3.07.2014

Arena'ya Bir İtalyan Daha: Cesare Prandelli #1


Hem Fiorentinalı hem Galatasaraylı olan biri için son bir yılda yaşananlar tuhaf bir hal almaya başladı. Ujfalusi ve Melo ile başlayan süreç Mancini ve Prandelli ile zirve yaptı. Tutulan iki takımda aynı adamlardan medet ummak farklı bir his ama yaşanabilecekleri önceden görme imkanı tanıyor bu. Mancini'de çok sürpriz yaşamadım mesela, sadece birkaç oyuncu değişikliği ve kadro seçimindeki ufak inatları şaşırtmıştı. Prandelli benzerini yapsa şaşırtmaz misal, sürpriz kadrolara ve isimlere alıştıran bir teknik adam kendisi.

Mancini sabit bir sistemde birbirinden farklı oyuncu denemesi yapan bir adamken Prandelli tam tersini uygulamaktan çekinmeyen bir isim. Yani demek istediğim; aynı kadroyu birden fazla dizilişte başarıyla kullanabiliyor. Sahaya 4-3-1-2 veya 4-1-3-2 ile çıkmayı çok sever Prandelli ancak aklında ilk iki sırada her zaman 4-4-2 ve 3-5-2 vardır. Fiorentina'yı çocukluğumdan beri takip ederim ve klasik 4-4-2'yi Prandelli kadar güzel kullanan ve uygulayan bir hoca görmedim takımın başında. 3-5-2'yi Fiorentina'da pek zorlamadı ama İtalya'nın 2012 ve 2013'teki harika performanslarına bu diziliş damgasını vurdu. Haftadan haftaya değil maç içerisinde kökten değişen taktiklere alışsanız iyi olur. Hatta cezalı duruma düşen oyuncuları varsa ve kadrosu için alternatifler arıyorsa aniden amatör takımlarla hazırlık maçı ayarlayabiliyor hafta arasına, tek amacı ortaya koyacağı adamı ve farklı taktikleri deneyebilmek.

Prandelli'nin kariyerindeki en büyük sorun başarıyı istikrarlı şekilde sürdürememesi ve çok başarılı olmaya doğru giderken farklı şeyler deneyip başarıyı gölgelemesi. Fiorentina'ya muhteşem dört sezon yaşatıp beşinci sezonda Avrupa uğruna ligi feda etti, Avrupa'da da Ovrebo gibi skandal bir hakeme tosladı ve Bayern'i eleyemedi. Ancak kariyerinde yönettiği takımlarda hep iz bıraktı olumlu anlamda. İlk deneyimi olan Lecce'yi saymazsak tabii... Girmişken kariyerinden devam edip sonra tekrar tarzına ve Galatasaray macerasındaki beklentilere döneceğim. Lecce'de kısa sürede görevine son verildikten sonra Verona'yı Serie A'ya yükseltip ilk sezonunda dokuzuncu yaptı. Yeni yetme bir hoca için fazlasıyla dikkat çekici oldu bu. Venedik'teki bir sezonluk deneyimin ardından ülkede kendisini tanımayanın kalmayacağı Parma macerası başladı. Burada Gilardino'yu ligin elit golcüleri arasına soktu uyguladığı sistemle.

2004'te Roma'nın başına geçti ama önceki yıllarda göğüs kanserine yakalanan eşinin durumu ağırlaşınca bıraktı görevini. Roma'yı bırakmak zorunda kalması Roma için şanssızlık, Fiorentina için de büyük bir şans oldu ilerleyen dönemde. Kendi özel hayatının kaderini değiştiren kanser belası iki takımın da kaderiyle doğrudan oynadı. Fiorentina'da ilk sezonunda Şampiyonlar Ligi bileti aldı ancak meşhur Calciopoli skandalı rüyayı sonlandırdı. Sonraki sezona takım -15 puanla başladı lige ve daha da kötüsü herhangi bir Avrupa kupası macerasında yer bulamadı. Aslında Serie A'dan da düşürülmüştük de mahkeme Juventus'u Serie C'den kurtarmak için şirinlik yapma adına bizi de affedip Serie A'ya geri alınca Prandelli de ayrılmadı ve esas rüya 2006/2007 sezonunda başladı. Herkesten geride olan takım ligi 15 puanlık cezaya rağmen altıncı sırada bitirdi ki silinmeyen puanları eklediğimizde 75 puanlı Roma'nın ardında 73 puanla üçüncü sırayı alabiliyordu Fiorentina. Bu muhteşem performans sonraki sezon(2007/2008) UEFA Kupası yarı finali ile taçlandı. Ligden de Şampiyonlar Ligi vizesi alındı.

Burada çok büyük bir parantez açmamız lazım Prandelli ve kariyerinden bahsetmeye devam edeceksek. Fiorentina 2007/2008 sezonunda 2000'li yılların açık ara en iyi performansını sergiliyordu ancak 26 Kasım 2007 günü Prandelli hayatının en büyük darbesini yedi, göğüs kanserine yakalanan eşi hayata veda etti. Roma'da 2004'te görevi bırakmıştı, bu kez tersini yapıp Fiorentina'da fazlasıyla iyi giden işine tutundu ve zaten yetenekleriyle kazandığı saygıyı daha da yükseğe taşıdı. Takımın o sezon UEFA yarı finali yapıp ligde son haftaya kadar Milan'a kafa tutup Şampiyonlar Ligi biletini almasında Prandelli'nin acısını hafifletme isteği ilk sıradaydı. Her fırsatta Prandelli'ye olan desteklerini dile getirdi oyuncular. Futbolcularıyla arasında hep iyi bir bağ olan Prandelli bunun meyvelerini 2007/2008 sezonunda bol bol topladı, kendisine destek çıkan onlarca oyuncusu vardı o zor dönemde.

2008/2009'da gündeme yine Gilardino'yu getireceğim zira Prandelli bir adamda bir ışık görüp onu başarılı yaptıysa bu inadını sürdürüyor. 2005/2006 sezonunda Luca Toni ligde rekor kırıp 31 gol atarken Prandelli Gilardino'ya Parma'da yaptığının aynısını yaptı. Luca Toni'nin rakip ceza sahasını domine edebileceğini biliyordu ve tek yapması gereken Toni'yi de buna inandırmaktı. Toni Almanya'daki Dünya Kupası'na en etkileyici golcü olarak giderken Prandelli eserini gururla izliyordu. 2008/2009'da da Parma'da parlattığı Gilardino'yu kariyeri Milano'da dibe doğru ilerlerken aldı ve yeniden milli takım seviyesine yükseltti. Kafaya koyduğu adamda birazcık yetenek varsa istediklerini çok kolay gerçekleştiriyor Prandelli. Neden geldi denen Gilardino bir anda Toni'yi unutturan bir yıldıza dönüştü.

2008/2009'da Şampiyonlar Ligi gruplarında Lyon ve Bayern'in ardında kalıp UEFA'da Ajax'a hemen elenmesi 2009/2010 için hırslandırdı. Avrupa'ya verdi odağını ve ligi iyi kötü götürmeye çalıştı ki bu Galatasaray'ın bu sezonuna muhteşem bir örnek neredeyse. Ligde istikrarlı şekilde dördüncü olup Şampiyonlar Ligi fırsatı yakalamak rehavete sebep oldu. 2010'da son 16'da Bayern'in bir metre ofsayttan attığı golü ve ceza sahasındaki elle oynamaları göremeyen Ovrebo ve yardımcılarının kurbanı olup ligi Avrupa ile telafi etme hedefinden erken sapması Fiorentina'da yerini sorgulattı.

Her sezon dördüncü giden takımın 11. sırayı alması huzuru kaçırdı. Herkes o eşleşme sonrası arkasında olsa da Fiorentina'da ligi 11. sırada bitirmeyi kabul ettiremeyecek kadar başarılı bir kariyere sahip olunca buradaki macerası bitmek zorunda kaldı. Mart ayında Juventus'a gideceği söylentileri çıktığında ise Fiorentina'ya olan sadakatini dile getirdi, buradaki sözleşmem geçerlidir, buna bağlıyım gibi bir söylemde bulundu. Buradaki yazının son bölümünde değinmiştim zamanında.

Ne var ki iki ay sonra günümüzün taze istifa edeni, federasyonu başkanı Abete'nin görüşme talebini kabul etti Fiorentina; Prandelli için 2010 Dünya Kupası sonrası görevi bırakacak olan Lippi'nin koltuğuna oturma şansı doğdu ve bu fırsatı kaçırmadı. İtalyan hocalarda bizdekinden çok daha yoğun bir milli takımı yönetme tutkusu var, buna karşı koyamadı o da.

İtiraf etmeliyim ki 2010'da Bayern'e elendikten sonra takımda kalması konusunda kararsızdım bir taraftar olarak. Avrupa'yı bu kadar ön planda tutup ligi tamamen boşlaması hoş değildi. Neyse ki Türkiye'de uğraşmak zorunda olduğu Milano'nun ağır abileri, Juventus ve başkentin kavgacıları yok. Kariyerine ilk defa en güçlülere kafa tutmak yerine en güçlü olarak yola devam edecek.

Farkında mısınız bilmiyorum, Felipe Melo-Prandelli ilişkisine hiç değinmedim. Zira o ikinci bölümde Galatasaraylı kısımda bahsedilmesi gereken bir şey.



Fiorentina günlerinin özeti böyle. Milli takıma da ufak bir bölüm bırakıp Prandelli tanıtımına son verip sonraki yazının hazırlığına başlamak istiyorum.

Milli takım serüveninde rahat olmak için haklı sebebi vardı, Lippi dünya şampiyonu takımı sonraki kupada gruptan çıkamayacak halde teslim etmişti Prandelli'ye. Prandelli'nin 2012'ye kolayca vize alıp elemelerde bol bol deneme yapıp yeni isimler kazandırması yetecekti, öyle de oldu ve Euro 2012'ye beklentileri karşılayarak gitti. Kariyerinin zirve anı da bu turnuva oldu. Almanya gibi makine düzenini geçti, grupta yenilmez olan İspanya'ya en azından kendisi de yenilmedi ancak finalde direnemedi. O dönem İspanya bir kupayı istiyorsa fark yemeseniz yeterliydi, Prandelli farkı da yedi o finalde kendi hatalarıyla. Grupta 3-5-2 ile İspanya'yı elinden kaçıran, Almanya'yı 3-5-2'yi kusursuz uygulamasıyla eleyen Prandelli finalde aniden dörtlü savunmaya dönüp harika işleyen takımın çehresini değiştirdi bu da hezimeti getirdi.

2013'te Konfederasyonlar Kupası'nda bu hataya düşmeyip iyi giden taktiğinde ısrar edip yarı finalde yine İspanya'yı karşısında buldu Prandelli. 2012'deki grup maçında uyguladığı doğrulardan vazgeçmeyip İspanya'ya 120 dakika boyunca karşı koydu, penaltılarda ise hoca olarak elinden gelen bir şey olmayınca üçüncülük maçıyla yetindi.

2014'te elenmesinin temel sebebi ise -ki blogda ayrı bir şekilde İtalya'nın erken vedasına değineceğim- eleme gruplarındaki doğrularından ve en önemlisi de kendisini milli takım sürecinde sırtlayan Rossi'den vazgeçmesi oldu. Rossi sakatlığı sonrası fiziki açıdan kendini toparladı ve döndü takıma ancak o Insigne-Immobile-Cerci üçlüsünü kadroda tutmayı seçti. Bedelini ağır ödedi. Tek sorumlu Rossi değil elbet ama Balotelli'nin tıkandığı noktalarda imdada koşan bir numaralı adamını bu kadar kolay harcaması çok sorgulandı. Bir de enteresan Paletta ve Parolo tercihleri var tabii... Neyse bunlar başka yazının konusu şimdi.

Kısacası doğru uyguladığı felsefeden bir anda tersi bir yapıya geçebilen ve bu yanlışta boşu boşuna inat edebilen biri Prandelli. Yazıda bol bol bahsi geçtiği gibi bir adamın bir işi yapabileceğini kıyısından köşesinden gördüğü an o adamı parlatıp ön plana çıkarıyor. 3-5-2 ile geleni geçeni yenerken aniden 4-4-2'ye geçip zorla maç alır, kimseye de hesabını vermez. Böyle bir adamla karşı karşıyasınız. Eşini kaybettiği dönem şunu gösterdi ki, özel hayatı dibe vursa da takıma odaklanıp başarıyı sürdürebiliyor. O dönem takımın başarısında en ufak sapma yaşamadan kariyerine devam eden adam için gelecekte özel hayat temalı haberler çıkarsa itibar etmem, siz de etmeyin medyamız o tip işlere girerse.

Dahası, oyuncularla iletişimde de son derece başarılı bir teknik adam. Takım Mancini'yle hem birlikteyken hem de Mancini sonrası kendisi hakkında nasıl olumlu konuştuysa Prandelli de aynı izlerle gidecek. Bugüne dek Balotelli delisi dışında ciddi sorun yaşadığı birini görmedim, Balotelli'nin kendi gölgesiyle bile sorun yaşadığını düşününce bunu görmezden gelebiliriz rahatlıkla. Oyuncu ve teknik ekip yönetimi konusunda kendisine sonuna dek güvenin, Mancini ile karakterleri ve oyun felsefeleri tutmasa da insanlarla ilişkileri çok benzer seviyede. Sert ve ciddi gözüken bu adamlar yeri geldiğinde arkadaştan öte oluyorlar futbolcularıyla. Mancini'deki güven ve sevgi-saygı ortamının bozulmayacağına eminim.

Jovetic Fiorentina'da yıldızını parlatmaktayken o dönem Inter'de oynayan Dejan Stankovic, Jovetic'i Inter'e isterken şöyle diyordu: "Bu sezonun yeni yıldızı Jovetic. Kaliteli bir oyuncu, muazzam bir yeteneğe sahip ve Prandelli tarafından eğitilmek gibi bir şansı var. Fiorentina'dan sonra zirvedeki bir kulübe gidecektir buna eminim. Kendisine Inter'e gelmesini tavsiye ediyorum." 

Prandelli'nin inandığı oyuncuyu nasıl geliştirdiği konusunda rakip takım oyuncusundan gelen bu ufak yorum fazlasıyla yeterli.

İtalyan futbolunun son yıllarda savunmacı kabuğunu kırıp hücumu öne çıkarmaya başlamasının temellerinde yatan adamlardan biri Prandelli. 2000'li yıllarda Parma ve Fiorentina ile izlettiği o güzel oyun sayesinde gömülüp de savunma yapmaya çabalayan takımlar yerine hücumu gittikçe ön plana alan takımlar izliyoruz İtalya'da. Son zamanlarda Milan-Inter-Juve üçlüsü zirveyi domine edip diğerlerini alta alamıyorlarsa bunda Prandelli ile başlayan akımın rolü çok büyük. Fiorentina ve Parma yedi büyük ekipten ikisi olarak anıldığı için zaten yukarıda olması beklenenlerden biriydi diyebilirsiniz ancak Prandelli'nin bu iki ekipte açtığı yol Napoli, Udinese, Sampdoria gibilerine cesaret verdi ki Napoli'nin yaşadığı dönüşüm ortada. Prandelli bir ülkenin futbol yapısına olumlu anlamda kabuk değiştirten bir adam, keşke 2014'te bu kadar başarısız olmasaydı diyeceğim ama olmasaydı yolu bizim memlekete düşmezdi, Euro 2016'ya devam ederdi. İlk etapta ya gelirse diye düşünüp istemedim de, şimdi mantıklı düşününce doğru bir hamle olduğunu görüyorum.

Bu yazı uzadıkça uzar, devamı Galatasaray içeriğine kayar. Melo başta olmak üzere daha kilit ve analiz/öngörü gerektiren durumları ikinci parçada okuyacaksınız, şimdilik burada nokta koyuyorum.

Arada göz atmak isteyen olursa yazıda bahsettiğim 2010'daki Bayern eşleşmesine ve Ovrebo rezaletine ait maçların yazıları burada:
- Ovrebo'nun Maçı: Bayern Münih 2-1 Fiorentina
- Ulan Ovrebo! : Fiorentina 3-2 Bayern Münih

2 yorum:

Adsız dedi ki...

"Neyse ki Türkiye'de uğraşmak zorunda olduğu Milano'nun ağır abileri, Juventus ve başkentin kavgacıları yok"

tff, medya, başbakan ve kendi arsızlığını birleştirip her şeyi yapabilecek kudrette bir rakibi var ama :)

Temur Altunhan dedi ki...

prandelli'nin italyadaki fiorentina gibi zaten ilk 7 büyük takımdan olan birini ilk 7ye sokması başarı kıstası değil. abdullah avcı veya fuat çapa da gençlerbirliği ve ibb yi üst sıralara taşıdı diye iyi teknik direktör olarak addedelim o zaman ?

ben açıkçası karısının kanser olması ardından romayı bırakması , vefatı üzerine de fio'yu şampiyonlar ligi bileti almasını tebrik ettim ama türkiye'deki baskılar özel hayattan ziyade başarısızlık ve iş bilmezlik üzerinden ilerliyor. profesyonel birine iş bilmez dediğiniz zaman vereceği tepki ve gireceği stres ile gece geziyor ya ondan kötü oynuyor takım gibi asılsız haberlere vereceği tepki farklı olur.

takımın başarılı olmak zorunda olduğu ender sezonlardan birindeyiz ne 14 senelik şampiyonluk hasreti sezonlar da zaten fenerbahçenin gerisinde olduğumuz için olmayan stres ve bunca yıl olamamışız bir sene daha bekleriz kafası ne 8. bitirmiş bir galatasaray amiyane tabirle enkaz devralmış yönetim ve teknik heyetin sahip olduğu zaman (o zaman şampiyon olamasak sadece potaya oynasak kimsenin sesi çıkmazdı. hatta ilk maç mağlup olduğumuzda bu senede kötü gideceğiz sanırım neyse sesinden farklı bir ses çıkmamıştı.) ne de şampiyon fenerbahçe olsa bile şampiyonlar ligine gidemeyecek (ki bu da fenerli medyanın algı gücüdür ikincilik iyi sonuç algısı yaratıp en kritik noktalarda direncin kırılmasını sağladı , ayrıca incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.) ikincilik başarı hem türkiye kupasını alırız gibi bir olay yok. büyük ihtimalle 4. yıldızın takılacağı sezonda çok riskli bir seçim olduğu kanısındayım. bu sene bir şekilde şampiyon yapmayı başarabilirse önümüzdeki 3 sene çok kötü sonuçlar almadığı takdirde takımın başında kalacaktır yani işin aslı geçen sene yada bundan sonraki sene getirilse ise çok doğru bir tercih olacakken şuan çok riskli bir tercih olarak görüyorum kendisini.

ne diyelim allah yolumuzu açık etsin.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO