23.05.2018

Start Finish: Monako GP Özel




Takvimde en çok beklediğim yarış yine geldi. Pist üzerinde yaşananlar nadiren heyecanlandırıyor, en ufak kazada güvenlik aracı yarışı kilitliyor, pitstoplar dışında geçiş izlemek neredeyse imkansız, yarışın sonucu sıralama turlarında belli oluyor, takvimdeki en yavaş viraja sahip, peki Monako Grand Prix’ini neden bekliyorum? Öncelikle yarışın tarihine biraz değineceğim, sorunun cevabını direkt okumak isteyenler aşağılara inebilir.

Monako Grand Prix’i adından belli olacağı şekilde Fransa’nın güneyinde bulunan bağımsız bir şehir ülkesi olan Monako’da yapılıyor. Bu ufak ülkenin kumarhaneleriyle, zenginleri ve lüks yaşamlarıyla ünlü olan Monte Carlo bölgesinin sokaklarında 1929 yılından beri yapılan yarışın Formula 1 takvimine girişi 1950 yılında olmuş. Peki F1’den önce ne varmış?

1929 yılında, Anthony Noghes isimli Monakolu bir devlet yöneticisi Prens 2. Louis’in de destekleriyle ilk grand prixi düzenliyor. Aslında 1928 yılında Monako’ya ait bir ralli için uluslararası motor sporları federasyonuna başvuruda bulunuyorlar fakat yarışın çoğunluğu komşu ülke topraklarında geçtiği için ulusal bir yarış olarak kabul edilmiyor. Bu yüzden yarış kulübü de bölgesel bir Fransız kulübü statüsünden ülke çapında geçerliliği olan bir kulüp statüsüne kavuşamıyor. Noghes bunun üzerine Prens 2. Louis’den resmi bir izin alıyor ve Monakolu Grand Prix pilotu Louis Chiron’un desteği ile Monte Carlo sokaklarında yapılacak bir yarış organize ediyor.

14 Nisan 1929 yılında yapılan ve yalnızca davet üzerine katılınabilen bu yarışı William Grover-Williams, Bugatti Type 35B ile kazanıyor. Bugatti, Mercedes gibi önemli takımlar katılırken Alfa Romeo ve Maserati sürücüleri daveti kabul etmiyorlar. Chiron da aynı gün yapılacak olan Indianapolis 500 sebebiyle yarışa katılamıyor. İlk yarıştan 1938 yılındaki son yarışa kadar popülerliğini hızla arttıran Monako GP’si, 1939-1945 yılları arasında 2. Dünya Savaşı yüzünden düzenlenemiyor. 1946 yılında FIA tarafından oluşturulan Grand Prix kategorisine alınan yarış, 1949 yılında 2. Louis’in vefatı sebebiyle düzenlenmiyor. 1950 yılında ise temelleri yeni atılan Formula 1’e katılan yarış Formula 2 regülasyonları ile düzenleniyor fakat 1951-1953 ve 1954 yıllarında yarış yapılmıyor.

1970lere kadar pistte, park edilen araçların yoldan kaldırılması ve birkaç viraja koyulan saman balyaları dışında fazladan bir güvenlik önlemi alınmıyor. Yani yarışlarla günlük yaşam arasında yolun yapısı açısından hiçbir fark yok. 1969 yılında Jackie Stewart’ın çabalarıyla Formula 1 yarışlarında çeşitli güvenlik önlemleri alınıyor ve bugün de piste karakteristik özelliğini veren ARMCO bariyerler ekleniyor. 1972 yılında bariyerler tamamlanıyor ve böylece yoldan çıkan yarışçıların binalara, ağaçlara, vitrinlere vs. çarpmaları engellenmiş oluyor. Günümüze kadar pistte bazı değişiklikler yapılsa da, örneğin Rainier III Nauitical Stadyum inşaatı sebebiyle yolların değişmesi, ana hatlarıyla aynı kalan Monako GP o yıllarda kaosu bol, heyecanlı yarışlara ev sahipliği yapıyor. Bunda etkili olan faktör ise pilotların becerilerinden çok modern araçların daha rahat kontrol edilebilmesi, lastik ve fren teknolojisindeki gelişmeler vs.

Pistin yapısını en iyi tanımlayabilecek söz üç kez Formula 1 şampiyonluğu yaşamış olan Nelson Piquet’e ait: “Burada yarışmak oturma odanızda bisiklet sürmeye çalışmaya benziyor. Burada bir galibiyet ise başka bir yerdeki iki galibiyete eş değer.”. Pistin en meşhur yerleri Monte Carlo liman bölgesi, takvimdeki en yavaş viraj olan Fairmont virajı ve casinonun altından geçen tünel. Bu pist günümüzde takvime eklenmek istense muhtemelen ret yiyecekti çünkü en ufak hata yarış dışı kalmak anlamına geliyor ve gerekli güvenlik önlemleri de sıkışıklık nedeniyle alınamıyor. Her yarışta özel vinçler kaza ihtimali yüksek alanlarda bekletiliyor. Bakü ve Singapur gibi cadde pistlerinin aksine yüksek hızlara çıkılabilecek yer sayısı da gerçekten kısıtlı.


Monako’yu bugüne kadar en çok kazanan isimlere baktığımızda bizi Ayrton Senna altı galibiyetle ilk sırada karşılıyor. Onu beşer galibiyetle Graham Hill “Bay Monako” ve Michael Schumacher takip ediyor. Alain Prost’un burada 4 galibiyeti var. Ayrıca Prost ve Senna’nın 1983-1993 arasında burada galibiyeti başka kimseye bırakmadıklarını belirtmekte fayda var. Stirling Moss, Jackie Stewart ve 2013-2015 arası üç kez üst üste kazanan Nico Rosberg, Prost’u takip eden isimler. Fernando Alonso, Lewis Hamilton ve Sebastian Vettel şu an gridde olan ve iki galibiyeti bulunan sürücüler.

Takımları incelediğimizde McLaren’in 15 galibiyetle en yakın rakibi Ferrari’ye 5 galibiyetlik bir fark attığını görüyoruz. Lotus ve Mercedes 7 galibiyetle onları takip ediyor fakat Mercedes’in 3 galibiyetinin Formula 1 öncesi döneme ait olduğunu belirtmekte yarar var. Geçen yıl Vettel galibiyet alana kadar Mercedes’in 4 yarışlık bir dominasyonu vardı, ondan önce de 3 yıllık bir Red Bull dominasyonuna tanıklık etmiştik.

Monako GP neden sürücüler için önemli?

Monako Grand Prix’i, Indianapolis 500 ve Le Mans 24 ile birlikte motor sporları dünyasının Triple Crown denen üç en önemli yarışını oluşturuyor. Geleneksel olarak büyük öneme sahip bu yarışların üçünü de kazanmak bugüne kadar yalnızca Graham Hill’in gerçekleştirebildiği bir başarı ve elbette imkanı olan sürücüler bunu denemek ve başarmak istiyorlar. Fernando Alonso’nun geçen yıl Monako GP’si yerine Indy 500’e katılmasının, bu sene yavaştan WEC yarışlarına girmesinin arkasında yatan sebep de bu.

Monako GP’yi neden seviyorum? Bu kadar sıkıcı bir yarışı bu kadar prestijli bir hale getiren nedir?

İki soruyu birleştirdim çünkü cevapları aynı. Formula 1 başladığı günden bu yana “lüks, şatafat, ihtişam” gibi kavramlarla tanımlanan bir spor ve Monako da bu kavramların dünyadaki mabedi. Doğal olarak ikisi bir araya geldiğinde ortaya çıkan atmosfer benim gibi lükse sahip olamasa da ona tanıklık etmeyi seven bir insansanız sizi büyülüyor. Dünyanın en prestijli kumarhanelerinin önünden geçerek milyarlarca dolar değerindeki yatları selamlayarak yarışan canavar gibi araçlar bana büyük keyif veriyor. Monako’nun ihtişamı ve şatafatı, görgüsüzlük açısından diğer zengin yerlerle karşılaştırıldığında son derece zarif ve belirli bir kalitede oluyor. Misal olarak Piers Morgan’ın Monako belgeselini izledikten sonra açıp bir de Mallorca-Marbella belgeselini izlerseniz aradaki kalite farkını rahatlıkla fark ediyorsunuz. Belgesel ne yazık ki altyazısız, sonlara doğru David Coulthard ile de kısa bir röportaj var. Buradan da başka bir noktaya bağlamak istiyorum. Monako vergi kanunları nedeniyle olsa bile birçok Formula 1 sürücüsüne ev sahipliği yapan bir ülke. Doğal olarak “mahallede yarış kazanmak” sürücüler için önemli bir olay oluyor. Ayrton Senna, David Coulthard, Max Verstappen, Jenson Button aklıma şu an gelen isimlerden birkaç tanesi.

Monako’dan çıkan Formula 1 sürücüleri ise yalnızca 4 kişi. Louis Chiron, Andre Testut, Olivier Beretta ve Charles Leclerc. 1994’te Olivier Beretta’dan beri ilk kez Monako GP’de Monako’yu temsil edecek Leclerc, şu ana kadar birden fazla yarıştan puan alabilen ilk Monakolu olarak tarihe geçti bile.

Monako kraliyet ailesinin de üç jenerasyondur yarışlara büyük destek vermesi ve ülke tanıtımında ön plana çıkarması da yarışa ayrı bir önem katıyor.

Pistte hataya yer olmaması, yarışta geçişler açısından değil ama ortalığı karıştıracak kazalar açısından sürekli diken üstünde izlemenize yol açıyor. Geçmişteki araçlar kadar olmasa da ciddi bir pilotaj yeteneği ve risk alma gerektiren bu pistte kim becerikli ve cesur anlamak daha da kolay hale geliyor. Bu kadar kaotik bir ortama rağmen kırmızı bayrak Monako’da sık rastladığımız bir şey değil. 1984’teki bir fırtına sebebiyle ilk kez kırmızı bayrakla durdurulan yarış daha sonra 1990, 1995, 2000 yıllarında ilk turda kaza sebebiyle, 2011’de 6 tur kala ve 2013’te 46. turda kırmızı bayrakla durdurulmuş.


Herkes Monako GP’yi seviyor mu?
Hayır. Formula 1 seyircileri arasında “sıralama turlarından sonucu belli yarışı niye izleyelim ki?” diyerek yarışı pas geçen ya da denk gelirse izleyen kişilerin sayısı oldukça fazla. Haklılar diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Cumartesi günü sıralama turlarında ilk 3 sırayı alan sürücüler, 64 yarıştan 54ünü kazanmışlar. 1985’ten bu yana yalnızca 1996’da 14. sıradan başlamasına rağmen galibiyete uzanan Olivier Panis bunu başarmış. Sürprize kapalı bir yarış olduğu kesin fakat drama açısından hiç eksiklik hissedilmiyor.

Bazı örnekler:

2016 yılında galibiyete giden Daniel Ricciardo’yu pite çağıran Red Bull’un lastikleri hazırlamadığı için yarışı Mercedes’e hediye etmesi. Ricciardo’nun telsizden “söyleyeceğiniz hiçbir şey bunu düzeltmeyecek, o yüzden susun” sözü her şeyi özetliyordu.

Michael Schumacher’in geri döndükten sonraki en iyi performanslarından birini göstererek 2012’de pole pozisyonunu alması fakat daha önceki cezası nedeniyle 5 sıra geriden başlamak zorunda kalması.


Harika bir pazarlama hamlesi olarak tarihe geçen ve komplo teorilerini ateşleyen bir olay: Ocean’s Twelve filmi için iki Jaguar aracının burnuna 300.000 $ değerinde elmasların yerleştirilmesi ve Christian Klien’ın kazasından sonra elmaslardan birinin kaybolması ya da kaybolduğunun iddia edilmesi.

Bir şekilde yine araç parçalayan Kimi Raikkonen’in yarış bitmeden doğrudan yatına gitmesi.

1982’de son turlarda Prost’un kazasıyla başlayan ve liderliğin üst üste el değiştirdiği yarış.

Ayrton Senna’nın 1990 yılında pole pozisyonunu almasını sağlayan efsane turu.

2004’te Jarno Trulli’nin pole pozisyonunu ve yarışı kazanması.

2006’da Michael Schumacher’in sıralama turlarında birinciliği aldıktan sonra kaza yüzünden(!) hız kesecek bir noktaya park etmesi ve sonucunda ceza alıp son sıradan başlamak zorunda kalması.

2014’te Nico Rosberg’in pole pozisyonunu ele geçirdikten sonra kaza yaparak(!) sarı bayrakları sallatırması ve Lewis Hamilton’ın pole şansını engellemesi. Bunun üzerine ortalığın komplo teorileriyle yanması.

Bonus içerik: Grosjean’ın bütün yarış haftasına yaydığı muhteşem Monaco 2013 performansı.

2018 Monako GP

Bu yılki yarış da büyük ihtimalle sıralama turlarından belli olacak, geçen yılki gibi pit yüzünden geçiş izleyebiliriz. Charles Leclerc’in ne yapacağını merakla bekliyorum, genç bir pilot için zor bir pist ancak kendi evinde yarışacak olmanın getirdiği motivasyona ve bu yarışı kıvırabilecek yeteneğe sahip. Bize pisti anlattığı bir simülasyon turu videosu mevcut ki fena gitmiyor. Fazla detaylı tahminlere girmek istemiyorum. Yarışa dair bir umudum yağmur yağmasıydı o da tahminlerde gözükmüyor.

Antrenman turları diğer yarışların aksine Perşembe günleri yapılıyor. 24 Mayıs 10:00 ve 14:00te antrenman seansları olacak. 26 Mayıs Cumartesi günü 11:00’de 3. Antrenman seansı 14:00’te sıralama turları yapılacak. Yarış ise 27 Mayıs Pazar günü 14:10’da start alacak. Paragraflarca yazdığımın aksine yarış esnasında heyecanı bol, geçiş denemeleri izlediğimiz bir yarış olmasını dilerim. Şimdiden iyi seyirler.



Hiç yorum yok:

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO