24.05.2017

Fernando Alonso: Neden Indy 500’de Yarışıyorum?




Yarıştığım ilk araç benim için yapılmamıştı.

Kızkardeşim için yapılmıştı.

Babam, kızkardeşimin kendisinin çocukken yaptığı gibi go-kart sürmesini istemişti. Böylece evimizin garajında bir go-kart aracını sıfırdan inşa etti. Tek problem şuydu ki, 8 yaşındaki kızkardeşimin hafta sonlarını İspanya’nın kuzeyindeki go-kart pistlerinde harcamaya hiç niyeti yoktu.

O zaman babam üç yaşındaki beni araca koydu. Araç ilk başta benim için biraz büyük kaldı. Pedallara pek yetişemiyordum fakat koltuğu düzeltip pedalları biraz yükselterek bu sorunu çözdük.

Sürüş yapmayı çok sevdim ama ailemle zaman geçirmeyi de bir o kadar seviyordum. Annem, babam ve kızkardeşim farklı pistlere gider ve hafta sonlarımızı orada geçirirdik. Her gün birkaç saat boyunca yarışır sonra da İspanya güneşinde arkadaşlarımla futbol oynardım. Bugün piste gittiğimde dahi o günler aklımda olur.

O zamanlar sürüşle ilgili çok şey öğrendim ama bir o kadar önemlisi, kendimle ilgili bir şey öğrendim:

Yarışmaya aşığım. Yani gerçekten, gerçekten yarışmaya. Bu yüzden 28 Mayıs’ta, motor sporlarının en büyük hafta sonunda, Formula 1 takımımla Monaco Grand Prix’inde değil, Indianapolis’te olacağım. Brickyard’da* yarışacağım. Çünkü yarışmam gerek. Indy 500 bu spordaki en büyük etkinliklerden birisi. Dünyanın dört bir yanındaki sürücüler bunu biliyor. Ben oraya aitim. Çünkü ben bir yarışçıyım.

Her zaman öyle oldum her zaman da öyle olacağım.

* Indianapolis pistinin takma adı, eskiden tamamen tuğla taş olan pistten geriye anı olarak startta ufak bir kısım hala tuğla taş olarak duruyor.

Go-kart yarışın en saf halidir. Ufak pistlerde, bolca geçiş ve mücadeleyle geçen sıkı bir sürüştür. Sürücü olarak yarış becerisi sanatını orada öğrenirsiniz. Söylediğim gibi, bizim go-kartımızı babam inşa etti ve paramızın çoğu seyahat masraflarına gitti, yani o go-kartın bizi birkaç sene yetmesi gerekiyordu. Lastiklerin de dayanması gerekiyordu çünkü sadece tek bir setimiz vardı.

Ancak bu tarz problemler, öğrenmenize yardımcı olur.


Bir yarışta, ilk sezonlarımdan biriydi, yağmur yağdı. O gün ilk kez yağmur lastiği gördüm, pistte benimle olan bir araçtalardı. Ne olduklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Öteki sürücülerin lastikleri daha pürüzlüydü ve ıslak zeminde onlara daha iyi yol tutuşu sağlıyordu.

Ben yağmurda düzlerle (kuru zemin lastikleri) yarıştım – elimizde olan tek şey oydu. Ancak garipsemedim çünkü tek bildiğim de oydu. Birkaç yıldır onlarla sürüyordum yani ne yapabileceklerini biliyordum. Daha dikkatli, daha kesin davranmalıydım. Sadece altı yaşındaydım ama koşullara uyum sağlıyordum. Virajlara daha geniş açıyla girmeye başladım böylece burnumu düzeltip daha çabuk hızlanabiliyordum. Adapte oldum çünkü olmam gerekiyordu. Öğrendim ve geliştim ve bunu çok sevdim.

Yarışmayı daha ciddiye aldıkça sürüş yaptığım pistler hakkında da daha çok bilgi edinmeye başladım. Pistin özelliklerini öğrenmekten zevk aldım – go-karta binmeden önce her viraj hakkında her şeyi bilmek istiyordum.

13 yaşımdayken gayet hızlı gelişiyordum ve İtalya’da bir motor üreticisiyle vakit geçirerek öğrenebildiğim her şeyi öğrenmeye başladım. Orada go-kartımı tümüyle anlamaya başladım. Artı olarak İtalya’ya gittiğimde okula gitmiyordum ve bunu sevmiştim. Başka tip bir bilginin peşindeydim.

1996’da Çocuklar Go-Kart Dünya Kupası’nı kazandım. Ondan sonra ailem ve ben yarışlarda bir geleceğim olabileceğini düşündük.

Ama o gelecek neydi?

1990ların İspanya’sında Formula 1 -ve genel olarak araba yarışları- pek popüler değildi. Bizim ülkemiz futbolu ve motosikler yarışlarını seviyordu. Büyük Avrupa yarışları hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Michael Schumacher’in kim olduğunu bile bilmiyordum. Ben sadece yarışıyordum.

2000’de Avrupa’daki Formula 3’e sıçradım. Dünyadaki en tarihi bazı pistlerde, Spa ve Monaco gibi, yarıştık ve gözlerim motor sporlarının tarihine açıldı. İspanya’daki go-kart yarışlarının her şey olduğunu düşünürdüm. Ama işte orada Monaco’daydım ve bana yepyeni bir dünya gösterilmişti. Yarış hafta sonlarının arasında padokta isimlerini duyduğum adamları araştırırdım. Schumacher, Ayrton Senna ve Alain Prost gibi adamları. Onlar hakkında daha fazla öğrendikçe daha fazla motive oldum. O seviyeye ulaşmak istedim.


Bir yıl sonra, ilk kez bir Formula 1 aracındaydım. Minardi ile geçirdiğim çaylak sezonumdan sonraki yılı Renault için test pilotu olarak (yedek gibi) geçirdim. Ondan sonraki yıl ise Renault’un tam zamanlı sürücüsüydüm. 2003’te ilk pol pozisyonumu ve podyumumu Malezya’da ve ilk galibiyetimi Macaristan’da kazandım.

Elbette bütün galibiyetlerimi ve şampiyonluklarımı hatırlıyorum. Ancak bazıları, ilk zaferim gibi, daha özel. O yarışlara dair her şeyi hatırlıyorsunuz – otelde yediğiniz kahvaltıya kadar. En çok sevdiklerim de onlar.

Birkaç yıl sonra, Nisan 2005’te o yarışlardan bir tanesini daha yaşadım.

İtalya’daki İmola pistinde yapılan San Marino Grand Prix’iydi**. Bir gün önce Kimi Raikkonen’in sadece bir saniye arkasında sıralanmıştım. Fakat Pazar sabahı, takımım Renault araçla ilgili bir sıkıntı yaşadı. V-10 silindirlerimizden bir tanesi çalışmıyordu. Basit olarak 9,5 silindirli bir motorumuz vardı ki ideal değildi. Motordan gelen güç düşmüştü yani daha yavaştık. Motoru yeni bir tanesiyle değiştirmeyi düşündük ama bu bize bir ceza gelmesi ve yarışa en geriden başlamamız demekti. Veya o motorla devam edip gelecek sonucu kabullenebilirdik.

Motorla devam etmeye karar verdik.

**O zamanlar İtalya’nın zaten bir Monza Grand Prix’i olduğundan, İmola’daki yarışa yakında bulunan San Marino’nun adı verilmiş.

Yarış başlayalı dokuz tur olmuştu ki Kimi aracındaki direksiyon şaftındaki bir sorun yüzünden yarış dışı kaldı. 50 tur boyunca yarışa ben liderlik ettim. Aracın durumu iyi hissettiriyordu.  Normalden daha az güçlüydü ama ben ritmi yakalamıştım. 12 tur kala hala liderken pite girdim. Piste döndüğümde aynalarıma baktım ve tek gördüğüm parlak bir kırmızıydı. Ferrari kırmızısı. Michael Schumacher beni iyi zorluyordu. O gün daha fazla güce sahipti ... evet, o çok hızlıydı.

Ama ben hafızama güvendim, neler öğrendiğime. Pisti biliyordum. Aracı biliyordum.

Adapte oldum. Ne pahasına olursa olsun onu arkamda tutmaya çalıştım. Fiziksel olduğu kadar mental de bir savaştı. Michael her birkaç virajda bir bana atak yapıyordu, genç çocuğu hataya zorlamaya çalışıyordu.

Ama ben hata yapmadım. Galibiyete tutundum ve şimdi bile o yarış belki de gelmiş geçmiş en favori yarışımdır. En azından tepede olduğunu söyleyebilirim. (Sadece bir tane seçmek zor.) O yarışı severek hatırlıyorum çünkü takımım ve ben sabahki bütün ihtimallerin üstesinden geldik ve o galibiyeti almak için bütün yeteneğimizi kullandık. Diğer hiçbir yarışıma benzemiyordu. Tamamen yeniydi.

Şimdi başka yeni bir şeyin zamanı. Yeni bir pist. Yeni bir araç. Yeni bir dünya.


Indy hakkında son dört beş yıldır düşünüyordum. Birkaç yarış izlemiştim ama seri hakkında pek bir şey bilmiyordum. Bazı isimleri, takımları biliyordum ama bunların hepsi benim için yeni bilgilerdi. Yani şimdi yapmayı sevdiğim bir şeye döndüm, öğrenmeye. McLaren-Honda-Andretti takımımdan ABD’de geçirdiğim sürede tanıştığım insanlara kadar herkes çok yardımseverdi.

O kadar yardımsever olmayan tek kişiler diğer Formula 1 sürücüleriydi, çünkü hepsi çok kıskanıyordu. Hahaha. Şaka yapıyorum, şaka yapıyorum (gerçekten değil). Hepsi bana çok destek oldu ve bana iyi şanslar dileyip durdular. F1 padokunda oldukça sıkı bir grubumuz var. İçimizden birisi başka bir seride başarılı olduğunda bizim için anlamı büyük oluyor. Nico Hulkenberg FIA WEC 2015’te Le Mans’ı kazandığında bizim için büyük bir olaydı.

Monaco Grand Prix’ini kaçırmak zor olacak ama Indy’nin geleneği de o kadar şahane. Konuştuğum herkesten bununla ilgili bir şeyler duyuyorum. Yarış öncesi seromonileri ve atmosferi sabırsızlıkla bekliyorum. İşte buradayım, veteran bir sürücüyüm ama hepsi benim için yepyeni. Marş, pist, yarış – bunu tecrübe edeceğim için minnettarım. Araç dışındaki zamanımı elimden geldiğince eğlenerek geçirmeye çalışacağım. Çünkü yarış hafta sonu geldiğinde, başlama vakti.

Simülatör testi sayesinde aracımı geçen hafta Indy’de sürmeden önce tanıyor gibiydim. Ama sürdüğüm zaman simülatörün beni hazırlayamadığı tek bir şey vardı: çiğ, filtrelenmemiş güç hissi. Indy araçları F1 araçlarından biraz daha basit bu yüzden biraz daha saflar. Burada daha az kavrama var bu yüzden gaza basmak biraz daha yumruk(sıçrama) etkisi yapıyor. Komforlu bir hal almam biraz süre aldı ama takımım beni hazırlamak için büyük iş yaptı. Direksiyon arkasından öğrendiğim en işe yarar şey katıksız bir heyecandı. 28 Mayıs’ı bekleyemiyorum.


İlk go-kartım gibi, bu araç da benim için yapılmamıştı. Burada yarışması planlanan sürücü ben değilim ama bunu inşa eden insanları gururlandırmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Belki de bu benim için de yeni bir yolculuğun başlangıcı olacak.

Ve bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. Ben “hafta tatili” yapmaya ya da sadece eğlenmeye gelmiyorum – ben bir yarışçıyım, yarışmaya geliyorum. Hepsinden öte, umuyorum ki bu deneyim hayatımın sonuna kadar götürebileceğim bir şey olacak. Umuyorum ki hissettiklerim ve gördüklerim sonsuza kadar aklımda kalacak.

Ve umuyorum ki o 500 milin sonunda daha önce hiç bilmediğim bir şey öğrenmiş olacağım.

Bu yazı 18 Mayıs 2017 tarihinde ThePlayersTribune.com adresinde Fernando Alonso tarafından yayınlanmıştır.


Bu çeviri ArtemioFranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmadan yayınlanamaz.

Indy 500, eğer yanılmıyorsam TSİ 14.00te başlayacak olan Monaco GP'sinin bitişinden sonra 17-18 gibi başlayacak. Bir problem olmazsa izlemeye çalışacağım, yarış linki de paylaşmaya çalışırım. Merakınız varsa pazar öğleden sonra twitter.com/OgedayK 'yı ara ara kontrol edersiniz.

Hiç yorum yok:

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO