10.11.2009

Futbol Yerine Oynanan Sokak Oyunları : Tornet

Simit ve Yağlı Kayış gibi iki psikopat oyundan sonra bu sefer konumuz çocukluğumuzun oyuncağı. Tornet her ne kadar oyun olmasa da, sürerek yapılan yarışlar da başımıza güneş geçmesine vesile olmuştur. Bazı yörelerde Bilyalı olarakta bilinir.

Tornet zamanına göre ucuz ama herkesin sahip olamayacağı bir oyuncaktı. Neden bilmem ama zamanında mıknatıslar,misketler nasıl değerliyse, bu rulmanlar da öyle değerliydi. Ya da çocuğuz diye öyle geliyordu.

O zamanlar akülü araba sadece hayallerimizdeydi, TRT'de Atlı Karınca dizisinde görmüştüm ben sadece. Pedallı arabaya ise çok çok sonra sahip olmuştum. Şimdi günümüzün parasıyla 50-100 TL civarı pedallı arabalar, akülüler ise 250-300 TL'den başlıyor. 80'ler işte, elektronik cihazlar çok pahalıydı, babam Renault 12 parasına bir VHS video almıştı ki çalışmasa bile hala duruyor ibret olsun diye. Renault 12'yi alsa en kötü haliyle bile şu anda 2500-3000 TL ediyor olacaktı. Bütün bunlara rağmen Snickers adlı çikolatanın da kendimi bildim bileli 1 TL / 1 Milyon olması da beynimi sulandıran bir başka nokta.

Neyse, konuyu 80'lerde çocuk olmaya bağlamadan tornet'e geleyim.
Tornet 3 ya da 4 rulmandan oluşan bir araçtı. Arka tarafa takılanlar küçük, ön taraftakiler büyük olmalıydı (bkz. ergonomi). Düz bir tahta tablanın altının ön ve arkasına dingil mahiyetinde birer tahta çubuk yerleştirilir. Arkadaki tam sıfırlanarak sağına ve soluna rulmanlar çakılır. (Erkek çocukların çoğu çivi çakmayı tornet yaparken ya da tamir ederken öğrenmiştir, tıpkı saatçi tornavida kullanmayı C64'te kafa ayarı yaparken öğrendikleri gibi). Ön dingilin ortasına yerleştirilen rulmanımızla 3 tekerli tornetimiz hazır olur. Yalnız ön dingil biraz daha uzun olur, yanlara taşar ki, ayaklarımızı o çıkıntılara dayayıp yön verme işlemini yapabilelim. Buna alternatif olarakta ön dingilin uçlarına ip bağlanarak, ata biner gibi ipi çekerek yön verilen tornetler vardı. Hiç kanım ısınamamıştı onlara. Her ne kadar özümüzde At-Avrat-Silah denilse de, otomobil sürme hayali çocuk bedenime işlemişti. Köye gidince ata, eşşeğe biniyorduk. Araç sürmeliydik! Ön dingile de 2 rulman yerleştirilip, yön verme işlemi sadece dingilin ortasından tablaya sabitlenince de 4 tekerlekli tornetimiz hazır olurdu. Darbeler genellikle önden olduğu için bu modeller sağlıksızdı, araç çok çabuk hasar görüyordu. Ortada tek rulmanlı modeller daha uzun süre gidiyordu.

Tüm bunlara ek olarakta arka rulmanlardan birine (tercihen sağ) dik gelen bir tahta çubuk takılır ve bu da sözüm ona el freni yerine geçerdi.

Yokuş bir yer bulunur orada yarışılır, yokuş bulunamazsan arkadan birisi ittirir, oturanların kontrolünde yarışılır. Hatta ittirecek kimse bulamayınca tornetler boş olarak ittirilip bile yarışılır. Yeter ki macera olsun.

Arkadan ittirenleri düşürmeye çalışmak işin en zevkli yanlarından biriydi. (Evet burada da bi psikopatlık buldum). Arkadan ittiren kişi iyice hızı vermiş, kendini coşkuya kaptırmış durumdadır. Bu esnada siz kontroldeyseniz, tornetinizi aniden sola ya da sağa kırmanızla birlikte sizi ittiren kişinin yere kapaklanmasını izlemek büyük bir zevk olabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta ittiricinin sizi de alıp götürmemesidir. Bu yüzden omuzlardan tutup ittirenler yerine, sırttan tam destekle ittirenlere yapılması tercih sebebidir.

Tornet keyifli ve güzel bir araçtı bizim için. Kimimiz kendisi yapmıştı, kimimiz sadece bakımlarını(rulmana ya da dingile bir çivi çakmak, fren eskidiyse freni değiştirmek). Tamamiyle sahiplenmiştik o yaşlarda. Bisiklete bile arada annemiz, babamız biniyordu ama tornete binmiyorlardı çünkü bizimdi.

Bizler için her ne kadar keyifli olsa da, bizim sokağın köşesindeki doberman amca için öyle değildir. Doberman amca adını bilmediğimiz, köpek sahibi bir amcaydı. Çoluğu çocuğu yoktu, misafiri gelmezdi. Mahalle çocuklarının korkulu rüyasıydı. Evden ara ara köpek sesleri gelirdi ve biz kendi kendimizi o köpeğin doberman olduğuna inandırmıştık(o zaman en tehlikeli köpek diye biliyorduk). Ama köpeği gören yoktu işte. Görmediğimiz bir köpeğe sahip olduğu için adamdan korkuyorduk. Biz ne kadar korkuyorsak, o da bizim tornetlerimizin seslerine bir o kadar deli oluyordu. Gerçi tornetin sesi de mübarek Doğu Ekspres gibiydi. 3-4 tanesi aynı anda hareket ettiği zaman ufak çaplı bir F-16 sesi çıkıyordu. E adam da yaşlı rahatsız oluyordu doğal olarak. Bir türlü çözüm bulamamıştık şu ses olayına. Aklımız sıra rulmanları yağlıyorduk ses çıkmasın, yağ gibi kaysın diye. Ama nerden bilelim biz o sesin rulmanın asfalttan çıkardığı ses olduğunu ? Rulman dönüyordu, sesin onun içinden gelmesi lazım. Yağla babam yağla..

Bir arkadaşımla 1 kilo sıvı yağ harcadık 2 tornet için, hiç bir fark olmadı ama kendimizi kandırdık:
- "Biraz azaldı demi lan?"

+ "Azaldı oğlum tabi"

Hani bunları yazarken duygusala bağlamayayım, sadece hatırlatıp geçeyim diyorum ama olmuyor.

Yazım için tornet fotoğrafı ararken gördüm bu yeni model tornetleri... İnsan buna tornet ismini koyarken utanır. İnsan kendi çocukluğundan utanır da, yine de bu yandan yemiş alete tornet demez.

Hazır duygulanmışken bir de toplumsal bir yaraya dikkat çekeyim.
Elin oğlu Go-Kart'a giderken, biz tornetimize çivi çakıyorduk, rulmanlar eskiyince babamıza yalvarıyorduk yenilerini alsın diye...
Adamlar kayak takımları ve giysileriyle kayak yaparken, biz muşambaları altımıza koyup kıçımızın üzerinde tepeden aşağı kaymaya çalışıyorduk ya da leğenle yuvarlanıyorduk.

Sonra tabi bizden çıkmaz dünyaca ünlü pilotlar, kayakçılar. O kayakla yaptıkları yarışmaları leğenle yapsalar sanmıyorum ki diğer ülkelerin pek şansı olsun.


Futbol Yerine Oynanan Sokak Oyunları : Simit
Futbol Yerine Oynanan Sokak Oyunları : Yağlı Kayış

1 yorum:

Adsız dedi ki...

haha bir an flashback oldu sanki
hatırlıyorumda sene 90-92 abim yapmış birde arkasına koltuk eklemişti

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO