"Şeker" Bayramı geldi.. Milas'a gidip anneanne-dede ziyareti yapıp çarşamba öğlen yeniden Marmaris'e geliyorum..İyi bayramlar herkese..
Tema değiştirme konusunda kararsız kalıp 3 günlük kısa süreli bir anket yapmıştım sonuç bu oldu. Sabaha karşı yatarken eşitti oylar, son anda 1 oy daha gelmiş değişmesi için.
Kemanını artık Artemio Franchi'de çalıyor..
Transfer olduğunda Milan'ın kazık attığını söyleyenler çoğunluktaydı. Orada kötü oynadığı için kariyerinin bundan sonrasının da kötü geçeceğini iddia etmek doğru değildi. Sezon başından beri attığı gollerle de bunu kanıtladı Alberto Gilardino. Teknik direktör Cesare Prandelli ile Parma'da da birliktelerdi ve orada gol kralı olmuştu Gilardino. Prandelli O'nu kullanmayı iyi biliyor, Fiorentina'ya geldiği gün hiç şüphem yoktu, çok emindim iyi oynayıp golleriyle geri döneceğine.
Gol yükünü tek başına sırtlamaya başladı son zamanlarda. Bu formayla çok daha iyi şeyler başaracak Gilardino, ah bir de Prandelli takımı geçen seneki oynatmayı başarabilse..
Baros gibi Gilardino da çoğu kişinin gözünde şüpheyle gitti yeni kulübüne. Cevabını attığı gollerle veriyor ikisi de..
Baros ne kadar sarı-kırmızıya yakıştıysa, Gilardino da o kadar çok yakıştı mor formaya..
Bir çok Galatasaraylı'dan önce 1 Mart 2006'da 2-2 biten Türkiye - Çek Cumhuriyeti maçında izlemiştim Baros'u canlı olarak. Maç okul dönemi olduğu için Marmaris'te değil İzmir'deydim. Haftasonu olsa Marmaris'e gelip kaçırabilirdim gerçi yine.. O günkü izlenimim Ümit Karan'a benzeyen ama onun bir iki level üstü bir adam olduğuydu. Yani Baros'u zaten tanıyorduk da adamı yerinde canlı canlı izleyince, gözleri maç boyu üzerine kilitleyince daha da olumlu şeyler görüyordu insan.
Gol konusunda bu kadar güvendiğim bir oyuncu olmamıştı son yıllarda, belki de Jardel'den sonra hiç olmamıştı.. O bu formaya çok yakıştı, aranan, özlenen, istenen ne varsa her maç yerine getiriyor sırayla..
Hagi'den sonra her sezon aldığım formalara kendi adımı yazdırmıştım. Bir tanesinde 3 Bülent Korkmaz yazıyordu, diğerlerinde hep 7 Fırat yazıyordu. Bu sezon Kewell forması zaten kesindi de Baros'u tahmin etmiyordum. Kısa sürede tekrar 2.5 yıl önceki gibi hayran hayran izliyorum bu adamı.
Tekrar yazmış olacağım ama O bu formaya çok yakıştı, umarım son durağı burası olur da beklenenden çok daha uzun yıllar kendisini izleyebiliriz..
Üzgün ve acı dolu başlayan gün keyifli bitti. Pankartların her biri ayrı bi anlam taşıyordu ki kapalının üstündeki uzun pankartın uzun süre orada kalması anlamlı olur, umarım tek maçlık değildir. Son 3 maçta olduğu gibi Baros'un 2 golüne Kewell eşlik etti, bu defa diğer golü atan Lincoln oldu. Yine iki farklı Galatasaray izledik iki devrede, buna alışmaya başladık ki bu da pek hayra alamet değil bence. İlk golde ofsayt iddiaları çokça gündeme getiriliyor ama Lig TV'de bir yetkili bile çıkıp da ofsayt çizgisinin paralel olmadığını, hata yapıldığını söylemiyor. Bariz şekilde belli o çizginin hatalı çekildiği. Baros'a doğru gittikçe çizgi sola kayıyor, bu da ofsaytmış izlenimi yaratıyor. Ayrıca Konyalı oyuncunun da iki ayağının tam ortasından çekilmiş çizgi, o şekilde de sola kaymış. Böyle ince hesaplarla körü körüne bir golü savunur pozisyonuna düşürdü beni Lig TV. Ligde haftanın en iyi golünü hatalı çekilen ofsayt çizgisi ile böyle karaladı ya helal olsun diyorum ve kutluyorum Lig TV'yi..
Yenen golde hafta içi bol bol laf yapan Servet Çetin'e "bu da mı gol değil" diye haykırmak istedim. Hani nerde markaj, nerde topu takip etmek ? Dışarıda seyirci edasıyla pozisyonu izleyen Arda'yı suçlu bulanı mı ararsınız, alan savunması yapılıyor Skibbe suçludur diyeni mi ararsınız. Türlü türlü yollarla bu gol eleştirildi. Alan savunması denen şey kale sahasının etrafına 9 kişi dizilmek midir ? Hiç sanmıyorum... Rakibi araya alamadıktan sonra, adamlara vuruş açısı tanımaya engel olmadıktan sonra ne yapayım ben o alan savunmasını.. Servet fazla konuşmasının cezasını çekmiş olsun bu golle, daha fazla da üzerinde konuşmaya gerek yok..
İkinci yarıda Lincoln golünü attı yine şanslı bir şekilde. Adam çok iyi oynuyor ona lafım yok, son 3 maçta sezon başından beri tüm laflarımı bir bir yediriyor bana. Yaptığı asistler birbirinden güzel olsa da gol konusundaki şansını görmezden gelemeyiz. Bariz bir faulün sonunda boş kaleye kafayı vurdu ve golü buldu. Bu son vuruşlarda ve gollerde Ümit veya Nonda'nın Lincoln'de olanın yarısı kadar şansları olsaydı bu takım Baros'u almazdı. Bu kadar da net konuşuyorum bu konu hakkında. Baros'un Lincoln katkılı ikinci golü çok güzeldi, dün aynı pozisyonu amatörce harcayan Gökhan Ünal bu golü ders olarak hafta boyu izlemeli. Son golde de Kewell kafayı vuramadı, topu tekrar önünde bulunca da uzak köşeyi rahatça buldu ve turuncu formayla çıktığı bir maçı daha golle tamamladı. Böylesine formda ve istekli bir Kewell'ı izlemek Anfield sakinlerine nasip olmadı yıllardır. Türkiye'deki futbolseverler olarak çok şanslıyız Kewell'ı bu haliyle izleyebildiğimiz için.
Maçın iyisi Lincoln'dü, tam 1 yıl sonra maçın yıldızı sıfatını sonuna kadar haketti. Kewell zaten her zaman olduğu gibi yine iyiydi, yine oyunun her yerindeydi. Baros geldiği günden beri kendisini eleştiren herkesi birer birer susturdu, bu adamı hala inatla kötüleyen futbola ihanet eder.. Takımı uzun zaman sonra iki tane defansif orta saha ile oynatan Skibbe'nin düşüncesi olumlu, Mehmet Güven tercihi olumsuzdu. Ben Cihan ve Orhan Ak gitti gideli böyle kötü bir performans izlemedim bu takımda. Mehmet Güven öylesine kötü oynadı ki bundan sonra en az 2-3 ay başka bir oyuncuyu kolay kolay eleştiremeyebilirim kötü olduğu için. Skibbe aynı hatayı bir daha tekrarlamayacaktır umarım.
Ve yine klasik olarak yazıda maçın hakemine gelmek istiyorum.
Formula 1 tarihinin ilk gece yarışı Singapur'da yapıldı bugün. Aydınlatmayı eleştirenler olmuş ama helikopter çekimlerinde görüldü ki pist şehrin ortasında güçlü aydınlatmanın etkisiyle bembeyaz bir hat oluşturuyordu. Cadde pisti olan Monaco ve Valencia'dan referans alarak sıkıcı olmasından korkulan bir yarıştı. Başlangıcı da öyleydi, ancak kazalarla ve güvenlik aracıyla, pit alanında yaşananlarla tarihteki ilk gece yarışı başka olaylarla de yıllar sonra hatırlanacak efsanevi bir hal aldı.
Yarışa şöyle madde madde özet geçeyim istiyorum :
Tam 2 hafta önce kendisi hakkında konuşmuştum. Bugün İstanbul Büyükşehir Bld. - Beşiktaş maçını izledikten sonra kendisi hakkında daha önce yazdığım şeylerde yanılmadığımı gördüm. Beşiktaş'ın 2 golünü iptal etti, ilk golün faulle uzaktan yakından alakası olmadığını herkes gördü hakemin de gözleri önünde oldu. İptal edilen ilk golde Beşiktaş kalesinin arkasından bir çekimi vardı kameranın, o açıdan bakınca hakemin de önünün açık olduğu ve pozisyonu net şekilde gördüğünü farkettim. İkinci golde faul olduğunu pozisyonun başrol oyuncusu Nobre bile itiraf ediyor, orada konuşacak birşey kalmıyor bu itiraftan sonra. Ancak ilk golü vermemek, üstelik yardımcı golü verip ortaya koşmuşken vermemek skandal bir karar. Pozisyonun başka bir tekrarında Delgado yardımcı hakemin golü verdiğini işaret ediyor Bülent Yıldırım golü iptal etmeye koşarken..
9 Kasım 1988 Galatasaray - Neuchatel Xamax maçı.. Maç hakkında yazacak birşeyim yok elbette, sadece maç günü olanları yazacağım ki onları da kendim hatırladığımdan değil, bana defalarca anlatılanlardan yola çıkaracak yazacağım..
Cuma akşamı genelde büyük bir takımın sıradan bir takımla oynadığı maçlara tanık olurduk, bugün bu maç cuma günleri alışıla gelenin dışında önemli bir maçtı. Dede'nin Fenerbahçe'si yine bir deplasmandan eli boş döndü ligde. 3'te 0 yapmak fazlasıyla ciddi bir olay. Yerden yere çarpılan Skibbe bile 2 deplasmandan 4 puanla dönmeyi bildi.
Portsmouth'un durumu alt postta yazıyor. Kanu "Tottenham önünde herşeyi yoluna koyacağız" diyor taraftarına. Takımın kötü gidişe dur demesi için ligin hayalkırıklığı Tottenham karşısına çıkacak olmaları büyük şans. Ancak Tottenham'ın da elbet birisine patlayıp "yeter" diye haykıracağı bir gerçek. O maç belki bu maç olacak, belki bir sonraki, belki de bir kaç hafta daha geçmesi gerekecek ki o kadar geç kalırlarsa Ramos değil Londra'da, İngiltere'de bile olamaz.
Redknapp için bu maçta alınacak yenilgi ile herşey bitmeyecektir ama Ramos için herşeyin sonu olabilir yenilgi. Redknapp yakın zamanda sıkça karşılaşacağı kurtarma sınavlarından ilkine giriyor. Ramos ise ilkini dün akşam verdi Newcastle United karşısında ve kupada 2-1'lik deplasman galibiyeti ile turlayan taraf oldu. Rakibin durumu düşünülünce sonuç olması gerektiği gibi oldu zaten. Ancak bu defa tam anlamıyla kurtarma sınavı niteliğinde bir maça çıkıyorlar Portsmouth önünde.
Sporting Gijon.. La Liga'nın yeni ekibi son yıllarda İspanya'nın gördüğü en zayıf takımlardan biri olduğu izlenimini veriyor şimdilik. İngiltere'de geçen sezon yaşanan Derby County faciasının bu sezon İspanya'daki örneği olurlar mı sorusu sık sık sorulmaya başlandı. Sezona beklentilerin altında başlayan Barcelona da bu takıma patladı, rakipleri Gijon'u ilk haftalarda rahat rahat geçiyor. Önce kendi sahalarında 6-1'lik Barça yenilgisi, dün de Real Madrid deplasmanındaki 7-1'lik mağlubiyet.
Hadi üstteki Sporting Gijon'u anladık diyelim, bir şekilde açıklamasını da yapabiliyoruz güçsüz oldukları için. Ancak Portsmouth için bu kadar kesin ve net bir açıklama nasıl yapılır bilemem. Manchester City deplasmanından 6-0 ile döndüler. Dün de Carling Cup maçında Chelsea 4-0'lık skorla Londra'ya döndü. 2004/2005 ve 2005/2006'da son anda ligde kalmışlardı. Daha sonra 2006/2007'yi 9. bitirdiler, geçtiğimiz sezon da 8. olarak yükselişlerini sürdürdüler. Bu sezona da kötü girmemişlerdi ama son iki maçları tamamen facia. Zenginlerin yatırım yaptığı kulüplerden biri Portsmouth ve bu formlarını bir kaç maç daha sürdürürlerse yatırımcıların kulüpten ellerini çekmeleri pek de uzak bir ihtimal değil. Sporting Gijon'un parası yok, gücü yok o yüzden bu halde, Portsmouth'un parası da var diğer ekiplerle mücadele edebilecek kadrosu da. Ters giden şeyler Sporting Gijon'da olduğu gibi boyun eğip kabullenecek cinsten değil bu yüzden.. 2008'in FA Cup şampiyonu o ünvanı hakettiği günlerin çok uzağında şimdilik.
Neresinden başlayayım, ne yapayım ne edeyim bilemedim. 51'de Mauri, 55'te Pandev, 59'da Siviglia attı ve maç 3-0 bitti. 9 dakikada 3 gol yedik oturduk. Aslında ilk yarı güzel başlamıştı; özellikle kendi sahasındaki iyi oyunuyla lige başlayan Lazio karşısında tam olması gerektiği gibi fazla yüklenmeden ama oyunu kontrol ederek başladık. Zauri sağ kanatta Lazio için tehdit oluşturuyordu, bu yüzden soldan pek ciddi gelemediler. İlk yarı Fiorentina'nın kontrolünde ve bir kaç Lazio pozisyonuyla geçti. Dışarıda izliyordum maçı, devre arasına maçı açtırmayı unuttum, açarken 1-0 olduğunu biliyordum ki açar açmaz da 2-0 oldu. Bir ihtimal maçı döndürürüz derken, daha 2. golün nasıl geldiğini tartışırken 3. gol oldu ve umutlar söndü gitti o an. Maçın kalanı da ilk yarı gibi pek keyifsiz gitti zaten. Bir kaç tehlikeli Lazio atağı ve sonuca varılamayacağı bariz olan Fiorentina baskısı.. Maçın daha da evrilip çevrilip genel bir yorumunun yapılmasına gerek yok, detaylı ve uzun konuşacak tartışacak birşey olmadı. 3 gol maçı hareketliymiş gibi gösterebilir ama 10 dakikalık bir rüzgarın sonucuydu bu. Gol gelene kadar Lazio'nun 2-3 ciddi pozisyonu var, bir de goller var ki sonrasında da hiç birşey yok maçta. İlk gol geldikten sonra Lazio şaşkınlıktan ve panikten yararlandı golleri sıraladı 5 dakikada.. Lazio sürekli maçı hareketlendirme peşindeydi, Fiorentina'da sürekli rakibi uyutup maçı orta şekerli götürmeye çalıştı. Maçla ilgili merak edilen başka şey de ligin en iyi iki yabancı kalecisinin mücadelesi olacağıydı, gülen taraf Fransız değil Arjantinli oldu ne yazık ki..
Detay yok dedim de, bu yenilginin sebeplerini de bir gözden geçirmek lazım. Yenilgi beklenebilirdi de bu kadar etkisiz ve vasat gözüküp de skor olarak da böylesine ağır bir yenilgi asla beklenemezdi. Takımın dizilişine baktığımızda 4-5-1 ile 4-3-1-2 arası gidip gelen bir diziliş görüyoruz. Bunun sebebi de ileri geri giden Adrian Mutu'ydu. Belirli bir taktiği yoktu takımın, Mutu'nun duruşuna göre çift forvet veya tek forvet oynuyordu. İleride takımın en kötü ismiydi Mutu. Gilardino da etkisizdi ama doğru düzgün top gelmeyince adamın da kalabalığın arasında yapacak birşeyi yoktu. Mutu konusunda hala bu kadar ısrarcı olunması canımı sıkıyor, geçen sezon takıma katkısı fazlaydı tamam da bu sezon olmayacağını belli ediyor hazırlık maçlarından beri. Nedir bu Mutu inadının sebebi anlamak çok güç. Bugün hücumda o kadar gereksiz top kayıpları yaptı ki ilk yarıda bahsettiğim "birkaç Lazio tehlikesi"nin sayısı bir hayli artıp golle bile sonuçlanabilirdi bu ataklar.
Sen her türlü kanseri yen, hepsine meydan oku, hepsiyle dalga geçip hiç etiklenme.. Sonra gel zatürre yüzünden göç git bu dünyadan.. Hiç oldu mu şimdi ?
Sezona çok iyi girmişti Georgios Samaras. Arada boş geçtiği ve acilen unutulması gereken Aalborg maçını saymazsak ikişer ikişer atmaya devam ediyor. Haftasonu duble yaptı ligde, bugün de kupada yaptı aynısını. Önceki hafta da yine iki tane atmıştı ligde. 8. maçında 9. golüne ulaştı bu sezon, bunun yanında 3 de asisti var.
Hafta içi heyecanı İskoçya, Almanya, İngiltere ve Fransa'da kupa maçları ile başladı. Maçın bloga taşınma sebebi ise sık rastlanmayan bir şeye sahne olması.
Dövme yaptırmayı düşünüyorum, bir süredir aklımda var bu, kesin olarak birşeye karar verdiğimde gidip yaptıracağım zaten. Tam olarak hala karar verebilmiş değilim, önerilere de açığım elbette. Şimdilik kesik/yırtık görünümlü şeyler ilgimi çekmekte, kararımı o yönde verebilirim, bir de Batman logosu vardı aklımda da çabuk vazgeçtim ondan. Aslında Fred Çakmaktaş da düşünmüyor değilim, kendimi bildim bileli hastasıyım bu adamın, 21'i bitirip 22'ye girmeme 2 aydan az kaldı ama ben hala 3-5 yaşındaki çocuk gibi izlerim Fred'i gördüğüm zaman, çizgi filmin her bölümünü ezberlemiş olsam da...
Alt posttaki o sıradışı Independiente'nin en büyük gol silahında sıra. O büyüleyici sezonda River ve Boca'yı sollayan takım Silvera'nın da katkısıyla ligin hem şampiyonu hem de en golcü takımı oluyordu. İki dev takıma rağmen ligde 2.0 gol ortalamasını geçebilen tek takımın forvetteki ilk tercihi olmak herkesin başına gelebilecek türden bir başarı değil elbette. Zaten Apertura 2002'nin de gol kralı oldu kendisi. Silvera takımın diğer iki yıldızı Montenegro ve Insua gibi şampiyonluğun kazanıldığı yılda katılmadı takıma, bir öndeki sezonda Union Santa Fe'den geldi takıma. Kariyerindeki ilk iki takımda pek sık gol atmıyordu, Independiente ile ilk sezonu da öyle geçti. Şampiyonluğu ise gol krallığı ile süsleyip kendisini tüm Arjantin'e göstermiş oldu.
2003'te Independiente'den ayrıldı, Tigres'in yolunu tuttu Meksika'ya giderek. Orada 88 maç yapıp 47 gol attı ve 3 sezon sonra Arjantin'e dönmesi için fazlasıyla iyi bir istatistik oldu bu. 0.3-0.4 arası gidip gelen gol ortalaması bir anda 0.5-0.6'ya fırlamıştı. Daha verimli bir hale geldiği San Lorenzolu yöneticilerin gözünden kaçmadı. 2006'dan beri hala San Lorenzo forması giyiyor ve istatisikler diyor ki : "Silvera her iki maçta bir gol atıyor"
Arjantin Ligi'ni NTV'de yayınladıkları için kendisini ara sıra özetlerde görme şansımız oluyor. Bir de şöyle evdeyken doğru düzgün 90 dakika kendisini izlesem çok daha iyi olacak. Eskilerden beri birkaç video ve maç özetleri dışında bir türlü tam olarak izleyemedim bu adamı. Arjatinli golcü dendiği zaman elbette Batistuta'nın eline su dökecek adam yoktur ama O'nun kadar olmasa da böyle ara sıra parlayıp sempatimi kazanan adamlar oluyor. Bu adamların bazısı çabuk untuluyor benim tarafımdan ama bir oyuncuya taktığım zaman da inatla destek olup beğeniyorum, bu yüzden Silvera'yı 7 yıldır elimden geldiğince takip ediyorum. Diğerleri gibi geçip gidemedi, Batistuta'dan sonra hep aklıma Silvera gelir yakın zamandan bahsedince. Zamanında Insua'nın Galatasaray'a geleceği yazılırken Silvera'nın da Fenerbahçe'ye gideceği yazılmıştı ve o zamanlar üzülmüştüm ya gerçek olursa diye. Sonra gazetede sadece bir kez Galatasaray'a geleceği haberini okudum ve bir transfer sezonu boyunca o haberin gerçek olmasını diledim durdum. Benim için her zaman farklı bir yetenek ve çoğu kişinin aslında pek ilgilenmediği unutulup giden bir yıldızdır Silvera. Kendisini bir kere olsun sarı-kırmızı veya mor-beyaz forma ile goller atarken görebilmek için çok şey verebilirdim, artık iş işten geçti tabii..
Independiente Arjantin'de her zaman en sevdiğim takımdır. Puan durumunda yeri nasılmış diye bakarım arada, evdeyken denk gelirse NTV Spor'da maçı veya özetini izlerim, yani öyle Galatasaray ve Fiorentina sevgimin bir benzeri yok ortalıkta. Ama işte Arjantin dendi mi River ve Boca'yı değil Independiente'yi severim. Bunun sebebi de 2002'deki Apertura şampiyonluğudur hiç şüphesiz. Daha öncesinde Maradona katkılı hafif bir Boca sempatisi vardı ama ilgimi de çekmiyorlardı. Bu şampiyonlukla da o neredeyse hiç olmayan Boca sevgisini bitirdiler içimde ve kendilerine hayran bıraktılar beni. Kadroda o dönemde üç oyuncu göze çarpıyordu ki şampiyonluğun en büyük payı bu üç adamdaydı. Federico Insua, Daniel Montenegro ve Andres Silvera. Altta hemen ilk iki isim hakkında konuşup Silvera'yı ayrı bir postta yazacağım.
Federico Insua adı Galatasaray adı ile özdeşleşmişti bir aralar. Basında Hagi'nin yerine her hafta sırayla önce Insua'yı sonra Gallardo'yu aldırıyorlardı Galatasaray'a. Gallardo gözden düştü sonraları ama Insua daha geçen yaz Lincoln gelene kadar gündemdeydi. Bu ilginin sebebi de şüphesiz ki 2002 Apertura'daki benzersiz performansıydı. Orta sahadaki diğer isim Montenegro ile birlikte ligin en etkili hücum gücünün altında imzaları vardı o sezon. 2002'deki sıradışı performansın ardından yarım sezon daha kaldı Arjantin'de ve 2003 ortasında Malaga'nın yolunu tuttu, çoğu Arjantinli İtalya ve İspanya'da bir şekilde tutunur ve iyi kötü topunu oynardı ama Insua bunu başaramayanlardan oldu. Tekrar geri döndü 2004'te Independiente'ye. Orada bir ikinci bahar yaşadı adeta ve Boca Juniors kapıları açıldı kendisine. Boca'yı da sırtlayıp yine ligin tozunu atmaya başlayınca basınımızdaki Galatasaray'a geliyor haberleri eşliğinde Borussia Mönchengladbach formasını giyiyordu.
Şampiyon kadronun bir diğer yıldızı Montenegro'ya gelelim şimdi de. Independiente macerası aslında daha erken başlamıştı, 20 yaşında bu formayı giydiğinde yıl hanesinde 1999 yazıyordu. Oradaki 19 maç kendisini avrupaya taşımaya yetti. 1.5 sene kaldı avrupada yarım sezon Marsilya, 1 tam sezon Arjantinli katili Zaragoza ve yarım sezon da Osasuna formalarını giydi, olmadı, olamadı. O da çareyi geri dönüşte buldu, Arjantin'e döndü Huracan formasını giydi. Burada kiralık sezonunda iyi göründü ve O'na avrupa kapılarını açan Independiente'ye geri dönüş yaptı. Bu geri dönüşün ardından da Silvera ve Insua ikilisi ile birlikte 2002 de Apertura şampiyonluğunu yaşadı. Ertesi yıl biraz daha kaldı burada ve sıradaki durak River Plate oldu. Şampiyon takımın iki yıldızı Arjantin'in iki devinin yeni umutları olmuştu. River'da şansını iyi kullandı ve avrupaya tekrar gitti, bu defa yüksekten uçmadı ve Rusya'da Saturn formasını giydi. Yine kalıcı olamadı ve geri adım atıp River'a tekrar lider olmaya döndü. Bir önceki deneyiminde olduğu gibi bir Clasura şampiyonluğu yazdıramadı hanesine ve O'nu her zaman el üstünde tutup bitmeye yüz tutan kariyerini ayağa kaldıran Independiente'ye 3. kez döndü. 2 sene geçti son dönüşün üzerinden ve bu defa gitmeye hiç niyeti yokmuş gibi duruyor. Yaşının 29 olması kendisini tekrar avrupaya iter mi bilinmez ama üstündeki formayı bir daha çıkartmayıp kariyeri o şekilde noktalarsa hem kendisi için hem futbolseverler için en hayırlısını yapmış olacak.
Basketbolu bırakma sebebi ise dizleri. Artık bu yükü kaldıramayacak duruma gelmişler ve erken sayılabilecek bir yaşta(31) basketbolu bıraktırmışlar adama. Sağ dizinden dert yanıyordu Şerif uzun zamandır. Zaten iki fotoğrafta da dizlikler herşeyi açıklıyor. Hafızalarımızda bundan böyle hoş bir anı olarak kalacak Abdur-Rahim. 10.000 sayı barajına ulaşan en genç 6. oyuncu olduğunu hatırlatıp, "aslında bu adamda çok iş vardı be" diyerek noktalıyorum yazımı..

Öğlen uyanmak, anneye ne yiyebilirim diye sormak, domates çorbası var kahvaltı istemezsen cevabını almak, tamam olur dedikten sonra fotoğraftaki şeyin masaya gelmesi...
Gün keyifli başlamıştı ve öyle devam etmeliydi, korkulan deplasmandan bol gollü galibiyetle döndük ve keyif zirve yaptı. Benim beklentim galibiyetti elbet ama bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Sanırım bu biraz da Lincoln'ün iyi oyunu ile alakalı oldu. Geçen sezonun ilk beş haftasından sonra yok olan Lincoln ilk kez o günlerdeki gibi oynadı, Kewell da yine kusursuz olunca galibiyetin gelmemesi için sebep yoktu. Taner'in golüyle skor 1-0 olduğunda 3 puan gidiyor korkusuna kapılmadım hiç, çünkü takım maça çok iyi başlamıştı ve skorun Galatasaray lehine bir şekilde döneceği açıktı. Bu golde Ayhan'a ettiğim küfürün haddi hesabı yok, adamın sağında koşup kaleye yönelmesini engellerden aniden durup neden bekler ki bir insan...
Milan Baros sonradan girdiği iki maçta biraz etkili olmuş ama yeteri kadar memnun etmemişti herkesi. 2. kez ilk 11'de sahaya çıktı bugün ve bu maçlarda toplam 4 gole ulaşmış oldu. Yanında Nonda değil de Ümit olduğu zaman daha iyi işlere imza atacaklarını düşünüyorum. Nonda asla Baros'a uygun bir partner olamayacak bence, bu son iki maçta fazlasıyla belli oldu. Ümit Karan ile Baros çok daha uygun bir ikili olacak gibi duruyor şimdilik, henüz yan yana izleyememiş olsak da. Tekrar maça dönelim, ilk golde faul söylentileri var ki burada Nonda hava topuna çıkıyor kendi başına, Serdar ise pozisyon gereği Nonda'nın üstüne doğru hareketleniyor, bu sırada da çarpışıp topu tutamıyor. Pozisyonda Nonda'nın Serdar'a doğru ekstra bir hareketini göremedim ben, pozisyon gereğiydi herşey ve faul çok ağır bir karar olurdu burada. Ha bu karar doğru diye hakemi övecek değilim, hakemi sona saklıyorum.
Baros'un 2. golünü yaratan isim tamamen Alpaslan Erdem, yerine oyuna girdiği Volkan'a bir sol bekin nasıl hücuma dahil olacağı konusunda ders verdi adeta. Volkan'ın savunmadaki hakkını teslim etmek lazım, çok iyi kademeye girdi, mükemmel bir savunma performansı gösterdi ama hücumda etkisiz eleman konumundaydı. Alpaslan girdiğinde Kocaeli'nin hafif bir baskısı başlamıştı, skor 2-1'di ve oyun biraz kilitlenir gibiydi. Orta sahada topu aldı ve topu adrese yolladığında Baros'un işi sadece boş kaleye vurup skoru 3-1 yapmaktı. Daha sonra da Kewell'ın golü ile 4-1 oldu ve Kewell kusursuz performansının yanına bir de gol ekleyerek geceyi noktaladı. 2 asistle geri dönen Lincoln'e rağmen bence maçın adamı Harry Kewell'dı. Oyunun her noktasında vardı, asla gereksiz yere top ezmedi ve oyunu gerektiği noktalarda çok iyi açtı.
Maçın geneline gelirsek de Galatasaray'ın topla oynama yüzdesi bir ara %70'lerdeydi ki bu maç sonuna kadar %75 civarına gelmiş olabilir. Zaten oyunun büyük çoğunluğu Kocaeli ceza sahası ile orta çizgi arasında geçti. Yani Kocaeli en baştan kaderine razı olmuş konumdaydı, puan alma adına hiç bir hamleleri yoktu öne geçmiş olmalarına rağmen. Attıkları golde son vuruşun hakkını vermek lazım ama asistin yapılmasına sebep olan Ayhan Akman'a da yazıklar olsun demekten başka birşey bulamıyorum. Galatasaray 4 gole ve maçın 4'te 3'ünde topu kontrol etmesine rağmen yine izleyenleri tamamen tatmin edemedi ama sezonun en iyi oyunlarından biriydi, bu gayet sevindiriciydi ve skordan daha önemliydi. Ancak Ayhan tüm takıma ayak uydurmak yerine yine yenen tek golde başrol oyuncusu oldu, yanında koştuğu oyuncuyu marke etmeyi bıraktı ve adam iki adım gidip golün asistini yaptı. Dedim ya Kocaeli'de kazanma adına hiç ışık yoktu, bu da Ayhan'ı kurtardı bir bakıma. Son bir genel bakış yapıp bu uzun uzun yazanları toparlayacak olursak, Kewell sahanın yıldızıydı, Lincoln özlenen günlerinden bir demet sundu ki kalıcı olur mu bu performans bilinmez. Baros ilk 11'de başlayınca yine 2 gol attı, Nonda bildiğimiz gibiydi, akıl almaz bir gol kaçırdı ama Lincoln'ün "bu da kaçmaz artık" diye attığı pası golle tamamlayıp kendini affettirdi. Kocaceli çok kötüydü, bu gidişle ligde kalmaları zor görünüyor. Jestrovic-Serhat ikilisi aynı anda sahada olmazsa işleri çok çok zor.©Artemio Franchi. Template by Dicas Blogger.