki hemen ekranda gözüken kart gibi şeylerin olduğu yerleri oynayıp onları toplamak lazım ileremek adına. Sonra da her gece 01.00'de 3 oyun hakkı veriyor günlük. Bağımlılık yapacak türden bir oyun ama bu kadar az oynama hakkı verdiği için günlük en fazla 5 dakikasını alıyor insanın. İlerledikçe günlük 8-10 oyun hakkı elde ediyor muyuz bilmiyorum ama bu olsa bile yine aldığı zaman 10 dakikayı geçmez. Bu yüzden bağımlılık yapsa da fazla zaman almıyor.

Bu kadar konusmam yeterli sanırım, arkanoid hastası olanlar için vazgeçilmez olacak eminim buna.

http://www.alphabounce.com?ref=franchi buradan ulaşabilirsiniz kendisine. Benim üyeliğimin referans linki bu ama inanın bana bir katkısı olup olmadığını bilmiyorum şu an, yine de üye olmayı düşünürseniz bundan deneyin, belki ilerleyince işimize yarar.

Olacağı Buydu

Küçükken olurdu ya, bir oyuncağın üzerine çok giderdik, hepsini bir kenara koyup tek oyuncakla oynardık, sonra bozulduğu zaman da tek kelime edemezdik o kadar çok oynayınca bozulacağını/eskiyeceğini bildiğimizden. Işıl da son haftalarda o kadar çok göz önüne gelince nazar mı denir şanssızlık mı denir bilmiyorum ama oyuncağı oynaya oynaya bozuk en sonunda. Geçmiş olsun kendisine, umarım gücünden bir şey kaybetmez 4 ay sonra geri döndüğü zaman.

http://www.galatasaray.org/basketbol/bayan/haber/3776.php :

"Geçmiş Olsun Işıl Alben

Galatasaray Bayan Basketbol Takımı'nın bu akşam Fenerbahçe ile yaptığı maçta sakatlanan ve oyundan çıkmak zorunda kalan Işıl Alben'in ilk muayenesi Acıbadem Hastanesi'nde yapıldı. İkinci periyodun sonlarına doğru bir hava topu mücadelesinde sakatlık geçiren Işıl'ın ön çapraz bağlarının koptuğu anlaşıldı.

MR neticeleri bir kez daha incelenecek olan Işıl'ın, dizindeki şişliğin üç gün içinde inmesinin ardından ameliyata alınması bekleniyor.

Oyuncumuzun ortalama üç - dört ay içinde parkelere dönmesi öngörülüyor.

Işıl Alben'e geçmiş olsun diyor, genç oyuncumuzun en kısa sürede sağlığına kavuşmasını diliyoruz."

27.04.2009

Where Mr. 4th Quarter Happens

Maç dengeli gidince son anlarına bakayım belki heyecan olur bir son saniye basketi görürüm dedim. Başka bir şey dilesem olur muydu bilmiyorum da iyi ki birden derse ara verip maçı açmışım. Hedo fotoğrafta da görüldüğü üzere 2 saniye kala 81-81'lik skoru 84-81'e getirdi ve Orlando'nun play-offlara yeniden tutunmasını sağladı. Seri 2-2 oldu ve yeniden 5. maç için Orlando'nun sahası Amway Arena'ya dönülüyor. 6. maçta Wachovia Center'da olacak takımlar, eğer seri o maçta 3-3 olursa son maç yine Amway'de. Sanmıyorum ki Orlando bu noktadan sonra seriyi kaybetsin.

Konumuz Hidayet'ti, bu sezon çoğu kez yaptığı gibi son topta takımını kurtaran adam oldu. Başlıktaki yakıştırmayı da Magic taraftarları yapıyor kendisine, maç sonu aceleyle hazırlanan görsellerin birinde denk geldim ki merak edenler buradan görebilir onları.

26.04.2009

Bir Teknik Direktörün İntiharı : Galatasaray 1-1 Ankaraspor

Bülent Korkmaz konusunda zaafım olduğunu, kendisine sıradan bir teknik direktörden çok daha fazla sabredebileceğimi söylüyordum hep ama bunu Büyük Kaptan'ın 2 ayda tersine döndüreceğini hiç düşünememiştim. Bu maça kadar öyle ya da böyle hep destek olmuştum hatalarını görsem ve kabul etsem de ama bu akşam yapılanlar son noktayı koyduracak cinstendi. Semih Kaya konusunda Bülent Korkmaz'ın ne büyük hata yaptığını geçen hafta görmüştük, zamanında ihtiyaç varken tecrübe konusunu bahane edip oynatmaması büyük hataydı. Semih orada oynayan benim diyen oyunculardan daha soğukkanlı ve olgun oynamıştı, bugün de değişen bir şey olmadı, Semih orada tecrübeli denen bir çok adamdan daha güzel oynadı. Günün konusu Semih Kaya değil tabii ki, sezon boyu olduğu gibi şampiyonluk şansının bitmeyip yeniden yeşerdiği haftada puanımızı kaybedip ritmimizi koruduk. Böyle ritm olmaz olsun desek de iş işten çoktan geçti.

Maç öncesi tribünde "Bir Galatasaray efsanesi daha yaratabilirsiniz!" yazan pankart esas amacına ulaşamasa da bir bakıma doğru oldu. Lig tarihinde rakiplerine oranla bu kadar ileride kadroya sahip olup bu kadar başarısız bir takım olmadı sanırım. Bu başarısızlık hikayesiyle sonu berbat biten bir Galatasaray efsanesi yaratılmış oldu. Harry Kewell ve Milan Baros gibi iki ismi bu kadar formda yakalamış olmamıza rağmen 4. sıradan ileriye bir türlü gidememiş olmamız skandaldır. Sivas'ın Trabzon'a karşı oynadığı oyun ortada, Beşiktaş'ın iyi veya kötü bir şekilde yenilmeyip Yusuf'un da bireysel katkılarıyla puanları alması da önümüzde. Biz bunların daha fazlasını yapabilecek potansiyelde bir kadro ile bir hafta Sabri bir hafta Lincoln bir hafta De Sanctis derken koca bir sezonu yedik bitirdik.
Sezonun muhakemesini yapmayı bırakıp bu maça geçiyorum. İlk yarı için konuşacak pek şeyim yok aslında, klasik bir formsuz ev sahibi ile sezonu iyi geçiren orta seviyede takım mücadelesi şeklindeydi. Golü de duran topla bulan ev sahibi bu klasiği tamamlamış oldu. Nonda geçen hafta yaptığı asistin ödülünü bu maça ilk 11'de başlayarak aldı. Ancak pek olumlu şeyler yapmayarak bu şansı geri tepti. İkinci devre ise rezaletti. Göstere göstere hazırlık yapıldı takımın gol yemesi için. Galatasaray Ali Sami Yen Stadı'nda 1-0 öndeyken 60. dakikada sahasına çekiliyorsa şampiyonluktan bahsedeni oturup dövmek lazım, başka hiç bir şey yapmaya gerek yok. 70. dakikada Bülent Korkmaz göz göre göre intihar etti, Milan Baros'un yerine Hasan Şaş oyuna girdi ve Galatasaray kariyerini bitirme yolundaki en ciddi adımlardan birini attı. Hani çıkan isim Nonda olsa bir derece hak verilebilir de hem Nonda hem Baros sahadayken Hasan'ı oynatmak için Baros'u kenara almak iyi bir teknik adamın yapacağı hamle değil. Ankaraspor orta sahada iyi iş yapıp hücumu tamamlama kısmında zorlanırken ufak ufak sinyaller vermişti 1-0'lık skorun garanti olmadığı hakkında. Üst üste iki üç olumlu pas yapsalar golü bulabileceklerini izleyenlere hissettirmişti ama Bülent Korkmaz'a ve kenar yönetime hissettirememişler anlaşılan. Nonda Baros'un çıkışıyla ileride golü bulup direkt olarak kaleye gidecek isim değildi. Yanına veya yerine yeni bir isim lazımken ve bu durum bu denli açıkken hiç hamle gelmedi. Nonda sakatlandığı anda da kenarda Ümit Karan'ı görünce gözlerim yaşardı. Bu takımın gol bulması lazımken ve tek forvet sakatlanmışken yerine giren isim ölü bir sezon geçiren, nisan ay sonuna kadar ligde golü olmayan Ümit mi olmalıydı yoksa genç ve dinamik olan, sonradan oyuna girip oyunu her zaman hareketlendiren Yaser Yıldız mı olmalıydı. Bu soruya cevap vermek için kimse zorlanmaz sanırım. Ayrıca Galatasaraylı arkadaşlarım hiç kusura bakmasınlar, Güiza'yı eleştirmeye yüzümüz yok Ümit'in performansından sonra. 29. hafta bitti Ümit'in golü yok, biz daha Güiza gol attı atamadı diye uğraşalım. Ümit'e verdiğimiz yıllık ücret dahil 20 milyon euro yok belki ama kaybettiklerimiz bundan az miktarlar değil. Ümit'in atamadıkları bugün elden kaçan Şampiyonlar Ligi şansı demek. Ümit'in atamadıkları gibi Morgan De Sanctis'in de yedikleri önemli, maç boyu iyi toplar kurtarıp alkış alırken üzerine gelen ve diğerlerine göre çok daha kolay alınabilecek bir topta golü yiyerek bir kere daha hayal kırıklığına uğrattı bizi. Önümüzdeki sezon Sevilla'da veya başka bir takımda kendisine başarılar. Keşke Aykut Erçetin'e güvenebilseydik, daha 29 haftada 33 gol yemezdik. Yese de kendi evladımıza güvendik helal olsun derdik. Yabancı kaleci dediğin Aykut'tan iyi olacaksa lig sonuna 5 hafta varken 33 golü kalesinde görmeyecek.

Bu sezonu Kocaeli maçında noktalamıştık aslında ama her hafta rakiplerin puan kaybı bir umut doğuruyordu. Biz de bu umudu doğduğu hafta yok ediyoruz. Bir bakıma iyi oluyor, işi uzatıp heyecan yaşatmıyorlar bu ölü sezonda. Sona yaklaştıkça bu sezon iyi maç yazıları yazmak, hedefleri kaçırsak da gençlerin iyi oyunundan, Bülent Korkmaz'ın gelecek vaadeden performansından bahsedeyim isterdim ama böyle kötü yazılara itiyorlar insanı. Bu sezon UEFA Avrupa Ligi'ne katılmamız garanti olsa da sene başındaki transferlerin benzerlerinin 2 numaralı kupaya katılacak bir takım için tekrar gerçekleşmesi zor. Hoş zaten çıkan transfer söylentileri de o seviyede isimlerden oluşuyor. Şimdiden yazayım, ilerisi için referans olsun, Morgan De Sanctis gibi bir belaya bulaşmışken yerine Leo Franco'yu alırsak o gün kendimi kaybederim.

World Snooker Championship 2009 : 2. Tur

Turnuva'da 2. tur maçlarına devam ediliyor, çeyrek finalistler bir bir belli olurken aralarında benim de olduğum bir çok kişi için turnuvanın tüm tadı kaçtı bu turda. Dün oynanan maçta 1 numaradaki isim Ronnie O'Sullivan aldığı 13-11'lik yenilgiyle turnuvaya veda etti. Çeyrek finale giden isim Mark Allen oldu. Allen'ın rakibi de beğendiğim isimler arasında yer alan Ryan Day oldu. Sevindiğim bir diğer olay da Stephen Hendry'nin Ding Junhui'yi elemesi oldu. Çekik gözlü tombul adama bir türlü ısınamadım ne kadar başarılı ve geleceği parlak bir isim olsa da.

Turnuvanın geri kalanında en büyük favori elenmiş olsa da snooker izlemek asla zevksiz olmayacak benim için. Bir Snooker bir de Curling futbol olmadığı zamanlarda benim için boşluğu fazlasıyla dolduracak şeyler.

2009 Bahreyn GP

Jenson Button çölde de kazanmayı başarırken aynı zamanda Ferrari de ilk puanlarını aldı. Sezonun 4. yarışıydı bu ve şimdiye kadar koşulan en tatsız-tuzsuz yarıştı. Yarış dışı kalmalar yaşanmadı öyle fazla fazla, sadece Nakajima pite girdiği anda aracı garaja çekmesiyle yarışı bitiremeyen tek pilot oldu. Pisste 20 araç varken bol geçiş ve bol heyecan bekledik ama o da gerçekleşmedi, pite girilen anlarda değişen sıralamalar, herkes pite girdikten sonra düzelip pit stratejileri ile heyecan bekleyen izleyiciyi hayal kırıklığına uğrattı. Serhan Acar'ın hiç kaybetmediği heyecanı bu yarışta uçup gitmişti. Ben kendi adıma pişmanım sonuna kadar bu yarışı izlediğim için.

Tek yarışlık Avustralya ve 3 yarışlık Asya turunun ardından sezon Avrupa'ya merhaba diyor, 10 Mayıs'ta Barselona'da olacaklar. Bu yarışa kadar McLaren ve Ferrari'den ciddi oranda performans artışı bekleniyor ama bugünkü performanslar şimdilik umut verici değil.

Bahreyn GP Yarış Sonucu :

Sürücüler ve Markalar Klasmanı :

Rahat Geçmek : Fiorentina 4-1 Roma

Bir gazete başlığı atacak olsam, yani öyle bir yetkim olsa, hiç düşünmem bu klasik başlığı atardım manşete : Fiorentina Roma'yı Rahat Geçti. Maç öncesi olası kadrolarla yorum yapmıştık, gazzetta.it 22'de 21 tutturdu kadroları, tek yanlış Tonetto oldu, O'nun yerine Cassetti sahadaydı Roma'da. Fiorentina'da ise sakatlığını atan Gobbi ikinci yarıda forma buldu fark açıldıktan sonra. Başka da bir değişiklik olmadı kadrolarda, benim beklediğim Kuzmanovic sürprizi gelmedi, sağ kanatta ortada oynamaya alışan Kuzmanovic yerine gerçek bir sağ açık olan Semioli'yi oynatıp risk almadı Prandelli.

Maç öncesi yazdığım yazıda karşılaştırmıştım iki takımın eksiklerini, Mutu ve Santana'nın sakatlıkları Roma'nınkilerin yanında önemsiz kalıyordu. Mutu ve Santana olmasa da olurdu yani. Roma bu kadar eksikken acımadık doğrusu. Aslında ilk yarı pek de baskın değildik. Vargas'ın 6. dakikada 25 metreden attığı biraz da şansa dayalı gol işimizi çok kolaylaştırdı. Vargas bana göre biraz da rastgele vurduğu topta golü attı kaleci Arthur'un da katkılarıyla. Ondan sonra oyun ikinci yarıya kadar hep ortada gitti. Ayrıca yine bir büyük maçta hakem Fiorentina adına çok kötü yönetim sergiledi. Golden sonra Gilardino'nun rövaşatasında Cassetti kolları açarak engel olmaya kalktı ve haliyle top kolundan döndü, hakem penaltıyı vermedi. Açık bir penaltıyı da böylece harcamış oldu. Roma ilk yarının kalan bölümünde Brighi ile bir kaç kez ciddi fırsatlar buldu, altıpasın içinde topu kaleye değil üstten dışarı gönderen Brighi takımının kaderine direkt olarak etki etti. O dakikadan sonra da Roma yavaş yavaş duraksamaya başladı. De Rossi'nin ceza sahasına giren Jovetic'e yaptığı sert bir hareket var, topa çift ayakla dalıyor ve Jovetic'i yere seriyor, hakem buna da devam dedi. İlk pozisyonda çarpma diye varsayıp vermediği penaltıyı bu defa da topa müdahele olarak gördü yine oynattı, yine devam dedi. İlginçtir ki yine bir verilmeyen penaltıdan sonra Brighi net pozisyon yakaladı, yine topu olabilecek en kötü şekilde kullanıp Roma'nın son şansını da tüketmesine sebep oldu. İlk yarıda bir de Cassetti'nin Jovetic'e sert hareketi var, biraz daha kontrolsüz olsa sakatlayabilirdi, bir an endişe ettim pozisyondan sonra.
İlk yarıda Roma'nın Brighi ile bulduğu tehlikeli pozisyonlar 1-0'ın yetmeyeceğini bizimkilerin yüzüne vurmuş olacak ki ikinci yarıya müthiş bir istekle başladık. 47'de de ligin ikinci yarısında bir çok defa yaptığı gibi Semioli yine sağdan iyi girip Gilardino'yu gördü içeride ve Gilardino da son zamanlarda gördüğüm en temiz ve şık kafa gollerinden birini atıp skoru 2-0 yaptı. Bu golden sonra yine bir Roma atağında Brighi'nin topu Frey'i geçip kaleye yavaşça ilerlerken Pasqual yetişti engel oldu. Ancak o top golle sonuçlansa bile Roma'nın pek beraberliği yakalayacak hali yoktu. Pizarro ile Semioli bir pozisyonda tartışmaya dalınca iki oyuncu da hakettikleri sarı kartı aldılar. Daha önce sarı kartı olan Pizarro da kırmızıyı görüp oyun dışı kalmış oldu. Bu zaten rahat olan skoru iyice açmamıza imkan tanıdı. Roma orta sahadaki en büyük direncini kaybedince daha rahat hareket etmeye başladık. Kırmızı kartın 8 dakika sonrasında Gilardino Cassetti'yle başbaşa kalıp kendisinden şık bir şekilde sıyrılarak Arthur'a güzel bir gol attı. Gilardino'nun kendi tarzına yakışan bir gol oldu bu. 3-0'la birlikte de maç noktalanmış oldu iki taraf için, bundan sonra sadece skoru veya averajı değiştirebilrdi iki takım da, sonuç değişmez bir noktaya gelmişti.
71. dakikada Geleneksel Jovetic'i Oyundan Alma Şenlikleri kapsamında Gobbi oyuna girdi Jovetic'in yerine. Bir kere de şu adam 90 dakikayı tamamlasın be. Fazla bir şey istemiyorum, bir maçta da 90 dakika Jovetic'i izleyeyim ben. Gobbi sakatlıktan sonraki ilk maçına çıkmıştı ki girdiği ilk pozisyonda golü buldu. Gilardino yine sağdan gelen güzel ortaya 2-0 yaptığı pozisyondaki gibi güzel bir vuruş yaptı, kaleci Arthur'un çeldiği top Gobbi'nin önüne düştü, o da kalenin tavanına doğru yaptığı riskli vuruşla golü attı. Pozisyon öyle gerektiriyordu ama ayarı kaçırsa bir karış mesafeden golü kaçıracaktı üstten dışarı vurup. Golden sonra bayrak direğine koşup gitar çalıyormuş gibi hareket yaptı bayrağı alıp. Ne hakem sarı kartı düşündü ne de itiraz eden oldu kart çıksın diye. Bizde Lincoln bayrak direği salladı diye ortalık birbirine girmişti. Direği tutup sallamanın, gidip vurmanın, tutunup dans etmenin yani yerinden çıkartmanın sarı kart gerektirmediğini öğrenmek lazım. Adam direği kırmadığı sürece çıkarıp hemen yerine takıyorsa bir sorun yoktur. 4-0'dan sonra kalan 20 dakika tamamen maçın bitmesi için oynandı, bizimkiler işi biraz sıkı tutsa 5-6'yı çok rahat bulacaklardı ama zorlamadılar daha fazla. Baptista'nın attığı tek gol de Brighi'nin kaçırdığı gollerin tesellisi oldu Roma için. Şöyle yazdıklarımın geneline bakıyorum da bizim iyi ve istekli oyunumuz kadar Brighi ve Cassetti'nin kötü oyunları da etkili olmuş farkın gelmesinde, bu da Roma'nın bu maçtaki eksiklerini çok iyi değerlendirdiğimiz anlamına geliyor. Cicinho ve Mexes sahada olsa böyle rahat olamazdık.

Bu maçta kolay bir galibiyet alacağımızdan emindim ama bitime 20 dakika kala 4-0'ı bulup maçın devamını güle oynaya tamamlayacağımıza pek de ihtimal veremezdim. Roma'yı yeniden safdışı bıraktıp Şampiyonlar Ligi yarışında. Geçen hafta Udinese'yi yenmiş olsak şimdi ne güzel Milan veya Juve'yi yakalama ihtimalinden konuşuyor olacaktık. Yine de Roma'yı yenip 4. sıra için yeniden Genoa ile başbaşa kalmak şu noktada olabilecek en iyi şeydi Udinese mağlubiyetinden sonra. Haftaya yine içerideyiz, rakip alt sıralardaki Torino olacak. Onlar puan alabilmek için canla başla savaşacaklar, Roma maçına oranla çok daha dikkatli olmamız lazım. Torino Roma kadar eksik ve bozuk bir kadroyla gelmeyecek karşımıza, bir kaza kurşunu bu 4-1'lik zaferi anlamsız kılar.

25.04.2009

Benziyor Bunlar Arkadaşım #21

Fırat Budacı & Mert Aydın

Peri

Blogda 2 haftaya yakın bir zamandır ara sıra adı geçen Peri bu işte. 7 haftalık olmak üzere, burada 5 haftalıkken eve ilk geldiği günkü görüntüleri var. Gün geçtikçe daha bir enerji doluyor, yeni fotoğraflarını da arada bir koyarım buraya.

24.04.2009

Maçtan Önce : Fiorentina - Roma

Fiorentina - Roma, 25 Nisan Cumartesi 21.30'da NTV Spor'da
Foto : Fiorentina 2-0 Roma, 1953/1954 Sezonu

Şampiyonlar Ligi yolunda geçen haftaki kritik kaza en çok Roma'ya yaramıştı, şimdi telafi şansı var elimizde. Biz eksiğiz diye dert yanıyoruz ama Roma çok daha beter durumda. Mutu'nun olmaması sezon içerisinde çoğu kez avantaja dönüşmüştü bizim için, esas sıkıntı Montolivo'nun olmadığı dönemlerde yaşanmıştı. Özellikle de Santana'nın sakatlığından sonra Montolivo iyice kilit bir hal almıştı orta sahada. Kuzmanovic dönem dönem formsuz olunca yük Montolivo'ya biniyordu hücum anlamında. Melo da orta sahayla savunma arasında sağlam bir bağlantıydı ama cezasının bitimine daha 4 maç var, yokluğu geçen hafta fazlasıyla hissedildi.

Yarınki maç öncesi bizde Felipe Melo yokken, Roma'da Mexes sahada olamayacak Lazio derbisinden kalan miras yüzünden. Kart cezalıları birer tane ama sakat oyuncular daha fazla iki taraf için de. Sakat oyunculara baktığımız zaman Fiorentina'nın neden çok daha şanslı olduğunu görüyoruz. Mutu, Santana ve Gobbi sakat bizde ama Roma'daki sakatlar bizdekilerden de beter. Aquilani, Doni ve Juan gibi 3 as oyuncunun sakatlıklarına yedek kulübesinin güçlü isimleri Cicinho ve çok beğendiğim süper Fransız Menez'in sakatlıkları da eklenince Roma fazlasıyla sıkıntılı gözüküyor.

Ligde haftanın en önemli maçı için kadro tahmini de şöyle :

Fiorentina : Frey, Pasqual, Dainelli, Gamberini, Comotto, Donadel, Montolivo, Semioli, Vargas, Jovetic, Gilardino
Roma : Artur, Tonetto, Motta, Riise, Panucci, Pizarro, De Rossi, Taddei, Brighi, Baptista, Totti

Bir olay oldu da benim mi gözümden kaçtı bilmiyorum ama muhtemel kadrolarda yedekler arasında bile gözükmüyor Vucinic. O da olmayacaksa işimiz çok daha kolay olur zira Vucinic tam da bizim savunmaya dert olabilecek türden bir oyuncu. Bizim kadroda da kulübede gözüken isim Kuzmanovic Semioli'nin yerini alabilir maç günü, yedek kalabilir ama kesin olarak bunu söylemek büyük hata olur, Prandelli şu dakikadan sonra Gilardino'yu kaleye koysa şaşırmam çünkü. Bu sezon neler olduğu, nasıl gittiği malum. İyi derken kötüye gidiyor, tam eleştiriye hazırlanırken eleştirilen şeylerin doğrusunu yapıyor. Bu dalgalanmanın sonucu da Fiorentina'nın Şampiyonlar Ligi şansının azalması oluyor. Aynı zamanda benim gözümde Seri A'nın en yetenekli ama aynı zamanda en dengesiz iki teknik adamının mücadelesidir bu.

23.04.2009

Gitmek Mi ?

Transfer haberleri sadece bizde değil Avrupa'da da gündemi yavaş yavaş meşgul etmeye başladı. Henüz dumanı tüten senaryolardan biri de Lyon'un Benzema'yı göndermesi halinde Gilardino'yu kadroya katacağı yönünde.

Bugün basına gereken cevabı verdi Gilardino :

- "Fransa'yı seviyorum, mükemmel bir yer ve Paris'e de hayranım... ama Floransa'yı hepsinden daha fazla seviyorum. Fiorentina maceramdan mutluyum ve bunun uzun süre devam etmesini istiyorum."

Bu adamı bu yüzden seviyorum, Mutu gibi belirsiz değil, çok daha samimi. Ayrıca bugün yapılan basın toplantısında yönetici Corvino'nun açıklaması da düşündürücü ve sevindiriciydi. Prandelli ile uzun süre devam etmek istediklerini, Mutu'nun da gitmeyi istemesi veya kendisine teklif gelmesi halinde göndermeyi ciddi anlamda düşünebileceklerini belirtti. Gilardino gitmem diyor, Mutu gidebilir deniyor, rüyalarım gerçek oluyor...

22.04.2009

Pepe vs. Getafe

"Bunlar oksijenin beyine az gittiği dakikalar."
Ercan Taner, Spor Merkezi, NTV Spor

Rüya Gibi : L'pool 4-4 Arsenal / R.Madrid 3-2 Getafe

Bizim ülkede futbol yok, git gide güzel futboldan uzaklaşıp çağ dışı oyuna yaklaşıyoruz dedikçe dünyadakiler inadına güzel futbol oynuyorlar. Beşiktaş-Bursaspor maçı ile tempolu futbolu uzun zaman sonra görmüştük ligimizde ama bu akşamkiler yine kendi ülkemizde futboldan soğuttu bizleri. Hangi maçı izleyeceğime karar veremiyordum ki İngiltere'ye karar verdim her ne kadar İspanya'ya değişmeyecek olsam da. Şampiyonlar Ligi'ndeki Chelsea-Liverpool maçının hatrına oldu bu biraz da.

Liverpool yine 4-4'lük skorla biten bir maç oynadı Şampiyonlar Ligi'nden sonra. 2 dev rakibine 8 gol atması başlı başına bir olaydır ama aynı rakiplerinden attığı kadar yemesi skandaldır Liverpool adına. Reina'yı sırf İspanyol olduğu için 1 gömlek üstün görüyor Benitez ve bu da Liverpool için kötü sonuç vermeye devam ediyor. Yedekte duran Itandje bu maçlardan birinde oynasa 5 yemezdi, en kötü o da 4'te kalırdı ki Reina'yı gördükçe herhangi bir orta düzeyde kalecinin bu iki maçta toplam 8 gol yemeyeceğini kolaylıkla görebiliriz. Maçta Arshavin 4 tane attı, Arsenal'deki kariyerinin en büyük adımlarından birini attı, rotasyon kurbanı olmaması gerektiği konusunda işarettir bu belki de. Ayrıca Fabregas ve Arshavin'i yanyana görmek de her futbolsevere nasip olmayacak türden, insan imreniyor Arsenal taraftarlarına. Arshavin'i golleri sebebiyle böyle överken Liverpool savunmasına da teşekkür etmek lazım bize bu kadar gollü maç izlettikleri için. Liverpool değil de M'Boro savunması olsa tamam diyebiliriz de şu iki maçta kaleci ve savunmanın saçma sapan hataları belki de Avrupa'nın en büyük kupasını ve İngiltere Ligi şampiyonluğunu Liverpool'un kucağından aldı götürdü. Böyle bir takım bu denli basit hataları kabullenmemeli, artık Reina ve savunma konusuna ciddi ciddi el atılmalı. Benitez'in İngiltere standartlarından farklı oynattığı futboluna uygun olsun ve olmasın yaşlı kurtlar Hyppia ve Carragher'ın üzerine doğru düzgün iki isim koyamamış olmak kötü. Skrtel, Agger diye diye nereye kadar gidecekler çok merak ediyorum. Kalede gelecekleri sağlam gözüküyor, Twente'de kiradaki Mihaylov bir garanti olabilir de savunma için daha ciddi isimler gerektiği açık. Maç yazısından çok çıktık, saha içerisindeki oyunu unuttuk ama o oyunun ana teması buydu zaten. Aslında Fabianski Reina'yı kıskanmasa Arsenal'in tarihi farkından bahsediyor olabilirdik.
Gelelim gecenin diğer sanat eserine. Liverpool-Arsenal maçını izlerken Getafe'nin 2-1 öne geçtiğini öğrendiğim anda gözlerimi Real Madrid-Getafe maçına çevirdim. Bir baktım ki Raul topu santraya koyuyor, ben de 2-1 yapan taraf Real sanmıştım ki skor kısmında 2-2'yi gördüm. Guti serbest vuruştan köşeyi bulmuştu. Hemen ardından Pepe göstere göstere hem penaltı yaptırdı hem de en azından 3-4 maçlık cezaya davetiye çıkardı. Zaten son adamken indirdi rakibini ve kırmızı kartla birlikte bir de penaltıya sebep oldu, bu yetmezmiş gibi önce rakibine tekme salladı, isabet ettiremeyince bir daha sallayıp rakibinin sırtına hafif dokundu. Kırmızı kartı kesin olarak görecek bir adamın üstüne böyle rakibine saldırması akıl alır gibi değil. El Clasico'da yer almasını imkansız hale getirdi bu hareketlerle. Sonuçta Pepe gitti, penaltıyı Casquero kullanacaktı. Panenka penaltısı denedi ve top Casillas'ın ellerinde eridi. Üstelik Casillas kendi sağına hareketlenmişti ama top o kadar alçaktan ve kötü geliyordu ki kontrol etmesi zor olmadı. Bundan sonra bir gol daha olacağı barizdi bana kalırsa, Getafe yüklenecek rakip eksik diye, Real Madrid'de can havliyle saldıracaktı. Hücum hattında sezonun en kritik işlerinde başrolü oynayan adam Higuain Guti'nin serbest vuruşta topu yolladığı 90'a bir top da kendisi yolladı ve skoru 3-2 yaptı 90+3'te. Liverpool-Arsenal maçında 2 takımın da 4. gollerine mal oldu bu ama sonuna kadar değdi, pişman olduğumu söyleyemem.

Real Madrid bu sezon şampiyonluk kupasına sahip olursa kupayı getiren maçlar arasına ilk sırada yazarım bu maçı. Maç iki kere gitmesine rağmen Real Madrid 3 puanı yine kazandı bir şekilde. Guti'nin şu takımda değerinin bilindiği gün dünya yemyeşil bir yer olacak, savaşlar duracak, kötülük yok olacak..

Sivasspor-Fenerbahçe maçına Canım Ailem'in reklam aralarında ve özeti sırasında baktım. Onun üzerine böylesine iki maça tanık olmak yazının başında da belirttiğim gibi insanı derin düşüncelere doğru sürüklüyor.. Ya onlar ya da biz, bir tarafta sorun var. Cevabı ben vermek istemiyorum, tekdüze oluyor, tekrar oluyor.. Demek istediğim "onlarınki futbolsa bizimki ne abi" diye basit ve sığ bir tartışma değil tabii ki, mentaliteyle, kafanın içindeki yapıyla ilgili bu..

21.04.2009

Uykusuzlar

Kardeşim nasıl yaptı bilmiyorum ama Cihan Ceylan ile tanıştı bir kaç ay önce ve iletişim halindeydi. Haftasonu 14. İzmir Kitap Fuarı için imzaya gelmişlerdi İzmir'e. Cuma günü akşam Alsancak'a çıktıklarında kardeşimi ve beni de davet etti Cihan. Söylediği yere gittik önce Cihan'ı bulduk tanıştık ve pek de farkımız olmadığını anladık. İkimizin de zeka seviyesi denkmiş, standart bir deliden ya bir eksik ya da bir fazlayız. Cihan'la kardeşim daha önceden tanışmış olduğundan araya kaynayıp benim de kaynaşmam uzun sürmedi, bir noktadan sonra kardeşimi müziğe bırakıp laflamaya başladık Cihan'la. Laf arasında öğrendiğimiz detaya ikimiz de fazlasıyla şaşırdık, ben karikatürlerini internette yayınlıyorum diye başıma bir iş açmasın diye takılırken ekşisözlük'ten konu açıldı, yazdığım bir entry vardı kendisini Kemik zamanından tanımayanlara tanıtmak ve başarısını övmek amaçlı. Meğersem Cihan onu yazan kim diye merak ediyormuş, laf arasında da benim yazdığımı öğrenince çok şaşırdı sen misin gerçekten diye. Bir an duraksadım kim kimin okuyucusu, neler oluyor burada diye.

Bana Cihan Ceylan gibi bir arkadaş kazandırdığı için kardeşime ne kadar teşekkür etsem azdır.

Cuma gecesi görüştüğüm tek isim Cihan değildi tabii ki, dergi ekibinden bir çok kişi de oradaydı. Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy, Ender Yıldızhan, Memo, Cengiz Üstün, Bülent Üstün, Vedat Özdemiroğlu, Fırat Budacı, Yavuz Öztürk, Ersin Karabulut benim aklımdakiler. Sanırım orada başka isim yoktu, ertesi gün imzada Barış Uygur, Yılmaz Aslantürk ve Yiğit Özgür de dahil oldu bu ekibe.

Gece benim için en ilginç anlardan biri Uğur Gürsoy'un adımın Fırat olduğunu öğrendiğinde alkolün de etkisiyle boynuma sarılmasıydı süper adamsın diyerek, üstüne bir de tipim sakallar sebebiyle Faik'ten hallice olunca adam daha fazla sevindi. Gece boyu Cihan ve diğer çizerlerle laftan lafa koşunca canlı müziğin de etkisiyle bir yerden sonra koptuk gittik. Fazlasıyla keyifli bir gün geçirmiş oldum. Ertesi gün de imza sırasında gece gördüğümüz her çizerin tek tek hatırlayıp geceyle ilgili konuşması güzeldi, sanıyorum Cihan'ın da büyük etkisiyle böyle keyifli geceleri sık olmasa da bundan sonraki ilk İstanbul ziyaretimde veya kendilerinin olası İzmir ziyaretlerinde ara ara yaşayacağız.

İmza sırasında Bülent'in beni gördüğü anda yüzüme bakıp verdiği tepki gecenin en net ve temiz özetiydi aslında : "Ne zıplandı arkadaş be !"

Not Defteri #18

  • Sınavlar da geçti gitti ya, deli gibi Football Manager 2009'a verdim kendimi. Evdeki eski bilgisayarda nasıl işkenceler çektiğimi şimdi çok daha iyi anladım. Eskiden tek sezonu zar zor geçtiğim zaman diliminde laptopla 3 sezon ilerledim. Hal böyle olunca insanın içindeki istek artıyor. 3 boyut evdeki bilgisayarda çalışmamıştı, şimdi öyle bir şey söz konusu bile değil, beklediğimden çok çok daha iyiymiş onu gördüm. Kenardan joystick bağlasak ve PES/FIFA misali karşılıklı maç yapsak olacak, öyle güzel bir maç motoru olmuş.
  • Peri eve geleli 1 hafta olmuştu dün. 6 haftalık oldu ve ilk günkü halini göz önüne getirince biraz büyüdü. Şimdilik kuru mamayı yerken sorun yapıyor ama yaş mama ile karıştırıp bisküvili puding gibi içinde kuru mamaları yumuşatınca afiyetle yiyor. Ya da direkt olarak yavru kediler için içinde et/tavuk/balık/ciğer parçaları olan ezme mamalardan veriyorum. Önümüzdeki hafta kuru mamaya tamamen geçirmeye çalışacağım, yaş mamayı daha seyrek veririm. Ayrıca kum kullanma konusunda eve geldiği günden beri hiç sıkıntısı yok, ilk 3 gün suratıma miyavlayıp kendini kumun üstüne bıraktırıyordu, şimdi ona da kendisi gidiyor. Koltuklara da zıplayarak çıkamıyor ama tırmanarak çıkmayı öğrendi, yine de inerken bağırıp bizim indirmemizi istiyor.
  • Whiskas'ın tek öğünlük yaş mamalarının yavru kediler için olanlarını çoğu pet shopta bulamayıp Tansaş'ta buldum. Hani arayan vardır, bulamıyordur, belki ufak bir katkım olur. Gerçi La Cat'in yaş mamaları da gayet iyi, benim kız afiyetle yiyor.
  • Onur'a teşekkür ederim, Tat Cevizli Ezme konusundaki tavsiyesi için. Kavanozcuğu açmamla birlikte yarıma yakın ekmek yedim, akşama güzel yemek olmasaydı bitirirdim hepsini. Bununla ilgili teorim var, Etimek'in üstüne sürüp yemek, sanırım o zaman süper olacak, denemek lazım.
  • Ezme demişken, yemek yaparken kullanmaya ev tipi bir biber salçası arıyorum. Görenlerin duyanların insanlık namına haber vermelerini rica ediyorum. Böyle tuzlu olacak, tadı biraz keskin olacak, acısı pek olmayacak, rengini yemeğe iyice verecek. Arıyorum bunu, Tat veya Tamek'in ürünleri güzel değil, tatsız tuzsuz domates salçalarından farkları yok biber salçalarının.
  • Herşeyi geçtim de, İzmir'de marshmallow alabileceğim bir yer varsa ve bunu bana söylemiyorsanız çok ayıp ediyorsunuz. Gerçekten. Eti Puf veya Halley alıp onların içindeki marshmallow ile kendimi kandırmak istemiyorum. Büyük büyük almalıyım, bulut gibi olmalı, koparıp yemeliyim. Bu adam bu yaşına geldi ama hala böyle küçük detaylar peşinde. Yine de siz ciddi değilim sanmayın, gerçekten İzmir'de marshmallow satan bir yer biliyorsanız ve bunu bana iletirseniz büyük bir iyilik yapmış olacaksınız.

20.04.2009

Superclásico : Boca 1-1 River

Bizim ülkemiz gariptir, dünyanın en büyük derbisi Arjantin'de deriz, bizim Galatasaray-Fenerbahçe maçlarımız yaklaştı mı anında en büyüğü bizimki deriz. Genelde ayrı zamanlarda oluyordu bu iki büyük maç. Bu defa fikstürün ve takvimin güzelliğiyle ikisini daha iyi kıyaslama imkanımız doğdu, en büyüğün bizimki olamayacağı güzelce gözüktü. Tribünde maç öncesi rakiplere küfredip maç başlayınca eline geleni sahaya atmakla olmuyor. Bu noktada her iki taraf için konuşuyorum, Ali Sami Yen veya Şükrü Saraçoğlu'nda diye bir ayrım yok, zira iki stadın da farkı yok birbirlerinden. Bundan 2 derbi sonra biri Ali Sami Yen yerine Türk Telekom Arena olacak, değişen bir şey olmayacak.

Bizde futbolsuz geçen büyük takım maçları ve geçen haftaki dünya derbisinden(!) sonra böyle bir derbiye ihtiyacımız vardı, iyi oldu. Riquelme yoktu ama River'ın belalısı Palermo sahadaydı, karşı tarafta ise oynamayacağı konuşulan Falcao sahadaydı. Küçük dev adam Buonanotte ise yedek başladı. Boca ev sahibiydi ve son şampiyon olarak çıkıyordu River'ın karşısına, hal böyleyken maça daha baskılı başlayan taraf oluşlarını yadırgamamak lazım. River da arada denemelerde bulundu ilk yarıda ama karambolden öteye gidemediler buldukları pozisyonlarda. Bir kaç duran top yakaladılarsa da pek başarılı olamadılar. Aslında beklentilerim River'ın seri kontralar bularak Boca'nın baskısına biraz engel olması yönündeydi. İki tarafta hücum hattında benzer bir dengesizlik vardı, daha tecrübeli olan isimler Gallardo ve Palermo hücumda takımları adına etkili olurlarken daha genç olan isimler Falcao ve Palacio fazlasıyla pasif kaldılar. Abilerine ayak uydurmayı başarsalar gol sayısı 2 de kalmazdı biz de daha gollü bir derbi izlerdik.
Sahadaki oyun anlamında ikinci yarı ilk yarının kaldığı noktadan devam etti. Boca golü bulur gibi duruyordu, izleyenleri de yanıltmadı. Palermo'nun golü Kewell'ın Bordeaux maçındaki golünü anımsattı bir an. Sol ayağıyla tam köşeye izlemeye doyum olmayan bir vuruş yaptı. Bu golden sonra Boca etkinliğini kaybetmeye başladı, skora yatar bir görüntü oluşturdular. Sahne River'ın olmaya başladı yavaş yavaş. Buonanotte girip fare gibi sağa sola koşturarak ortalığı karıştırmaya başladı. Boca'nın golünün 9 dakika sonrasında orta mesafede bir duran topta Gallardo topun başına geldi. Topu köşeye yolladı, Palermo'nun aniden açıyı bulup attığı güzel gole duran topla cevap verdi O da. River'ın golünden sonra oyun yine eskiye doğru döndü ama River biraz daha cesurdu, tek fark o oldu. Bize de golden sonra kalan 21 dakikayı zevkle izlemek ve bir Superclasico'nun daha bitişini beklemek kaldı.

Maç içerisinde olay çıkmadı diye hemen bizim derbide çıkan olayları konuşmayı doğru bulmuyorum. Bugün çıkmamış olabilir ama yarın çıkmayacağının garantisi yok. Ancak olay ne olursa olsun onlar keyif alıyor, bizler birbirimizi yemekten öteye gidemiyoruz. Aradaki fark bu, yoksa ikisinde de olay çıkar-çıkmaz, bu o dönemki anlık gelişmelere takımların kendi içlerindeki durumlara bağlıdır. Olaylı veya olaysız, bir gün Superclasico gibi olayları ve gerginliği bol ama futbol zevki ne olursa olsun ölmeyen bir derbiyi bizler de kendi ülkemizde izler miyiz acaba ?..

19.04.2009

Zaman Kaybı : İstanbul BŞB 0-1 Galatasaray

Sezonun en sıkıcı maçlarından biri mi desem en sıkıcı olanı mı desem karar vermekte zorlanıyorum. Klasik olarak eldeki mevcut malzeme ile sahaya sürülebilecek en iyi kadro buydu. Serkan Kurtuluş'a gün doğdu Sabri'nin cezası ile, Arda'dan doğan boşluğu da Lincoln ile kağıt üzerinde doldurulunca kadro belirlenmiş oldu. Benim için en büyük sürpriz ilk 11'de değil yedeklerdeydi. Mehmet Güven kadroda değildi ki NTV Spor maç öncesi yayınlarda kendisini 11'e bile koymuştu. Başlama düdüğü ile birlikte futbol uçtu gitti, antrenman havasında bir şeyler oynandı. İlk yarıda kayda değer tek şey Emre Güngör'ün yine sakatlanmasıydı. Bu adam tam iyileşmeden ısrarla niye oynatılıyor anlamak çok güç. Bırakın bu sezonu gözden çıkarın Emre için, yeter ki oynasın, yeter ki sağlam olarak geri dönsün. Maçın geneli hakkında futbolun konuşulacak tek yanı vardı o da goldü. Semih Kaya kazandığı topla hücumu başlattı, Nonda geçen sezondan örnekler sergiledi, iki oyuncuyu tek harekette bitirdi, kaleciyi geçen ve boş kalenin önüne süzülen pasını da Baros içeriye atıp kalan 6 maçta Şampiyonlar Ligi için "Acaba ?" sorusunu gündeme getirdi Galatasaray'da. Yine de bu tamamen bizden bağımsız, benim içimde pek umut olmasa da rakipler ilginç puan kayıpları ile bizi potaya sokabilirler. Eğer herşeye rağmen bir umut olacaksa içimizde, bunun sebebi Cevat Güler olur, geçen sezonu oyuncularının gözleri önünden bir film şeridi gibi geçirirse belki Şampiyonlar Ligi için şansımız olur. Tekrarlamış olacağım ama bu satırları yazarken bile böyle bir şeyin olmasına fazla ihtimal veremiyorum.
Futbol gole kadardı, golden sonra yine sıkıcı futbol devam etti. Nonda'nın bir anda eskiyi hatırlaması ve Semih'in yeteneğinden ibaretti koca maç. Burada adını anmışken Semih'ten devam etmek istiyorum hemen. Hazır değil bahaneleri ile Avrupa ve ligde bugüne kadar forma verilmedi, bugün oynadığı oyunla teknik ekibin 1.5 aydır ne kadar büyük hata yaptığını gösterdi. Golde oyunu başlatan isim olduğu gibi savunmada hiç de 18 yaşında ilk kez ligde oynayan bir genç gibi durmadı. Emre ile oynadı sayılmaz ama Hakan Balta ile gayet uyumluydu. Zamanlamaları yeninde, kademeye benim diyen stoperlerden daha iyi giriyor, hava toplarına da hakim gözüktü ama zorlandı bir kaç pozisyonda ki fiziğini geliştirdiği zaman yüksek toplarda da başarılı olacaki. Sezonun geri kalanında kendisini daha sık sahada görmeliyiz. Eğer bugünkü oyunundan kötüsünü oynamazsa önümüzdeki sezon kadronun değişmezleri arasında olması için bir engel yok. Maçta dikkate değer diğer iki isimden biri Harry Kewell oldu yine. Maç boyu bir tek kötü iş yapmadı, futbol yoktu, maç berbattı diyoruz ama Kewell nasıl bereciyorsa futbolun olmadığı maçlarda bile bir şekilde göze batıp alkışlanmayı başarıyor. Beğendiğim diğer isim Serkan oldu, Sabri'nin yokluğunda ne zaman forma giyse bir sağ beki nasıl özlediğimizi gösteriyor. Uğur da iyileştikten sonra Capone-Ümit Davala ikilisi gibi bir ritm yakalamaları hoş bir hayal aslında. Umarım olur bu, Sabri'ye hiç mi hiç gerek yok orada.

Son olarak Cassio Lincoln demek istiyorum. Oynamadığı zaman taraftar ve teknik kadroyu birbirine düşüren adam hem Fenerbahçe hem de Belediye maçlarında görüldü ki oynadığı zaman en ufak bir değişiklik yaratmıyor. Keşke şu iki maçtan birinde ufak bir fark yaratmış olsaydı da hakkında biraz iyi konuşabilseydik.. Tribüne size tapıyorum diye hareket yapmak kadar kolay değil sahada çıkıp işini yapmak.

Udinese 3-1 Fiorentina

Haftaiçi bahsedilen orta saha problemi bir haftalık sıkıntıdan çok önümüzdeki sezonun kaderiyle oynayabilecek bir kayba sebep oldu. Udinese deplasmanının zorluğunu göz ardı etmiyorum ama daha iyi bir oyunla yenilebilirdik. Böyle olması kötü oldu biraz. Bu haftanın önümüzdeki sezonun kaderine etki edecek kadar kritik olması Genoa'nın içeride kaybettiği 3 puandı. Hesapta olmayan bir haftada 4. sıraya yeniden geçebilirdik.

Maça Udinese üstün başladı, öyle de gitti zaten. Galatasaray maçı ile arada 15 dakikalık fark olması dönüşümlü izlerken rahatlık sağladı. Penaltı golünde pozisyon yoruma açık olsa da hakem olsam ben de penaltı noktasını gösterirdim. Dainelli önce sırtını dönüp sonra elini vücuduna götürüp saklamaya gayret etse de giden şutu koluyla engellemiş oldu. D'Agostino da sert ve yerden vurdu, 2-0 yaptı. Penaltıdan sonra Galatasaray maçına dönüş yaptım. Tekrar döndüğümde 2-1 olmuştu, golümüzü kaçırdım. Kaptan Dainelli penaltıdaki hatasını telafi etmişti aslında ama skoru dengeler miyiz heyecanı pek uzun sürmedi, sevincimizi daha sindirememişken 2 dakika sonra D'Agostino cevabı verdi ve 3-1'lik yenilgi ile noktaladık haftayı. Günün ve tüm haftanın en karlı ismi Roma oldu, Lecce karşısında 2-0 öne geçip 2-2'ye engel olamasalar da 3-2 kazanmayı başardılar. Önümüzde Genoa vardı, Roma'dan kopmuş durumdaydık ama bu hafta yeniden 4. sıra mücadelesi 2 takımdan 3 takıma yükseldi. Yeniden sayıyı 2'ye indirmek bizim elimizde, bundan sonra iki maç üst üste Artemio Franchi'de oynuyoruz. Önce Roma, sonra Torino ile.. Cumartesi akşamı Roma'yı geçip derin derin nefes almalıyız arayı yeniden açarak.

2009 Çin GP


Bu defa yarışı izleyemedim, Çin'i pas geçmiş oldum bu sezon. Yağmur ve güvenlik aracıyla başlayan yarışta Ferrari tarih yazmaya devam etmiş, puansız ayrılmışlar yine. McLaren ilk 2 yarışta tek puan alıp bu yarışta 7 puan almış, ümitlendim yeniden. Bu difüzör kapağından doğan fark daha çok baş ağrıtacak anlaşılan.

Yarış Sonucu :

Pilotlar ve Markalar :

Luca Toni'den Floransa'ya

"Floransa'ya geldiğimde ilk görüşte aşık olmuştum. Inter'den teklif gelmişti ama orada olmamam gerekiyordu. Fiorentina -15 puan ceza almıştı ve zor durumdaydı. Başkan Della Valle ile bir kaç dakikalık görüşme yapmam takımda kalıp Fiorentina için elimden geleni yapmam için yeterli oldu. Takımı bu çirkin durumdan kurtmamız gerekiyordu. Doğru bir karar verdiğimi anladım ve hiç pişman olmadım, takımdan ayrılırken başka bir İtalyan kulübüne gitmeyerek taraftarları da üzmemiş oldum."
Luca Toni, Sky TV, Nisan 2009

Superclassico'ya Doğru

Dünyanın 1 numarası bizde diye övüneduralım biz ama kırmızının ve lacivertin çarpıştığı gerçek derbi için saatler kaldı. Futbolseverlerin çoğunluğu Arjantin'de bu iki takımdan birini sevdikleri için ülkemizde geçen haftaki rekabetin üzerine benzer atışmalar tekrar yaşanacak, River bizim Boca sizin diyerekten.. Kendimi ilginç gördüğümden değil ama ben bu derbinin iki tarafıyla da ilgilenemiyorum, yani Arjantin sınırları içerisinde bir takımım olacaksa bu iki takımdan biri değil o. Blogda daha önce adını andığım bir Independiente sevgim var, o efsane şampiyonluk dönemlerinden gelen bir sempatiyle başlamıştı, o günden bugüne aynı sevgi-sempati değişmedi bende, hatta eskiye göre daha fazla ilgiliyim kendileriyle.

Dışarıda oynanan futbola ilgi duyan büyük çoğunluk iki takımdan birini tutarak izleyecek bu derbiyi, ben de tarafsız olarak ekranın başına oturup dünyanın en büyük derbisini o kazansın bu kazansın stresi yaşamadan izleyeceğim her zaman olduğu gibi. Bu derbiden sonra skora göre her iki tarafı da kızdırabilme ihtimali bile keyif veriyor..

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO