2.02.2017

Jamie Carragher, Frank Lampard'la Röportaj Yapıyor


Jamie Carragher eski arkadaşı Frank Lampard ile Londra Merkez’deki bir otelde kahvaltı için buluştu ve gelecek Salı oynanacak olan maçı, geçmiş mücadeleleri ve gelecek planlarını konuştu.

Carragher: 20 yıldır sana sormak istediğim bir soru var. Nasıl oldu da Peter Taylor seni benim yerime İngiltere U21 takımının kaptanı yaptı. O zamanlar iki yıldır kadrodaydım ve durduk yere sen ortaya çıktın!

Lampard: Senin huzursuz olduğunu hatırlıyorum. Ben de şaşırmıştım ama belki benim daha anlaşılır biri olmamla ilgili olabilir! İngiltere kaptanı o işe uygun görünmeli değil mi?

C: Bana haber vermek için otel odamıza gelmiştin! İnanamamıştım. 1992’deki Lilleshall denemelerinde nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun? O zamanlar ilerde oynuyordum. Seni biliyordum çünkü babam bana senin babanın 1980 FA Cup yarı-finalinde West Ham için attığı golü anlatmıştı.

L: 14 yaşındaydık ve bir hafta kalmıştık değil mi? Özel okula gidiyordum ve ufak, göbekli, utangaç bir çocuktum. Herkesin etrafında biraz gerildiğimi hatırlıyorum.

Denemelerden üç hafta sonra başaramadığımı haber veren mektubu aldım. Kendi kendime dedim ki “Ne s**** oldu da o geveze İskoç seçildi?” artık kızlarıma Lilleshall’a nasıl seçilmediğimi anlatıyorum. Büyük olaydı.

West Ham’ın genç takımında olup Jody Morris’in Chelsea için oynadığını ve senin Liverpool’la 18 yaşında çıktığın ilk maçta gol attığını hatırlıyorum. Soccer Saturday programında izliyordum ve “Onun gol attığına inanamıyorum!” demiştim, profesyonel bir kıskançlıktı. En iyisi bu konu hakkında dürüst olmaktır. Bana gerçek arzuyu o verdi. Düşünüyordum “Tanrım o golü atan ben olmak istiyorum!”.

C: Öyleyse Chelsea-Liverpool: Neden böyle bir rekabet vardı ve neden hala var?

L: Bizim dönemimizde başladı, birbirimizle sık sık karşılaşmaya başladığımızda. Yılda altı yedi kere karşılaşıyoruz gibiydi. Chelsea’nın Londra dışındaki geleneksel rakibi Leeds’ti. Sonra sizinle düzenli olarak oynamaya başladık ve durduk yere büyüdü. Beş altı yıl boyunca inanılmaz gergindi.

C: Bizi soyunma odanıza götür. Ben dürüst olacağım. Size kulüp olarak katlanamıyordum. Bir dönem Everton ve Manchester United ile olan rekabetimizi bile geçti...

L: Hiç şüphe yok ki -ve biliyorum sen de bana katılacaksın- biz daha iyi takımdık! Rekabeti daha da büyüten ise sizin taraftarınızdı. Onlar durumu eşitledi. Liverpool’a hakkını vermeyi sevmiyorum ama size 12. adam oldular. Ama basitçe rekabet, sen ve Stevie (Gerrard) ile ben ve John (Terry) idi.

C: Bu ikiliden hangisi daha iyiydi o zaman?

L: Muhtemelen ben ve Stevie! İnsanlar hala bana sormaya bayılıyor, “Stevie nasıl biridir? Anlaşabiliyor musunuz?” olay anlaşamamamız değildi. Ancak sınırı bilirdin. İngiltere milli takımındayken hep beraber yemek yerdin ancak o yemeğin sadece iş olduğunu bilirdin.

C: Biliyorum. Öğle yemeğine gider, güzel bir sohbet eder ve sonra odana dönüp “Ona katlanamıyorum!” derdin.

L: Ayrı düştüğümüz için de değil. 21 Yaş Altı’nda oda arkadaşlarıydık. Birbirine karşı oynamaya başladığında rekabet yüzünden birbirini sevmemeye başlıyorsun. Ama bu bizi futbolcu yapan şey değil midir? Kazanmak istiyorduk.

C: Chelsea’nin Stevie’yi neredeyse renklerine katması rekabet için devasa olaydı. Taraftarlar da öyleydi,  Jose’nin gelişi ve Şubat 2005’te Cardiff’teki Lig Kupası finali. Devre arasında sahadan ayrılırken seninle konuştuğumuzu hatırlıyorum. Altı ay sonra bunu yapmayı hayal bile edemezdik.

L: Jose geldiğinde ve Abramovic kulübü aldığında para takımı olduk ve insanlar bizi sevmedi. Liverpool ile doğal bir ayrım vardı – çalışan kesimin geleneklere bağlı olarak birçok başarı kazanmış takımı.

Biz mahalleye yeni gelen, parası olan ve bir sürü oyuncu almış çocuktuk. Jose göğsünü kabarttı ve birbirimizle maç yapmaya devam ettik. İki idealin çarpışmasıydı.

C: Muhtemelen o maçları izlemesi zordu. Ama oynamak? Gerginlik... Seni bilmiyorum ama benim için bir hata yapsam kaybedecekmişiz gibi geliyordu.

L: Baskı çok büyüktü. Anfield’da asla geriden oyun kuramazdık. Asla. Bizi bastıracağınızı bilirdik. Dirk Kuyt’a sezon boyu bakıp düşünürdünüz, “O kadar büyük futbolcu değil”. Ama bizimle oynadığı zaman Ashley Cole’a korner bayrağının orada baskı yapardı. Çıkamazdınız. 1-0 geriye düştüyseniz işinizin zor olduğunu bilirdiniz. Başka maçlara benzemiyordu, bıçak sırtıydı. Sonra bir de kaybetme korkusu vardı.

C: Kesinlikle! Bazen rakibin kazanmadığına daha çok sevinirdin. Üç yılda üç yarı-finalde karşılaştık ve kazanmak harika hissettirirdi ancak aynı zamanda “Kazanmadıklarına çok memnunum.” derdin. Önüne geçemezsin...

L: (2007 Şampiyonlar Ligi’nde) İkinci yarı-finali penaltılarla kaybetmemizden Kuyt galibiyet golünü attığındaki kadar nefret ettim. Luis Garcia’nın golü, çok takıldığım olay yoktur. Gol olsun ya da olmasın önemli değildi. Liverpool o maçı kazanmayı hak etmişti. Bizim sahamızda 0-0 berabere kaldınız ve Anfield’da çok iyi oynadınız.

C: Bahsetmek istediğim bir diğer maç 2008’deki Şampiyonlar Ligi yarı-finali. Anneni yeni kaybetmiştin. Çok büyük, duygusal bir andı.

L: Hayatımın kötü noktalarından biriydi. Rekabete son verdiğini söyleyemem ancak maçtan önce Stevie seromoni sırasında bana çiçek vermişti. Bunun gibi şeyler olduğunda rekabetin biraz daha az olduğunun farkına varıyorsun. Ufak bir jestti ancak anlamı çok büyüktü.

C: Chelsea 3-2 kazandı ve sen uzatmalarda skoru 2-1 yapan penaltıyı attın. Sorumluluğu başkasına vermeyi düşünmedin mi?

L: Her zaman kazanan olmak istedim, gol atan olmak. Annemin ölümü ve benim penaltıyı kullanmam açısından öyle büyük bir cesaret örneği yoktu. Sadece gol atmak istedim. Eğer kullanmak istemesem herkesin anlayışla karşılayacağını biliyordum. Ancak işten kaytarsam bunu kambur olarak sırtımda taşırdım.

C: Penaltılardan laf açılmışken, Anfield’da attığını hatırlıyor musun? Ekim 2005’te bizi 4-1 yenmiştiniz. Penaltıyı kullanmaya hazırlanırken atamayacağına dair 100 poundluk bahse girmiştik...

L: Pepe Reina’nın altından atmıştım değil mi? Doğru yöne atlasa da gol olmuştu!

C: Sana parayı verdim gerçi! 100 pound sana burada çok şey almaz gerçi. Belki bir kahve ve kruvasan!

L: O maça dair ne hatırladığımı biliyor musun? KOP’un önünde korner kullanıyordum -bana çok laf atıyorlardı- onlara ufak bir işaret yaptım. Ve senin hoşuna gitmedi! Geldin ve bağırmaya başladın. “Ne yapıyorsun a... k...?”

C: Rekabet insanı ele geçiriyor değil mi? Stamford Bridge’de bir maç vardı, hakemin etrafını sarmıştık sonra sen gelip buhar çıkararak bağırmaya başladın. “S... git! Kimsin sen? Bay S...min Liverpool’u olduğunu sanıyorsun!” normalde laflar beni afallatmaz ama o zaman afallatmıştı!

L: Hatırlıyorum! Ne zaman bir şey olsa sen orada olurdun, o kodumun kalın sesinle arkadan koşarak gelirdin. Düşünüyordum “Sadece bir kez olsun dışında kal!” Benim için iyiydi değil mi?



C: O maçlarda her zaman bir şey oluyordu. Salı günkü maçın da aynı şekilde geçeceğini düşündüm ama Liverpool formunu yanlış zamanda kaybetti.

Chelsea bu sezon inanılmaz oynuyor. Birkaç gün içinde Anfield’da ne olursa olsun şampiyon olacaklarını düşünüyor musun?

L: Kimsenin onları yakalayabileceğini sanmıyorum. En organize takım durumundalar. Costa ve Hazard fark yaratıyor. Teknik direktöre de hakkını fazlasıyla vermek gerekiyor.

Geçen sene kötü durumdalardı. Geçen sezon sakatlandığımda bir haftalığına geri dönüp tedavi gördüm. Soyunma odası korkunç hissettirdi. Guus Hiddink oradaydı, ligde 12.lerdi. Sakat oyuncular vardı, iyi oynayamıyorlardı ve bir şeylerin doğru olmadığını hissedebiliyordunuz. Bütün mentaliteyi değiştirmeleri gerekiyordu. Conte oyuncuları fazla değiştirmeden bunu değiştirmeyi başardı. Birkaç ekleme yaptı ve Kante şu ana kadar fantastik oldu ancak tam ihtiyaçları olan kişi Conte’ydi.

C: Conte hakkındaki istatistiği duydun mu? Kulüp menajeri olarak son 70 maçından 61 tanesini kazanmış! Bu sıradışı...

L: Ne yaptığını gördüm. Onları koşturuyor. Hepsi fit, hazır ve işlerini biliyorlar. Uçuyorlar. Hull karşısında onları izledim, biraz tempodan uzaklardı ama 2-0 kazandılar.

Arsenal geçen hafta kurtuldu ancak onların ya da Manchester City’nin Chelsea gibi seri galibiyetler alabileceğini sanmıyorum. Liverpool ve Jurgen Klopp’u beğeniyorum ama istikrarsızlar.

C: Yakın zamanda Kante’nin 2016 yılının oyuncusu olduğunu söyledim, muhteşem bir iş yapıyor.

L: Azpilicueta’yı unutma. Şu ana kadar harikaydı. Costa ve Hazard ilgi odakları oldular ama kendisi resmen hem sağ bek ve hem orta saha oldu. O rol için biçilmiş kaftan. Muhtemelen sezonun oyuncusu oldu.
C: Sen oynamaktan aslında ne kadar keyif aldın? Ben bırakalı neredeyse tam dört yıl oldu ve hala düşünüyorum “Yeterince tadını çıkardım mı?” Sen çok yoğundun, her şey gelecek maç hakkındaydı. Hiç bazen kendi kendine “Biraz daha tadını çıkarmış olmayı dilerdim.” diyor musun?

L: Sana tamamen katılıyorum. Geriye baktığımda hiçbir büyük maçtan keyif almadığımı görüyorum. Finallerin hiçbirinde eğlenmedim. Kupa kaldırıp kutlamaların tadını çıkarıyorsun ancak hep gelecek maç oluyor.

Kaybetme korkum vardı, eğer kötü bir maç çıkartırsam ne olabileceği korkusu. Kadro dışı kalır mıydım? Liverpool ve Manchester United gelecek yıl bizden iyi olacak mı? Kariyerimde çok fazla şey hatırlamıyorum.

C: Beni Bay Liverpool diye çağırdığını hatırlıyorsun!

L: Haha! Odakla ilgili. Hırslı oluyorsun. Hiç oturup düşünmedim “Bu harika. Gerçekten iyi oynuyorum.”

C: Hala oynamak istiyor musun? Hadi itiraf et – bir madalya daha almak için Chelsea ile son 10 maçı da oynamak istiyorsun!

L: Seni, Rio’yu (Ferdinand ve Stevie’yi görüyorum. Emekli oldunuz. Benim içimde hala oyunda kalmak isteyen bir parça var. Bazı zamanlar neden bilmiyorum. Bu sadece, benim yaptığım bir şey gibi hissediyorum.
Şimdi iki ay tatil yaptım. Rahatlamam ve her gün antrenman yapıp baskılar hakkında düşünmememi fark etmem altı haftamı aldı. Kariyerimin ortasında çok hırslı olduğum bir nokta vardı. Hiç keyif almadım. Şimdi daha kolay.
Geçen hafta City-Tottenham maçını izlemeye gittim ve Dele Alli’nin golünü görünce düşündüm “Bu eleman için ne kadar büyük bir an, bütün kariyeri önünde.” ben o oyuncuyken hiçbir zaman bir adım geriye çekilip “Bu harika!” diye düşünme fırsatım olmadı. Stresli değil mi? Her zaman endişeleniyorsun.

C: Doğru. Michael Owen’a, Stevie’ye, Wayne Rooney’e bak. Hepsi İngiltere takımında ergenken varlardı, baskı doğal olarak geldi. Biz geleneksel yoldan gitmek zorunda kaldık: 21 Yaş Altı, sabırla bekle, şansını bekle. Hiçbir zaman tepside sunulmadı ve her zaman sorgulanıyorsun gibiydi.

L: Benim için bir kısmı babamın futbolcu olmasından kaynaklandı. Çocukken o kadar hızlı değildim, hızlı olmam gerekiyordu. Çok çalıştım. Hiçbir zaman rahatlayabilen, Michael ya da Stevie gibi doğal yeteneği olan bir futbolcu olmadım.

Oyunumu o seviyeye getirmek için hafta boyunca yapmam gereken bir sürü şey vardı: ekstra koşular, mesafe koşuları, şut çalışmaları. Olmak istediğim oyuncuya çok odaklanmıştım.

Formda kalmaya çalışmak çok stresliydi ama biliyordum ki bir seviye düşersem, antrenmanda özensiz olursam geriye düşecekim. Emekli olduğumda senin gibi olacağım. Senin özlemediğini biliyorum. Sadece farklı bir şeyler yapmak için geleceğe bakıyorum.

C: Öyleyse seni emekli olduğunu söylemekten ne alıkoyuyor?

L: Stevie kararını verdi ve kariyerini noktalama şeklinde rahattı. Ben emin değildim. ABD’de olmaya bayıldım. Büyük bir tecrübeydi. İnsanlar para yüzünden Çin’e çekilecek ama yaşam tarzı ve ABD hakkındaki her şey, yeterince tavsiye edemem.

Her zaman yurt dışında oynamak istedim. Gençken İtalya’ya gitme şansım oldu ama dil yüzünden zor olurdu. Amerika daha kolaydı ama gerçekten sevdim.

Ancak emekli olmama konusuna gelirsek? Ayrılıp da kendi kendime “Belki biraz daha kalmalıydım.” demek istemiyorum. Üstüne kafa yoruyorum. Birkaç Premier Lig teklifini geri çevirdim. Ama gerçek şu ki Chelsea’de uzun yıllar kalıp, Manchester City’de de bir sezon harcadıktan sonra küme düşmemek için yapılan it dalaşına karışmak istemedim.

Meydan okumaları kafama takmam ama bir nokta geliyor, envanter sayımı yapmanız gerekiyor. Zayıflıklarımı anlıyorum. Şimdi Ocak ayının sonu ve fit olmaya çalışmak sonra takıma girip büyük bir etki yapmak... Yeterince katkı verebileceğimi sanmıyorum. Sadece doğru kararı verdiğimden emin olmak istiyorum. 38 yaşında hala seçeneklerimin olmasını takdir ediyorum. Eğer bana uygun bir şeyler gelirse, kim bilir? Ama gelmedi, öyleyse göreceğiz.

C: Gelecekte ne yapmayı planlıyorsun? Kendini tekrar Chelsea’de görüyor musun?

L: İdeal bir dünyada, evet. Ama gerçekçi olduğunu sanmıyorum. Kendim hakkında düşünmeliyim. Sonunda gelecek hafta B seviyesi antrenörlük sertifikalarım için çalışmaya başlayacağım. FA yardım etmeye çalışıyor. Dan Ashword (FA teknik direktörü) benimle temas halinde. Onun aynı zamanda Stevie’ye de yardım ettiğini biliyorum.

Bu süreci eskisinden daha hızlı gerçekleştirmek için bazı fırsatlar var. Bu harika olurdu. Futbolun içinde olacağım. Ayrıca medya işi var. Senin yaptığına saygı duyuyorum.

C: Kartlarını düzgün oynarsan bu sen olabilirsin...

L: Tıpkı 21 Yaş Altı’nda yaptığım gibi senin işini alabilirim!

SERİ-ATEŞ FRANK
En İyi Üç Gol  
      1.       Bolton, Mayıs 2005, Premier Lig’i kazandıran
2.       Bayern Münih, ŞL, 2005, Stamford Bridge’de sol ayakla vole
3.       Barcelona, ŞL, 2006, Nou Camp’te yan çizgiden aşırtma
En Zor Rakip 
      Yerel olarak, Steven Gerrard. Her şeye sahipti. Sizinle defansif olarak uğraşırdı ve ileri çıkarak sizi acıtırdı. Avrupa’da Andres Iniesta ve Xavi. Kombinasyon olarak, topu onlardan alamazdınız.
Birlikte Oynadığın En İyi?
      İki tane seçmeliyim. Didier Drogba, harika insan, lider ve mükemmel bir ilişkimiz vardı. Sonra JT’yi seçmem gerekir (John Terry). Topla mükemmel, kazanmak için ölen ve saha içinde ve dışında kaptan. Premier Lig’in gelmiş geçmiş en iyi defansı!

Bu çevirinin orijinal versiyonu DailyMail.co.uk adresinde 27 Ocak 2017’de yayınlanmıştır.


Bu çeviri artemiofranchi.org dışında kaynak gösterilse dahi izin alınmaksızın yayınlanamaz.

Hiç yorum yok:

  ©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.

TOPO