19.12.2011

Geciken Derbi: Siena-Fiorentina

Sezon başı grev olmasa sezonun açılış maçı bu Toskana derbisi ile olacaktı. Ertelenen ilk hafta maçları 20-21 Aralık tarihlerinde oynanacak ve açılış maçı yarın(salı) 19.00'da bu derbi ile olacak.

Fiorentina'da Cassani, Kroldrup gibi isimler kadroya girme hazırlığındalar. Ayrıca son maçta görev alan Salifu'nun yokluğunda orta sahaya sarı kart cezasından dönen Montolivo katılacak. Bu maç Montolivo'nun son maçı bile olabilir Fiorentina'da. Bu erteleme haftasından sonra Milan, Inter ve Juve aynı anda saldıracaktır Montolivo'ya. Hep dedim ya, bari şu adamdan üç beş bir şeyler kazansak da boş gitmemiş olsa... Mesela gelen parayla eski oyuncumuz Palombo'yu alabiliriz. Sampdoria'dan ayrılacağını açıkladıktan beri en ciddi talibi Fiorentina oldu zaten.

Maçla önemli birkaç bilgi verip yarını beklemeye başlayalım:
  • Siena son dört maçtır kaybediyor.
  • Buna ek olarak tam 11 maçtır üst üste gol yiyorlar.
  • Siena bu sezonki dört galibiyetinden üçünü kendi sahasında aldı.
  • Aynı zamanda Fiorentina da Serie A'da Delio Rossi yönetimindeki son beş maçında bir galibiyet alabildi. Alınabilen toplam puan da beş.
  • Fiorentina bu sezon deplasmanda hiç kazanamadı. Oynanan yedi maçta beş yenilgi var.
  • İki takım arasındaki son 12 lig maçında Fiorentina'nın altı, Siena'nın üç mağlubiyeti var.


18.12.2011

AC Milan Caffe e Ristorante

Japonya'nın Nagoya şehrinde dünyada türünün ilk örneği denebilecek bir cafe açıldı. İlk örnek olması ise AC Mlan'ın cafeye resmi sponsor olması, yoksa onlarca cafe vardır takım konsepti ile açılan.

Cafe sahibi olan 28 yaşındaki Arimasa İvata, müşterilerin sık sık neden Nagoya'da böyle bir işe girişildiğini merak ettiğini belirtiyor ki İtalya'da bile Milan'ın resmi olarak finansal destek sağladığı bir cafe yok.

Bağlı olduğu şirketten ayrılıp Milan ile görüşmelere başlayan İvata Ekim 2011'de AC Milan Caffe'yi açtı. İtalyan mutfağından yemekleri servis eden cafede aynı zamanda şarap ve espresso da menüye dahil. İtalya'da, özellikle de Milano'da lezzet anlayışı neyse aynısını taşımayı hedeflemiş bu Japon arkadaş. Şöyle diyor cafe ile neyi amaçladığı konusunda: "Japonya'dayken insanların kendilerini İtalya'da gibi hissedecekleri bir yer yaratmak istiyorum."

Cafe mantık olarak takımın renkleri kırmızı ve siyah ağırlıklı dekore edilmiş, dört bir yanında takımla ilgili fotoğraflar, eşyalar, imzalı formalar bulunmakta. Ayrıca cafenin logosu da Milan tarafından dizayn edilmiş.

Müşteriler Milan'ın her maçını 100 inch boyutundaki dev ekrandan izleyebiliyorlar, ayrıca Japon Milli Takımı maçları da yayınlanıyor. Bu harika imkana rağmen İvata cafenin spor temalı bir bar değil cafe-restoran olarak piyasada yer etmesini istiyor.

Milan aynı zamanda Aichi'de çocuklar için bir futbol okulu da açtı ve İvata il/şehir/eyalet -bilemedim ne desem- başkenti/merkezi olan Nagoya'da böyle bir cafe sahibi olmasının kendisini daha da cesaretlendirdiğini söylüyor.

Nisan ayı sonlarında, futbol okulunun açılışından etkilenen İvata tesislere sık gidip gelerek bir yandan da Milan ile cafe konusunda görüşmelere başlamış ancak tüm bu görüşmeler futbol okulunun dışında olmuş.

İvata, Milan'ın işbirliğine çok sıcak baktığını ancak İtalyan ve Japon yasalarındaki farklılıkların süreci uzattığını ve bu yüzden ilk görüşmelerde iş teklifini geri çekmek zorunda kaldığını söylüyor. Ancak genç girişimci devamında başarıya ulaşıyor tabii ki.

Cafenin açılışından sonra kulüple görüşmeleri hiç aksatmayan İvata fırsat bulabilirse oyuncuları cafeye davet etmek gibi planları olduğunu söylüyor. Ayrıca şöyle bir beklentisi var: "Japonya'nın teknik direktörü Zeccheroni eski bir Milanlı. Umarım yolu buraya düşer, ne zaman isterse..."

16.12.2011

UEFA Avrupa Ligi 2. ve 3. Tur Kuraları


Avrupa Ligi'nde son 32 ve son 16 kura çekimi Steaua Bükreş ve Kızılyıldız ile iki kez Şampiyon Kulüpler Kupası kazanmış, 2012 finalinin de ev sahibi olan Romanya'nın ünlü defans oyuncusu Miodrag Belodedici ile birlikte çekildi.

İlk olarak Türk temsilcilere bakarsak seri başı olarak kuraya giren Beşiktaş, geçen yılın finalisti Portekiz temsilcisi Braga ile karşılaşacak. Beşiktaş'ın yabancılarının çoğunun Portekizli olması eşleşmeyi enteresan kılıyor. Braga'yı elediği takdirde ise Lazio-Atletico Madrid galibi bekliyor ki oldukça zorlu bir yol gözüküyor. Trabzonspor ise kuvvetli bir Hollanda ekibi olan PSV'yi çekti kendine rakip olarak. Kağıt üstünde zor bir eşleşme olarak gözükse de, Hollanda ekibinin Şampiyonlar Ligi'nden bir mağlubiyetle ve son anda elenmiş bir Trabzon'dan çekineceğini düşünüyorum. Trabzonspor bu turu geçerse Stoke-Valencia eşleşmesinin galibi ile eşleşeceğini de ekleyelim. Trabzon'un yine bir kura şanssızlığına da tanık ediyoruz desek yanlış olmaz. Ancak her iki takımımızın da doğru planlama ile aşılabilcek engelleri olduğunu da belirtmek lazım.

Özellikle Şampiyonlar Ligi'nden Avrupa Ligi'ne geçen çok sürpriz takımlar, turnuva standartlarının çok üstünde eşleşmeleri beraberinde getirdi. İlk iki kurada Porto-Manchester United ve Ajax-Manchester City eşleşmeleri ile beraber Lazio-Atletico Madrid maçları da kupanın izlenirliğini oldukça artıracaktır.

Maçlar 16-23 Şubat 2012 tarihlerinde oynanacak, ancak aynı kentin takımlarının olduğu maçlarda (Manchester takımları gibi) maçın biri çarşamba günleri yani 15-22 Şubat 2012 tarihlerinden birinde olacak. Umarız yeni yayıncı kuruluş açık kanallardan yayınlanan maç sayısını artırır ve futbolseverleri mutlu eder.

UEFA Şampiyonlar Ligi 2.Tur Kuraları


Şampiyonlar Ligi'nde son 16'nın kuraları bugün öğleden sonra Paul Breitner'in katılımıyla gerçekleşti. Mucize eseri ikinci turu gören O. Lyon, seri başı takımlardan en tercih edilecek olan Apoel FC'yi çekti. Seri başı olan iki İngiliz takımına İtalyan takımları çıktı. Napoli-Chelsea ve Milan-Arsenal eşleşmelerini gördük.

Breitner ise efsane olduğu takıma en yakın deplasmanı çekti desek yalan olmaz. B.Münih, Google Maps verilerine göre 400km civarı bir mesafe katederek Basel ile karşılaşacak.

Maçlar 14/15 ve 21/22 Şubat 2012 tarihlerinde oynanacak. Şimdiden güzel maçlar bizi bekliyor diyebiliriz.

Natali Milan'a Mı?

Milan'da 15. hafta maçları sonrasında sakatlık haberlerine bir yenisi daha eklendi ve Mario Yepes'in uzun süre sahalardan uzak kalacağı açıklandı. Milan da Yepes'in yerine ligin ikinci yarısını idare edecek yeni bir stoper arayışına girdi.

Sağ ayak bileğindeki sakatlık nedeniyle tahmini 10 hafta sahalardan uzak kalması beklenen Yepes'in yerine ilk alternatifin Cesare Natali olduğu söylenmekte. Önümüzdeki yaz sözleşmesi sona erecek olan Natali'ye Milan'ın zaten bir teklif yapması bekleniyordu. Milan bu sakatlığı ve aciliyeti, Natali'nin yaz gelince Bosman kuralları ile serbest kalması ihtimali ile birleştirip Fiorentina'ya basit bir teklif yapıp işi bitirme niyetinde. Bizimkiler inat etmesinler, kazanabilecekleri bir şeyler varken kazansınlar adam gibi...

 Belki ufak ve işe yarar bir takasa girilebilirdi ancak işte şu bedavaya gidebilme olayı ve Milan'ın aç alıcı konumunda olmasına rağmen aynı zamanda tok alıcı kozunu da elinde tutması takas veya iyi bir para kazanma ihtimalini sıfıra indiriyor.

13.12.2011

Montolivo Nereye Transfer Olacak?

Fiorentina'dan ayrılma kararını kafasına koyan Montolivo hakkında konuşan isimlere bir yenisi daha eklendi. Atalanta yöneticisi Pierpaolo Marino, Floransa'dan er ya da geç ayrılacak olan yıldızın nereye gideceğini bildiğini ve bundan emin olduğunu söylüyor. Montolivo büyük ihtimalle Ocak 2012'de Fiorentina'dan ayrılacak, kalırsa da en fazla sezon sonuna kadar kalacak.

Montolivo için en güçlü iki aday olarak Milan ve Juventus'un adı geçiyor ancak Marino kendisinin başka bir yere gideceğini söylemiş. Bugün Lady Radio'da yaptığı açıklamada şöyle demiş Marino: “Ben Fiorentina'dan ayrılacağını söyleyeli neredeyse iki yıl oluyor, Inter'e gideceği fikrimde de ısrarcıyım. Gazeteler başka takımlar hakkında konuşuyor olabilirler ama bence kendisi mavi siyahlı formayı giyecek her şeyin sonunda."

Fiorentina, Montolivo'ya 2010 yılının ortasından beri her seferinde daha farklı ve oyuncunun isteğine yakın teklifler yapıyor ancak bir buçuk sezon geride kalmasına rağmen neredeyse on teklifin hepsini reddetti kendisi. E haliyle de Floransa'da kalması için bir sebep yok. Inter-Juve-Milan üçlüsünden az bir para ve yanında işimize yarayacak kaliteli bir-iki oyuncu alarak konuyu kapatmamız lazım.

Amrabat'a Tercüme Hatası

Lig TV2'de yapılan maç sonu röportajında Amrabat tercüman yoluyla İngilizce cevaplıyor soruları ve bakın o tercüman Galatasaray konusu sorulmaya başladığı zaman nasıl sansürlüyor kendisinin söylediği kritik cümleleri:

Şu şekilde kısaltmamızı yapalım: "S: Spiker, A: Amrabat, T: Tercüman"

S: Kayserispor taraftarının da çok merak ettiği bir soru var. Galatasaray başkanı Ünal Aysal, Amrabat'la ilgilendiklerini söylemişti. Amrabat Kayseri'den ayrılacak mı?
T: Chairman of Galatasaray has said that They're inserested in you and supporters of Kayseri would like to know if you are going to stey here or if you are going to leave the club in the future? (Amrabat cevapta şimdilik kalan iki maça odaklanacağını söyleyip Galatasaray ile ilgili kısma geçiyor, oradan devam edelim)
A: Galatasaray is one of the biggest clubs of Turkey, for me the biggest club. I dream to play there. If they want me i want also to go but for now I only focus on Kayserispor. In January we gonna see but I gonna say that Galatasaray is dream for me.
T: Tabii ki de Galatasaray çok önemli bir takım, çok büyük bir takım, Türkiye'nin en büyük takımı. Ben de orada oynamak tabii ki de isterim ama şu anda sadece şu anı düşünüyorum ve başarıyı düşünüyorum. Sezon sonunda ne olur artık göreceğiz.

S: Çok büyük bir takım Galatasaray. Önemli bir takımdan böyle bir teklif almak heyecan veriyor mu kendisine?
T: Are you excited at the moment?
A: Of course, it's a dream. So, a big club, when a big club offer top clubs in Europe want you is a big dream. And... What i gonna say? I hope my dream is coming true.
T: İnşallah rüyalarım gerçekleşir belli olmaz tabii belki de ama büyük bir takım, rüyalarımın takımı diyebiliriz.


Amrabat'ı koyu, tercümanını ise italik yazdım karışmasın diye. Tercüman'ın konuşmalarda kritik noktalar mevcut. Öncelikle gördüğümüz üzere Amrabat sadece iki maça odaklanacağını ve ocak ayında teklif gelmesi durumunda Galatasaray'a gideceğini belirtiyor. Tercüman ise Amrabat'ın ağzından "sezon sonunu görelim" ifadesini kullanıyor.

İkinci kısım ise benim takıldığım esas kısım. Amrabat, Galatasaray'a gitme konusunda can atarken tercüman tam aksine Amrabat'ı politik konuşuyormuş ve hafiften de transfer için gönülsüzmüş gibi tercüme ediyor. Amrabat'ın sadece Avrupa'nın büyük takımlarından birine gitmenin hayallerini süslediğini belirtmesine rağmen "belli olmaz" diyor, "rüyalarımın takımı diyebiliriz" diyor. Amrabat heyecanla "hayallerimin takımı" ifadesi kurarken tercüman Amrabat'ın hafiften gönülsüz olduğuna dair çeviriyor inceden...

Tamam büyük bir sorun değil, çok da mesele edilmeyebilir ancak Süleyman Hurma'nın her an her dakika "Galatasaray'a şekersiz çiklet bile satmam!" minvalindeki açıklamalarına bakarsak ortalığı farklı yönde karıştırmaya yetecek bir çeviri bu.


Amrabat gelmeye can atarken kendisini çeviren kişi "ne şiş yansın ne kebap" tadında açıklama yapıyorsa Süleyman Hurma da konuştukça konuşur, daha çok bağırır TFF'ye UEFA'ya şikayetler ediyoruz diye.

12.12.2011

"Ruh"

Şu beklenen ruh gelir mi, gelmez mi, yoksa gelmiş midir bilmiyorum ama yeniden benzer bir ortam oluşacaksa şu iki karenin çok büyük anlamı var bu konuda. Bir de tabii şu Trabzonspor deplasmanı sonrası röportajlarda Ujfalusi-Semih ikilisi konuşmaktayken Engin-Eboue-Kazım üçlüsünün aniden gelip canlı yayını basması da basit ama önemli görüntüler.

Takımda olumlu bir ortam olmasa en basit örnekle şu olurdu: Ujfalusi, Eboue'nin deli deli hareket etmesine tepki gösterir hiç umursamadan konuşurdu. Ancak adam ciddi konuşurken tekleyip gülümsemeye başlıyorsa durum onun da hoşuna gidiyor belli ki.

Şu görüntüleri geçen sezon iki üç grup halinde görürken artık takımdaki herhangi birkaç oyuncudan görebiliyor. Önemli. Çok önemli.

9.12.2011

1319 Gün & 2102 Gün ve Dahası...

Görüntü son Fenerbahçe galibiyetinin yaşandığı maça ait. Fenerbahçe 18 Mart 2011 günü oynanan maçta saatler 22.45'i gösterdiğinde 2-1 ile Arena'dan galip ayrılan taraf oluyordu. Peki medya önümüzdeki maçta, Kadıköy'de yani, Fenerbahçe 350-400 gün arası kazanamıyor olduğunda günleri ve saatleri sayacak mı?

1319 gün inadıdır tutturulmuş gidiyor. Bu derbiye dek bir kişi de çıkıp 29 ile 365'i çarpmadı, sonra aynısı yapıldı mı çirkef olan biz oluyoruz.

Ya da şunu saymaya ne dersiniz? Fenerbahçe, Türkiye Kupası maçlarında 8 Mart 2006 gününden bu yana, 9 Aralık 2011 itibarıyla tam 2102 gündür Galatasaray'ı yenemiyor farkında mısınız? Olası bir Türkiye Kupası eşleşmesi sonrası "İki bin bilmem kaç gündür..." diye lafa başlayacak mısınız yoksa unutacak mısınız?

2102 gün, o hep gündem yapılan 1319'dan büyük. Bu kadar.  Kaç kere Türkiye Kupası'nda eşleşiliyor da 2000 günü sayıyoruz diyen olursa da yapacak bir şey yok, kurada denk gelmemiş olabilir. Nasıl ki 1319 günde ayda bir maç yapılmıyorsa, kupada da her sezon maç yapılmak zorunda değil... Nasip. Kısmet. Sayacaksanız yedi maç dersiniz olur biter, üç sezon dersiniz olur biter ancak sırf çok gözüksün diye günleri ve saatleri falan sayacaksak işimiz iş.

Neyse uzatmayalım, madem gün sayma gibi bir derdimiz var, sizin için biz sayıyoruz sağ üstteki sayaçta. 18 Mart 2011 günü oynanan derbiden itibaren her bir saniyeyi bile sayıyoruz sonraki maçta Lig TV ve diğer yayıncılar zorlanmasınlar diye. Böyle de dev hizmet yapıyorum sevgili medyamız(!) için.

8.12.2011

Önce Emre Çolak, Sonra Derbi: GS 3-1 FB

Ben bu maçtan ziyade aylar öncesine giderek başlamak istiyorum. Kendi açımdan bakacağım çünkü. Beni tanıyanlar ve okuyanlar biliyorlardı Fatih Terim karşıtlığımı. İlk günden son güne tek şart koymuştum kendisine destek olmak için: Altyapıdan bir oyuncuyu ilk 11'in değişmezi yapması. Körün istediği bir göz misali, Semih Kaya için mutlu olurken bir anda Emre Çolak'ı da kazandık.

Kazandık diyorum çünkü derbi sonrası bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Emre'nin gollerle başladığı Denizli Belediyespor ve Antalyaspor kupa maçlarından sonra Emre'yi kazandık desem abes kaçardı ancak bu derbi bir oyuncunun kariyer basamaklarında çok önemli bir yer teşkil eder. Semih o eşiği Beşiktaş maçında geçmişti, sıra Emre'deydi ve o da kendisine destek olan herkese o desteğin hakkını verdi. Yani demem o ki, ben bir tane genç oyuncuya çoktan tav olmuşken üzerine iki yıldır her şartta destek olduğum Emre Çolak'ı görmek tarif edilebilecek türden bir mutluluk değil. Derbiye ne kadar sevindiysem Emre'ye de o kadar sevindim.

Emre Çolak hamlesini bekliyordum aslında ama en iyi ihtimalle 45. dakikada oyuna girer diye düşünmüştüm. Bekleme sebebim de Gençlerbirliği maçında Riera'nın yerine girip kanattan etkisi olmayan takımın kanattan bir gol bir de ciddi gol şansı bulmasını sağlaması oldu. Bugün de Engin'in cezası nedeniyle doğacak o Selçuk-Melo ikilisini destekleyip çok koşacak adam eksikliğini kapattı. Özellikle ilk 20 dakikadaki baskıda Engin'i gözler hiç aramadıysa Emre'ye büyük bir alkış gitmeli bir kez daha.

Bu noktada hemen Terim'in sahaya sürdüğü isimlere dönelim. Hemen hemen kafalardaki kadro çıktı ki tek sürpriz Emre Çolak'tı. Yabancı kontenjanı yüzünden Riera kenarda olacaktı ve yerine herkes Ayhan'ı beklemişti. Neyse ki Terim dört gün evvel güven kazandırdığı Emre'yi sürüp olası bir Ayhan kanserine engel oldu. İleride iki golcü ile çıkmak kimine göre eleştiri konusu olsa da eleştiren kesimden Baros'un penaltı noktası civarından kaçırdığı basit gole bakmalarını isterim. Elmander-Baros ikilisinin birkaç maç sürekli oynayıp uyum yakalarlarsa rakip için ne denli korkunç olacaklarının kısa bir özetidir.

Yine birkaç pozisyonda iki oyuncu da kendileri gitmeyi tercih ettiler ancak unutulmamalı ki televizyondan görüldüğü kadar açık görmüyor oyuncular. Uyum sorunu bu bencilliklerin çıkış noktası ve oyuncu o an arkadaşının çok daha müsait olduğunu göremez, oynadıkça geçer. Zamanında Arif-Hakan ikilisi de hemen yapbozun parçaları misali başlamadılar, onlar da ilk etapta uyum sorunu yaşadılar ancak sonra ne hale geldiklerinden uzun uzun bahsetmeye gerek yok. Oyun tarzı olarak benzer bir ikili değiller ancak uyum süreci ve sonunda gelmesi muhtemel başarı süreci olarak epeyce benzeyeceklerdir umarım. Yanlarına ara sıra Kazım katkısı da geliyor ancak Kazım'ın Fenerbahçe'ye karşı özel durumu var ve bu iki pozisyonda can sıkıcı bir şekilde döndü bize. Bomboş arkadaşlarına pas atmayıp koşup gelip kaleye atmak yakışmadı Kazım gibi bir şekilde kendini sevdiren adama. Sevmeyenleri de var hala ama neyse, saygı duymak lazım. Kazım'ın biraz daha ciddiyeti elden bırakmadan oynaması lazım bu maçlarda. Özellikle Kadıköy'de hırsı ve intikam duygusunu konsantrasyonla ve sakinlikle dizginlemesi lazım, yoksa işi zor olur. Gerçi bu ayarda giderse Semih ve Emre'den sonra Mertan'ı da kazanmayı konuşuyor oluruz...

İlerideki iki oyuncunun da dinlenerek sırayla geriye gelip pres yapmaları gözden kaçmamalı. Hatta Baros'un Elmander'i ileride daha çok tutup dinlendirmesi büyük ve önemli bir ayrıntı. Baros, Elmander'i daha az yorarak maçın en çok koşan adamının son dakikaya kadar rakip kaleciye bile pres yapmasını sağladı. Bunu yaparken de kendisinin etkisiz kalıp oyundan erken alınmasına bile engel olamadı. Baros-Elmander ikilisi üzerinde ısrar etmeli ve bu ikilinin nimetlerinden yararlanmalıyız. Her ne kadar Elmander kaçırdı mı seriye bağlayıp saç baş yoldursa da en olmadık yerde bir sert şut atıp en azından seken toplarla tehlike doğuruyor. Bir şekilde kaçan golleri de işe yarayabiliyor karambole kurban gitmedikçe.

Emre'nin desteklediği orta sahanın iki önemli ismi Felipe Melo ve Selçuk ikilisinden günün etkisizi Selçuk oldu ki bu etkisizlikten kötü bir oyun anlamı çıkarmıyorum. Selçuk'u asistler yapsın goller atsın diye aldığımızı sanıyoruz ancak ayağı top yapan ve defansif gücü yüksek bir orta saha olarak kullandığımızı hala göremeyenler var. Selçuk bu rölünde kaldığı sürece sadece "etkisiz" gözükecek, "kötü" oynuyor olmayacak. Bunu ayırt etsek ne güzel olur... Melo da daha geride olması beklenen, "defansif orta saha" olarak alındığı düşünülen bir isim ki iyi oynadığımız herhangi bir maçta takıma dikkatlice bakınca aslında hücumda etkili olanın Melo, savunmada temkinli olanın ise Selçuk olduğunu görebiliyoruz.

Melo her ne kadar sert ve defansif bir adam olarak gözükse de çoğu kişinin atladığı bir nokta var. Bu adam özellikle ayağa pas konusunda fazlasıyla iyi. Hatta zamanında en iyi olduğu bir turnuva bile var: 2010 FIFA Dünya Kupası. Bu kupada Brezilya'nın değil tüm kupanın en iyi istatistiğe sahip oyuncusuydu pas konusunda. %90 isabetli pas oranı ile oynadı, 256 pas attı ve bunların 230'u isabetliydi. Kendisini genelde savunmacılar takip etse ve Xavi-Xabi ikilisinin her birinden yarı yarıya daha az pas atsa da yabana atılmayacak bir bilgi bu. Xavi'den iyi bir pasör olduğunu söyleyemeyiz ancak Selçuk'a göre vasat bir pasör olduğunu da söylemek ayıp olur en basit ifadeyle. İşte bu Felipe Melo oyunun yönünü değiştirecek kilit pasları Selçuk'a göre daha fazla atıyor ve bu yüzden Selçuk'un kötü olduğunu düşünmeye başladı insanlar. Umarım yanıldıklarını Selçuk İnan'ı yuhalayıp bir gün bize onu kaybettirerek anlamazlar.

Selçuk kendine Burak gibi anlaşabildiği bir isim bulana dek bu böyle sürecek. Selçuk'tan maç almasını beklemeyin, bir adım ilerideki Melo'ya maçı alacak pas için bir hazırlık pası atmasını bekleyin. Hem sahada Emre Çolak gibi ayağına hakim biri varken ve aynı Emre maçın iz bırakan adamlarından biri olurken derbide Selçuk'un orta sahada en öne çıkan adam olmasını nasıl bekleyebilir insan?

Biraz Fenerbahçe'ye de bakmayı isterdim doğrusu ancak pek canımı sıkasım yok. Zira rakip olmalarını ve kötü hallerinden mutluluk duyacak olmalarını bir kenara koyacak olsak bile Bilica'nın savunmada tüm takımı sabote ediyor oluşu gayet can sıkıcı. Rakipte böyle bir oyuncunun daimi olarak 11'de olması tabii ki işimize gelir ancak bu adam derbide takımına alenen bir gol yedirirken Serdar Kesimal kenarda oturacaksa taraflı tarafsız herkesin canını sıkar bu. Serdar sakatlıktan yeni çıktı ve kondisyon problemi olur diye oynatılmadı belki ama kondisyon problemi olmayan ve ilk 11'i hak eden Bilica buysa eğer... Yazık.

Yobo'nun bugün Eboue'ye karşı frenleri tutmasa da iyi hatta ligin üzerinde bir oyuncu olduğunu düşünüyorum -Ujfalusi dışında kıyaslanacağı yabancı stoper yok hatta- ancak yanında Bilica ile oynayan bir adamın, takımı ileride bu kadar aciz durumdayken ve top tutamazken mağlubiyete engel olma şansı sıfır. Ayrıca Aykut Kocaman'a da Stoch saçmalığı yüzünden teşekkür ediyorum. Derbinin kaderini etkileyecek ve maçı aldırabilecek bir oyuncu değildi belki ancak her şartta Caner Erkin'den daha iyi olurdu bu kesin.

Yeniden kendi takımıma dönecek olursam Semih'in Avrupalı stoperlerde görmeye alıştığımız soğukkanlılığının üzerine bir de müthiş bir konsantrasyon eklediğini görmek harika. Ciddi sayılabilecek sadece bir tane hatalı pası oldu maç boyu ancak onun da üstesinden hemen kademeye yerleşerek geldi ki kendisine gerek kalmadan Selçuk topu kaptı rakipten. Semih oynamaya başladığından beri başarılı değil de hatalı hamlelerinden sonra neler yapacağına dikkat ediyorum daha çok ve görüyorum ki hatasını saçma faullerle durduran klasik Türk oyuncular gibi değil, hırslanıp saçma işler yapmadan asıl işine geri dönüyor ve oyununa bakıyor o hatayı hemen unutuyor. Semih'in bu özelliği ligimiz açısından bulunmaz Hint kumaşı.

Savunma hattına el atmışken Ufjalusi için bir şey deme ihtiyacı hissetmiyorum zira o geldi geleli söze gerek bırakmadan oynamaya devam ediyor. Şansı yaver gitse ve sezonu birkaç tane golle kapatsa güzel olur...

Benim esas değinmek istediğim savunmacı Eboue. İki maçtır birinde maçın tek golünü atıyor, diğerinde yarım saat boyunca kaçan sayısız fırsattan sonra oluşan stresi kırıp sezonun o ana dek en önemli maçında takımını öne geçiriyor... Bu olanlar için Eboue kadar Beşiktaş taraftarına da teşekkür etmek gerek. Eboue'yi durduk yere iyice gaza getirdiler ve o hırsının sayesinde yapması gerekenin üzerine ekstra şeyler katıyor. İki hafta üst üste gol atan sağ bekimiz olmuş muydu hiç yakın zamanda? Prates atmış mıydı hatırlamıyorum, belki Capone atmıştır... Brezilyalılar attıysa atmıştır bence. Bilenler haber ederlerse sevinirim.

Yaz yaz bitmez bir maç olduğunun farkındayım ama okuyanlar için de bir noktada dur demem lazım kendime. Daha fazla yazmak istersem değineceğim başka bir yazıyla...

Son bir not: Farkındaysanız hakemden bahsetmedik. Ne Beşiktaş-Galatasaray maçı, ne bu maç. Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus ikilisi bu sezon Avrupa'da UEFA'nın üzerlerine titrediği düzeydeler ki UEFA kendilerine gerektiği kadar teşekkür edip görev veriyor. Abdullah Yılmaz isimli faciayı ve bu sezon derbilerdeki müthiş hakem performanslarını aynı ligde aynı ekranda gördükten sonra bu ikili bariz hatalarla da maçlarımızı yönetseler tek kelime edemem. Etmeyelim de zaten, bu iki ismin yanına üçüncüyü nasıl ekleriz onun derdine düşelim.

6.12.2011

Bati!

Fiorentina'yı sevmek istiyor ama bir sebep bulamıyor musunuz? Buyurun bakalım o halde...

"Evin Yansın Panucci!"

Roma'nın ve İtalya Milli Takımı'nın eski yıldızlarından -yıldız?- Panucci evinin önünde, yolun orta yerinde gasp edilmiş. Evine gireceği sırada elindeki silahla Panucci'ye yaklaşan bir adam kendisini tehdit edip muhtemelen "Ya paranı ya canını!" gibisinden bir şeyler diyerek silahı doğrultmuş ve Panucci de çaresizce kol saatini ve cüzdanı vermiş.

Kariyerinin son demlerinde Fiorentina ile adı anılmıştı kendisinin ve o gün bu gündür ayrı bir nefretim olmuştu kendisine bir Fiorentinalı olarak. Böyle bir habere konu olunca kendisini bir kez daha hatırladım ve Fiorentina formasını giymeden kendisini emekli ettikleri için sevindim.

4.12.2011

Ciao Socrates!: Fiorentina 3-0 Roma

İstikrarsız futbolunu bu sezon kötü futbolu ile bolca süsleyen(!) Fiorentina, 1984/85 sezonunda kulübün formasını giyen ve maç sabahı hayatını kaybeden efsane isim Socrates'e en güzel saygı duruşunu 3-0'lık galibiyet ile yaptı. Basit bir "büyük maç" galibiyeti olarak görmemek lazım bunu zira henüz sadece özetini izlediğim maçtan aldığım ilk izlenimler sezonun en güzel oyununu oynadığımız yönünde. Umarım doğrudur diyebiliyorum şimdilik. Resmi siteye maçın tamamı yüklendikten sonra açıp izlemek farz oldu. Gerçi Roma her ne kadar 10 kişi kalıp 2-0 geriye düşse ve devamında iki kırmızı kart daha görüp sekiz kişi kalsa da takımın 2-0'ı rakip fazla eksilmeden yapması önemli.

Delio Rossi ile bir yere varacağımız yok, sezon sonunu görse sürpriz olacak, o yüzden ne kazansak ne yapsak kardır artık...



Maç öncesi kendisi için yapılan saygı duruşu:

Maçın özeti:


Son olarak Socrates'in Fiorentina günlerinden kalan birkaç görüntü ile noktayı koyalım:


24.11.2011

24.11: Büyük Kaptan

24. yaşımı geçen hafta doldurduğum hayatım boyunca izlediğim en büyük Galatasaraylının doğum günü kutlu olsun. İyi ki doğdun Büyük Kaptan, mutlu yıllar!
Not: Bugün bir de Freddie Mercury'nin ölüm yıl dönümü. Adını anmadan geçmeyeyim.

21.11.2011

Takım Değiştirmek: İnönü'den Kadıköy'e...

Üniversitede tanıştığım Recep adında bir arkadaşım var. Koskoca Ege Üniversitesi'nde altı yılım geçti ve okul dışı olanları sayarsak bu okul sayesinde tanıdığım insanlar arasında ömür boyu iletişimde kalıp gerçekten arkadaşım dostum diyebileceğim insan sayısı bir elin parmakları ile sınırlıdır. Onlardan biridir işte bu adam. Kendisini böyle inceden yücelttim ama her an her türlü hakareti edebileceğimin bilincinde olsun, canımı sıkmasın diye de seslenmiş olayım buradan. Kendisi Karabüklü, hatta İbrahim Kaş da çocukluk arkadaşları arasında...

Mezun olup Ankara'da iş güç sahibi olan bu adamı İzmir'den uğurladığımızda Beşiktaşlıydı. Bir veya bir buçuk sene önce bir anda Fenerbahçe amblemli bir kıyafetini görünce anlam verememiştim. Bir iddia sonucu falan sandım, pek de ciddiye almadım ama görüyorum ki kendisi deplasmanlara gidecek kadar Fenerbahçeli olmuş. Çok irdelememiştim ve geçici bir olay sanmıştım ama derbiden(20 Kasım, BJK-GS) sonra konuşurken Beşiktaş'tan "siz" diye bahsedince durumun ciddiyetini kesin olarak anladım. Nedir ne değildir derken anlat şu meseleyi dedim ve bloga yazma iznini de alarak yazmaya başladı neden böyle bir şey yaptığını.

Benim için asla olmayacak bir şeydir takım değiştirmek, yapanlara da pek saygı duymazdım ama böyle tanıdığım güvendiğim bir adamdan bu satırları duyunca buraya aktarmak istedim. Bana mantıksız gelse de kendi içerisinde gayet mantıklı şekilde açıkladı bu durumu ve yapabildiğim tek şey saygı duymak oldu. İlginizi çeker mi çekmez mi bilemem ama göz atmanızı öneririm.

"Eskiden mantıklı bir taraftarken şimdilerde uyuz ve Galatasaray'a olur olmaz laflar eden bir adama dönüşmüşsündür lan..." diyerekten şaka yollu üzerine bile oynadım ama anladım ki bakış açısı değişmemiş, hisler değişmiş sadece. İşte Çarşı'nın göbeğinde boğazını yırtabilecek kadar Beşiktaşlı olan bir adamın Fenerbahçe'nin deplasmanlarına koşarak gidecek kadar Fenerbahçeli oluşunun kendi ağzından açıklanışı:

"Neden öyle Fenerli olayım, adam gibi delikanlı Fenerliyim. Yanlı değilim objektifim, kimseye saldırmam hakkını veririm; dün Muslera harikaydı mesela, bayıldım resmen.

Fenerli olma mevzusuna gelince de, önce her ne kadar bilinçaltıma oynamak ya da Fenerium'un şaşalı ürünleriyle kandırmak isteler de yutturamadılar. Sonra tozlu sandıklardan sünnet kasetim çıktı. Orada şöyle bir olay vardı: Sene 1992 Ağustos ayının bir pazarı. Sünnetçi abi adam olacak çocuğa döner ağlamasın diye 'Bak işte her taraf sarı-kırmızı, oley cimbom bom!' der. Acı ile hepsinin kopacağını sanan çocuk o an ağlamayı keserek 'Hayıırrr ben Fenerbahçeliyim hadi daha kesmedin mi yeter.' diye inlerken bir avaz kopar.

İşte o kasetten sonra bütün hayat değişir en azından Fenerbahçe'ye karşı ön yargı atılır. Daha sonra ise Fenerli olmamı isteyenlere şu soru sorulur: 'Beni tanıyorsunuz, Beşiktaş'ı her durumda ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Bunlara rağmen canı gönülden Fenerbahçeli olmamı istiyor musunuz?' diye... Verilen cevap iki-üç dakika düşünmeden sonra şudur: 'Evet.'

O tarihten sonra bu kardeşin artık Fenerbahçelidir... Kendini üç kuruşluk kumaş parçalarına satmadan kabul eder, ilk deplasman maçına Kayseri'ye gider... Kadir Has'ta deplasman tarafında yer olmayınca Kayserililerle kavga eder ama yine şapkasını çıkarmaz...

Eee işte böyle... Mühim olan hangi takımlı olduğun değilmiş mühim olan hangi takımı hissettiğinmiş. Ben Beşiktaşlı falan değilmişim Fenerli olunca anladım çünkü şimdi daha çok ilgiliyim."


Recep'in anlattıkları böyle, saygı duymak veya sonuna kadar eleştirmek sizin elinizde. Ben paylaşmaya değer bulup yazdıklarını sadece noktalama ve imla kurallarına göre düzenleyip aktardım buraya. Takdir sizin.

Senden Kim Utansın?

Tarih 11 Kasım 2011, Volkan-Emre ikilisi tribünlere ana avrat sövüyorlar ve suçlu Galatasaray tribünleri oluyor. Rıdvan ekranda, canlı yayında maçı yorumlarken ağlayacak duruma gelip "Ayy yaa ne yaptılar çocuklara öyle..." diye üzülüyor. Suçu Galatasaray taraftarı olduğunu düşündüğü kesime atıyor yani kısaca.

Tarih 20 Kasım 2011, Eboue yerdeyken sırtına pet şişe atılıyor, öncesinde de sağanak şeklinde çakmak yağıyor sahaya. Eboue kafasına isabet etmemesine rağmen kafayı tutuyor kıvranıyor. Sorular şunlar: Eboue'nin üzerine gelen şişeden sonra illa neresine geldiğini göstererek mi kıvranması lazım? Deplasmanda işi biraz da şova dökmesi doğal değil mi?

Tamam şov kısmı "doğal" değil "abartı" olabilir ancak Eboue'nin sırtına isabet eden şişenin ve sonrasına yine isabet eden birkaç çakmağın açıklamasını kim yapacak? Oyuncu üzerine çeşitli cisimler yağarken tepki göstermeyecek ama tribün kimine göre ırkçı söylemde bulunacak, kimine göre küfür edecek ve istediğini yağdıracak ve haklı mı olacak? Bu mu yani algımız? Bunu mu gördük tüm bu olayda? Sahada oyun oynayan adamları yaralamaya çalışmak serbest, yaralanma korkusu yaşamak ise yasak? Başka?

Neyse... Bu olayları değerlendiren Lego saçlı yorumcu Rıdvan Dilmen ise "Eboue'nin yerinde olsam utanırım." diyor. Neden utanacak Eboue? Çakmağı bana mı attılar? Şişeyi benim sırtıma mı attılar? Benim yerime Eboue yattı yalandan şov yaptı da o mu utanacak?

On günde iki yorum yapıyorsun ve temelde ikisine de zıt yorumları yapıyorsun. Milli takımda taraftara küfür edeni eleştireceğine savunuyorsun, derbide ise tribünden çakmak yağdıranı eleştireceğine çakmakları ve şişeyi vücuduna yiyeni suçluyorsun.

Bunların hiçbirinden utanmıyorsun ve Beşiktaş-Galatasaray derbisini yorumlamaya Fenerbahçe diyerek başlayıp derbinin iki kanadından çok Fenerbahçe'nin adını anıyorsun bu maçı yorumlarken.

Hepsini bir araya koyunca, Eboue haklı olmasına rağmen utanmalıysa, senin sığ düşüncelerin yüzünden kim utanacak peki Rıdvan? Biz mi utanalım senin bu tutarsız yorumların karşısında? Yoksa sen de utanacak bir şeyler yaptığını hatırlayabilecek misin?

20.11.2011

Yeni Fiorentina Milan'a Karşı

Milli maç arasının başladığı hafta Mihajlovic'i yollayıp Delio Rossi'yi takımın başına getiren Fiorentina'da bir değişim başlayacağı açıktı. Ancak bu değişimin ilk adımlarını atmak için Milan maçı biraz sıkıntılı bir rastlantıydı. Belki de ligdeki en zorlu rakibe karşı bir yıldır alışılagelen sistemin değişmesi temelde büyük bir sıkıntıydı. Buna sezonun problem adamı Vargas'ın ve sakatlıktan sonra kaldığı yerden dönüş yapan Jovetic'in eksiklikleri eklenince Fiorentina için Milan maçında alternatifler iyice azalmıştı.

Sezon başından beri Vargas'ın formsuzluğu ve disiplin problemi, Montolivo'nun ise yeni sözleşme yerine takımdan ayrılmak istediğini belirtmesi ve Jovetic'in formunun ne olacağı belirsizlikleri yeteri kadar can sıkıyordu. Jovetic sıkıntı olmaktan çıkıp sakatlıktan çok iyi dönse de diğer iki yıldız konusunda dertliydik. Daha Gilardino'nun formsuzluğunu dert edemiyoruz farkındaysanız.

Fiorentina'da değişim dememin sebebi Mihajlovic'in oynattığı ve oyuncuların daha serbest olduğu 4-3-3(veya 4-5-1 gibi işte, anladınız sanırım) gibi bir sistemden, bir anda orta sahanın bir adam azaldığı 4-4-2'nin altkümelerinden biri olan 4-3-1-2'ye geçtik. Böyle olunca da hem ileride kanatlarda sıkıntı yaşadık hem de orta sahanın temel adamı Montolivo'nun gayriresmi yollardan maç satışına tanık olduk. Bilindiği gibi Inter ve Milan var Montolivo'nun peşinde, İtalya dışı için ise şimdilik en güçlü alternatif Arsenal. Milan belki de Ocak 2012 itibariyle Montolivo'nun yeni takımı olacak ve nedendir bilinmez zaten isteksiz olan Montolivo önceki maçlarda olduğu kadar bile girmedi oyunun içine. Milan'ın kendisi için özel bir önlem almadığını düşündüğümüz zaman iş iyice çıkmaza giriyor.

2011 yazına kadar çok sevildiği ve kaptan olduğu yerde şimdi basit bir oyuncu muamelesi görüyor ve bunda "vefasızlık" adına en ufak bir şey yok. Yönetim gidecekse bile yeni sözleşmeye imza atıp para kazandırarak gitmesini istedi. Ancak o sözleşme imzalayıp yine istediği kulübe gidebilme seçeneğini değil, doğrudan sözleşme imzalamadan bedavaya ayrılmayı istedi. Sevildiği tribünlere bunu reva gören adam için de eleştirilmek en doğal sonuç. Montolivo dönem dönem prostestolara tepki gösteriyor sanki masummuş gibi.
Bu yeni taktik dizilişle ve strateji ile bir şeyler yapmak isteyen Rossi, Montolivo engeline takılarak ilk maçında kendi takımından darbe yedi. Neyse ki yıllardır Milan'a karşı hakemler sayesinde kaybedilen puanların bir tanesini geri alabildik. Rossi için de bu kötü maçın sonundaki 10 dakikalık agresif oyun geçerli not aldırmasa da ilk maçta eleştiri oklarının kendine çevrilmesine engel oldu. Jovetic ve Vargas yok, Montolivo maçı kendi elleriyle Milan'a vermeye hazır... Sanırım şu durumda hocayı eleştirebilmek büyük bir troll'lük gerektirirdi.

Fiorentina adına maçın sevindirici yanı yok muydu? Vardı tabii: Matija Nastasic. Cezalı olan Natali kadroda olmayınca ilk 11'de başlayan isim Nastasic oldu. 18'lik Sırp stoper harika bir oyun oynadı. Maçın sonlarında gole giden Pato'dan çaldığı top Nastasic'e umutla bakabilmek için yeterli bir pozisyon. Bunun dışında sezon başından beri eleştirilecek bir oyun oynamayan bu çocuğun ligdeki en iyi rakibe karşı bu oyunu oynaması kalan maçlar için yerini sigortalaması anlamına gelmeli. Bir yanda Semih Kaya'yı desteklerden, tuttuğum diğer takımda Nastasic'in yükselişine tanık ediyor olmak büyük bir mutluluk. Alkışların yanı sıra hatalarıyla da büyüyecek bu çocuklar ve büyürlerken de en büyük destekçileri tribünler olmak zorunda.

Maçla ilgili söylemek istediğim diğer şeyleri de maddelemek istiyorum:
  • Hakem Milan'ın bir penaltısını(çok bariz elle oynama) ve bir net golünü vermedi. Berlusconi'nin istifa haber ile bu hakem performansını birbirine bağlayan elbet olacaktır. Hafta içi şenlik var bence İtalya'da.
  • Milan'da başta Aquilani olmak üzere takımın hemen hemen tamamı topu dağlara taşlara vurdu maç boyu. Görüntüye gelmedi Aquilani'nin şutlarının sonuçları ancak ben iki tanesinin stat dışına doğru yolculuğa çıktığını düşünüyorum.
  • "Sezon boyu büyük umutlarla transfer edilen..." lafına cuk oturan bir isim var bizde: Santiago Silva. Henüz umut kısmındayız, icraat yok. Maçta 45 dakika oynadı, sadece "üzgün bakan kel futbolcu bakışı" yaptı durdu maç boyu.
  • Geçen sezonki Behrami çok rahat Barcelona veya Real Madrid ilk 11'ini zorlardı. Bu sezonki Behrami ise Bank Asya 1. Lig'de kadroya girerse dua etsin. Formsuzluğun diplerinde artık, toparlanma aşamasına çok çabuk geçmesi lazım.
  • Kharja da katkı yapar mı dedik ama yok, kendisi Mustafa Sarp'ın Serie A'daki izdüşümü olma yolunda hızla ilerliyor.
  • Milan'da Pato çok geç oyuna girdi ve bu işimize geldi. 45'te falan girse muhtemelen skoru değiştirirdi.
  • Son 10 dakika Fiorentina çok etkili oldu ancak üstünlük değildi, sadece Milan gibi tehlike yaratmaya başladık. Yetmedi tam olarak ancak Pasqual'in şutunda kalbi teklemeyen Milanlı yoktur sanırım.
  • Tabii bizim kalbimizin teklediği pozisyonları sayarsak... Yani... İlk yarı 5-0 yapabilirdi Milan diyeyim siz anlayın. Boruc geldiği günden beri ilk defa maç sonlarını iyi oynayıp puan kurtarmış olabilir. Olabilir diyorum bak tam da emin değilim.
  • Ya da olabilir demeyeyim, 90. dakikada Pato'ya dur demesi önemliydi. Orada çoğu kaleci golü yerdi, Boruc çok iyi kapatıp son dakikada kabusu engelledi.
  • 0-0 biten bir maçtı ama maçın son 10 dakikasına rahatlıkla beş-altı gol sığabilirdi. İki takımın da orta sahalarının düşmesinin bunda etkisi var. Gerçi düşen Milan orta sahasıydı, bizimki zaten düşüktü Montolivo-Kharja ikilisi ile birlikte.

16.11.2011

Abdullah Avcı ve Milli Takım

Yöneticileri bile başka bir takımı tutan, taraftar sayısı sıfır olan bir belediye takımını yoktan var edip beş sene önce hayalini bile kuramayacakları Türkiye Kupası finaline taşımış, 1 milyon Euro bütçeli transferi bile "bizi aşar" diye yapmaya korkan bir takımı ligde üst sıralara yakın tutmayı başarmış bir adam Abdullah Hoca.

Böyle bir adamın milli takımın başına geçme olasılığı var ki mevcut jenerasyonun büyük çoğunluğu ile 2005'te U17 Dünya Şampiyonası finali görmek gibi dikkat edilesi bir başarısı da var.

Bu adamı başarısız bulup yerden yere vurmaya başlayanlar olmuş şimdilerde. Neye ve kime göre başarısız olduğunu bilmiyorum ama bildiğim tek şey yerli bir hoca gelecekse tek alternatif kendisi olmalı -ki ben yabancı taraftarıyım, hatta Hiddink kalsın bile derim. Hiddink için hala kalsın diyebilen birisini dinlemem diyen sağ üstteki çarpıya tıklamakta özgür.

Abdullah Avcı belki hazır değil, belki biraz daha otoriter bir hale gelip o şekilde geçmeli milli takıma ancak yıllardır otoriter duranları da gördükten sonra tecrübeyi yıllar önce edinen bu adamın astığım astık kestiğim kestik bir hale gelmeden başa geçmesi daha hayırlı olur derim.

Şu da var ki milli takımın başına kim gelirse gelsin, sokaktaki bir adamı bile bulup getirsek evvela Oğuz Çetin başta olmak üzere "eski futbolcu" etiketinden başka vasfı olmayan adamları kenara koymak gerekir. Hiç bilmediğimiz adamlar gelsin bir kere de, nispeten daha az tanınan hatta hiç tanınmayan adamlar gelsinler.

Neyse, esas demek istediğimden sapıyoruz. Başta saydığım ve Avrupa'da bile eşine az rastlanır başarıyı yakalayan adama bile başarısız diyen kafalar var ülkede. Bu kafaları kesip atamadıkça ha sokaktaki adamı koymuşuz ha Ferguson ve Wenger gibi efsaneleri getirmişiz... İkisi de aynı şey. Avcı'ya başarısız diyen adamlar için milli takıma kimi getirirsen getir illaki eleştirip sövüp sayacak bir şey bulurlar.

Başarı lazımsa sürekli hocaları değiştireceğimize eleştiri yapmaya yer arayan adamları gönderelim; başarı çok daha kısa sürede gelir o zaman.

4.11.2011

Evcil Hayvanla Stada Gitmek

Maç günü stat çevresinde köpekle gezen görmüşsünüzdür. Belki kucağında kedisi ile gelen olmuştur. Coşup papağan veya evde beslediği yırtıcı kuş ile maça gelen bile olabilir belki.

Ancak sanmıyorum ki böylesini daha önce görmüş olalım. Yeni bir fotoğraf kendisi, Fiorentina-Genoa maçı öncesi.

1.11.2011

Gökhan, Sakatlık ve Servet

2010/11 ve 2011/12 sezonlarında Galatasaray'ın kadrosundaki en iyi yerli savunmacı kim deseler vereceğim tek cevap Gökhan Zan olur.

Galatasaray savunmasında Sabri ile birlikte milli takım formasını belki de tek hak eden oyuncu oldu bu sezonun ilk haftalarında oynadığı oyunla.

Sağlam olduğu zaman gerçekten milli takım seviyesinde bir adam olabiliyor. Ancak milli takım 11'inde yer bulur demiyorum, yeni yetişen stoperlerin arkasında sağlam kaldığı sürece iyi bir destek olur.

Kötü de olsa, tek bacağı kopsa da, iki omzu birden çıksa da Servet Çetin'in en sağlıklı ve en formda halinden daha faydalı bir isimdir Gökhan Zan. Sırf bu yönüyle bile Galatasaray kadrosunda yer bulabilir, bulmalıdır. Ujfalusi ile yakaladığı uyum da güzel, es geçmeyelim bunu.

Tüm bunların yanında, 26 Ekim'de oynanan Galatasaray-Gaziantepspor maçında sakatlığının sebebi kendisinin kronik sakat falan olması değil, TFF'nin milli maç döneminde katlettiği zemindir. Aynı zemin Kazım'ı da Gökhan'la birlikte aldı o maçta. Hatta Gaziantep'ten de bir oyuncu zemin yüzünden sakatlanmıştı. TFF'ye rica edelim, amatör küme maçlarını da komple TT Arena'ya alsın, en azından zemini düzeltmeyle uğraşmayız, zamanla toprak sahaya dönüşür.

Bir kronik sakatlık furyasıdır gidiyor. Önüne gelen bu kadar süre sakatlanmaması bile mucize diyerekten espri yapmaya çalışıyor. Semih kendisinin yerine Kayseri'de oynadı, yine Gökhan'ın adını ananlar oldu sağda solda. Çok garip kafalar bunlar...

Semih keşke hep ilk 11'de çıksa, keşke hatasız onlarca maç oynasa ama zamanla oturacak, şimdilik forma için ilk tercih Gökhan olacak. O Gökhan yıllardır bu sezondaki gibi iyi oynayamadığı için eleştirildi, şimdi oyununa denecek laf kalmayınca herhangi bir futbolcunun yaşayabileceği sakatlık yüzünden "kronik sakat" denerek eleştiriliyor.

27.10.2011

Düşmeye Devam: Juve 2-1 Fiorentina

Fiorentina adına sezonun en önemli -veya önemli değil de beklenen- ikinci maçı hangisi derseniz kesinlikle budur. Neden ikinci derseniz: Bunun içeride oynananı bu maçtan daha önde haliyle. Salı akşam oynandı ama ben bugün yazıyorum yazıyı, kısmet.

İlk yarısını elimde olmayan sebeplerden ötürü kaçırdım ki bu sebeplerin başında saat kavramını yitiren birtakım arkadaşlar geliyor. Neyse geçelim bunu. Fiorentina, izleyebildiğim ikinci 45 boyunca olabilecek en kötü oyunlarından birini oynadı. Beş hafta önce kazanabilen bir takım için içler acısı haldeydik yani. Bu maça kadar son dört maçta üç beraberlik ve bir yenilgi vardı. Bu maçla birlikte de son beş maçta üç beraberlik iki yenilgi oldu grafik, bir adım daha kötüye gittik.

Fiorentina'da oynayan veya oynar gibi gözüken tek isim Jovetic. Gol yollarında ve gol atmakta Jovetic zorlanırsa biz de zorlanıyoruz. Gilardino'nun sakat olduğu dönemde maç kazanamamak da başka bir skandal olabilir Fiorentina adına. Gilardino döndü hafta sonu ancak form tutması birkaç maçı bulacak her sakatlığı sonrası olduğu gibi.

Vargas desen başka bir dünya, başka bir boyut. Son milli maç arasında ortaya çıkan disiplin problemi sonrası serbest düşüşe geçti ve sanırım henüz zemine, yani dip noktaya ulaşmadı. Umarım yükselmeye başlar, yoksa devre arası onu da kaybetmemiz yakındır. Real Madrid veya Barcelona haberleri bu kez gerçeklik kazanır.

Montolivo zaten son sezonunu yaşıyor ve cezalı olduğu için bu maçta sahada olmaması bir bakıma avantajdı bizim için. O olmadan büyük maçları oynamaya alışmak lazım. Her büyük maç öncesi kendisi sakat veya cezalı olsa sanırım hiç itiraz etmem. Bana kalsa oynatılması bile hata, sezon ortası birkaç milyon verene hemen göndermek lazım daha da zarar etmeden. Böylesine sevilen ve yetenekli bir adamın kontrat meselesi yüzünden kendinden nefret ettirmesi ayrı bir olay. Seni İtalya ve Avrupa futboluna sunan takıma merhamet gösterip sözleşme yenilesen de ondan sonra ayrılsan çok mu zordu be Montolivo?

Kötü oynayan Fiorentina, bu olumsuz havayı Juventus'a karşı alınacak bir beraberlikle bile noktalayabilirdi ancak maçta 1-1'i yakaladıktan sonra skoru koruma adına bir girişimde bile bulunmadı oyuncular. Matri de bu ciddiyetsiz havayı iyi değerlendirip 2-1 yaptı hemen.

Mihajlovic için tehlike çanları hiç olmadığı kadar şiddetli çalıyor. Hem kötü oyuna hem de günden güne artan disiplinsizliğe karşı bir çare bulmalı, yoksa yönetim çareyi kendisine kapıyı göstermekle bulacak gibi.

25.10.2011

Bizden ve İzmir'den Van'a Yardım...

Önceki(Pazar) akşam Twitter'da her zaman buluşmak için toplu yazışma yaptığımız birkaç arkadaşa "Haydi biz de sağlam olan ve artık kullanmadığımız şeyleri verelim, üzerine de battaniye falan alalım 5-10 TL verip" dedim. Sonra bu blogda da yazan Deniz(McDennis) ben iş yerimden de toplarım biraz dedi. Hedefimiz 100 TL kadarına ulaşmaktı, gündüz tüm harcamalara baktık ki 400 TL'yi geçmişiz, onlarca paket bebek bezi ve kadın pedinin yanında 25 kilo kuru gıda ve 100'e yakın bebek maması da almışız. Keşke sayılarını daha da arttırsaydık ama bu kadar oldu çok kısa sürede. Gece konuşup gündüz 13.00'e kadar bu kadarını yapabildik. Değil 400 TL, 4000 TL'den fazlasını da toplasak yine az deriz, elimizden bu geldi iki öğrenci, iki işsiz mezun ve iki çalışan(biri tek başına yaşayan) insanlar olarak. Keşke hala öğrenci olmayıp çalışıyor olsam ve daha fazlasını verebilsem. Neyse en azından koşturup bir şeylere çabalamak da güzel.

Biz Oktay(Twitter: gaga_oktay) ile Konak'ta buluşup Bornova'ya yola çıktık Deniz'in topladığı paraları da alıp hemen battaniye ve diğer şeyleri almaya. Yakın zamanda yazın çalıştığım ama elime avucuma para bile kalmayan kendi ufak işimi saymazsam bu kadar yorulmamıştım. Üstelik karşılık beklemeden sanırım ilk kez bu kadar güzel bir şeye kalkıştım. Biraz yorucu da olsa hayatımızdaki en güzel şeylerden biri için yorulduk. O yardımı ve çabayı görmek beni sonraki günler için de gaza getirdi doğrusu.

Ben bugün(salı) gündüz Bornova'ya gideceğim yine uyandıktan sonra. Gelirim, isterim, yardımcı olurum, üç beş ne kadarsa bir şeyler katıp yardımda bulunur ve yardım merkezinde gönüllü olarak çalışırım diyen varsa bana ulaşsın şu adreslerden: twitter.com/frtslck facebook.com/franchi ve mail olarak da sağ üstte blogun mailinden ulaşabilirsiniz. Maddi yardım yapacak arkadaşlarla Bornova'da Büyük Park'ta buluşuruz, paralarla alacağımız malzemeleri alırız ve Büyük Park'taki Uğur Mumcu Kültür Merkezi'ne ulaştırırız. İsteyen ve ben kalırım diyenlerle de orada yardımcı olmaya devam ederiz. Maddi gücüm yok diyen de olabilir, insanlık halidir, onlar da bize katılıp yardım merkezinde çalışarak yardımcı olabilirler, siz yardım yapmayı isteyin yeter ki, bir şekilde edersiniz oraya ulaştıktan sonra.

Katılırım, yardımcı olurum, elimden geleni yaparım diyenler verdiğim adresler yoluyla öğlen 12.00'ye kadar bana ulaşsınlar. 13.00 gibi de Büyük Park'ta buluşuruz Bornova'da. Seni nasıl tanırım diyenler için altımda yeşil kargo pantolon ve üzerimde de mor kapşonlu sweat olacağını söyleyeyim, tanımanız kolay olsun. Artık saçımdan tanıyamazsınız, kestirdim, üç numara saçım var, kıyafetten tanıyıp "Fırat/Franchi sen misin?" diye çekinmeden yaklaşın.

Umarım buradan birkaç kişi de olsa gönüllü olur ve bir şeyler yapmaya devam ederiz.

19.10.2011

Jo-Jo 2016'ya Kadar Fiorentina'da!

Nihayet o birkaç aylık sözleşme serüveninde mutlu sona ulaştık ve Jovetic ile olan sözleşmeyi uzattık. Montolivo'daki gibi problemler yaşamadan atlattık bu süreci.

Yaz transfer döneminde transferde ara sıra adı geçen Jovetic'in ara transferde Manchester United ve Chelsea gibi devlerin başı çektiği birkaç kulüple görüşeceği söylense de O kendisini 2015/16 sezonu sonuna kadar Fiorentina'ya bağlayan sözleşmeyi imzaladı.

Resmi siteye konuşan Jo-Jo klasik söylemlere başvurup "Yeni sözleşme imzaladığım için çok mutluyum, Fiorentina için her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğim." dedi.

Geçen sezon kariyerinin tehdit eden diz sakatlığı yüzünden hiç forma şansı bulamayan Jovetic bu ciddi sakatlıktan sonra sahalara döndüğü bu sezonda ise takımın en formda isimlerinden biri konumunda. Kulübün sahiplerinden Andrea Della Valle de bu durumla ve Jovetic'in yeni sözleşmeye imza atmasıyla ilgili görüşlerini resmi siteden paylaştı: "Bizimle yeni bir döneme girmek istedi. Kendisiyle yakından ilgili olduğumuz o zorlu yıldan sonra bize bir işaret vermek istedi."

17.10.2011

Cesena 0-0 Fiorentina (Özet)

GS 2-1 Bursa, Maç Yazısı?

Maçla ilgili ben bir şey yazmıyorum, yazmak istemiyorum, dünden beri neye dokunsam etsem diye düşündüm ama bulamadım pek. Engin'e her gün daha fazla hayran oluyorum, onu söylemeden etmeyeyim. Artık sonlandırabilirim yazımı.

Zira maç yazısının kalan kısmını fotoğraftaki adam yazdı. Hakkında konuşulan her olumsuz kelimeye inat, son beş saniyede oyuna girse bile son saniyede golü atacak izlenimi veriyor. Bitti, tükendi, sıfıra indi, artık yeri yok ve benzeri birçok saçma lafı edenlere inat tek tek golleri atıyor ve maçın hikayesini tek başına yazıyor Milan Baros.

Maç yazısını boş verin o yüzden, Baros'un surat ifadesine birkaç dakika bakın, o yazacak kalanını.

15.10.2011

Vargas Cesena'da Kadro Dışı!

Vargas yarın(16 Ekim) oynanacak olan Cesena maçı için kadroya alınmadı ve bunun altında yatan sebep gayet kabul edilebilir cinsten. Disiplinsizliği iyice çığırından çıkarınca Mihajlovic buna bir dur deme gereği duymuş.

Ayrıca Vargas'ın Peru kadrosundan da yine disiplinsizlik nedeniyle uzaklaştırıldığı söyleniyor. Antrenmana geç katılan ve üzerine bir de maçta oynamama talebini teknik kadroya ileten Vargas amacına ulaşmış ancak bu oynatılmaması durumu tek maçla sınırlı kalmayacaktır.

Mihajlovic'in tepkisine dönelim; Sırp teknik adamımız şöyle konuşuyor Vargas hakkında: "Bu cuma(14 Ekim) öğrendik ki kendisi Lazio maçından önce geç saatlere kadar dışarıda kalmış. Eğer bunu daha önce öğrenmiş olsaydım kendisi Lazio'ya karşı da sahada olamazdı.

Kendisiyle milli takım dönüşünde bu durumu konuştuk ve yarınki maç(Cesena maçı) öncesi kendisini kadroya almadım çünkü profesyonelce davranmadı. Bu kural sadece kendisine değil herkese uygulanıyor.

Hafta boyu buna karşı nasıl davranacağını göreceğiz. Benim gerçek Vargas'a ihtiyacım var, onun vasat bir kardeşine değil. Profesyonel davranmayan oyuncular olmadan da yapabiliriz. Tüm bunları düşündüğümüz zaman, işinizi tutkuyla yapmazsanız hakkını veremezsiniz. Hem oyuncu hem de hoca olarak bu işi hep tutkuyla yaptım.

Bir oyuncu çizginin dışına taşınca önce onu anlamaya çalışmalı, sonra da yanlış bir şey yaptığını anlamasını sağlamalısınız. Çok pozitif ve genç oyunculardan kurulu bir kadroya sahibiz. Vargas kararımdan sonra hayal kırıklığına uğradı ama bunun ciddi bir sıkıntı olduğunu anladı."


The Viola face Cesena on Sunday in the lunchtime kick-off, 11.30am UK time, at the Stadio Manuzzi.

“Cesena are very organised and play good football, while their strike force is stronger than any other team fighting against relegation. We know their weaknesses, but it’ll be difficult and I know how much Adrian Mutu has been waiting for this moment.

“The synthetic pitch is new for us, but we have not trained on an artificial turf during the week, as the real grass is more similar to the Stadio Manuzzi surface than our version. I think it’ll only take 5-10 minutes to get used to it. I spoke to those who have played there and they assured me there isn’t much difference.”

Bu arada yarınki Cesena maçı öncesi Gilardino ve Kroldrup'un sakatlıkları sürüyor.

Fiorentina'nın Cesena maçı kadrosu ise şu isimlerden oluşuyor: Behrami, Boruc, Cassani, Cerci, De Silvestri, Gamberini, Jovetic, Kharja, Lazzari, Ljajic, Marchionni, Montolivo, Munari, Nastasic, Natali, Neto, Pasqual, Pazzagli, Romulo, Silva.

2.10.2011

Inter Düşmeye Devam Ediyor: Inter 0-3 Napoli

3-4-3 faciası sonrası Ranieri ile yeniden dörtlü savunmaya dönen Inter ile ligi iki sezondur 3-5-2 ile sarsan Napoli karşı karşıya geldiler. Inter için işler hemen yoluna girmeyecekti, alınan birkaç galibiyet erken havaya girmek anlamına gelirdi. Inter'in bu rüzgara kapılmaması gerekiyordu ama iş işten geçmiş bu maçta gördüğümüze göre. Fazlasıyla havalardaydılar, "İşleri yoluna koyduk ve herkesi yenmeye hazırız!" der gibiydiler.

Inter sahaya klasik 4-4-2 ile çıkmak yerine 4-3-1-2 şeklinde çıktı. Forlan-Pazzini ikilisinin arkasına Alvarez'i koymuşlardı. Top kendisindeyken forvetlerine topu ulaştırırken sorun yaşamayan Inter iş savunmaya geldiğinde Napoli orta sahasına karşı koyamadı. 3-5-2'yi Cavani'nin yokluğunda 3-6-1'e çeviren Mazzari aslında bu hamlesiyle maça 1-0 önde başlayacağını tahmin etmiş olmalı. Biri forveti destekleyen dört orta saha oyuncusuna sahip Inter ve tek forvet Lavezzi'yi destekleyen ikisi hücumcu toplam altı orta saha elemanına sahip Napoli. Bu tanımlamalar üstünlüğü kimin kurduğu konusuna rahatça açıklık getirmiş olmalı.

Buna rağmen yine de maç ilk yarının ortalarına dek iki takımdan birinin belirgin baskısına sahne olmadı. Napoli bu diziliş avantajını tam olarak avantaja çevirememişti. Biraz da Lavezzi'nin arkasındaki adamların Cavani'yi arıyor olmalarına kurban gittiler diyebilir. Bu noktada bireysel performanslar öne çıkmalıydı ancak öne çıkan şey önce sertlik, sonra ise bu sertliğin dozunu ayarlamakta epeyce amatör davranan hakem oldular. Hakem Rocchi sertliğe önce izin verdi, baktı ki herkes bu akıma kapıldı, dur demek istedi ancak Inter gibi bir takım buna kulak asmadı. Napoli de altta kalmamak için sert faullere başvurunca oyun hem sık durdu hem de ciddi atakların çoğu başlama evresinde düdüğe ve faullere kurban gitti.

Napoli ilk yarının son 15 dakikasında yavaş yavaş Inter'i -aslında en baştan beri olması gerektiği gibi- tehdit etmeye başlamışken sertlik aynı tempoda sürüyordu. Maçın 9. dakikasında ilk sarı kartını gören Obi'ye hakem ceza sahası dışında olan pozisyonda ikinci sarıyı verirken Inter'e de son zamanların en saçma ve anlamsız penaltı cezasını veriyordu. Bu dakika Inter'in çöktüğü dakika olarak kayıtlara geçti. Ceza sahası dışında gerçekleştiği tartışılmayacak kadar net olan bir olay sonrası gelen penaltı için topun başına Hamsik geçti. Tuhaf saçlı adam topa vurdu ve Julio Cesar'a nişanladı ancak vuruş sonrası içeriye ok gibi fırlayan Campagnaro skoru Napoli adına 1-0 yaptı. Napoli ilk yarıyı kazasız belasız atlatayım derken bir de sürpriz bir avantaj yakaladı yani hakem sayesinde. İlk yarıda Pazzini'nin sayılmayan golü denebilecek bir pozisyon vardı ancak net ofsayt olduğu için en sonda değinmeyi doğru buldum. Öyle bir şey duyarsanız inanmayın, sayılmayan gol diye bir şey yok. Yani var da, gol değil, karar doğru. Saçmalıyorum sanırım yavaştan, hemen ikinci yarıya geçelim biz.

Ha bir de, ilk yarı bitmeden Julio Cesar sarı kart gördü ancak kartın üzerine öyle bir itiraz etti ki tarif etmem gerekirse en azından iki üç sarı kartlık bir itirazdı diyebilirim. Ağzını sonuna kadar açtı, hakemin üstüne yürüyüp el kol hareketini kesmeden en az 30 saniye bağırdı ancak hakem tribün tepkisinden korkmuş olacak hemen ikinci sarıyı çıkarıp atamadı. Bu da hakemin diğer bir ayıbı olarak kayıtlara geçmeli.
İlk yarı kırmızı kart sonrası Chivu çıktı ve yerine Nagatomo girdi ki isabetli olan karar da buydu. Chivu her ne kadar sol bek oynayabilme yetisine sahip olsa da karşısında benim gözümde ligin en iyi İtalyan sağ kanadı Maggio varken çok zordu tutunabilmesi. Zira tutunamadı da zaten ancak yerine giren Nagatomo da karşı koyamadı. Inter, Maggio konusunda zorlanacaktı, bu belli bir şeydi ilk dakikadan itibaren. Maggio bunun karşılığını da golle aldı zaten.

Napoli hegemonyasında geçecek olan ikinci yarı başladığında Inter daha ilk dakikada ikinci bir dezavantaj ile karşılaştı. Ranieri atıldı, tribüne yollandı yani. Zaten yarım yamalak bir strateji ile çıktığı maçta bir kişi de eksilmişken bu itirazı ve sonrasındaki cezası akıl alır gibi değil. Inter yeni hoca seçiminde çuvalladı diye düşünüyordum ve tahminlerim şimdilik doğru gidiyor. Ranieri'nin atılması Napoli'nin galibiyeti tescillendi adeta. Maçın devamında Gasperini döneminde bile bu kadar çaresiz durumda kalmayan Inter'e Napoli'nin kaç atabileceğini merak etmekle geçti.

Eski seyircisi önünde baskı altında kalan Pandev'e daha fazla dayanamayan Napoli kenar yönetiminin Pandev-Mascara değişikliği Inter'i tamamen bitiren hamle oldu. Önce savunmanın hatasını değerlendiren Maggio araya girdi golü buldu. Ne top sürdü, ne düzeltti ne de kontrol etti, sadece topa dokundu ve güzel bir aşırtma golle Napoli'yi rahatlattı, olası bir kaza kurşununun telafisini yarattı. Devamında yedi dakika arayla gelen Alvarez-Stankovic ve Forlan-Zarate değişiklikleri çözüm olamayacaktı Inter için. Geç kalınmış hamleler değildi zamanlama olarak ama panik halinde yapılan değişiklikler oldukları için etkisiz kaldılar.

Maç boyu ileride Cavani'nin yokluğunu hisseden Lavezzi asist beklemek yerine asisti yapan adam oldu ve Hamsik'i Julio Cesar ile karşı karşıya bıraktı, Hamsik ise Julio Cesar ile ikinci kez karşı karşıya geldi ve penaltıdaki gibi başarısız değildi.

Napoli, Milano'da bu sezonun ilk deplasmanında şehrin diğerine nazaran epeyce zayıf durumdaki ekibine karşı hakem sayesinde yakaladığı avantajı kaybetmedi ve Serie A'da 2010/11 sezonunda başladığı yürüyüşünü devam ettirdi. Büyükleri her ne kadar sorunlu/sıkıntılı da olsa deplasmanda yenebilmek, sürpriz takımlar için başarının temel anahtarı oldu son senelerde. Küçüklerin hepsini yenip büyüklere iyi kötü direnip birer puan almak bizim ülkede daha geçer bir yol oluyor bazen ancak dışarıda işler büyükleri de cüsselerine aldırmadan devirebilmekten geçiyor.

İtalya'da üç ciddi maçın olduğu 6. haftada ilk maç sıcak geçti, gerilim ve olaylar hiç kesilmedi. İtalya Ligi bu ligi defansif ve keyifsiz sananlara inat bol gollü geçmeye ve izleyenleri futbola doyurmaya devam ediyor.

1.10.2011

Arda Turan ve Nou Camp'taki Türkler!

Röportaj mı vermiş yoksa sadece açıklama mı bilemiyorum ama şunları demiş Arda Turan:
"Uzun süren sakatlık dönemimde inanın çok zor günler geçirdim. Bir tarafta takımın gidişatı, bir tarafta taraftarın baskısı bir taraftan da çalışıp iyileşmeye çalışıyordum. O dönemlerde de fazla konuşmamaya çalıştım çünkü konuştuğumda Galatasaray’a zarar vereceğimi düşünüyordum. Şimdi öyle değil. Rahat rahat hissettiklerimi anlatabilirim. Çünkü burada kendimi çok iyi hissediyorum. Mesela Nou Camp’a çıkıyorsunuz ve değişik duygular içindesiniz. Size soruyorum; şimdiye dek kaç Türk futbolcu Nou Camp’a çıktı. Zaten koridorlarda Nihat abinin resmini görünce duygulandım. Gurur duydum ve daha sonra kendime “İşte biz insana bu kadar değer verebiliyoruz” dedim..."

Senin o kaptan olduğun, efsane olmaya yeltendiğin ama beceremeyip kaçıp gittiğin Galatasaray var, bildin mi Arda? Hah işte, mesela o takım üç kere oynadı orada.

30 Mart 1994'teki maçı Barcelona 3-0 kazandı. Manchester United'ı 3-3 ve 0-0 ile eleyip katıldığımız grupların beşinci maçıydı. O zaman iki grupta dörder tane, toplam sekiz takım vardı. Hal böyle olunca mart ayında ile grup maçları oynanıyordu. Bir nevi çevrek final niteliği taşıyordu grup aşaması.

İkinci maç ise bir sonraki sezon oynandı yine Şampiyonlar Ligi'nde. Önceki sezon oynadığımız Barcelona ile yeniden düştük aynı gruba, üstelik yine önceki sezon elediğimiz Manchester United ile de karşılaşmıştık. 14 Eylül 1994 tarihinde, yani önceki maçtan dört buçuk ay sonra yine bir sürü Türk oyuncu Nou Camp'a çıktı, Arda Turan hatırlamıyor olsa da. Hatta bunun rövanşı Şampiyonlar Ligi'ndeki efsanevi 2-1'lik Barcelona galibiyetimizdi, onu da not düşelim belki Arda hatırlar.

Bitmedi Arda, üçüncü maç da oynandı. 5 Aralık 2001 günü, ilk devresini önde kapatıp 2-2 berabere kaldığımız o meşhur maçı oynadık. Bu dönemleri de hatırlamıyor Arda, kısmet.

Arda üzülecek ama dördüncü maçı da oynadı Galatasaray: 13 Kasım 2002'deki maçtan mağlup ayrılıp gruptan çıkamadık.

Oldukça fazla Türk oyuncu oynadı Nou Camp'ta gördüğünüz gibi. Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş üçlüsü de oynadı üstelik. Arda sadece Nihat'ı hatırlıyor olsa da 20 Ekim 2009 günü 1-1 devam eden maçta Gökdeniz Karadeniz takımı Rubin Kazan'ı 1-2 öne geçirerek üç puanı kazandırmıştı; yani Gökdeniz, Arda'nın o beş yediği statta galibiyet sevinci yaşadı takımıyla birlikte.

İz bırakanlar bıraktı yani orada. Arda her ne kadar "Arda, Messi'yi izledi" diyenlere kızsa da gerçek bu. Arda sadece izledi, Gökdeniz ve diğer Türkler ise zamanında gayet güzel oynadılar orada. Sağa sola yaranmak, kendini bulunmaz Hint kumaşı gibi göstermeye çabalamak falan boş işler. Sen sus ve topunu oyna, belik gözlerinde saygınlığını kaybettiğin insanlara tekrar sevdirirsin kendini. -Bu son cümleye kendim de inanmadım ama neyse.-

Alessio Cerci Röportajı

Fiorentina'nın ocak ayında Roma'dan kadrosuna kattığı ve sağladığı katkı ile kısa sürede ilk 11'in değişmezi olan Cerci ile röportaj yapılmış. Yarın(2 Ekim Pazar) Lazio ile oynayacağımız maç öncesi eski bir Romalı olduğu için dikkatleri üzerine çeken bir isim. Hatta Roma'nın eskisi değil, altyapısından çıkma bir oyuncu kendisi. Yani her daim "AS Roma" etiketi üzerinde olacak nereye giderse gitsin -kendisi de bundan rahatsız değil zaten.

Cerci konuşmaya şöyle başlıyor: "Lazio'ya gol atmanın hayalini kuruyorum. Eleştiriler böylece olumlu tepkiye dönüşecektir." Ve ekliyor: "Balotelli ile kıyaslanmak beni kızdırıyor. Çünkü kendisiyle benzeşmiyoruz. Beni tanıyanlar düzgün birisi olduğumu biliyorlardır, herkese karşı gelen veya huzur bozan birisi değilim."

Mihajlovic ile tartıştın mı?
Biraz hatalı davrandım, olur böyle şeyler. Parma maçında oyundan çıkmak istemedim, bir gol daha atıp daha fazla eğlenmek istiyorum. Yanlış bir şey mi bu? Aptallık yapıyor gibi göründüm... Mihajlovic önemli bir isim, beni sevdiğini düşünüyorum, basit bir cezadan daha fazlasını vermeyecektir.

Peki taraftarların Montolivo'yu ıslıklıyor olması?
Başka bir absürt olay da bu. Ne yanlış yaptı ki? Hiçbir şey. Bu duruma anlam veremiyorum. Ancak size şunu garanti ederim ki taraftarınız sizi ıslıklarken sakin kalabilmek çok zordur.

Fiorentina bu sezon nerede olacak?
Avrupa'ya geri dönmek öncelikle hedefimiz. Lazio'yu yenersek de bu ciddi bir hikayeye dönüşecek.

Onların yerinde olmak isteyeceğin üç oyuncu söyleyebilir misin?
Cristiano Ronaldo, Iniesta ve Messi. Dördüncüyü de ekleyebilir miyim? Robben de var...

Manchester City seni almak istiyordu, Antonio Conte de Juventus'a istemişti.
Diğer takımlar ve isimler tarafından istenmek gurur verici bir şey. Ancak hem bu sezon, hem de yakın geleceğimde sadece Fiorentina var.

Jovetic'in dönüşüne ne diyorsun?
Jovetic karşısında nutkum tutuldu. Böylesine ciddi bir sakatlıktan sonra sakatlıkla ilgili hiçbir iz taşımadan performansına kaldığı yerden devam ediyor.

Roberto Mancini neden ısrarla seni istemiş olabilir?
Hiçbir fikrim yok, belki Pisa'da oynadığım dönemden kalan bir istektir.

Bir röportajda milli takım sorusu olmadan olmaz, Cerci ne düşünüyor bu konuda?
Bir takımda yer sahibi olmak önemlidir, milli takımda da öyle. Ancak bunun için bir şeyler verebilmek gerekir. Öncelikle Fiorentina için önemli bir isim olmalıyım.

Daha önce Lazio'ya hiç gol attın mı?
Altyapıda attığımı hatırlıyorum, topu kontrol edip durdurdum ve sol ayağımla karşı köşeye yolladım. Tüm gece uyuyamamanızı sağlayan bir şey bu.

Bu demek oluyor ki Lazio'ya gol atmak istiyorsun.
Eğer bunu gerçekleştirebilirsem Fiesole'nin önüne koşup orada kutlarım.(Fiesole: Fiesole tarafındaki kale arkası ve oradaki taraftarlardan bahsediyor.)

Jo-Jo'ya Yeni Sözleşme

Sakatlıktan dönüşü sonrası iyi formu ve hırsı kadar transferi de konuşulan Jovetic ile ilgili güzel haberler gelmeye başladı. Jovetic'in yıllık 2 milyon Euro'dan fazla kazanacağı yeni bir sözleşmeye evet dediği, bu sözleşmenin de beş yıllık olacağı konuşulmakta. Umarım doğrudur ve Jovetic -en azından- 2016'ya kadar bizimle kalır. Bunun yanında Chelsea için de yeni sözleşmede yer alması beklenen 24-25 milyon Euro'luk serbest kalma bedelini ödeyip sezon sonu transferi bitirecek deniyor.

Montolivo gibi para meraklısı bir adam olup huzursuzluk çıkaracak bir insan olmasın Jovetic. Montolivo karmaşasını çok sorun yaşamadan atlattık ama bir yenisine hazır değil takım, gerek yok.

27.09.2011

Özlemiştik!: Galatasaray 2-0 Eskişehirspor

Uzun zaman oldu gerçekten; Galatasaray'ın bir resmi maça bu kadar iştahlı başlayıp, maçın son anına kadar bu isteğini sürdürdüğü, sevenlerine son dakikaların "Lan Acaba?" demeden geçip gittiği anlar izletmeyeli... Hakikaten özlemişiz tam saha baskıları, rakibi sahasına hapsetmeyi. Üstelik rakip de lige -onca vukuata karıştıktan sonra- iyi bir başlangıç yapmış ve başında eski hocamız Michael Skibbe olan Eskişehirspor.
Uzun uzadıya taktikle kafa yormak istemiyorum ama Fatih Terim'in kafasındaki oyun varyasyonlarının tek bir sisteme sabitlenmiş olmadığı artık netleşti. Hazırlık etabında denenen ve olumlu izler bırakan 4-3-3, Samsun ve Karabük maçlarında sınırlı sürede verim alınan 4-4-2'den sonra bugün de doğrusal orta sahalı bir 4-5-1 denendi. Öyle ki beklerin de efektif kullanılmasıyla yedi-sekiz adam sürekli hücum alanında aktif oldu. Bunun da hocanın en istediği oyun karakteri olduğunu biliyoruz zaten.
Takım olarak çok iyiydik ancak bireysel olarak sivrilenlerden bahsetmemek olmaz. Savunma hattında Ujfalusi bir stoper nasıl oynamalı sorusuna cevap niteliğinde oynadı, hem gücünü efektif kullandı hem de hamleleri ile Es-Es'in forveti Mehmet Yıldız'ı futboldan soğuttu. Engin ortanın ortasında özverili ve başarılıydı. Hücumcu olarak anılan bir oyuncu olarak kaptığı toplar ve savunmasına yardım edişi takdire şayandı. Selçuk'tan bahsetmekten yorulacağız bu sene, zira duran topların işe yaradığını görmek başlı başına bir sevinç kaynağı. Riera ve Elmander yoruldukları son 15 dakikaya kadar ellerinden geleni yaptılar; özellikle Riera, Eskişehir'in atak başlarında yaptığı preslerle kanayan yaramız sol tarafımızdan baskın yememizi engelledi.
Son sözleri ise gecenin adamına ayırmak lazım. Felipe Melo için şuraya ne yazsak gerçekten az kalır. Kazanma hırsı, takım savunmasındaki etkinliği tüm dünyaca biliniyordu, bunun üstüne de skorerlik gibi yeni kimlik edindi hatta. Her şeyin ötesinde, hani derler ya "40 yıllık Galatasaraylı" diye, işte öyle oynuyor. Taraftar da onun bu davranışlarını elleri patlayana kadar alkışlıyor haliyle. Sezon sonunu hiç beklemeye gerek yok opsiyonun kullanılması için, takıma kalıcı olarak katmak için gereken yapılmalı...

TT Arena'dan da bahsetmeden kapatmayalım. Giden arkadaşlarımızdan gidiş-dönüşlerde sıkıntı olduğunu duyuyoruz ancak yine de tribünlerde blok halinde boşluklar görmek hoş değil. Atmosferi ile rakibin dizlerinin daha da fazla titremesi lazım şu statta. Dileriz takımımızın ivmesi bu doğrultuda devam eder, bu muhteşem stat da boş koltuksuz günlere yelken açar...

25.09.2011

Napoli 0-0 Fiorentina


Geçtiğimiz hafta bu sahada Milan'a sahayı dar eden Napoli'ye karşı, maçın yarısında büyük bir üstünlük kurarak oynamak ve beraberliği almak başarı olarak kabul edilmeli. Napoli'nin 3-5-2'sine karşı koyabilen ender takımlardan biriyiz, bu da ayrı bir başarı olmalı. Geçen sezon hakem hatasıyla içeride 1-1 berabere kaldık, deplasmanda da tıpkı bu maçta olduğu gibi 0-0 ile döndük. Bu sezon da Serie A'nın tehlikeli takımı Napoli'ye San Paolo'da yine galibiyet sevinci yaşatmadık.

Sezonun ikinci bölümünde içeride kaybetmezsek Napoli Maradona sonrası en iyi döneminde bize hep takılmış olacak. İnceden nefret edebilirler. Sahalarında bize gol attıkları son maçı da biz kazanmıştık 1-3'lük skorla. Her açıdan ters geliyoruz, yapacak bir şey yok. Fiorentina da hafta içi oynanan 3-0'lık Parma maçı sonrası iyi devam ediyor. Kurşun dökmesini bilen Fiorentina logosunun üstüne çarşaf gerip döksün lütfen.

13.09.2011

13 Eylül 1991 - Taçsız Kral

Resmi site müzik kullandığı giriş sayfası ile beğeni kazanmıştı sezon açılışında. Metin Oktay'ı da aynı şekilde anıyor, adına bestelenen şarkıyı çalarak... Harika bir iş...

http://www.galatasaray.org

Çok beğendiyseniz veya 13 Eylül 2011'den sonra girip de o şarkıyı duyamadıysanız buradan indirebilirsiniz: http://www.galatasaray.org/i/yildirimgurses_sonmac.mp3

11.09.2011

Kaldığı Yerden: İBB 2-0 Galatasaray

Büyük yenilik, Fatih Terim, harcanan büyük paralar, her mevkiye önemli yıldızlar, 2000 ruhu falan filan diye uzatırken yeni sezona girdi Galatasaray. Liverpool maçı, Çağlar girene kadar Real Madrid maçı falan derken gaza geldi herkes ancak bu gazın sönmesi için İBB karşısındaki 90 dakika yetti. Ruh, karakter, kimlik, kondisyon, taktik, uyum... Tüm bunlar öyle iki ayda kazanılacak şeyler değil. Öyle olduğunu sananlar vardı, olmadığı daha ilk resmi maçta görüldü. Siz hazırlanırken diğer takımlar yeşil bahçelere koşup armut toplamıyorlar, onlar da hazırlanıyorlar. Geçen seneki bitik takımdan sonra birazcık hareketlenen takımı görünce herkes "Uyandık, kalktık, geliyoruz!!" diye coştu. Gereği olmayan bir havaydı, bence Galatasaray adına iyi oldu bu havadan çıkılması.

Yanlış anlaşılmasın, "Erkenden takılmak daha iyi, kafalarında dank eder." demiyorum. En sevmediğim laflardan biridir, böyle bir teselli olamaz. Çaresiz takımların taraftarları sığınır buna bana göre, bırakın onlar sığınsın. Ha Galatasaray da şu an çaresizse, Galatasaray taraftarı da sığınsın, o başka bir durum. Ancak bu kadar vahim değil durum -en azından şimdilik, sonuçta önümüzdeki günlerin ne getireceği henüz muamma.

Sahada fark yaratan ne Webo ne de altı yıldır uyum içinde, belirli bir sistemle oynayan İBB'ydi. En büyük fark fizik güç oldu bu maçta. İBB savunmada bile hareketli ve gücünü kullanarak oynarken, Galatasaray hücumlarda dahi koşup efor harcamaktan bihaberdi. Sahada daha diri olan, daha çok koşan, daha fazla rakibe basan, daha fazla alan daraltan ve maç sonuna kadar kondisyonunu idare eden taraf hep İBB oldu. Melo, Ujfalusi, Eboue, biraz Kazım, biraz da Selçuk; bu kadardı Galatasaray'ın gücü kuvveti yeterli gibi görünenleri. Baros güçsüz falan dediler, hiç inanmadık, inanasımız gelmedi, medya abartıyor ediyor dedik ama nafile. Adam güçsüz işte, görünen köy kılavuz istemiyor. Hazır değil denen Sercan bile iki aydır takımla çalışan Baros'tan diri gözüküyorsa bir sıkıntı olduğu aşikar. Elmander tam da ihtiyaç olacak maçta sakatlanmış bu durumu göz önüne getirince. Zaten şu milli maç aralarında çektiğimiz çilenin yarısını başka takımlar aynı anda çekseler açık farkla şampiyon olurduk bu ligde.

Geçen sezonun berbat takımına oranla savunma ve orta sahada daha iyi dizilen bir takım gördük. Ancak aksayan noktalar elbette oldu. Çok çektiğimiz bir şey vardı: Farklı mevkide oynayan oyuncular. Yine gördük bunu, hazırlık maçlarının devamı niteliğinde Eboue ve Sabri çok alakasız yerlerde oynadılar. Sabri her ne kadar şu anki yerinde -orta sahanın ortası- kariyere başlamış olsa da altı senedir bek oynayan adamı oraya adapte etmek çok zor olacak. Buna inat edene kadar Ceyhun veya Yekta ile adam gibi defansif güç sağlamak akılcı duran seçenek şu an. Ujfalusi stopere, Eboue sol beke derken daha mantıklı bir defans hattının ortaya çıktığı zaten herkesin dilinde ki Terim de bunu biliyordur. Şimdi dediklerimi yalanlar gibi olacak ama Terim bunu bilirken Ujfalusi'nin bekte stopere oranla daha başarılı olduğunu da görmüş olmalı. Zaten bana kalırsa dediğim "mantıklı gözüken" savunma hattını oluşturamamaktaki temel etken bu. Ujfalusi Fiorentina'da da bek oynarken çok daha başarılıydı. Bek değil stoper oynadığı maçlar genelde savunmanın biraz sıkıntıda olduğu maçlar olarak öne çıkıyordu. Böyle olunca da savunmada Ujfalusi sağa geçiyor, Eboue sağdan başka bir yere geçmek zorunda kalıyor derken ortalık karışıyor. Bir çözüm elbet bulunacaktır buna; veya Fatih Terim alıştıracaktır oyuncularını maç içerisinde birkaç mevkide birden oynamaya. Daha evvel Ümit Davala, Ergün, Hasan, Capone gibi isimlere bunu öğretmişti. Misal; Capone bazen 4-4-2'nin sağındaki savunmacı bek olurken bazen 3-5-2'nin sağ çizgisini tek başına kollayan adam oluyordu. Ya da Davala sağ açıktan stopere geçebiliyordu bir anda.

Oyuncuları buna alıştırırken de verimden kısmamız gerekecek, bu maçta Eboue örneğinde olduğu gibi. Eboue gezgin gibiydi, sırtında bir bohçası eksikti. Sol açık başladı, sağ açık oldu, bir ara gitti orta sahanın ortasında oynadı, maçı da sol bek bitirdi. Bir oyuncu iki mevkide değişmeli oynayabilir ancak dört mevkiye birden geçiyorsa alınacak katkı düşer. Bir iki oyuncunun yeri değişir takımda ancak Sabri, Eboue, Ujfalusi, Sercan, Kazım gibi adamların yeri değişti maç içerisinde. Bu kadar değişiklik bir noktadan sonra karışıklığa yol açacak elbet. İkinci yarıdaki panik havasında bunun etkisi büyük. Gökhan-Yekta değişikliği ile Sabri ve Ujfalusi'nin yerleri değişince gerisi çorap söküğü gibi geldi. Zaten birkaç oyuncunun maç başından beri başka mevkilerde oynadığını düşünürsek iyice çıkmaza girildi.

Devreye dengede gidilse ikinci yarıda daha sakin bir Galatasaray görecektik büyük olasılıkla. Devreye kısa süre kala yenik duruma düşmek ikinci yarı öncesi biraz panikleyen bir Galatasaray izletti bizlere. Takımda oluşan bir an önce golü bulmalıyız çabası ise karışık ve düzenden kopan bir oyuna sebep oldu. Zaten Galatasaray'ı dikkatlice izleyince geçen sezona göre şimdilik tek farkın kaos futbolu oynanan döneme göre belirli bir düzene kavuşulmuş olması. İkinci yarı bize geçen sezonun o saçma kaos futbolundan kesitler sundu. Yenen ikinci goldeki dağınıklık, hücumda ceza sahasına kadar gidip son pasları yapamamalar... Kaos futbolunun etkisinden tam olarak kopabilmiş değil takım, bu yüzden ilk birkaç hafta vasat oyunla alınacak galibiyetler yeterli olmalı şimdilik.

Kazım'a yapılan penaltıya falan değinmiyorum. Ciddi bir olay değildi zira, hakemin görememe veya yanlış yorumlama ihtimalinin yüksek olduğu bir açıydı. O penaltı verilse Galatasaray maçı çevirebilirdi diyebilen var mıdır ki zaten?

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO