5.08.2018

Greg LeMond: Neler Öğrendim?




İki kez dünya ve üç kez Tour de France şampiyonu olan Greg LeMond bisiklet sporu tarihinin en tepedeki isimlerinden bir tanesi. Tour’u kazanan ilk Amerikalıydı ve Lance Armstrong’un diskalifiyesinden sonra da kayıtlarda Tour’u kazanan tek Amerikalı olarak kaldı.

LeMond’un kariyer başarıları aynı zamanda 5 Tour, 1 Giro etap galibiyetiyle 1982 Tour de L’Avenir ve 1983 Criterium du Dauphine Libere zaferi içeriyor.

Bu galibiyetlerin ötesinde o mandalsız pedalları, aerodinamik kaskları ve zamana karşı gidonlarını herkesten önce kullanmasıyla tanınan bir bisikletçiydi. Bu yenilikçiliği ona “mucit” etiketini kazandırdı. Bisikletten sonraki kariyerine de kadro tasarlayan şirketiyle ve şu an Deakin Üniversitesi’yle karbon-fiber geliştirme ortaklığıyla devam ediyor.

LeMond ayrıca güçlü karakteri, dopinge karşı gösterdiği tavır ve gerektiğinde kazan kaldırmasıyla da ün kazandı. Lance Armstrong’a karşı durdu ve yıllarca bu yüzden hor görüldü hatta Trek şirketi kendisinin bisiklet markasından vazgeçti. Armstrong ise sonunda kariyerinin büyük kısmında doping yaptığını itiraf etti.

Bugün 56 yaşındaki LeMond, hayat derslerini CyclingTips ile paylaşıyor. “Neler Öğrendim” serimizin son bölümünde LeMond geçmişinden, eski takım arkadaşları Bernard Hinault ve Laurent Fignon ile tecrübelerinden, neredeyse ölümüne yol açan 1987 av kazasından, anti-doping duruşundan, şefkatin öneminden ve direnmenin değerinden bahsediyor.

Çocukken dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (ADD) rahatsızlığım vardı. Çılgındım. Kız kardeşim dünya klasında bir jimnastikçiydi. Adamım, benim aksime çok güçlü bir odağı vardı, okulda da harikaydı. Ancak ben bisiklet sürmeye başladığımda zihnim gerçekten açıldı. Egzersiz yapmak beni öylesine etkiledi ki bir anda okuduğumu anlayıp dikkat gösterebilmeye başladım.

Geriye dönüp bakınca ADD’nin atletik başarımda pay sahibi olduğunu düşünüyorum. Ona bir problem olarak bakmaktansa bazı iyi avantajları olduğunu görüyorum. Aşırı odaklanabiliyorsunuz ve genellikle çok yaratıcı ve hayal gücü yüksek bir zihniniz oluyor. Meraklı bir zihin. Ancak günümüz toplumunda münasip olarak adlandırılan o küçük zarfa sığmıyorsunuz. ADD sahibi pek çok insan geride bırakılıyor. Bisikletin hayatımın yönünü gerçekten pozitif bir anlamda kesin olarak değiştirdiğini düşünüyorum.

Ailem bana ahlaki değerler aşıladı. 12 yaşımdayken sahip olduğum her şey için çalışmak zorundaydım. Sinek oltacılığını* keşfettim ve sineğe ihtiyacım vardı. Aslında onu alacak param yoktu ama balık tutmak istiyordum. Bu yüzden Çin yapımı bir sineği çalmaya çalıştım. Çantayı dürttüm ve oltanın elime saplanmasını sağladım. 12 yaşında, etrafa suçlu suçlu bakınan bir çocuk olarak orada duruyordum. Sonra geri döndüğümde 1.80 boyundaki bir adamın arkamda durduğunu ve her şeyi gördüğünü fark ettim. Konuyla ilgilenmesi için annemi aradı. Adamım, annenizi yüz üstü bıraktığınızda… bu çaldığım son şey oldu. Ailem fevkalade bir iş başardı.
Benim hileye bakış açım şudur: Bitişe ulaşmak için 90 derecelik bir dönüş yapmanız gerekiyor ama dönüşü kaçırıp daha kısa bir yoldan direkt bitiş çizgisine varabilirsiniz… Belki bunu yapabilirsiniz ama kendinizi kandırmış olursunuz. Ne anlamı var ki?


Yanlış yöne gitmekten bahsetmişken aklıma 1986 Coors Klasik yarışındaki Bruno Cornillet geldi. Peugeot takımındaydı ve kaçıştaydı. Polis onu bitişe üç, dört, beş kilometre öncesinde parkur dışına yönlendirdi ve sprinti ben kazandım.

UCI, Cornillet’e ilk sırayı vermiyordu. Bunda ısrar ettiler ben de podyuma çıkmayı reddettim. “Birinciliği almıyorum. Mümkün değil.” Sonunda yarış organizatörlerini ve UCI’ı galibiyeti Cornillet’e vermeleri için ikna ettim. 5-6 yıl sonra takım arkadaşım oldu ve bana gelip teşekkür etti.

Ancak bu normaldi, onun kazanması gerekiyordu. Belki bazı yarışçılar o galibiyeti alırdı, kariyerleri için başka bir başarı olurdu. Fakat bu bana ne ifade edecekti? Umurumda değildi. 

Yarışırken çok fazla yarış kaybediyorsunuz bu yüzden eğer bir galibiyet alacaksanız doğru şekilde alın. Bu mentaliteye bağlı kaldığım için memnunum.

Bir av kazasında vurulmak bana bir şeyi özellikle öğretti: hayat çok kısa olabilir. O zamanlar olanı biteni önemsiz gibi göstermek zorundaydık. Ölümden dakikalar uzaklıktaydım. Kanımın yüzde 60-70ini kaybetmiştim ve sağ ciğerim çökmüştü. Beş hafta içerisinde 68 kilodan 53 kiloya düştüm. Bütün kas kütlemi kaybetmiştim.

Sonra Temmuz ayında başka bir ameliyat oldum. Vurulduktan sonra açık mide ameliyatı olmuştum, 22 santim boyundaydı ve attıkları dikiş yüzünden bağırsaklarınızın yapışıp tıkanmalara yol açması normaldi.

Babamla birlikte San Francisco, Chinatown’daydık ve karnım acımaya başladı. Gıda zehirlenmesi yaşadığımı düşündüm ve bağırsak tıkanması olduğu ortaya çıktı. Hayatımda tecrübe ettiğim en acı verici şeylerden bir tanesiydi. Üstelik başka bir operasyon daha geçirmem gerekiyordu.

Sonraki gün PDM ile anlaştım. Beni kabul eden tek takımdı. Yıl bitmeden yarışacağımdan emin olmak istediler. Bir yarışa katıldım ve yarım kilometre bile gidemedim, beni bıraktılar. Mental olarak buradan devam etmek inanılmaz zor oldu.

Geriye baktığımda bisikleti bırakmadığıma şaşırıyorum. Ve muhtemelen geri dönmem için ne kadar zaman gerekeceğini bilseydim muhtemelen bırakırdım. Doğrusu, 1989 Tour’unu kazanmadan hemen önce bırakmaya çok yakındım.

İnsanlar benim en yenilikçi bisikletçi olduğumu söylediklerinde gülümsüyorum. Bu itibardır. Ancak gerçek şu ki meraklıydım ve başkalarının görmediği yerde fırsatı gördüm. Gerçekten benim güçlü yönlerimden birisi olduğunu düşünüyorum. 

Her zaman neden bir şeyi belli bir yöntemle yapmanız gerektiğini düşünürüm. Daha iyi bir yolu var mı? Ve neden bu yolla yapmazsınız?

Paranın dopingde büyük rol oynadığını biliyorum. 2000lerdeki bisikletçileri yargılamayacağım. Yani bazı elebaşları var – bazı elebaşlarının olduğunu ve kurbanlar olduğunu söyleyebilirim.

Demek istiyorum ki herkesin bir şeyler yapma seçeneği vardır ama bu kadar yaygınken ve hüküm sürüyorken “hayır ben bunu yapmayacağım” diyecek bir grup insan bulmak nadirdir çünkü bisiklet sevdikleri şeydir. Bir de üstüne dopingin onlara zarar vermeyeceği söylenmiştir.

Vurulduktan sonra PDM takımıylaydım. PDM ilk doping yapan takımlardan birisi olarak tanındı ancak onlarla birlikteyken bunun farkına varmadım. O yıl sakatlandığım için şükrediyorum çünkü kendimi onların doping konusunda baştan çıkarıcı yöntemlerine karşı koyamayacak bir atlet olarak düşünüyorum.

Bir keresinde eşimle birlikte Eindhoven’da takımlaydık, büyük bir masada oturuyorduk. “Biliyorsun, gerçekten çok ciddi bir kaza atlattın. Sana yardım etmek istediğimizi de biliyorsun. Bu çerçeve içerisinde sana medikal rehabilitasyon sağlamak istiyoruz” dediler. Ancak onların esas bahsettiği rehabilitasyon değildi, medikaldi.

Onların yapmaya çalıştıkları şey buydu. Bisikletçileri doping için ayartmaya çalışırlardı. Doktorlar “Elbette testosteron seviyen üç haftalık etap yarışının ardından düşük. Elbette bu yüzden toparlanman gerekiyor…” derlerdi.

Profesyonelliğe geçtiğim zaman konusunda çok şanslıyım çünkü 92, 93, 94 yıllarında profesyonel olmaktan nefret ederdim. İnsanlar bisiklete dopinge başlamak için girmezler fakat kültür buysa ve yarışmanın tek yolu buysa… 19, 20 yaşındaysanız, hayatınız bu ise, bisikletçilerin bunu neden yaptığını anlayabiliyorum.

İşte bu yüzden temiz spor konusunda tutkuluyum çünkü bisikletçilerin bu seçimle yüzleşmesini istemiyorum. Diyelim ki 93’te profesyonel oldum, tamamen aynı kişi olarak, ama her şeye teslim olmak zorunda kalarak… beni sonsuza kadar değiştirirdi.

Bazen o zamanlar konusunda gerçekten hayal kırıklığı yaşıyorum çünkü 91’de 1990’dan daha iyi sürdüğümü düşünüyorum. Ve gerçekten yarışın… EPO ortalıkla olmasaydı – Tour’un farklı bir şekilde ilerleyebileceğini hissetmiştim. Kimseyi suçlamaya çalışmıyorum, yarışı kimin kazandığıyla ilgili değil – ancak bütün pelotonun hızı yükselmişti ve bu beni bitirdi.

Eğer dopinge teslim olsaydım kariyerimle bu kadar gurur duyacağımı düşünmüyorum. Dopingi “herkes yapıyor” diyerek meşrulaştırabilirsiniz ancak bu sizi yine de etkiler. Farklı bisikletçilerle konuştum ve keşke o zaman periyodunda olmasaydık dediler çünkü baskı vardı. Şimdi daha iyi bir zamanda olduğumuzu düşünüyorum.

Vurulmak beni daha şefkatli biri yaptı. Demek istediğim her zaman şefkatli bir insandım ancak kazadan sonra işler değişti, farklı bir insan haline geldim. Nasıl? Yani kazadan önce, 86’da iyi durumdaydım. Kimsenin benden vazgeçmeyeceğini biliyordum. O Tour’da acı çekmedim.

Ve sonra, geri geldikten sonra her zaman patlamayı bekliyordum. Her zaman, ne zaman patlayacağımı düşünüyordum. O andan itibaren ne zaman sakatlık geçirmiş, diğer ayrıcalıklı insanların sahip olduğu fırsatlara sahip olmayan insanları görsem yaşadıkları acıyı hayal edebildim. İşlerin her zaman dolambaçsız olmadığını hayal edebildim. Bu şanstır. Ben şanslıydım. Hayatta kaldım, bana bir şans verildi. Birçok insan bu şansa sahip değil.


1986 Tour’u sırasında benimle Bernard Hinault arasındaki gerginlikler hakkında çok şey yazıldı. Ancak bizim ilişkimiz genel olarak çok iyiydi. O, o zamanın Eddy Merckx’iydi. Ben 18 yaşımdayken, Cyrille Guimard’ın Renault takımıyla profesyonel olmamışken uçakla benim evime gelmişti. Birlikte koşulara çıkıyorduk. Bana bir kardeş gibi davrandı. Benim için işleri kolaylaştırabilmek için fazladan çaba sarf etti ama bunu aynı zamanda diğer bisikletçiler için de yaptı.

Hinault takım arkadaşlarına çok iyi davrandı. Elbette ödül parasını paylaşması gerekiyordu bu sporun parçasıydı – ama onun bisikletçilerle paylaşması gerekmeyen parayı da paylaştığını hatırlıyorum. Herkese saygılı davranırdı.

Ego yoktu. Demek istediğim o bir liderdi ancak “sen benim maaşlı domestiğimsin, bu takımda sözün yok” şeklinde değil “tamam, yarın atak yapıyoruz” şeklindeydi. Bunun aynı zamanda Renault takımının ruhu olduğunu da düşünüyorum. Bizim yarış şeklimiz şuydu, eğer ben onun için bir kez çalıştıysam o da benim için çalışırdı. O başka bisikletçiler için de çalışırdı. Böylece başarıyı paylaşmış olurduk.

Çok yakın olduğumuz için 1985 ve 1986’da aramızda o kadar yoğun bir duygusal çatışma oldu. İlk yılda ona beşinci Tour’unu kazanması için yardımcı oldum. Sonrasında o da bana 1986’da yardım edeceğini söyledi ama işler gerçekte öyle olmadı.

Guimard hala bizleri yönetiyor olsaydı işlerin farklı olacağını düşünüyorum. O, Hinault’a “sen beşinci galibiyetini Greg sayesinde aldın bu yüzden ödeşme zamanı” derdi. Bu yüzden benim için zor oldu. Hala daha benim için çalıştığını söylediğinde gülümsüyorum. Ortak takım arkadaşımız Jean-Francois Bernard’ın yazdıklarını yakın zamanda okudum, “ah evet, Hinault ona her gün kazık atmaya çalışırdı” yazmış.

İşler öyle bir noktaya geldi ki Coors Klasiği’inde birbirimizle konuşmuyorduk. Olanlar konusunda sinirliydim ancak bu sadece o an için geçerliydi. Şimdi ise hiç yaşanmamış olmasını diliyorum.

Bazen daha acımasız olup bu tip şeylere önem vermemek isterdim. Ancak ABD’deki CEOların yüzde 25i sosyopattır. Bir sürü çok başarılı insan sosyopattır. Ben değilim. Duygularınız olmadığında, insanlarla empati kurmadığınızda işler kolaydır. Ancak ben bu şekilde çalışmam. Bu yüzden bunu değiştirmem.

Guimard bana kendime gerçekten daha fazla güvenmem gerektiğini öğretti. Bitiş çizgisini geçmeden hiçbir şeyin bitmediği, söylediği en önemli şeylerden bir tanesiydi.

Üstüne bastığı konulardan bir tanesi yarışı öylece bırakamayacağınızdı çünkü bu sefer çok kolay hale gelir. Hayatım boyunca en güçlü yanımın direnmek olduğunu düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse: Şu anki pelotondaki ya da benim yarıştığım pelotondaki bisikletçilerin büyük kısmının benim gibi vurulsalar kariyerlerine devam edebileceklerini düşünmüyorum.  İki yıl boyunca alay konusu oldum, eleştirildim, bana gülündü. Birçok insan bırakırdı.

Benim gücüm bu oldu, yolda kalmak. Ve bu benim hayatım boyunca devam etti… Son 10-15 yıldır bazı zor, stresli zamanlardan geçtim. Bir şeyin arkasından beklenmedik başka bir şey çıktı ve bu birçok insanı zayıf düşürürdü.

Şimdi neden bisiklette iyi olduğumu görüyorum. Eğer bir hedef, bir görev belirlersem ona bağlı kalırım. Tek istisna, eğer mantıksal açıdan devam etmek anlamsızsa olur.


Bunu göz önüne alırsak eğer kariyerimin sonlarında neler olduğunu bilseydim, birçok bisikletçinin EPO kullandığını, hiçbir şansım olmadığını, onlara karşı yarışarak sadece vücudumu harap ettiğimi, muhtemelen 1992’de yarışmayı bırakırdım. Ancak neler olduğunun farkında değildik. Performans kazanımlarının ne olduğunu kimse bilmiyordu.

O zamanlar da bu direnme mentalitesine sahiptim, av kazasından geri dönerken olduğu gibi. Bu yüzden kendimi bitap düşürmeye iki üç yıl daha devam ettim.

Bunun sonucu olarak gerçekten ama gerçekten yıprandım. Kas miyopatisi teşhisi konuldu, biyopsi yaptılar yani sonuç tutarlıydı. Fakat mitokondriniz toksinler tarafından etkilenir. Vurulmamın sonucu olarak vücudumda kurşun vardı ve sanırım EPO kullanan insanlarla rekabet etmeye çalışırken o kadar zorlanmıştım ki bünyem ve mitokondrilerim etkilendi. Fazla bisiklet sürdüğünüzde vücudunuz mitokondrilerinizden kalsiyum çeker fakat benim vücudum kurşun çekiyordu ve bunun etkisi büyük oldu.

O dönemde tanıştığım, aşırı yorgunluk belirtileri gösteren diğer tek bisikletçi Laurent Fignon’du. 2008 ya da 2009’da konuştuk ve bir noktada kollarını kaldıramayacak kadar yorgun düştüğünü söyledi. Ben de “Vay be, ben de Roger Legeay’a kollarımı kaldıramayacak kadar yorgun olduğumu söylerdim” dedim. Laurent de hiçbir zaman grand plateau’ya (büyük halka) giremediğini söyledi. Eğer büyük halkanıza giremiyorsanız, silinirsiniz.

Fignon ile aramdaki fark hatta Andy Hampsten gibi bazı bisikletçiler ve diğer bisikletçiler arasındaki fark şuydu: Eğer genel klasmanda yarışmayan tipik bisikletçilerden biriyseniz sınırlarınızı zorlayana kadar sürer sonra da sınırlarınızın altında sürersiniz çünkü yarışı bitirmeniz gerekir.

Bizim için ise, 10 yıllık yarışmanın ardından pelotondaki yerinizi bilirsiniz. Biliyordum ki eğer antrenmanda iyi sürüyorsam Bugno, Chiapucci ile birlikte önde olmalıydım. Ancak değildim. Patlayana kadar devam ediyordum. Ve bu Laurent’in de yaptığını söylediği şey. Patlayana kadar iki yıl devam etti. İki yıl boyunca bunu yapmak sizi kronik olarak aşırı çalışmış bir hale sokar.


Ben ve Laurent arkadaştık. 89’da büyük bir savaşa girdik. Yarışarak sonuna kadar savaştık. Ancak dürüst olmak gerekirse onun yarışı kaybetmesine üzüldüm çünkü o da benim zirveye geri dönerken yaptığım gibi çabalamıştı. Daha sonra 97’de buluştuk. Sonra 2008’de tekrar buluştuk, bisiklet sürdük, yemek yedik, sonra 2009’da yine.

İyi anlaştık. Biz birlikteyken insanların bana “Greg, Greg, ’89, ne büyük işti”  sonra Fignon’a “ah, nasıl kaybedebildin?” demeleri onun için acı verici tek şey olduğunu düşünüyorum.

Ve ben orada onun yanında durup buna şahitlik ediyordum. Hayal edin, iki zaferi ile değil o tek mağlubiyeti ile hatırlanıyor.

Laurent, 1989 Tour’undan sonra bir daha asla Champs Elysees’ye dönmedi. Hayal edin. Bunun için neredeyse Tour’u geri verebilirdim. Yarışmak benim için o kadar önemli değildi.

Bu yazının orijinali 1 Haziran 2018 tarihinde CyclingTips.com adresinde Shane Stokes tarafından yayınlanmıştır. Yazı içerisindeki fotoğraflar Shane Stokes ve Cor Vos tarafından çekilmiştir.

Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan kullanılamaz.

Hiç yorum yok:

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO