9.11.2010

Trabzon 2-0 Galatasaray, Maç Yazısı...

Evet ben yazmadım maç yazısı. İstesem de yazamazdım zaten, yazacak kadar izlemedim maçı çünkü. İnanın bana bu aralar içimden de gelmiyor izlemek. Benim delicesine destek olduğum, hayatımın büyük bir parçasını oluşturmuş olan Galatasaray'ı izlemek gelmiyor içimden. İçten pazarlıklı adamların, açık açık sahtekarlık yapan isimlerin formayı yalandan yere terlettiği bir ortamda ben neyi izleyeyim ki?

Alenen beni gönderin diyen adamın takımın aldığı puandan daha fazlasını kaybettirmesini mi izleyeyim? Orta sahada son 1 yılda en büyük başarısının formasının yakasını tutup yırtması olan adamı mı izleyeyim diğerini bırakıp? Ya da Almanya altyapısının gazıyla attığı en tırt golde bile forma numarasını gösterip kendini ilah yapmaya çalışan apaçi tipliyi mi destekleyeyim?

Ben ne için izleyeyim maçı? Arma aşkı, forma aşkı, renk aşkı... Hepsi olabilir evet, bugüne dek en büyük sebeplerdir bunlar, formanın içindeki adamlardan önce gelirler. Ancak formanın içindekileri görememe şansım yok ki benim bu maçları izlerken. Servet'in herkese buyur geç demesini nasıl görmeyeyim. Onu görmeden nasıl renkleri formayı armayı göreyim? Sarp'ı görmeden, Barış'ı görmeden, çakma Guti-Ambrosini misali gezen Ayhan'ı görmeden, topa kafa vurmaktan çekinip bizi Avrupa'dan eden Hakan'ı görmeden ben nasıl izleyeyim maçı? 1-2 değil, en az 5 kişi var böyle.

Herkesin bok attığı küfür ettiği, "omzu ayrı eve çıktı keh keh keh" diye dalga geçtiği Gökhan oynasa keşke, hatasını yapsa ama içinde fesatlık olmadan, istemeden o hatayı yaptığını bilsek inanın daha huzurlu olurum. Ben Gökhan ağır olduğu için, rakiple sakatlık korkusundan mücadele edemediği için gol yemek istiyorum, Servet'in "ben güven istiyorum" açıklamasını yapıp kasıtlı hataları arka arkaya yapmasıyla değil...

Trabzon maçını yaz diyorlar, neden yazmadın diyorlar, 2 aydır niye maç yazısı yazmaktan çekiniyorsun diyorlar. Neyi yazayım ki? İçimden izlemek mi geliyor da yazayım? Böyleyim ben, yapamıyorum, izlemek istesem de bu saydığım isimler yüzünden sinirlenip kapatıyorum. Antalya maçında Marmaris'ten Erdem'i arıyorum, Trabzon maçı sonrası blogdaki Demir'i arıyorum... Ya da ne bileyim yarın Denizlispor maçını TRT1 vermiyor olsa muhtemelen yine gidip de izlemeyecektim.. Marmaris'te olsam evde Lig TV var diye izliyorum, onu da yalan yok, HD olmasa izlemem özet bakar geçerim. İzmir'de olunca hiç mi hiç gidip maç izleyesim gelmiyor. Düşün ki ben Kadıköy deplasmanı öncesinde hiç heyecan duymuyorum, takmıyorum bile. Maçı da bilgisayarda izliyorum, TV'den izlemekle uğraşmıyorum, izleyebilirsem izlerim diye kestirip atıyorum.

Şimdi düşünüyorum, Trabzon maçını yazsam yediğimiz ilk golü yazarım. Servet'e nefret kusarım falan sonra. Düşünüyorum, Emre'nin attığı şut var. Insua'nın akıl almaz şekilde gidip direkten dönen topu var. O kadar işte. Bir ara gerginlik oldu falan. Bir de Sabri ters yerine darbe aldı attı kendini, o acıyla debelenmesini sahtekarlık sananlar oldu. Bu işte.. Toplasan 15-20 dakika, hadi 25 olsun.. Yok yani, kaldırmıyor bünye daha fazlasını.. Takımdaki çer çöp temizlenmeden de gitmez bu isteksizlik..

Budur işte Trabzonspor maçına dair yazacaklarım.. Yani sadece maçı yazsam bu son paragraf kadar tutacaktı.. O yüzden yazamama/yazmama sebebini açıklamak daha iyi oldu sanırım?

1 yorum:

deseo dedi ki...

bizim içimize işlemiş bu tür oyunlar arkadaş ne yapalım. bir avuç devşirmenin abuk subuk hareketlerine katlanmak zorunda kalıyoruz. bu akşam denizli maçını izlerken serveti ayhanı her gördüğümde parçalıya biraz daha uzaklaştım sanki. "ben güven isterim" triplerinden önce feldkampın arkasından hakan abilerinin desteğiyle türlü dümenler çeviren yeniçerilerin sırtı sıvazlandığı zaman parçalıya ihanet ettik aslında. parçalıdan daha büyük olduğunu zannedenleri ve onlara günü kurtarmak adına ses çıkarmayanları klupten uzaklaştırmak adına hiçbirşey yapmadığımız için...

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO