25.09.2008

Kurtarma Sınavı

Portsmouth'un durumu alt postta yazıyor. Kanu "Tottenham önünde herşeyi yoluna koyacağız" diyor taraftarına. Takımın kötü gidişe dur demesi için ligin hayalkırıklığı Tottenham karşısına çıkacak olmaları büyük şans. Ancak Tottenham'ın da elbet birisine patlayıp "yeter" diye haykıracağı bir gerçek. O maç belki bu maç olacak, belki bir sonraki, belki de bir kaç hafta daha geçmesi gerekecek ki o kadar geç kalırlarsa Ramos değil Londra'da, İngiltere'de bile olamaz.

Redknapp 2005 Aralık'ta başına geçtiği ve dipten alıp yukarıya taşıdığı Portsmouth'ta 3. yılını tamamlamaya yaklaşırken sıkıntılı. Futbol nankör oyun, kazanılan FA Cup'ın bir önemi kalmıyor 1 hafta bile dolmadan 10 tane yedikten sonra.. Juande Ramos'un da ilk yılını doldurmasına 1 ay var. Geçen sezon geldiğinde umut veren bir oyun oynatıyordu, bu sezon istediği herşeyi yaptırdı, istediği adamları birer birer aldırdı ama 5 maç sonunda ligin galibiyet alamayan tek takımı oldu Tottenham. 2 puana sahipler ve ligin dibindeler.
Redknapp için bu maçta alınacak yenilgi ile herşey bitmeyecektir ama Ramos için herşeyin sonu olabilir yenilgi. Redknapp yakın zamanda sıkça karşılaşacağı kurtarma sınavlarından ilkine giriyor. Ramos ise ilkini dün akşam verdi Newcastle United karşısında ve kupada 2-1'lik deplasman galibiyeti ile turlayan taraf oldu. Rakibin durumu düşünülünce sonuç olması gerektiği gibi oldu zaten. Ancak bu defa tam anlamıyla kurtarma sınavı niteliğinde bir maça çıkıyorlar Portsmouth önünde.

Umarım Spormax yayınlar da internette maç peşinde koşturmaz adamı..

Biri Zayıf, Ya Diğeri ?

Sporting Gijon.. La Liga'nın yeni ekibi son yıllarda İspanya'nın gördüğü en zayıf takımlardan biri olduğu izlenimini veriyor şimdilik. İngiltere'de geçen sezon yaşanan Derby County faciasının bu sezon İspanya'daki örneği olurlar mı sorusu sık sık sorulmaya başlandı. Sezona beklentilerin altında başlayan Barcelona da bu takıma patladı, rakipleri Gijon'u ilk haftalarda rahat rahat geçiyor. Önce kendi sahalarında 6-1'lik Barça yenilgisi, dün de Real Madrid deplasmanındaki 7-1'lik mağlubiyet.

4 gün arayla oynanan 2 maç yenen 13 gol ve oynanamayan futbol. Sporting Gijon bu sene geldiği gibi giderse sürpriz olmayacak bu. Durumu düzeltip iyi oynamaya başladıkları vakit de 6-1 ve 7-1 için fazlasıyla pişman olacaklardır sezon sonuna doğru.
Hadi üstteki Sporting Gijon'u anladık diyelim, bir şekilde açıklamasını da yapabiliyoruz güçsüz oldukları için. Ancak Portsmouth için bu kadar kesin ve net bir açıklama nasıl yapılır bilemem. Manchester City deplasmanından 6-0 ile döndüler. Dün de Carling Cup maçında Chelsea 4-0'lık skorla Londra'ya döndü. 2004/2005 ve 2005/2006'da son anda ligde kalmışlardı. Daha sonra 2006/2007'yi 9. bitirdiler, geçtiğimiz sezon da 8. olarak yükselişlerini sürdürdüler. Bu sezona da kötü girmemişlerdi ama son iki maçları tamamen facia. Zenginlerin yatırım yaptığı kulüplerden biri Portsmouth ve bu formlarını bir kaç maç daha sürdürürlerse yatırımcıların kulüpten ellerini çekmeleri pek de uzak bir ihtimal değil. Sporting Gijon'un parası yok, gücü yok o yüzden bu halde, Portsmouth'un parası da var diğer ekiplerle mücadele edebilecek kadrosu da. Ters giden şeyler Sporting Gijon'da olduğu gibi boyun eğip kabullenecek cinsten değil bu yüzden.. 2008'in FA Cup şampiyonu o ünvanı hakettiği günlerin çok uzağında şimdilik.

2 maçta 10 gol yiyen takım bu hafta Tottenham önünde kendini kurtarmaya çalışacak ki Tottenham zaten ayrı bir dünya bu sezon, o maç belki de haftanın en kritik maçı olacak bu hafta..

Rezalet : Lazio 3-0 Fiorentina

Neresinden başlayayım, ne yapayım ne edeyim bilemedim. 51'de Mauri, 55'te Pandev, 59'da Siviglia attı ve maç 3-0 bitti. 9 dakikada 3 gol yedik oturduk. Aslında ilk yarı güzel başlamıştı; özellikle kendi sahasındaki iyi oyunuyla lige başlayan Lazio karşısında tam olması gerektiği gibi fazla yüklenmeden ama oyunu kontrol ederek başladık. Zauri sağ kanatta Lazio için tehdit oluşturuyordu, bu yüzden soldan pek ciddi gelemediler. İlk yarı Fiorentina'nın kontrolünde ve bir kaç Lazio pozisyonuyla geçti. Dışarıda izliyordum maçı, devre arasına maçı açtırmayı unuttum, açarken 1-0 olduğunu biliyordum ki açar açmaz da 2-0 oldu. Bir ihtimal maçı döndürürüz derken, daha 2. golün nasıl geldiğini tartışırken 3. gol oldu ve umutlar söndü gitti o an. Maçın kalanı da ilk yarı gibi pek keyifsiz gitti zaten. Bir kaç tehlikeli Lazio atağı ve sonuca varılamayacağı bariz olan Fiorentina baskısı.. Maçın daha da evrilip çevrilip genel bir yorumunun yapılmasına gerek yok, detaylı ve uzun konuşacak tartışacak birşey olmadı. 3 gol maçı hareketliymiş gibi gösterebilir ama 10 dakikalık bir rüzgarın sonucuydu bu. Gol gelene kadar Lazio'nun 2-3 ciddi pozisyonu var, bir de goller var ki sonrasında da hiç birşey yok maçta. İlk gol geldikten sonra Lazio şaşkınlıktan ve panikten yararlandı golleri sıraladı 5 dakikada.. Lazio sürekli maçı hareketlendirme peşindeydi, Fiorentina'da sürekli rakibi uyutup maçı orta şekerli götürmeye çalıştı. Maçla ilgili merak edilen başka şey de ligin en iyi iki yabancı kalecisinin mücadelesi olacağıydı, gülen taraf Fransız değil Arjantinli oldu ne yazık ki..
Detay yok dedim de, bu yenilginin sebeplerini de bir gözden geçirmek lazım. Yenilgi beklenebilirdi de bu kadar etkisiz ve vasat gözüküp de skor olarak da böylesine ağır bir yenilgi asla beklenemezdi. Takımın dizilişine baktığımızda 4-5-1 ile 4-3-1-2 arası gidip gelen bir diziliş görüyoruz. Bunun sebebi de ileri geri giden Adrian Mutu'ydu. Belirli bir taktiği yoktu takımın, Mutu'nun duruşuna göre çift forvet veya tek forvet oynuyordu. İleride takımın en kötü ismiydi Mutu. Gilardino da etkisizdi ama doğru düzgün top gelmeyince adamın da kalabalığın arasında yapacak birşeyi yoktu. Mutu konusunda hala bu kadar ısrarcı olunması canımı sıkıyor, geçen sezon takıma katkısı fazlaydı tamam da bu sezon olmayacağını belli ediyor hazırlık maçlarından beri. Nedir bu Mutu inadının sebebi anlamak çok güç. Bugün hücumda o kadar gereksiz top kayıpları yaptı ki ilk yarıda bahsettiğim "birkaç Lazio tehlikesi"nin sayısı bir hayli artıp golle bile sonuçlanabilirdi bu ataklar.

Prandelli bugün beni çok şaşırttı. Çift forvet oynuyorsun böyle bir deplasmanda, o zaman Gilardino'nun yanındaki isim Pazzini olacak ki bir işe yarasın yaptığın taktik. Pazzini yedek kalıyorsa da Mutu'nun sahada olmasına ne lüzum var ? Almiron-Donadel ikilisi ile kapatılmış bir orta sahanın önünde Kuzmanovic ve Montolivo Lazio'yu kilitleyebilirdi. Donadel ancak 72'de girdi oyuna, yani herşey bittikten sonra. İlk yarıda Lazio'nun solunu sadece ismiyle bile durdurabilen Zauri'nin ikinci yarı başında oyundan alınması da bir başka kopma noktasıydı. Lazio'ya ve Zarate'ye bir şekilde engel olmuş savunmanın dengesi bozuldu ve zaten herşey yerine oturana kadar olanlar oldu 10 dakikada. Maçta bir başka facia daha vardı : Felipe Melo. Vargas'ın önünde Pasqual veya tam tersi Pasqual'in önünde Vargas ile sol çizgiyi oluşturmak varken Melo gibi forvete yönelik bir oyuncu orta sahanın da direncini azalttı, hücumda da etkiyi azalttı. Olumlu etkisi olmayıp işini yapsa tamam ama onu da yapamadı Melo. İşin acı tarafı da Melo'nun 90 dakika sahada kalmasıydı. Üstte Almiron demişken iyi oynadığından değil, yanında ikinci bir defansif oyuncu ile iyi birşeyler yapabileceğini düşündüm. Yoksa bugün al gülüm ver gülüm tadında, Türkiye'ye yeni gelmiş Maldonado gibi oynadı..Bu maçta çift forvet oynamasını kötülüyor değilim elbette, ancak bu ofansif görünün hakkını verecek bir anlayış hakim değildi takıma. Şu taktikle sahaya çıkıp hücum etmeye korkmak, topu ayağında tutup bir kaç etkisiz pozisyon peşinde koşmak acı bir sahnedir benim gözümde.

Kısacası Prandelli günün sınıfta kalan adamıydı. Çoğu kişinin oyun ne konumda olursa olsun sonradan müdaheleleri ile durumu değiştirmesi ve oyunu çok iyi okuması sebebiyle imrenerek baktığı Cesare Prandelli bugün tanınmayacak haldeydi. Seri A'ya çok kötü başlayan Fiorentina'da bu başarısızlığın en büyük pay sahibi hiç şüphesiz Prandelli. Geçtiğimiz sezon sadece 4-5 ay önce Juventus deplasmanında harika oynayıp rakibini ezerek 3-2 yenen Fiorentina'ya bakıyorum, bir de bugün Lazio deplasmanında 3-0 yenilen ve hücum yapmaya korkan Fiorentina'ya bakıyorum, bunun sorumlusu sahadaki oyuncular olmamalı. Prandelli gitmemeli elbette ancak geçen sezon yaptıklarına şöyle bir göz atıp o agresif ve istediği her maçı kazanan Fiorentina'yı nasıl öldürdüğünü ve nasıl geri getirmesi gerektiğini düşünmeli.

24.09.2008

Yeni Template Arayışı...

Tasarımı/Görünümü değiştirme çabasındayım, lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız, her şey kontrol altında..

Ekleme, Saat 04.50 : Vazgeçtim bu işten, kime sorsam böyle sade haliyle çok daha güzel dedi. Anket ekledim köşeye, bir de okuyucuya sormak en güzeli sanırım..

Oldu Mu Şimdi ?

Sen her türlü kanseri yen, hepsine meydan oku, hepsiyle dalga geçip hiç etiklenme.. Sonra gel zatürre yüzünden göç git bu dünyadan.. Hiç oldu mu şimdi ?

Beşiktaşlı ve spor yazarı kimliğinden çok o gurur duyduğu ve anlatırken gözlerinin parladığı denizci kimliği ile sevmiştim ben bu adamı. Teknesiyle o kadar mutluydu ki bu bile kanseri yenmesi için geçerli bir sebepti her zaman. Herşeyi arkasında bırakıp hiç birşeyi umursamadan altında teknesiyle denize açılan ve bu işi böylesine tutkuyla yapan bir adam için kanser pek birşey ifade etmemeliydi.. Öyle de olmuştu zaten ama hastalık başka yerden vurdu.. Olmadı, hiç olmadı.. Böylesine güzel bir rengi ve kişiliği bu kadar erken kaybetmemeliydik..

Tüm sevenlerinin ve futbolumuzun başı sağolsun..

Atmaya Devam Ediyor

Sezona çok iyi girmişti Georgios Samaras. Arada boş geçtiği ve acilen unutulması gereken Aalborg maçını saymazsak ikişer ikişer atmaya devam ediyor. Haftasonu duble yaptı ligde, bugün de kupada yaptı aynısını. Önceki hafta da yine iki tane atmıştı ligde. 8. maçında 9. golüne ulaştı bu sezon, bunun yanında 3 de asisti var.

Parkhead'in efsanesi Henrik Larsson'un 2000/2001 sezonundaki 37 maç 35 gollük performansına göz kırpıyor şimdilik ve sezon sonunda rekor hanesinde İsveçli'nin yerine adını yazdırması pek de zor gözükmüyor. Sezona yaptığı harika başlangıcın devamını getiriyor ve durmaya da hiç niyeti yok sanki..

Bu sezon blogun takipçileri üç golcünün adını sık duymaya hazırlansınlar : Samaras, Gilardino, Ibisevic..

Kolay Gelsin

Hafta içi heyecanı İskoçya, Almanya, İngiltere ve Fransa'da kupa maçları ile başladı. Maçın bloga taşınma sebebi ise sık rastlanmayan bir şeye sahne olması.

Gözüme takılan maçlardan oldu bu, Cottbus'un Gladbach'ı 3 golle geçtiğini görünce "vay be adamlar net skor almış, iyi oynamışlar demek ki" dedim ve skorun üstüne tıkladım golleri görme amacıyla. Baktım ki hepsi penaltıdan, bu kadar penaltı pozisyonu bulduklarına göre baskılı oynadıkları açık. Zaten Gladbach resmi sitesi de rakibin galibiyeti hakettiğini yazmış. Yine de insan düşünüyor, penaltı olmasa turu geçen Cottbus mu olurdu yine ?

Golü direkt olarak atamayıp dolaylı yoldan 3 tane bulup turu geçen Cottbus'a ilerleyen turlarda da kolay gelsin diyelim..

Dövme

Dövme yaptırmayı düşünüyorum, bir süredir aklımda var bu, kesin olarak birşeye karar verdiğimde gidip yaptıracağım zaten. Tam olarak hala karar verebilmiş değilim, önerilere de açığım elbette. Şimdilik kesik/yırtık görünümlü şeyler ilgimi çekmekte, kararımı o yönde verebilirim, bir de Batman logosu vardı aklımda da çabuk vazgeçtim ondan. Aslında Fred Çakmaktaş da düşünmüyor değilim, kendimi bildim bileli hastasıyım bu adamın, 21'i bitirip 22'ye girmeme 2 aydan az kaldı ama ben hala 3-5 yaşındaki çocuk gibi izlerim Fred'i gördüğüm zaman, çizgi filmin her bölümünü ezberlemiş olsam da...

Dediğim gibi, önerilere açığım, hoşuma giden birşeyler çıkar belki arada. Bir de daha önce bunu yaptıranlar bu ağrı-sızı konusunda hafiften bilgilendirirse iyi olur. Sanırım omuz tarafına yapılan daha az acıtıyor diğerlerine göre veya ben öyle sanıyorum kendimce. Bekliyorum önerilerinizi, tavsiyelerinizi, yorumlarınızı... Ha unutmadan, bunun acısını tarif edecek arkadaşlar dil piercingini referans göstererek acıyı tarif ederlerse belki bir nebze işime yarar. (Dilimde piercing yok şu an, acıyı nerden biliyorsun diye olursa da "bilirim ben" der ve kenara çekilirim :) )

Biraz araştırma yaptım ve şu fotoğraftaki dövme çok hoşuma gitti. Yine de kararsızlık var işte en başta dediğim gibi. Bu tarzda ama içinde yazı değil de başka birşeyler olan yırtık desenler arasından seçeceğim muhtemelen.. Zaten bu fotoğraftaki gibi çok büyük yaptırmam ilk başta, önce normalle başlayayım da, sonrası gelirse o zaman düşünürüm ki sonrasının geleceğine eminim..

23.09.2008

Underrated Players #5 : Andrés Néstor Silvera

Alt posttaki o sıradışı Independiente'nin en büyük gol silahında sıra. O büyüleyici sezonda River ve Boca'yı sollayan takım Silvera'nın da katkısıyla ligin hem şampiyonu hem de en golcü takımı oluyordu. İki dev takıma rağmen ligde 2.0 gol ortalamasını geçebilen tek takımın forvetteki ilk tercihi olmak herkesin başına gelebilecek türden bir başarı değil elbette. Zaten Apertura 2002'nin de gol kralı oldu kendisi. Silvera takımın diğer iki yıldızı Montenegro ve Insua gibi şampiyonluğun kazanıldığı yılda katılmadı takıma, bir öndeki sezonda Union Santa Fe'den geldi takıma. Kariyerindeki ilk iki takımda pek sık gol atmıyordu, Independiente ile ilk sezonu da öyle geçti. Şampiyonluğu ise gol krallığı ile süsleyip kendisini tüm Arjantin'e göstermiş oldu.
2003'te Independiente'den ayrıldı, Tigres'in yolunu tuttu Meksika'ya giderek. Orada 88 maç yapıp 47 gol attı ve 3 sezon sonra Arjantin'e dönmesi için fazlasıyla iyi bir istatistik oldu bu. 0.3-0.4 arası gidip gelen gol ortalaması bir anda 0.5-0.6'ya fırlamıştı. Daha verimli bir hale geldiği San Lorenzolu yöneticilerin gözünden kaçmadı. 2006'dan beri hala San Lorenzo forması giyiyor ve istatisikler diyor ki : "Silvera her iki maçta bir gol atıyor"
Arjantin Ligi'ni NTV'de yayınladıkları için kendisini ara sıra özetlerde görme şansımız oluyor. Bir de şöyle evdeyken doğru düzgün 90 dakika kendisini izlesem çok daha iyi olacak. Eskilerden beri birkaç video ve maç özetleri dışında bir türlü tam olarak izleyemedim bu adamı. Arjatinli golcü dendiği zaman elbette Batistuta'nın eline su dökecek adam yoktur ama O'nun kadar olmasa da böyle ara sıra parlayıp sempatimi kazanan adamlar oluyor. Bu adamların bazısı çabuk untuluyor benim tarafımdan ama bir oyuncuya taktığım zaman da inatla destek olup beğeniyorum, bu yüzden Silvera'yı 7 yıldır elimden geldiğince takip ediyorum. Diğerleri gibi geçip gidemedi, Batistuta'dan sonra hep aklıma Silvera gelir yakın zamandan bahsedince. Zamanında Insua'nın Galatasaray'a geleceği yazılırken Silvera'nın da Fenerbahçe'ye gideceği yazılmıştı ve o zamanlar üzülmüştüm ya gerçek olursa diye. Sonra gazetede sadece bir kez Galatasaray'a geleceği haberini okudum ve bir transfer sezonu boyunca o haberin gerçek olmasını diledim durdum. Benim için her zaman farklı bir yetenek ve çoğu kişinin aslında pek ilgilenmediği unutulup giden bir yıldızdır Silvera. Kendisini bir kere olsun sarı-kırmızı veya mor-beyaz forma ile goller atarken görebilmek için çok şey verebilirdim, artık iş işten geçti tabii..

Futbolun adaletsiz olduğu söylenir durur ya, işte bunun en doğal örneklerinden biridir Silvera.. Yine Independiente'den çıkma German Denis bugün avrupada futbol oynarken bu adamın unutulup gitmesini içime sindiremiyorum ben. Çok iyi olacaktı kariyerine bir avrupa ligi ekleyebilmiş olsaydı. İtalya kendi tarzına uymazdı belki de, İspanya ligi Silvera için biçilmiş kaftan, keşke şu hakettiği değeri alamadığı kariyerinin son deminde bir La Liga serüveni yaşasa, biz de kendisini daha yakından izleyebilsek bir iki sezon.. Yazının sonunda tadım kaçtı şimdi, Denis gidip Napoli forması giyiyor, Silvera ise en fazla Tigres forması giyiyor Arjantin dışında.

Hiç mi adaletin yok be futbol ?

Independiente ve 3 Adam

Independiente Arjantin'de her zaman en sevdiğim takımdır. Puan durumunda yeri nasılmış diye bakarım arada, evdeyken denk gelirse NTV Spor'da maçı veya özetini izlerim, yani öyle Galatasaray ve Fiorentina sevgimin bir benzeri yok ortalıkta. Ama işte Arjantin dendi mi River ve Boca'yı değil Independiente'yi severim. Bunun sebebi de 2002'deki Apertura şampiyonluğudur hiç şüphesiz. Daha öncesinde Maradona katkılı hafif bir Boca sempatisi vardı ama ilgimi de çekmiyorlardı. Bu şampiyonlukla da o neredeyse hiç olmayan Boca sevgisini bitirdiler içimde ve kendilerine hayran bıraktılar beni. Kadroda o dönemde üç oyuncu göze çarpıyordu ki şampiyonluğun en büyük payı bu üç adamdaydı. Federico Insua, Daniel Montenegro ve Andres Silvera. Altta hemen ilk iki isim hakkında konuşup Silvera'yı ayrı bir postta yazacağım.
Federico Insua adı Galatasaray adı ile özdeşleşmişti bir aralar. Basında Hagi'nin yerine her hafta sırayla önce Insua'yı sonra Gallardo'yu aldırıyorlardı Galatasaray'a. Gallardo gözden düştü sonraları ama Insua daha geçen yaz Lincoln gelene kadar gündemdeydi. Bu ilginin sebebi de şüphesiz ki 2002 Apertura'daki benzersiz performansıydı. Orta sahadaki diğer isim Montenegro ile birlikte ligin en etkili hücum gücünün altında imzaları vardı o sezon. 2002'deki sıradışı performansın ardından yarım sezon daha kaldı Arjantin'de ve 2003 ortasında Malaga'nın yolunu tuttu, çoğu Arjantinli İtalya ve İspanya'da bir şekilde tutunur ve iyi kötü topunu oynardı ama Insua bunu başaramayanlardan oldu. Tekrar geri döndü 2004'te Independiente'ye. Orada bir ikinci bahar yaşadı adeta ve Boca Juniors kapıları açıldı kendisine. Boca'yı da sırtlayıp yine ligin tozunu atmaya başlayınca basınımızdaki Galatasaray'a geliyor haberleri eşliğinde Borussia Mönchengladbach formasını giyiyordu.

Almanya'da sezon öncesi Galatasaray karşısına da çıkıyordu yeni takımıyla. Hazırlık maçındaki müthiş performansı ile ağzımıza bir parmak bal çalıyordu. O maçta bir de Oğuz Sabankay mükemmel oynamıştı, şimdi durum ortada, o maçta yıldız gibi parlayan Insua gibi kayıplara karıştı. Tek şansı önünde daha fazla değerlendirilecek yıl olması.. Neyse konu Oğuz değil, Insua'ya devam edelim. Insua orada iyi kötü oynamaya devam etti ama takım küme düşmüştü bir kere ve kurbanlardan biri de Insua olmuştu. İkinci avrupa seferinden de sonuçsuz dönenlerden oldu ve kendi topraklarını değil Meksika'yı tercih etti avrupayı terkederken. Hagi gibi Meksika'yı değil İstanbul'u tercih etse avrupada bu defa iş yapabilir miydi ? Hiç sanmıyorum.. Meksika'da Club America'da oynuyor 1 senedir ve şimdilik eskisi kadar olmasa da işler yoluna girecek gibi duruyor. Meksika yine bir Arjantinli'nin yok olan kariyerine destek olup O'nu ayakta tutmuş oldu. Yaşı daha 28, burada birşeyler yapıp tekrar avrupayı deneyebilir ama benim hiç umudum yok, bu kıtada iş yapacak adam zaten iki gelişinden birinde göze batardı. Sıradışı bir hücum hattına sahip Independiente'nin yeni yetme yıldızıyken şimdilerde kariyerini toparlayıp ülke topraklarına parlak bir dönüş yapma peşinde olan sıradan bir oyuncu haline geldi, kariyerini tekrar yükseltme macerasında bol şans dilemekten daha fazlası gelmiyor elimizden..
Şampiyon kadronun bir diğer yıldızı Montenegro'ya gelelim şimdi de. Independiente macerası aslında daha erken başlamıştı, 20 yaşında bu formayı giydiğinde yıl hanesinde 1999 yazıyordu. Oradaki 19 maç kendisini avrupaya taşımaya yetti. 1.5 sene kaldı avrupada yarım sezon Marsilya, 1 tam sezon Arjantinli katili Zaragoza ve yarım sezon da Osasuna formalarını giydi, olmadı, olamadı. O da çareyi geri dönüşte buldu, Arjantin'e döndü Huracan formasını giydi. Burada kiralık sezonunda iyi göründü ve O'na avrupa kapılarını açan Independiente'ye geri dönüş yaptı. Bu geri dönüşün ardından da Silvera ve Insua ikilisi ile birlikte 2002 de Apertura şampiyonluğunu yaşadı. Ertesi yıl biraz daha kaldı burada ve sıradaki durak River Plate oldu. Şampiyon takımın iki yıldızı Arjantin'in iki devinin yeni umutları olmuştu. River'da şansını iyi kullandı ve avrupaya tekrar gitti, bu defa yüksekten uçmadı ve Rusya'da Saturn formasını giydi. Yine kalıcı olamadı ve geri adım atıp River'a tekrar lider olmaya döndü. Bir önceki deneyiminde olduğu gibi bir Clasura şampiyonluğu yazdıramadı hanesine ve O'nu her zaman el üstünde tutup bitmeye yüz tutan kariyerini ayağa kaldıran Independiente'ye 3. kez döndü. 2 sene geçti son dönüşün üzerinden ve bu defa gitmeye hiç niyeti yokmuş gibi duruyor. Yaşının 29 olması kendisini tekrar avrupaya iter mi bilinmez ama üstündeki formayı bir daha çıkartmayıp kariyeri o şekilde noktalarsa hem kendisi için hem futbolseverler için en hayırlısını yapmış olacak.

Sıra Silvera'da ama O'nun postu ayrı, çünkü hem üç yıldızdan en sevdiğim bu adamdı hem de blogda ara sıra yazdığım "Underrated" serisinin de bir parçası durumunda..

Güle Güle Şerif

Vancouver forması ile 1996'da merhaba dediği NBA kariyerine noktayı koymuş Shareff Abdur-Rahim. Sevdiğim adamlardandı NBA'de, oyunlarda hep kadroma kattığım isimlerden olurdu, kariyerinin başlarında yani 90'ların sonunda ben de NBA'e yeni yeni ısınan bir çocuk olduğumdan çok kolay adam beğenemiyordum ama nedense onu beğenmiştim. İsmi mi komik gelmişti yoksa pek sık sergileyemediği yeteneklerini mi beğenmiştim o kımsını net hatırlamıyorum.
Basketbolu bırakma sebebi ise dizleri. Artık bu yükü kaldıramayacak duruma gelmişler ve erken sayılabilecek bir yaşta(31) basketbolu bıraktırmışlar adama. Sağ dizinden dert yanıyordu Şerif uzun zamandır. Zaten iki fotoğrafta da dizlikler herşeyi açıklıyor. Hafızalarımızda bundan böyle hoş bir anı olarak kalacak Abdur-Rahim. 10.000 sayı barajına ulaşan en genç 6. oyuncu olduğunu hatırlatıp, "aslında bu adamda çok iş vardı be" diyerek noktalıyorum yazımı..

22.09.2008

Bu Defa


sakin - bu defa :

bir kaç gün ya
bir kaç hafta
üç gün yirmi üç dakika sonrasıydı
her şey donarken

aahh.. ahhh..
bildik bir ses olmuştun ya,
sonunda bir ben duyan
kaçırdım orda bakarken hayaline..

bir defa kalsam yanında
hayat güzel hikayemde kalınca..
bir defa kalsam yanında
haya güzel hikayemde...


bir ses duydum, sen sanmıştım
ta derinden, içlerdeyken,
sorma sen, sus
her şey bağırırken

bildik bir ses olmuştun ya,
sonunda bir ben duyan
kaçırdım orda bakarken hayaline..

bir defa kalsam yanında
haya güzel hikayemde kalınca..
bir defa kalsam yanında
hayat güzel hikayemde kalınca..

Only Steven Gerrard Can Do That


Can sıkıntısı anında Şampiyonlar Ligi'nde atılan golleri öylesine baştan izleyeyim dedim zaman geçirmek için. Gerrard'ın Marsilya'ya attığı ilk gol tartışmasız ilk haftanın en güzel golüydü, son yıllarda atılanlar arasında da rahatlıkla üst sıralarda yer alabilecek bir gol.

Herkes gol hakkında övgü dolu sözler üretip konuşabilir ama spikerin gol anında yaptığı yorum kadar güzel çıkar mı bilemem. Gayet kısa ve net şekilde bu goldeki vuruşu, kaliteyi, ismi, herşeyi anlatmış İngiliz spiker : Only Steven Gerrard can do that !

Kusursuz

Öğlen uyanmak, anneye ne yiyebilirim diye sormak, domates çorbası var kahvaltı istemezsen cevabını almak, tamam olur dedikten sonra fotoğraftaki şeyin masaya gelmesi...

Sonuç : Yeni uyanmış bünyeye doping etkisi.

Domates çorbası ve üstüne rendelenmiş kaşar. Günün herhangi bir anında asla hayır demeyeceğim şeylerden biridir.

21.09.2008

Pazar Günü Keyfi #3 : Kocaelispor 1-4 Galatasaray

Gün keyifli başlamıştı ve öyle devam etmeliydi, korkulan deplasmandan bol gollü galibiyetle döndük ve keyif zirve yaptı. Benim beklentim galibiyetti elbet ama bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Sanırım bu biraz da Lincoln'ün iyi oyunu ile alakalı oldu. Geçen sezonun ilk beş haftasından sonra yok olan Lincoln ilk kez o günlerdeki gibi oynadı, Kewell da yine kusursuz olunca galibiyetin gelmemesi için sebep yoktu. Taner'in golüyle skor 1-0 olduğunda 3 puan gidiyor korkusuna kapılmadım hiç, çünkü takım maça çok iyi başlamıştı ve skorun Galatasaray lehine bir şekilde döneceği açıktı. Bu golde Ayhan'a ettiğim küfürün haddi hesabı yok, adamın sağında koşup kaleye yönelmesini engellerden aniden durup neden bekler ki bir insan...
Milan Baros sonradan girdiği iki maçta biraz etkili olmuş ama yeteri kadar memnun etmemişti herkesi. 2. kez ilk 11'de sahaya çıktı bugün ve bu maçlarda toplam 4 gole ulaşmış oldu. Yanında Nonda değil de Ümit olduğu zaman daha iyi işlere imza atacaklarını düşünüyorum. Nonda asla Baros'a uygun bir partner olamayacak bence, bu son iki maçta fazlasıyla belli oldu. Ümit Karan ile Baros çok daha uygun bir ikili olacak gibi duruyor şimdilik, henüz yan yana izleyememiş olsak da. Tekrar maça dönelim, ilk golde faul söylentileri var ki burada Nonda hava topuna çıkıyor kendi başına, Serdar ise pozisyon gereği Nonda'nın üstüne doğru hareketleniyor, bu sırada da çarpışıp topu tutamıyor. Pozisyonda Nonda'nın Serdar'a doğru ekstra bir hareketini göremedim ben, pozisyon gereğiydi herşey ve faul çok ağır bir karar olurdu burada. Ha bu karar doğru diye hakemi övecek değilim, hakemi sona saklıyorum.
Baros'un 2. golünü yaratan isim tamamen Alpaslan Erdem, yerine oyuna girdiği Volkan'a bir sol bekin nasıl hücuma dahil olacağı konusunda ders verdi adeta. Volkan'ın savunmadaki hakkını teslim etmek lazım, çok iyi kademeye girdi, mükemmel bir savunma performansı gösterdi ama hücumda etkisiz eleman konumundaydı. Alpaslan girdiğinde Kocaeli'nin hafif bir baskısı başlamıştı, skor 2-1'di ve oyun biraz kilitlenir gibiydi. Orta sahada topu aldı ve topu adrese yolladığında Baros'un işi sadece boş kaleye vurup skoru 3-1 yapmaktı. Daha sonra da Kewell'ın golü ile 4-1 oldu ve Kewell kusursuz performansının yanına bir de gol ekleyerek geceyi noktaladı. 2 asistle geri dönen Lincoln'e rağmen bence maçın adamı Harry Kewell'dı. Oyunun her noktasında vardı, asla gereksiz yere top ezmedi ve oyunu gerektiği noktalarda çok iyi açtı.
Maçın geneline gelirsek de Galatasaray'ın topla oynama yüzdesi bir ara %70'lerdeydi ki bu maç sonuna kadar %75 civarına gelmiş olabilir. Zaten oyunun büyük çoğunluğu Kocaeli ceza sahası ile orta çizgi arasında geçti. Yani Kocaeli en baştan kaderine razı olmuş konumdaydı, puan alma adına hiç bir hamleleri yoktu öne geçmiş olmalarına rağmen. Attıkları golde son vuruşun hakkını vermek lazım ama asistin yapılmasına sebep olan Ayhan Akman'a da yazıklar olsun demekten başka birşey bulamıyorum. Galatasaray 4 gole ve maçın 4'te 3'ünde topu kontrol etmesine rağmen yine izleyenleri tamamen tatmin edemedi ama sezonun en iyi oyunlarından biriydi, bu gayet sevindiriciydi ve skordan daha önemliydi. Ancak Ayhan tüm takıma ayak uydurmak yerine yine yenen tek golde başrol oyuncusu oldu, yanında koştuğu oyuncuyu marke etmeyi bıraktı ve adam iki adım gidip golün asistini yaptı. Dedim ya Kocaeli'de kazanma adına hiç ışık yoktu, bu da Ayhan'ı kurtardı bir bakıma. Son bir genel bakış yapıp bu uzun uzun yazanları toparlayacak olursak, Kewell sahanın yıldızıydı, Lincoln özlenen günlerinden bir demet sundu ki kalıcı olur mu bu performans bilinmez. Baros ilk 11'de başlayınca yine 2 gol attı, Nonda bildiğimiz gibiydi, akıl almaz bir gol kaçırdı ama Lincoln'ün "bu da kaçmaz artık" diye attığı pası golle tamamlayıp kendini affettirdi. Kocaceli çok kötüydü, bu gidişle ligde kalmaları zor görünüyor. Jestrovic-Serhat ikilisi aynı anda sahada olmazsa işleri çok çok zor.

Yazının sonunda hakeme değineceğim dedim. İlk golde -bence- hatasızdı ama maç içerisinde bir kaç yerde takdir hakkını bizden yana kullandı, zaten Galatasaray rahat alacaktı maçı, hakemin ucuz faullerle ve verilmeyen bir kaç faulle Kocaeli cephesinden tepki almasına hiç gerek yoktu. Neyse ki verdiği kararların sonuçları skoru etkilemedi, bir iki pozisyona sebep oldu başka da birşey olmadı. Selçuk Dereli böylesine bir maçta bile kendisinden söz ettirecek performans gösterdi ya ne desek az aslında.

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO